Arçelik, Beko, Akçansa, Mercedes, Efes, Aksa, Petrol Ofisi ve diğerleri… Capital500’e giren şirketlere bakıldığında, önemli bölümünün 1950’lerin sonu ve 1960’larda kurulduğu dikkati çekiyor. Vestel...
Arçelik, Beko, Akçansa, Mercedes, Efes, Aksa, Petrol Ofisi ve diğerleri… Capital500’e giren şirketlere bakıldığında, önemli bölümünün 1950’lerin sonu ve 1960’larda kurulduğu dikkati çekiyor. Vestel, Turkcell gibi istisnalar dışında, neredeyse son 10 yıldır dev yatırım yapılmıyor, büyükler listesine yeni girenlere pek rastlanmıyor. Araştırmamız, Capital500’deki şirketlerin üçte ikisinin 1950-90 arasında kurulduğunu ortaya koyuyor. Nedeni ise açık: Bir türlü sağlanamayan istikrar ve bazı sektörlerdeki kapasite fazlası. Ancak, tahminler, bu trendin kıralacağı yönünde…
Türkiye, 1940-1949 döneminde ekonomik anlamda çok sıkıntılı günler geçirdi. İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinden döndü. Buna rağmen savaş tarım ve sanayide ağır bir yıkım yarattı. Tüm bu koşullara karşın o yıllarda önemli yatırımların temeli atıldı. Bugün Türkiye’nin en büyük 500 şirketi arasında yer alan 13 şirket o dönemde kuruldu.
Son yıllarda ise Türkiye’de sınırlı sayıda büyük şirket kuruluyor, yatırım yapılıyor. 2000-2004 arasında ilk 500 şirket arasına girebilecek büyüklükte sadece 30 şirketin kurulması da bu gerçeği doğruluyor.
Bu genç şirketler ise daha çok gıda –içecek, bilişim ve hizmet gibi çok büyük yatırım gerektirmeyen alanlarda yoğunlaşıyor. Oysa günümüz Türkiye’sinin potansiyeli çok daha yüksek.
Aslında Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin sadece 32’si 1950 öncesinde kuruldu. Özel büyük şirket yatırımları 1950 sonrasında ivme kazandı. En büyük ilk 500 şirketin 3’te 2’si 1950-1990 arasında ekonomiye katıldı.90’lı yıllarla birlikte yatırım ortamı bozulmaya başladı. Bu, büyük şirket yatırımlarını da etkiledi. Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren düşüş eğilimi hızlandı ve bu dönemde sadece 37 büyük şirket yatırımı yapıldı. Son 15 yılda yaşanan 3 büyük kriz de düşüş sürecini etkiledi. Özellikle 2001 krizi büyük yatırımlara adeta darbe vurdu. Bundan en çok da klasik sektörler payını aldı.
Capital, “Türkiye’nin En Büyük 500 Şirketi” araştırmasında ilk 500’e giren şirketlerin kuruluş tarihlerini baz alarak Türkiye’deki büyük özel şirket yatırımlarının dökümünü oluşturdu. Bu verilere dayanarak büyük şirket yatırımlarının neden ivme kaybettiğini ve bunun sektörlere nasıl yansıdığını araştırdı.
Neden yatırım yapılmıyor?
Aslında temel sektörlerde yeni şirketlerin kurulduğu 1950-1980 arasında Türkiye kapalı bir ekonomiye sahipti. Dolayısıyla, sermaye o yıllarda iç pazara dönük yatırım ve üretim yaptı. Bu yatırımlar bir anlamda sektörlerin temelini attı. Bilgi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Taner Berksoy, o dönemi “Pazarlar korunuyordu. Yani, yatırım yapmak daha kolaydı. Çünkü, kârlılıklar yüksek, rekabet hemen hemen hiç yoktu” diye anlatıyor. Bu ortam 1980’lerden itibaren değişmeye başladı. Bu tarihten itibaren Türkiye dışa dönük politikaları gündeme aldı. 1996’da Gümrük Birliği’ne girilmesiyle birlikte ithal ürünler, yabancı oyuncular ve dolayısıyla rekabet sektörlerin çehresini değiştirdi. Bu tür iklimlerde ise içeride büyük çaplı yatırım yapmanın zorlaştığını söyleyen Taner Berksoy, değerlendirmesine şöyle devam ediyor:
“Diğer taraftan dünya da farklı gelişiyor, küreselleşiyor. Bu tür büyük yatırım yapıldığı zaman, ulusal boyutların dışına çıkıp, daha küresel boyutlarda hareket edebilmek lazım. Yeni ve büyük yatırım yapılmamasında bu sürecin de çok etkili olduğunu düşünüyorum. Yani, özetle kapalı ekonomi ile açık ekonomi arasındaki farklılıklar yeni ve büyük yatırımlarda belirleyici oldu diye düşünüyorum.”
Krizler olumsuz etkiledi
Bütün bu sürece son 15 yılda yaşanan 3 ekonomik kriz de olumsuz etki yaptı. Yatırımcılar krizlerin istikrarsız ve güvensiz ortamında yeni ve büyük şirket yatırımlarından kaçındı. 90’lı yıllarda girişimciler bilişim ve hizmet gibi büyük yatırım gerektirmeyen sektörlere yöneldi.
Prof. Dr. Taner Berksoy, bu dönemin koşulları ile ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Hizmet ve bilişim gibi yeni sektörlerinin öne çıkması klasik sektörlerde büyük yatırımları etkiledi. Son yıllarda özellikle bilişim, elektronik, hizmet gibi alanlar ivme kazanmaya başladı. Bu alanlarda ise büyük miktarlı yatırım gereği fazla yok. 1950-1970 döneminde gördüğümüz, büyük makine ve teknoloji gerektiren türde yatırımlar gerekmiyor.”
1990’lı yıllarda yatırım iklimi de kaybolmaya başladı. Berksoy, bu dönemde yaşanan istikrarsızlığı şöyle anlatıyor:
“Çok büyük temel dengesizlikler oluştu. Yatırımcılar önlerini göremiyordu. Reel faizler yüksekti. Bu ortamda büyük hacimli reel sektör yatırımı yapılabilmesi çok zor. Yatırım ivmesinin kaybolmasında bu ortamın çok önemli bir etkisi var. 1990’lı yılların iktisadi ikliminin taşıdığı büyük riskler, istikrarsızlık, yüksek maliyetler, çok yüksek finansal fiyatlara baktığımızda paranın içeride durması bile o dönemde biraz kuşkulu.”
Yukarıda dikkat çekilen etkenler nedeniyle 1990 itibariyle kurulan büyük şirket sayısı azalmaya başladı. Demir çelik, çimento, otomotiv, tekstil gibi klasik sektörlerde düşüş daha fazla oldu. Ancak, buna karşılık gıda, elektrik-elektronik sektörleri yükselişini sürdürdü.
Tekstilde yatırım yok
Tekstil ve konfeksiyon sektöründe büyük yatırımların geçmişi 1950 öncesine kadar gidiyor. Ancak, 1950 öncesinde sektörün ivmesi son derece düşüktü. 1950’lerle birlikte ivme kazanmaya başlayan sektöre, o dönemde Bossa, Altınyıldız, Coats, Aksu İplik, Orta Anadolu, Birlik Mensucat ve Akın Tekstil katıldı. 1960’larda ise bugün ilk 500 şirket listesinde yer alan 8 yeni şirket sektöre dahil oldu. Tekstil ve konfeksiyon sektörü asıl ivmeyi 1970-1990 döneminde kazandı. 1970’lerde 20, 1980’lerde ise 26 şirket daha kuruldu. Ancak, 1990’lar itibariyle sektöre katılan büyük şirket sayısı hızla azalmaya başladı.
Şahinler Holding Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Şahin, diğer emek yoğun sektörler gibi tekstilde de ciddi yatırımlar yapılmadığına dikkat çekiyor. Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Ürdün, Mısır gibi ülkelerde ücretlerin Türkiye’nin yüzde 10’u kadar olduğunu söyleyen Şahin, Türkiye’nin bu alanda kan kaybettiğine dikkat çekiyor. Kemal Şahin, “Türkiye pahalandı. Rekabet edemez duruma geldik. Bu nedenle son 10 yılda ciddi yatırım yapılmıyor” diye anlatıyor.
Önümüzdeki dönemde yeni yatırım yapılmayacağını düşünen Şahin, yatırımcıların maliyetleri düşük ülkelere gittiğini söylüyor. Ürdün’de kurduğu üç fabrikayı ise örnek gösteriyor.
Çimentoda kapasite fazla
Capital 500’e giren çimento şirketlerine bakıldığında sektörün 1950-1970 arasındaki 20 yılda yükseldiği görülüyor. 1950’lerde Çimentaş, Set Çimento, Adana Çimento, Oysa Çimento kuruldu. 1960’ta ise aralarında Nuh Çimento, Batı Çimento, Ünye Çimento’nun da bulunduğu 9 yeni şirket açıldı. 1970-1990 arasındaki 20 yıllık süreçte ise sadece Çimsa ve Denizli Çimento sektöre dahil oldu. Türkiye Çimento Müstahsilleri Derneği Başkanı Adnan İğnebekçili neden büyük yeni şirket kurulmadığını şöyle değerlendiriyor:
“Yeni yatırımlara ihtiyaç olması için kurulu kapasitenin iç talebi karşılamaması gerekiyor. Bugün ülke çapında böyle bir durum söz konusu değil. Türkiye’de halen çok ciddi bir kapasite fazlası var. Bu sorun ihracatla aşılmaya çalışılıyor.”
Türkiye’de kurulu klinker kapasitesi ile birlikte 50 milyon tona yakın çimento üretimi yapılıyor. 2005’te yurtiçi talebin 34 milyon ton seviyesinde kalması bekleniyor. Yani, 16 milyon tona yakın bir kapasite fazlası oluşacak. Bu fazlalığın 10-11 milyon tonunun ihraç edileceği öngörülüyor. Ancak, ihracatta kâr marjları düşük. Mevcut kurulu kapasitenin yurtiçi talebi önümüzdeki 10 yıl boyunca karşılayacak düzeyde olduğunu söyleyen İğnebekçili, yeni yatırımlarda veya kapasite artırım projelerinde bu realitenin göz ardı edilmemesini tavsiye ediyor.
Kimyada sermaye sorun
Boya, ilaç gibi alt kategorilere ayrılan kimya ana sanayi yatırımların azaldığı başka bir alan. Sektör yatırımcı cephesinde 1980’lerle birlikte düşüşe geçti. Capital 500’e giren kimya-ilaç şirketlerinin kuruluş tarihleri sektörün 1950-1980 arasındaki 30 yıllık süreçte büyük yatırımcıların ilgisini çektiğini gösteriyor. Söz konusu dönemde 21 şirket kuruldu. 1980 sonrasında ise bu ilgi azalmaya başladı. Kimya Sanayicileri Derneği Başkanı Timur Erk, büyük yatırımın yapılmamasının nedeni olarak yatırım ortamını gösteriyor. Erk, “Yatırım ortamını iyileştirmek için 4 yıldır yapılan çalışmalar netleşmedi. Bunun dışında kaynak yetersizliği önemli bir etken. Çünkü, sektör sermaye yoğun bir yapıya sahip. Bu nedenle mutlaka yabancı sermayenin gelmesi gerekiyor. Yatırım ortamı ve istikrar sorunu nedeniyle yabancı sermaye gelmeyince büyük yatırım sayısı azaldı” diye anlatıyor.
Sektörde kapasite fazlalığı olmadığını söylenen Erk, yatırıma büyük ihtiyaç olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle de petrokimya kategorisinde. Ancak, bu kategori ciddi bir sermaye gerektiriyor. Erk’e göre, bu nedenle yabancı sermayenin girişi için mutlaka yatırım ortamı iyileştirilmeli. Timur Erk, yatırım ortamının düzelmesiyle yatırımların başlayabileceğini ve sektörün yükselişe geçebileceğini düşünüyor.
Demir çelikte yatırım pahalı
Tıpkı kimya gibi büyük yatırım gerektiren bir başka sektör ise demir-çelik. Capital 500’e giren demir çelik şirketleri ağırlıklı olarak 1960-1990 arasındaki 30 yıllık süreçte kuruldu. Bu süreçte toplam 17 demir çelik şirketi sektöre katıldı. 1990’larla birlikte ise sektör büyük yatırımcıların ilgisini kaybetmeye başladı. Bugün sektördeki büyük yatırımlar mevcut oyuncular tarafından kapasite artırımı şeklinde gerçekleşiyor.
Demir Çelik Üreticileri Derneği Genel Sekreteri Veysel Yayan, sektörün bir geçmişi olduğuna dikkat çekiyor. Yayan, “Haddehane olarak sektöre girmiş olanlar bunları zamanla ark ocaklı tesislere çevirdi. Entegre tesisleri de devlet kurmuş. Yeni entegre tesis kurulması söz konusu değil. Çünkü, 1 milyon ton için 2 milyar dolar, 2 milyon ton için 4 milyar dolar yatırım yapılmalı. Ama, ark ocaklı tesislerin kuruluşu devam ediyor” diye anlatıyor.
1980’lerle birlikte teşviklerin de katkısıyla uzun ürün üretimine yatırım yapıldı. Bu ciddi bir kapasite fazlası oluşturduğu için yeni yatırımlarda yavaşlama söz konusu oldu. Veysel Yayan,“Ancak, entegre tesislerde kapasite daralması söz konusu değil. Zaten yassı ürüne yönelik kapasite yetersizliğinden dolayı İsdemir’in yassı ürüne dönüştürülmesi çalışmaları başladı. Son yıllarda yeni kapasitelerden ziyade ürün dengesizliğini gidermeye yönelik çalışmalar ağırlık kazanıyor” diyor.
Elektroniğe ilgi sürüyor
Türkiye’de beyaz eşya ve elektronik sektörünün temelleri 1950’lerde atıldı. Beko, Arçelik, Alarko Carrier, Demirdöküm, Siemens olmak üzere elektrik-elektronik sektörünün 5 devi 1950’li yıllarda kuruldu. 1960’larda Pirelli Kablo, Alcatel, ABB Elektrik, Nortel, Baymak, Meteksan sektöre dahil oldu. Takip eden 10 yılda ise 6 yeni şirket kuruldu. 1980’lerle birlikte hız kazanan sektöre, 10’u bilişim kategorisinde olmak üzere 17 şirket eklendi. 1990’lara ise bilişim ve telekomünikasyon şirketleri damgasını vurdu. Türkiye’de söz konusu dönemde 14’ü bilişim, 5’i telekomünikasyon olmak üzere sektöre katılan şirket sayısı 25. Özetle, elektrik-elektronik yatırımlar cephesinde popülerliğini hiç kaybetmedi. Türk Elektronik Sanayicileri Derneği Genel Sekreteri Ünal Alkan, yenilikçiliğe ve yaratıcılığa açık bir sektör olduğu için yatırımcının ilgisini her dönem çektiğini düşünüyor. Ünal Alkan, “Sektörümüz AB pazarının oyuncuları ile fiyat ve teknoloji açısından rekabet edebiliyor. Pazar dünya genelinde zaten çok cazip. Şu anda diğer klasik sektörlerin dışında elektronik sanayi yatırım ortamına en uygun alanlardan biri. Bu nedenle bilişimde ve klasik elektronik sanayinde yatırımlar çok hızlı ilerliyor” diye anlatıyor.
Önümüzdeki dönemde sektörün önünün açık olduğunu söyleyen Alkan, yeni yatırım yapılabileceğini anlatıyor. Yabancı yatırımcıların sektörle ilgili sürekli bilgi aldığını ekliyor.
DEV ŞİRKET OLUŞTURMA SÜRECİ YAŞANIYOR
Çimento, otomotiv gibi temel sektörlerdeki büyük şirketlerin kuruluş tarihlerine baktığımız zaman çoğunlukla 1950-1980 arasında kurulduklarını görüyoruz. Sonraki dönemde bu alanlarda neden yeni ve büyük yatırım yapılmadı, şirket kurulmadı?
1950’li yıllardan 1980’li yıllara kadar genelde iş adamının yatırım anlayışı, korunan bir pazarda, ithalat ikamesi için sadece Türkiye’ye yönelik yatırımlar şeklindeydi. Bugün dünya ve rakipler çok daha entegre, pazar da neredeyse tüm dünya. Bu göz ile bakıldığında da yatırım kararlarında farklılıklar oluşabiliyor. Bu farklılıklardan yurtiçinde oluşmuş en belirgini, genelde dar piyasalarda mümkün olduğunca yeni rekabet yaratmamak ve pazarı sadece iç piyasa olarak görmemektir. Ayrıca, en büyük sektörlerdeki Türk pazarının bile dünya standartlarında büyük olduğunu söylemek zor. Türk iş dünyasının sermaye birikiminin kısıtlılığı ise başka bir gerçek.
Ancak, bütün bunlar temel sektörlerde yeni yatırımlar yapılmıyor anlamına kesinlikle gelmiyor. Demir çelik, otomotiv, telekomünikasyon, dayanıklı tüketim malları gibi sektörlerde bugün lokomotif şirketlerin büyüklükleri ile 1980 öncesi büyüklükleri karşılaştırıldığında aynı şirket olduğunu söylemekte zorlanacak kadar farklılıklar var.
Özet olarak, Türkiye’de yeni birçok küçük şirket yerine, mevcutların büyüdüğü dev şirketler oluşturma süreci yaşanıyor. Bu da global rekabet için en doğru strateji.
BELİRSİZLİKLER YATIRIMLARI ETKİLEDİ
1980 SORUNLU BİR DÖNEMDİ 1980 sonrası yatırımlar açısından genel olarak sorunlu bir dönemdi. Makroekonomik belirsizliklerin fazla olması, hızlı büyümenin ardından büyük krizler yaşanması, reel faiz oranlarının çok yüksek olması yatırımları olumsuz etkiledi. Ekonomik belirsizliğin artması kısa donemde getirisi olan tedbirleri ön plana çıkardı.
YATIRIMIN DÖNÜŞÜ UZUN Demir çelik ve çimento gibi yatırımların üç özelliği var. Bu sektörlerdeki yatırımın dönüşü uzun vadede oluyor. Yani, uzun dönemde kâr elde edebiliyorlar. Bu yatırımlarda ölçek yüksek. Yani, ilk yatırım maliyeti çok fazla. CAZİBELERİNİ KAYBETTİLER Bu yatırımlarda batık maliyet yüksek. Yani, yatırım yapıldıktan sonra yatırım maliyetinin bir kısmını geri kazanmak mümkün değil. Bu üç faktör, belirsizliklerin ve reel faiz oranlarının yüksek olduğu bir ortamda bu sektörlerin tüm cazibesinin yok olmasına yol açıyor. Bu da yatırımların azalmasına neden oluyor.
KÂRLI ALANLAR TERCİH EDİLDİ 1980’den sonra çimentoda yeni tesisler kamu tarafından kuruldu. Daha sonra özelleştirme ile özel sektöre satıldı. Yani, yatırım riskini kamu sektörü aldı. 1980 sonrası dönem için yeterli sermaye birikimi yoktu argümanı inandırıcı gelmiyor. Sermaye aslında vardı ama, riski daha az, kârı daha çok alanları tercih etti.
GELECEKTE HANGİ SEKTÖRLER YÜKSELECEK?
HİZMET YATIRIMLARI SÜRECEK Önümüzdeki dönemde büyük yatırımlarda bir süre daha hizmet sektörünün ağırlık kazanmaya devam edeceğini tahmin ediyorum. Elektronik, bilişim kategorilerini çıkartırsanız hizmet sektörü aslında emek yoğundur. Bir miktar daha bu alanlara doğru yatırımlar gider diye düşünüyorum.
TARIM ÜRÜNLERİNİ İŞLİYORUZ Şirketlerin kuruluş tarihlerine bakıldığında gıda sektörünün ivme kazandığını görüyoruz. Bu ivme ihracat imkanlarının olması ve tarım ürünlerini işleyen bir sanayiye sahip olmamızdan kaynaklanıyor. Yani, eskisi gibi tarladan iç veya dış pazara satış yapmıyoruz. Üretimleri işleyen bir sanayiye sahibiz.
GIDADA ALINACAK YOL VAR Yatırımcılar gıda sektörünü stratejik görüyor. İhracat imkanları ile birlikte gıda sanayinin epeyce alınacak yolu olduğunu düşünüyorum. Çünkü, tarımla entegrasyon tam olarak gerçekleşmiş değil. Gelişme imkanı var. Daha verimli ve rekabete açık bir üretim yapısına geçilmesi ile birlikte gıda sanayi de gelişir.
SAĞLIKTA TEMPO YAVAŞLAR Önümüzdeki dönemde tarım, gıda, elektronik, bilişim, turizm, hizmet gibi alanların yükseleceğini tahmin ediyorum. Sağlıkta da hareketlilik var. Ancak, sağlıkta devlet var ve hala ağırlıklı bir konuma sahip. Devletin uzunca bir süre bu konumundan vazgeçeceğini tahmin etmiyorum. Şu anda özel hastaneler, klinikler yapılıyor ama, bu tempo bir süre sonra yavaşlar.
EBRU FIRAT
efirat@capital.com.tr
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?