Hayatı akışına bırakmak gerektiğini söyleyen Ağaoğlu CEO’su Burak Kutluğ, “Mümkün olduğunca her şeyi olduğu gibi kabullenip ona göre su gibi akmayı öğrenmeye çalışıyorum” diyor.
Ağaoğlu CEO’su Burak Kutluğ, güne sabah 6’da sporla başlıyor. Yaz aylarında yelken, kış aylarında snowboard yapıyor. Felsefe ve tarih de ilgi alanları arasında. Her ay iş nedeniyle en az iki kez yurt dışına çıkan Kutluğ, gittiği yerlerin yerel hayatını tanımak için de özel bir çaba sarf ediyor. Hayatı akışına bırakmak gerektiğini söyleyen Kutluğ, “Mümkün olduğunca her şeyi olduğu gibi kabullenip ona göre su gibi akmayı öğrenmeye çalışıyorum. Bu konuda hala yolcuyum. Daha bir yere vardığımı söyleyemem. Ama bunun faydasını da görüyorum” diyor.
Hande Yavuz Çalık / hyavuz@capital.com.tr
CEO Life Dergisi Güz 2023 sayısından
Ağaoğlu CEO’su Burak Kutluğ, tam bir sabah insanı. Güne sabah 6’da başlıyor. Koşu ve yürüyüş de sabah rutinleri arasında yer alıyor. Yoğun iş yaşamına rağmen ilgi alanlarına zaman ayırmayı da ihmal etmiyor. Yelken ve snowboard yapıyor, felsefe ve tarihle ilgileniyor. Son dönemde ailesine de daha kaliteli zaman ayırmaya odaklandığını belirten Kutluğ, “Dostlarım, arkadaşlarım ve ailemle geçirdiğim vakti artık kaliteli geçirmeye çalışıyorum” diyor. Galatasaray da Burak Kutluğ’un en büyük tutkularından biri. Üniversite sınavında tek tercih olarak Galatarasay Üniversitesi’ni yazan genç CEO, Galatarasay Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunu. Üniversite eğitimi döneminde Galatasaray camiasının içinde olmaktan keyif aldığını anlatan Kutluğ, “Çok ciddi bir arkadaşlık, kardeşlik oluştu. O bağ bence futbolun veya sporun çok ötesinde. Takım sporları filtreyi kaldırıyor. Ve siz insanların en saf en öz halini görüyorsunuz” diyor. Ağaoğlu CEO’su Burak Kutluğ ile iş dışı yaşamını, ilgi alanlarını ve hayata bakışını konuştuk:
Günün hangi vakti sizin için daha değerli? Hangi vakitlerde kendinize daha fazla zaman ayırabiliyorsunuz?
Bizler profesyoneliz ama patron değiliz. Kendime baktım. Ne zaman insanlar beni aramıyor? Düşüncelerimi ne zaman dinleyebiliyorum? Ve bunun sabah olduğuna karar verdim. Sabahları çocukluktan beri severim. Çünkü bir dinginliği, sakinliği var. Koşturmacanın başlamadığı, ön hazırlık yaptığım, düşüncelerimi topladığım, önceliklerimi kendime hatırlattığım bir zaman dilimi. Sabah kalkıp önce kendimi dinliyorum. Biraz daha derinleştiğimi de düşünüyorum. Yaşla da alakalı bir şey. İnsan neden sorusunu nasıl sorusunun önüne koyuyor. O kendini dinleme anından sonra bir de bedenimi dinliyorum. O işte biraz sabah sporu oluyor.
Kaçta kalkıyorsunuz?
Sabah 6’da kalkıyorum. Saat 8’de her şeyi bitirip duşumu alıp kendimce yapacağım işleri, hedefleri o günün ajandasını belirleyerek yola koyuluyorum. Erken kalkan yol alır. Bunu çok net hissediyorum. Bu bir tercih tabii. Geceyi seven insanlar da var. Ben sabahın dinçliğini, yeni doğmuşluğunu çok seviyorum. Orada her şey sıfırdan başlıyor. O gayeyi ben sabah daha net görüyorum. Gece de 11-11.30’da gözümü kapadığım gibi uyuyabilen biriyim. Bir dönem bir kitap okumuştum. Bir iş adamının hatıralarını anlatıyordu. Diyor ki “Başarılı olabilmek için vicdanını öldürmen lazım.” Çok karşı çıkmıştım. Evet bu bir yol ama çok şükür vicdanımla bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Eksik olduğum hatalı olduğum noktalar, kusurlarım olabilir ve bence her şey o kusurlarıyla güzel. Biraz o konuda rahat hissettiğimden uykuya dalmam da çok rahat oluyor. Gözümü kapadığım gibi uyuyorum. Vicdanen rahat olmaya çalışıyorum. Sabah kalktığımda dünün muhasebesini yapıyorum. Bu biraz da aileden geliyor, empatik özellikleri olan bir insan olarak büyüdüm. İnsanların bakışından rahatsızlığını hissediyor, ben rahatsız oluyorum. Kolay bir şey olduğunu söylemiyorum ama bu beni mutlu ediyor. Bir hata yaptıysam da mutlaka onu telafi etmeye çalışırım.
Önemli kararlarınızı da sabah mı alıyorsunuz?
Evet. Kendini dinlemek aslında içi dolu bir cümle. Kendini dinlemek de biraz yaşla alakalı. Sabah kendimi dinledikten sonra “Evet ben bunu yaparsam bereketli bir gün olacak” diyorum.
Sabahları ne tür sporlar yapıyorsunuz?
Daha çok yürüyüş yapıyorum ve koşuyorum. Yeni yeni esnetici ‘Yin yoga’ denilen bir şey keşfettim. Çok rahatlatıcı. Normalde kış sporlarına ciddi bir ilgim var.
Kış sporlarına ne zaman başladınız?
9 yaşımdan beri kış sporlarının içindeyim. 12 yıl kayak yaptım. Bazı derecelerim var. 21 yaşımda snowboard’a başladım. Yaşım 44 oldu ama hala snowboard yapıyorum. İkisi de çok güzel spor ama snowboard’u pist olmayan yerlerde de kayabiliyorsunuz. O bembeyaz karların üzerinde kaymak sonsuzluk hissi veriyor. Eskiden çok ciddi hoplar, zıplar, dönerdim. Şimdi yaş ilerleyince o “Neden” sorusu geliyor. Artık çok hoplayıp zıplamaktan ziyade kendimi bırakıyorum. Sporu da kendi dinginliği ve sakinliğinde yapıyorum.
Denizle aranız nasıl?
Yelken yapıyorum, yavaş yavaş başladım. Henüz çok ilerlediğimi söyleyemem. Kaptanlık için çalışıyorum. Umarım alabilirim.
İş dışında da yoğun bir hayatınız mı var?
Neden bilmiyorum ama herkes dünyaya bir amaçla geliyor. “Biz de boş bırakmamak üzere geldik” diyelim. Ama o sabahtaki sonsuzluk, dinginlik, bol kar, deniz hepsi aynı şeye özlem. Orada kendime bir alan açıyorum. Yaşadığımız hayat, günlük rutinlerimiz kadar dar değil. Çok daha büyük bir şeyin parçasıyız. Herkes bu lafları ediyor zaman içinde kimi buna kader, kimi karma diyor. Ne dendiği hiç önemli değil. Bir şeyi kendin için istersen olmaz. Ama başkaları için istersen senin için de oluyor. Çocukken evde hiçbir kıyafetimiz kalmazdı annem onları hemen birilerine verirdi. Yemek pişerdi, annem paylaşırdı. Biz bu kadar şeyin sonunda o kültürde hasbelkader bir yerlere gelebildik. İki şey başarısızlığı getiriyor: Biri aç gözlülük, diğeri sabırsızlık. Bu ikisi kimde azaldıysa o insanlar başarılı olur. Başarı asla sadece para değil. Kendine 80’den sonra hobi edinmeye çalışan birçok insan var. Spor bir hareket benim için. Yoksa en fit olayım mücadelem yok. En iyi olmanın da sonu yok. Yıllar önce Galatarasay Üniversitesi’ne girdiğim zaman “Bu 5 yılı Boğaz’a bakarak tamamlayacağım” dedim. Bir yıl sonra sırtım hep denize dönük oturdum. Çünkü insan sahip olduğu şeyleri bir yerde özümsüyor ve o şeyler aynı mutluluğu vermiyor. Dolayısıyla en iyi yer, en iyi pozisyon en iyi şey asla bu değil. Ben bunları hedefleyen insanların da oraya geldiklerini görmedim. Biraz akışına bırakmak da gerekiyor. Mümkün olduğunca her şeyi olduğu gibi kabullenip ona göre su gibi akmayı öğrenmeye çalışıyorum. Bu konuda hala yolcuyum. Daha bir yere vardığımı söyleyemem. Ama bunun faydasını da görüyorum.
Felsefe ve tarihe de merakınız var...
Eski fotoğrafları çok seviyorum. Bu geçmişe saplanmak değil de yaşadığımız hayatın anlardan oluştuğunu anlatıyor. Hayat geçiyor, fotoğraf kalıyor. Kendimi biraz felsefe ve tarihin içinde bulmamın asıl nedeni çeşitliliğe inanmam. Sentezlere inanıyorum. Felsefeden öğrendiğim bir şeyi iş hayatında uygulayabiliyorum. Tarihten öğrendiğim bir şeyi İK yönetiminde talep edebiliyorum. En sevmediğim kitaplar, kişisel gelişim kitapları. 100 soruda diye bir şey yok. Kendimi hep en cahil gibi görmeyi seviyorum. Çocukken de böyleydim. Hep soru sorardım. Zaman içinde dinlemenin konuşmaktan çok daha büyük bir meziyet ve güç olduğunu öğrendim. Şimdi Nihat Erim’in günlüklerini okuyorum. Ayrıca psikoloji de çok önemli. Bugün finans dünyası tamamen psikolojik. Neyin nasıl yapıldığı değil, neyin nasıl algılandığının önemli olduğu bir dönemdeyiz. Bir şeyler yapıyor gibi yaparak çok değerli olabiliyorsunuz. Bunu sadece finans diye okumamak gerekiyor. Bunu sosyoloji olarak, psikoloji olarak okumalısınız. Birileri var, hep para kazanıyor. Dünya iyiyken de kötüyken de kazanıyorlar. Çünkü psikolojiyi biliyorlar.
Tecrübeyle gençliğin sentezine de çok inanıyorum. “Yeni bir şirket olacağız” derseniz çok zor. Devrim değil evrim gerekiyor. Bunu kötünün idaresi olarak düşünmeyin. Tecrübeyle yeniyi eşleştirerek dönüştürmeyi çok seviyorum ve ben bunu finanstan öğrenmedim. Bu sosyoloji.
Öğrendiklerinizi şirket içinde nasıl bir liderlikle ortaya koymaya çalışıyorsunuz?
Mikro management’ı sevmiyorum. Yetki vermeyi çok seviyorum. Yetki vermeden hesap soramayacağımı da hayat öğretti. İnsanları dinliyorum. Bir derdi varsa o kapıyı çalıp giremeyecek biri yok. Makulse bulunamayacak bir çözüm yok. Hiyerarşinin tek taraflı çalıştırılamayacağını düşünüyorum ama yüzde 100 demokrasilerin de şirket içinde çalıştığını düşünmüyorum. Bir yerde karar verici olup sorumluluk almak bu pozisyonun gereği. Fikirlerime tapmıyorum. Fikirlerine tapan insanlarla da çalışmıyorum. Çeşitliliği olan fikirlerin de öne çıkmasını seviyorum. Benim için işin yapılması önemli. Potansiyele çok inanıyorum. En zeki insanlarla değil de kapasitesini maksimumda kullanacak insanları tercih ediyorum. Kolektif olamayan zekalar, bizim yaptığımız işlerde çalışmıyor. Kolektivizmin fayda sağladığını anlatmaya çalışıyorum. Japonların Kaizen felsefesi var. Sürekli iyileştirme yapıyorlar. Bu bizim kültürde çok çalışmıyor çünkü bulaşık bittiği zaman hepsini toplu yıkayan kültürüz. Japonya’da bir tane bardak kirliyse yıkayıp yerine koyuyorlar. Sürekli iyileştirme bu. Hiç hata birikmiyor. Biraz onu uygulamaya çalışıyorum. Proaktif bir insanım.
Ailenizle istediğiniz kadar vakit geçirebiliyor musunuz?
Aileme çok vakit ayıramama özelliğimi azaltmaya çalışıyorum. Türkiye gelişmekte olan bir ülke o nedenle ben çalışmayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş bir insanım. Bunun doğru olduğunu söylemiyorum. Kaliteli zamanı öğrenmeye çalışıyorum. Bulunduğum zamanda olmaya çalışıyorum. Fark ettim ki ben en iyi yere de gitsem orada değilim. Onu düzeltmeye çalışıyorum. Dostlarım, arkadaşlarım ve ailemle geçirdiğim vakti artık kaliteli geçirmek istiyorum.
Çocuklarınızla nasıl vakit geçiriyorsunuz?
Bir kızım ve bir oğlum var. Çocukla hayata tekrar başlıyorsunuz. Çok büyük sorumluluk. Çocuk sahibi olmak ve olmamak da iyi bir tercih. Ama ben çocuk sahibi olmayı tercih ettim ve kendimce bir gaye oldu. Kendimi yargılamama, sorgulamama neden oluyorlar. Bir insanın o kadar pırıl pırıl bir zeka ve temizlikten bazen nasıl evrildiğini çok yargılıyorsunuz. 3-7 yaşındaki travmaları insanın karakterini belirliyormuş. Gözünüz gibi baktığınız bir fidan, üzülmesini kimse istemez. İnsan sevgisiyle, doğa sevgisiyle büyüsünler istiyoruz.
“KEYİF VE SORUMLULUK DENGESİ DEĞİŞTİ”
GALATASARAY SEVGİSİ Ben 17 ayrı şehirde 11 farklı okulda okumuş biriyim. Babam memurdu. Türkiye’nin her tarafını gezdik. Galatarasay bizim için ulaşılmaz bir sevgiydi. Üniversite sınavında tek tercih olarak Galatarasay Üniversitesi’ni yazdım. Endüstri mühendisliğine girdim. Kendimi o camianın içinde buldum. Çok ciddi bir arkadaşlık, kardeşlik oluştu. O bağ bence futbolun veya sporun çok ötesinde. Takım sporları filtreyi kaldırıyor. Ve siz insanların en saf, en öz halini görüyorsunuz.
KULÜP VEFASI Belki iş hayatı birçok insan için maske takmakla alakalı. Ama orada herkes aynı amaç doğrultusunda bir araya geliyor. Bu çok değerli. Zaman içinde Galatarasay Spor Kulübü üyesi oldum. Spor kulübü üyesi olunca biraz keyfim kaçtı. Çünkü bu sefer bilanço okumaya başladık. Futbol kulüplerinin aslında ne kadar büyük bir müessese olduğunu ve çoğunun da finansal olarak toparlanmasının kolay olmadığını gördükçe bu sefer o aidiyet bizi daha fazla görev almaya itti. Keyif ve sorumluluk dengesi değişti. Şimdi yavaş yavaş kulüp içinde de aktif olmaya başlıyorum. O yüzden buna fanatiklik diyemem, bu bir kulüp vefası. Galatarasay bir dernek. Kendi kültüründe kendi hayat gayesinde bir araya gelen insanların topluluğu.
“TASAVVUFTAKİ HİÇLİK VAR, ONU KAYBETMEMEYE ÇALIŞIYORUM”
“LOKAL HAYATI SEVİYORUM” Güney Amerika’ya gitmek istiyorum. Gittiğim yerlerde lokal hayatı çok seviyorum. Yerel gibi yaşamak istiyorum. O nedenle biraz araştırıyorum. Bir tur rehberi eşliğinde gezmeyi hiç sevmiyorum. Kendimi akvaryum gezermiş gibi hissediyorum, oysa ben denize dalmak istiyorum. Malaga’da gece 12.30’da açılan lokal bir yere gittim. Benim için o, en güzel şeydi.
HİÇLİĞİ KAYBETMEMEK Çeşitliliği çok seviyorum. Öğrenmek, keşfetmek… Türkçe konuşulmayan yerlerde fişi çekebiliyorum. Orada ben sırtına çantasını takan biri haline geliyorum. Her ay en az 2 kere yurt dışına çıkıyorum. Bu seyahatler ağırlıklı iş amaçlı ama iş yaparken de kendinize vakit ayırabilirsiniz. Hayatta en sevdiğim anlar, 18 yaşımda sırt çantamla gittiğim Avrupa anları. Hiç konforlu değildi ama o tren yolculukları ve kimse olmamak çok değerli bir şey. Tasavvufta hiçlik var. Onu kaybetmemeye çalışıyorum.
“HER TRAVMAMI SEVİYORUM”
ADAPTASYON YETENEĞİ Çok pişman olduğum şeylerden şimdi hiç pişman değilim. Yaşadığım travmalar beni daha güçlü yaptı. Herkes güçlü olanın ayakta kaldığını söylüyor. Bence güç bildiğimiz anlamda güç değil. Güç adaptasyon yeteneği. Güç değişiklikler karşısında kendini konumlandırabilmek. Önceden daha köşeli fikirlerim vardı. Bunlardan daha önce pişmanlık dediğim şeyler sayesinde kurtuldum. Dolayısıyla her travmamı, her üzüntümü seviyorum.
11 EYLÜL ETKİSİ Benim pişmanlıklarım genellikle yapmadığım şeylerle ilgili. Örneğin, üniversiteyi bitirdiğimde önce Fransa’da bir burs imkanı oldu, sonra 13 Eylül 2001’de Amerika’ya uçağım vardı ve 11 Eylül olayları oldu. Tokyo’ya gidecektim çok pahalı geldi. Kendimi Şekerpınar’da bir bakır fabrikasında buldum. Bu büyük bir trajedi gibi duruyor ama ne yaşadıysam orada olduğum için yaşadım. Öbür tarafta ne olurdu bilmiyorum. Onda pişman olacağım bir şey yok. O nedenle insan sahip olduklarını daha bir sevgiyle kucaklıyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?