Kötü geçen 2018 sonrasında 2019 yılına adım attık. Yeni yıla umutlu bir başlangıç yapmak isterdik ama maalesef beklentiler iyi değil. Ekonomide 2018’in son çeyreğinde başladığı tahmin edilen küçülmenin en azından 2019’un ilk çeyreğine de sarkacağı tahmin ediliyor. Bu da ekonomide şu anda bir resesyonun yaşanmakta olduğu anlamına geliyor. Nitekim hükümetin kendisi bile 2019’da yüzde 2,3 gibi düşük bir büyüme bekliyor. Ekonomik kamuoyunun ve uluslararası kurumların büyüme beklentileri ise hükümetin hedeflediğinden de düşük seviyede bulunuyor. Hatta OECD ve Avrupa Komisyonu 2019’da Türkiye ekonomisinin küçüleceğini öngörüyor. Bu ortamda işsizlikte yükselişin devam etmesi kaçınılmaz görünüyor. Enflasyonun ise 2019’da en fazla yüzde 15-20 aralığına inebileceği tahmin ediliyor.
Ekonomide oldukça kötü geçen 2018, nihayet sona erdi. Ancak yeni adım attığımız 2019 yılı, 2018’den de kötü geçebilir. Hükümetin kendisi bile 2019’da 2018’dekinden daha düşük bir ekonomik büyüme hedefliyor. Yurt içindeki ekonomik kamuoyunun ve belli başlı uluslararası kurumların büyüme beklentileri ise hükümetin hedeflediğinden de düşük seviyede bulunuyor. Hal böyle olunca 2019’da işsizlikte de yükseliş bekleniyor. Öte yandan 2018’de yüzde 20’yi aşan enflasyonda ise 2019’da eski seviyelere inilmesini bekleyen pek kimse yok. Bütün bunlar, 2019 yılının bireyler, aileler ve şirketler yani hepimiz için pek de iyi geçmeyeceğine işaret ediyor.
BÜYÜME NEREYE?
Ekonomide 2019’un nasıl göründüğünü anlatmaya, “bütün makroekonomik göstergelerin anası” olarak kabul edilen ekonomik büyümeden başlayalım. Esasında ekonomik büyüme konusunda Türkiye’de epey bir süredir sıkıntı var ama hükümetin olağanüstü teşvik ve destekleriyle kaçınılmaz sonu son birkaç yıldır öteleye öteleye 2018’in ortalarına kadar durumu idare ettik. Türkiye ekonomisi, 2016’nın ortalarında bir resesyonun kıyısına kadar gelmiş ama sonrasında aşırı gevşetilen para ve maliye politikaları sayesinde bu kıyıdan hızla uzaklaşmıştı. Tabii beklenebileceği gibi bu aşırı gevşek para ve maliye politikaları bu kez ekonomiyi öteki uca savurup aşırı ısınmaya yol açmıştı. 2016 yılında yüzde 3,2’ye inmiş olan ekonomik büyümenin 2017’de yüzde 7,4’ü bulması işte böyle mümkün oldu. Özellikle 2017’nin ikinci yarısında ekonomik büyüme iyice hızlanmış ve adeta el yakmaya başlamıştı. Bu durum cari açığın tırmanışına yol açtığı, cari açığın finansmanı daha çok kısa vadeli sermaye hareketlerine dayandığı ve bu kısa vadeli sermaye hareketleri de yurt dışı ve yurt içi gelişmelere karşı aşırı hassas olduğu için bunun böyle sürüp gitmeyeceği belliydi. Nitekim önce 2018’in bahar aylarında alınan erken seçim kararı ve sonra da ABD ile yaşanan siyasi gerilim kısa vadeli sermaye girişlerinde bir “ani duruş”a (sudden stop) yol açıp döviz kurlarının sıçramasına neden olarak ekonomiyi krize soktu. Döviz kurlarının sıçraması bir taraftan enflasyonun da sıçramasına yol açıp satın alma gücünü düşürmek suretiyle iç talebi zayıflatırken, öte taraftan da döviz cinsi borcu olan şirketlerin TL cinsinden borç yüklerini artırıp (bilanço etkisi) yatırımlarını kısmasına neden oldu. Bunun sonucu olarak 2018’in ilk çeyreğinde yüzde 7,2 ve ikinci çeyreğinde yüzde 5,3 olan ekonomik büyüme üçüncü çeyrekte yüzde 1,6’ya kadar indi. Öncü göstergelere bakılırsa 2018’in son çeyreğinde ise ekonomide küçülme çıkması kaçınılmaz gibi görünüyor. Bu nedenle 2018’in tamamındaki büyüme oranı ise ancak yüzde 2-3 arasında çıkabileceğe benziyor.
RESESYONUN İÇİNDE
Birçok iktisatçı ve kurum, 2018’in son çeyreğinde başladığını tahmin ettiği ekonomik küçülmenin en azından 2019’un ilk çeyreğine de sarkacağını öngörüyor. Ekonomide iki çeyrek üst üste küçülme ise resesyon olarak tanımlanıyor. Yani bu tahmin ve öngörüler doğruysa şu anda bir resesyonun tam ortasındayız. İşin kötü tarafı, ekonomide 2018’in son çeyreğinde başladığı tahmin edilen küçülmenin sadece 2019’un ilk çeyreğine sarkmakla kalmayıp daha uzun bir süre devam edeceğini öngörenler de bulunuyor. Eğer bu daha kötümser olan kesim haklı çıkarsa, şu anda bir resesyonun başlarında da olabiliriz. Eldeki veriler, Türkiye’de resesyonların genelde dört çeyrek sürdüğünü gösteriyor. 1994, 2001 ve 2008-2009 resesyonları dört çeyrek sürerken, 1998-1999 resesyonu ise beş çeyreği bulmuştu. Yani ekonomideki küçülme konusunda daha kötümser olanların haklı çıkma ihtimali var gibi görünüyor. Henüz hükümetin ekonomideki durumu tersine çevirebilecek yönde bir adım atmadığını düşününce de bu olasılık iyice güçleniyor. Hatta bu durum bu kez resesyonun daha önce yaşadıklarımızdan da uzun sürebileceği endişesine kapılmamıza yol açıyor.
Hükümet 2019’da ekonominin yüzde 2,3 büyümesini hedefliyor. Merkez Bankası’nın her ay finansal ve reel sektördeki karar alıcı ve uzman kişiler arasında düzenlediği Beklenti Anketi’nin aralık ayı sonuçlarına bakılırsa yurt içindeki ekonomik kamuoyu ise 2019’da ekonomik büyümenin yüzde 1,5 dolayında gerçekleşmesini bekliyor. Üç önemli uluslararası kurumun öngörüleri ise daha da kötü. IMF’ye göre Türkiye ekonomisi 2019’da sadece yüzde 0,4 büyüyecek. OECD yüzde 0,4 küçülme öngörürken Avrupa Komisyonu da 2019’da Türkiye ekonomisinin yüzde 1,5 küçüleceği öngörüsünde bulunuyor.
İŞSİZLİK YÜKSELECEK
Türkiye geneç bir nüfusa sahip ve normal şartlarda her yıl iş gücü piyasasına 900 bin kişi civarında yeni giriş oluyor. Hesaplarımız, iş gücü piyasasına bu yeni girişleri karşılayabilecek kadar istihdam yaratılabilmesi ve böylece işsizlik oranının sabit kalması için bile ekonominin her yıl yüzde 5,5-6 dolayında büyümesi gerektiğini gösteriyor. Ekonomik büyüme bu eşiğin altında kaldığında yaratılan istihdam azalıyor ve dolayısıyla işsizlik artıyor.
2017’de yüzde 10,9 olan işsizlik oranı 2018’de büyük ihtimalle yüzde 11’in üzerinde çıkacak. Nitekim hükümetin tahmini bile 2018 için yüzde 11,3’lük işsizlik oranına işaret ediyor. Ekonominin bir resesyonla giriş yaptığı tahmin edilen 2019’da da işsizlikte yükseliş yaşanması kaçınılmaz. Hükümet 2019’da işsizlik oranının yüzde 12,1 olmasını hedefliyor. IMF yüzde 12,3’lük, OECD yüzde 12,7’lik ve Avrupa Komisyonu ise yüzde 12,8’lik işsizlik oranı öngörüyor. Resesyon beklenenden uzun sürerse işsizlik oranı 2019’da bu olumsuz beklentilerin de ötesine taşınabilir. 2008-2009 resesyonu 2009 yılında işsizlik oranını yüzde 13,1’e yükseltmişti. 2019’da bu rekorun tazelenmesi sürpriz olmaz.
ENFLASYON DÜŞER Mİ?
Türkiye’de enflasyon zaten uzun süredir tehlikeli sularda seyrediyordu. Yıllık tüketici enflasyonunun yüzde 5’lik hedefe bir türlü ulaşamamasına ve 2017’nin başlarında çift haneye çıkmış olmasına rağmen Merkez Bankası, para politikasını yeterince sıkmaktan kaçınıyordu. Bunun da herhangi bir olumsuz şokta enflasyonun kontrolden kaçmasına yol açmasından korkuluyordu. Nitekim 2018 yılında korkulan oldu. Döviz kurlarındaki sıçramanın etkisiyle bahar aylarından itibaren hızla tırmanışa geçen yıllık tüketici enflasyonu ekim ayında yüzde 25,24’e kadar çıktı. Büyük ölçüde hükümetin geçici vergi indirimleri sayesinde ise kasım ayında yüzde 21,62’ye geriledi. 2018 yılı da bu civarlarda bir enflasyonla kapanacak gibi görünüyor. Bu da 2017’ye göre yaklaşık 10 puanlık bir artış ve yüzde 5’lik hedefin de dört kat aşılmış olması anlamına geliyor.
Hükümet, 2019 yılında enflasyonun bir miktar gerilemesini ve yüzde 15,9’a inmesini hedefliyor. Para politikasının yürütücüsü olan Merkez Bankası’nın 2019 yıl sonuna ilişkin en son tahmini de buna yakın ve yüzde 15,2 dolayında bulunuyor. Beklenti Anketi’nin aralık ayı sonuçlarına bakılırsa ekonomik kamuoyu da 2019’da enflasyonun biraz gerileyip yüzde 16,5 dolayına inmesini bekliyor. 2019 sonu için yüzde 15,5’lik öngörüde bulunduğuna göre, IMF de enflasyondaki bu sınırlı düşüş beklentilerine katılıyor.
Ekonomideki resesyon gerçekten de enflasyonda bir miktar düşüş yaşanması olasılığının var olduğunu düşündürüyor. İç talebin daraldığı bir ortamda şirketlerin ürünlerinin fiyatlarına zam yapmaları pek kolay değil. Ancak enflasyonda düşüş için maliyet tarafında da daha fazla artış olmaması gerekiyor. Bu bakımdan ücretlerin 2018’de yükselen enflasyona ne kadar uydurulacağı büyük önem taşıyor. Şirketler için en önemli maliyet unsurlarından biri olan ücretlere yapılacak zamlar ürünlere de yeni zamların yapılmasını getirebilir. Ayrıca döviz kurlarında yeni bir yükseliş yaşanmayacağının da garantisi yok. Dolayısıyla enflasyonu tekrar kontrol altına almak çok zor olacağa benziyor. Bize, 2019’da enflasyonun düşmek yerine daha da yükselmesi bile şaşırtıcı olmaz gibi geliyor.
BAŞKA NELER OLUR?
Ekonomide, büyüme, işsizlik ve enflasyon dışında iki önemli gösterge daha var. Bunlardan birini cari açık diğerini de bütçe açığı oluşturuyor. Ancak 2019’da yukarıda ayrıntılı olarak incelediğimiz ilk üç göstergedeki gelişmeler, daha önemli olacak gibi görünüyor. Ama yine de diğer ikisi içinde birkaç çift laf etmekte fayda bulunuyor.
2017’de ekonomideki hızlı büyümeyle birlikte hızla tırmanan cari açık, büyümenin yavaşlamasıyla 2018’in ortalarından itibaren düşüşe geçti. Bu düşüşün 2019’da da devam etmesi kesin gibi görünüyor. Nitekim hükümetin milli gelirin yüzde 4,3’ü olarak belirlediği hedefe rağmen tüm tahminler daha da düşük bir cari açığa işaret ediyor. 2019’da IMF milli gelirin yüzde 1,4’ü, OECD ve Avrupa Komisyonu ise yüzde 1,9’u kadar cari açık öngörüyor.
Bütçe açığında mutlak değer olarak 2016’nın sonlarından bu yana büyük bir artış var. Hükümetin aşırıya kaçan destek ve teşvikleri, o zamandan beri bütçe açığında tırmanışa yol açtı. Yıllık bazdaki bütçe açığı 2018’de 70 milyar TL’nin üzerine kadar çıkıp rekor kırdı. Zaten şu anda ekonomide yaşanan olumsuz gelişmelerde bütçe açığındaki bu tırmanışın yol açtığı “dışlama etkisi”nin de (crowding out effect) önemli bir payı var. Yine de bütçe açığının milli gelire oranı henüz bu alanda uluslararası bir ölçüt olan yüzde 3’lük Maastricht kriterinin altında seyrediyor. Hükümet 2019’da da bütçe açığının milli gelire oranının bu sınırın altında kalmasını ve yüzde 1,8 olarak gerçekleşmesini hedefliyor. Ancak bütçe açığındaki yükseliş bu hızla devam ederse 2019’da çok daha yüksek seviyeleri görebiliriz.
2019’da gerçekten yukarıda çizdiğimiz gibi bir makreokonomik ortam olursa bunun bazı başka olumsuz yansımaları da olabilir. Mesela işsizlikteki yükseliş yoksulluğun artması, toplumsal huzursuzluğun yaygınlaşması, suç oranlarının yükselmesi gibi sonuçlar yaratabilir.
EKONOMİ ÜÇÜNCÜ ÇEYREKTE DURGUNLUĞA GİRDİ
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2018’in üçüncü çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerini geçen ay açıkladı. Bu veriler ekonomideki durum hakkında şunları söylüyor:
* 2018’in üçüncü çeyreğinde reel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) 2017’nin aynı dönemine göre yüzde 1,6 artış gösterdi. Bu oran Türkiye şartlarında durgunluğa karşılık geliyor. Biz Türkiye’de sıfırın altındaki büyüme oranlarını “resesyon”, yüzde 0-2 arasındaki büyüme oranlarını “durgunluk”, yüzde 2-4 arasındaki büyüme oranlarını “yavaş büyüme”, yüzde 4-6 arasındaki büyüme oranlarını “normal büyüme” ve yüzde 6’nın üzerindeki büyüme oranlarını “hızlı büyüme” olarak tanımlıyoruz. Bu tanımları, yüzde 5 dolayında olan Türkiye’nin uzun dönemdeki yıllık ortalama büyüme hızına ve halen yüzde 1,3 dolayında seyreden yıllık nüfus artış hızına dayanarak yapıyoruz. Yüzde 0-2 arasındaki büyüme oranlarında kişi başına gelir yerinde saydığı için bu eşiği durgunluk olarak adlandırıyoruz.
* Ekonomi geçen yılın üçüncü çeyreğiyle bu yılın ilk çeyreği arasında hızlı büyüme eşiğindeyken, ikinci çeyrekte normal büyüme aralığına inmişti. Üçüncü çeyrekte ise yavaş büyüme eşiğini atlayıp durgunluk seviyesine iniverdi. Bu durum bahar aylarında erken seçim kararının alınmasıyla finansal piyasalarda başlayan dalgalanmanın yaz aylarında ABD ile tırmanan siyasi gerilimin sonucunda krize dönüşmesinden kaynaklandı. Bu krizle döviz kurlarında yaşanan sıçrama bir taraftan enflasyonu yükseltip satın alma gücünü düşürerek iç talebin zayıflamasına, diğer taraftan da döviz cinsi borcu olan şirketlerin TL cinsinden borç yüklerini arttırıp yatırımların kısılmasına neden oldu.
* Nitekim, TÜİK’in verileri üçüncü çeyrekte hanehalkı tükemindeki yıllık artışın yüzde 1,1’e gerilediğini ve yatırımlarda ise yıllık bazda yüzde 3,8 düşüş olduğunu gösteriyor. Ekonomideki büyümenin yavaşlaması işten bunlardan kaynaklanıyor. Büyümenin daha da aşağılara inmesini ise kamu tüketimindeki yüzde 7,5’lik artış ile mal ve hizmet ihracatındaki yüzde 13,6’lık yükseliş önlemiş bulunuyor.
* TÜİK, geçen ay ekim ayına ilişkin sanayi üretimi ve perakende satışlar verilerini de açıkladı. Bu iki göstergedeki gelişmeler ekonomik büyümeyle çok yüksek korelasyona sahip olmaları nedeniyle önem taşıyor. Ekim ayında sanayi üretimi yıllık bazda yüzde 4,1 düşerken, perakende satışlar da yıllık bazda reel olarak yüzde 6,8 düştü. Bu veriler dördüncü çeyrekte ekonomide küçülme görebileceğimize işaret ediyor. Üçüncü çeyrekte durgunluğa giren ekonomi dördüncü çeyrekte ise resesyona girmiş olabilir.
TÜKETİCİNİN EKONOMİYE GÜVENİ ÇOK DÜŞÜK
Merkez Bankası ile Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) birlikte hazırladıkları Tüketici Güven Endeksi (TGE), 2018 yılını çok düşük bir seviyede kapattı. TGE, aralık ayında 58,2 değerini aldı. Oysa TGE’nin 2017 yılının son ayındaki değeri 65,2 düzeyindeydi. 2018’e biraz daha yükselerek 70’in üzerinde giriş yapan TGE, temmuz ayına kadar da bu seviyelerde kaldı. Ağustos ayından itibaren ise hızla gerileyerek eylülde 60’ın altına indi. 2018’in son dört ayını da 60’ın altında seyrederek geçirdi.
TGE’de 100’ün üzerindeki değerler iyimser duruma 100’ün altındaki değerler ise kötümser duruma işaret ediyor. Verileri Ocak 2004’e kadar geri giden TGE’de 100’ün üzerinde hiç değer yok. Bu da Türkiye’de tüketicinin “müzmin kötümser” olduğu anlamına geliyor. Ancak TGE’de 60’ın altındaki değerlere de nadiren rastlanıyor. Daha önce 60’ın altındaki değerlere sadece iki dönemde rastlamıştık. Bunlardan birincisi Kasım 2008 ile Ocak 2009 arasındaki üç aylık dönem, ikincisi de Eylül 2015’teki bir aylık dönemdi. Bunlardan ilki 2008-2009 küresel krizine, ikincisi ise 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 genel seçimleri arasındaki hükümetin kurulamadığı siyasi istikrarsızlık dönemine denk geliyor. TGE’nin dört aydır üst üste 60’ın altında değer almasına ise ilk kez tanık oluyoruz. Bu da şu anda tüketicinin daha önce hiç görmediğimiz kadar kötümser olduğunu ifade ediyor.
Ekonominin 2019 yılında toparlanabilmesi için ilk önce tüketicinin bu kötümserliğinin ortadan kaldırılması gerekiyor. Çünkü bu kötümserlik sürdükçe iç talepte canlanma yaşanması pek olası görünmüyor. İç talepte canlanma olmadan da Türkiye ekonomisinin yeniden hızlı büyümeye geri dönebilmesinin imkanı bulunmuyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?