Güngör Günalçın / Türkiye Bilişim Derneği Bursa Şubesi Başkanı Güngör Günalçın, Türkiye Bilişim Derneği Bursa Şubesi Başkanı... Ancak, onu farklı kılan, bilişim tarihine tanıklık etmesi...
Güngör Günalçın / Türkiye Bilişim Derneği Bursa Şubesi Başkanı
Güngör Günalçın, Türkiye Bilişim Derneği Bursa Şubesi Başkanı... Ancak, onu farklı kılan, bilişim tarihine tanıklık etmesi... Türkiye’deki ilk bilgisayarı kullananlardan olan Günalçın, o dönemi tebessümle hatırlıyor. “Elektronik beyin” adının verilmesini, gazetelerde gördüğü ilgiyi ve bürokratların tepkisini anlatıyor. Ardından da ortaya çıkan müthiş dönüşümü... Özel sektörün kullanmasıyla birlikte, bilgisayarın yaygınlaşmaya başladığına dikkat çekiyor...
İlk bakışta ne olduğu pek de anlaşılmıyordu aslında. Ağır, hantal bir dolap gibiydi. Yanıp sönen 2 bin kadar lambasıyla, bir devlet dairesinde çok da alışılmış bir görüntü değildi. Karayolları Genel Müdürlüğü’ne konulan, ancak kimsenin pek bir şeye benzetemediği bu makine, Türkiye’nin ilk bilgisayarı “IBM650” idi.
Tam 40 yıl önce Amerika’dan uçakla getirtildi. Büyük bir itinayla Karayolları Genel Müdürlüğü’nde kullanılacağı bölümü yerleştirildi. Günlerce süren işleri bir çırpıda yaparak herkesi şaşırtan bu olağanüstü makineye o dönem “Elektronik beyin” adı verilmişti.
Gazetelerde manşetten duyurulan haberlerle bir anda herkesin konuştuğu bir konu haline geldi. Her gün hakkında haberler çıkıyor, yorumlar yapılıyordu. Milliyet Gazetesi’nde bir köşe yazarı, “Biz Allah’ın verdiği beyni kullanamazken, Amerika’nın verdiği beyni nasıl kullanacağız?” diye yazarken, karikatüristler hayallerinde canlandırdıkları makineyi Türk usulü konuşturuyorlardı.
200 bin dolarlık Amerikan yardımıyla alınan Türkiye’nin ilk bilgisayarı “Elektronik beyin” ise çoğunluğu matematik bölümü mezunu 6 kişilik bir ekibe emanetti. Halkın biraz da üstün insanlar olarak gördüğü bu ekip, bir yandan yol hesaplamalarını yaparken, bir yandan da bilgisayarı kullanmak istemeyen müdürleri ikna etmeye çalışıyordu.
Türkiye’nin ilk bilgisayarını kullanan bu ekipten Güngör Günalçın, “Bazı müdürler bilgisayar kullanmak istemiyordu. Onları da dostluk ilişkilerimizle ikna etmeye çalışıyorduk” diyor.
1954’den 73’e kadar Karayolları’nda çalışan Günalçın, daha sonra Tofaş Otomobil Fabrikası Sistem ve Organizasyon Müdürlüğü oldu. 1995’ten itibaren Koç Holding Otomotiv Grubu Bilgi Koordinatörlüğü görevini de üstlendi. 2000 yılından beri serbest danışmanlık yapan Günalçın, aynı zamanda Türkiye Bilişim Derneği Bursa Şube Başkanlığı’nı da yürütüyor. Digital, Günalçın ile, Türkiye’nin ilk bilgisayarla tanıştığı günleri konuştu:
Türkiye’ye ilk bilgisayarın gelişinden bahseder misiniz?
Türkiye’ye ilk bilgisayar, 1960 yılında Devlet Karayolları Genel Müdürlüğü’ne geldi. Bu, aynı zamanda Ortadoğu’nun da ilk bilgisayarıydı. O zamanlardaki adıyla Devlet Karayolları Elektronik Hesap Müdürlüğü’nün girişimiyle oldu.
Türkiye ilk bilgisayarı Amerika’nın verdiği karşılıksız bir kredi vasıtasıyla aldı. Bu yardım 200 bin dolardı. Türkiye Amerika’ya bir para ödemedi. Sadece 90 bin dolar civarında bir parayı ek olarak buradaki IBM şirketine Türk Lirası olarak verdi. Hatta IBM o zaman Türkiye’de krizdeydi. 1960’dan önce kullanılan delikli kart makinelerini pazarlıyordu ve mali bir kriz yaşıyordu. Bizim bu bilgisayarı getirmemiz, buradaki IBM’in de kendisini toparlamasına vesile oldu. Yani ilk bilgisayarın fiyatı aşağı yukarı 300 bin dolar civarındaydı.
O zamanlar yurtdışında bilgisayar kullanımı ne boyuttaydı?
Amerika’da ilk ticari amaçlı bilgisayar kullanımı 1954-55 yıllarında başladı. Biz de dört beş yıl gibi bir zaman sonra bilgisayarlarla tanıştık. Türkiye’nin bilgi teknolojilerini çok yakından takip ettiğini söyleyebiliriz. Zaten daha önce da delikli kart sistemlerini kullanıyorduk. Sonra bilgisayar geldi, ki o zamanlar bu çok önemli bir atılımdı.
Nasıl getirildi? İlk tepkilerden biraz bahseder misiniz?
O zaman daha “Bilgisayar” gibi Türkçeleştirilmiş bir sözcük yoktu. Genellikle meslek içerisinde “Computer” diyorduk. Halk arasında ise “Elektronik beyin” olarak söyleniyordu. Uçakla getirildi. Bu tabi büyük bir sansasyon yarattı o zaman. Bütün ulusal basın birinci manşetten “Türkiye’ye elektronik beyin geliyor” şeklinde bu haberi verdi. Hatta karikatüristlere, yazarlara konu oldu.
Bir yazarımız Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasında, “Biz Allah’ın verdiği beyni kullanamazken, Amerika’nın verdiği beyni nasıl kullanacağız?’ diye yazdı. Bir diğer karikatüristte yine bir sürü lambanın olduğu bir bilgisayar çizmişti. Başında da bir adam bekliyor. Bilgisayarın karikatürde adama verdiği cevap ise “Bugün git yarın gel” şeklindeydi. Çok büyük olay olmuştu.
Bu model o dönem Amerika’da kullanılan son teknoloji miydi?
Birinci nesil bilgisayardı. Amerika’da da kullanılıyordu. Birinci nesil bilgisayarlar radyo lambalı sistemlerdi. Üzerinde merkezi işlem ünitesi olan iki tane büyük dolabı düşünün. Dosya dolabı gibi yan yana koyun. O büyüklükteydi. Bunun içinde de 8 bin lamba vardı. Belleği 20 kw’tı. Bu bellek bir silindirdi. Dakikada 12 bin 500 devir yapıyordu.
Bu bilgisayar daha çok hangi amaçla kullanılıyordu?
Bu konuda Amerika Karayolları’yla birlikte çalışıyorduk. Amerika Karayolları’ndan uzman bir programcıyla iki yıl burada çalıştık. Biz karayolları olarak iki bölüme ayrıldık. Mali bölümde ücret bordroları yapıldı. Yol maliyetlerinin bilgisayarla hesaplanması gündeme getirildi. O sırada 15 bin makine parkı vardı. Bu makine parkının ikmal sistemi bilgisayara yüklendi. Sanayi gelişmediği için, yedek parçalar dışardan geliyordu. Üç transit ambarı ve tüm Türkiye’ye yayılmış 16 bölge ambarı arasındaki yedek parça akışını da yine bu bilgisayara aktardık.
Halkın ilgisi nasıldı?
Türkiye’de bilgisayar yaygınlaşıncaya kadar ki bu 8-10 yıl sürdü. “Elektronik beyne” sihirli bir makine gibi bakılıyordu. Düğmesine bastığınızda, her şeyi yapabilecek sihirli bir makine gibi düşünülüyordu. Bilgisayarı programlayan bizleri de üstün insanlar olarak görüyorlardı.
Harika bir makine ile çalışan, işi öğreten insanlar olarak tabi ki bizler de bunu epeyce kullandık. Şimdiki tabirle “Hava basıyorduk”. Ama zor şartlarda da çalışıyorduk. Donanımlar bugünkü gibi değildi. Sabah girerdik, ne zaman çıkacağımız belli olmazdı. Tamir, bakım teknik işler istenildiği gibi yapılamıyordu. En önemli zorluk da eğitimdi. Hiçbir kurumsal eğitim yoktu. Türkiye’de bilişim sektörü, kendi göbeğini kendisi kesmiştir. Biz bunu pazarlayan şirketlerle beraber kendi eğitimimizi verdik, elemanımızı yetiştirdik.
Terminolojimizi de kendimiz yaptık.
Peki sonra bilgisayar sayısı nasıl arttı? Kullanmak istemeyenler oldu mu mesela?
İlk önce devlette başladı. Karayolları ile sonra Su İşleri, Emekli Sandığı gibi yine delikli kartla çalışan kuruluşlar bilgisayara geçtiler. Önceleri işlerin bilgisayara aktarılması bir tedirginlik yarattı. Çalışanlarda özellikle büyük bir tepki doğdu. Bunun nedeni, benim işimi bilgisayar alacak, ben işsiz kalacağım mantığıydı.
Ayrıca, bir makinenin mühendislik hesaplarını yapabileceğine de pek inanılmıyordu. Bir müddet bunlarla uğraştık. Örneğin, Maliye Bakanlığı, ücret bordrolarının bilgisayarda yapılamayacağını söyledi. Nedeni de “Makine bu işi nasıl yapar?” idi. 6 ay biz Maliye Bakanlığı’na gidip geldik. O zamanlar memur maaşlarını alabilmek için önceden Sayıştay’dan vize gerekirdi. Bilgisayardan yapıp gönderdiğimiz bordrolara Sayıştay çok itici bakardı. “Yanlıştır bunlar” derlerdi. Sonunda Sayıştay’daki denetçi uzmanların yaptığı hesapları bir de bilgisayarda yaptık. Uzmanların yaptığının hatalı olduğu anlaşıldı. Bundan sonra da artık Sayıştay bilgisayardan çıkmış bir belgeye bakmadan alıp mühürlüyordu.
Kullanmak istemeyenleri ikna etmek oldukça güçtü sanırım...
Tabi ki bir kere önyargı vardı. Mesela Yol Dairesi, yol projelerini bilgisayara aktarmak için büyük ilgi göstermişti. Ama Köprüler Dairesi, “Biz halimizden memnunuz” diyordu. Bizimle çalışmamak için ciddi direniyordu. Her yolu denedik, sonunda Köprüler Dairesi Başkanı’nı o günlerin pek gözde olan Gar Gazinosu’na götürmeyi başardık. Bütün bir gece içirdikten sonra, gecenin bir yarısında, saat üç gibi konuyu açtık kendisine. Bir de tatlı geldi ki sohbet, bizimle çalışmak için söz verdi. Ertesi sabah içkinin etkisi geçmeden yapıverdik protokolü. İnsan inisiyatifinin kaybedileceğinden korkuluyordu. Dostluklar kurarak, bazen çakır keyif yaparak bunun doğru olmadığını anlatmaya çalıştık.
Üniversitelerde programcılıkla ilgili bölümler açılmış mıydı?
Bilgisayarda öncülülüğü devlet yaptı. Üniversiteler ardından geldi. 1965-66 yılında ilk olarak İstanbul Teknik Üniversitesi ikinci jenerasyon bilgisayar almıştı. Ondan sonra da Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi yine 65-66 yıllarında Teknik üniversiteyi takip ettiler. Bilgisayar alıp bilgisayar merkezlerini kurdular. Dolayısıyla da, 1970 yılına kadar biz pek üniversitelerimizden bilgisayar eğitimi görmüş elemanları göremeyiz. Ancak, 1970 yıllarından sonra yavaş yavaş eğitimler, iki yıllık programcı veya dört yıllık bilgisayar mühendisliği gündeme geldi. 1980’li yıllardan sonra da hızla yükseldi.
Peki bilgisayar terminolojisi nasıl oluştu?
1960 ya da 1961 yılında Türk Dil Kurumu’na telefon açıp, o zaman ki genel sekretere durumu anlattım. O da gazetelerden takip ettiğini söyledi. Peki buna ne diyelim Türkçe diye sordum. “Biz biraz düşünelim” dedi. Ancak, daha sonra bir cevap alamadık. Türk Dil Kurumu hala düşünüyor.
Burada önemli bir atılımımız, 1971 yılında Türkiye Bilişim Derneği’nin kurulmasıyla oldu. Bu bilişim sektöründeki önemli kilometre taşlarından biridir. Dernek kurulduktan sonra sektörü organize etmiş bir şekilde götürdük. Eğitim komitelerimiz, dil, terim komitelerimiz oldu. Bu arada Hacettepe Üniversitesi Bilgisayar Bölümü’nün başında olan Aydın Köksal’ın da büyük hizmetleri geçti.
Bilgisayar ne zaman ürün olarak algılanmaya başlandı?
1980’li yıllara geldiğimizde mikro işlemcilerin, PC’lerin piyasaya çıkması, birden bilgisayar teknolojisini allak bullak etti. Çok hızlı gelişmeler oldu. Bilgisayarların hacimleri küçüldü, kapasiteleri arttı. Olanakları fazlalaştı. Aynı zamanda fiyatları çok düştü.
Bu hiçbir teknolojide olmayan bir şey. Yani bugün otomobil teknolojisine bakın çok daha kabiliyetli bir otomobili alabilmeniz için daha çok para ödemeniz gerekir. Halbuki bizim bilgisayar teknolojisinde daha kapsamlı bir modeli daha ucuza alıyorsunuz. 80’li yıllardan itibaren yaşanan bu patlama bilgisayarları ucuzlattı. Dolayısıyla da daha çok alanda kullanılmaya başlandı. 80’lerden sonra da özel sektör bilgisayarda başı çekti. Kamu sektörü geride kaldı.
BİLGİSAYAR ANCAK KİRALANABİLİYORDU
Özel sektöründe bilgisayar kullanımı nasıl başladı?
Özel sektörün bilgisayarlaşması sanayileşme ile çok yakından ilgili. 1970 yıllarından itibaren Türkiye’de sanayileşme birden hızlandı. Bunun da başını çeken otomotiv sektörü oldu. 1969-70 yıllarında iki fabrika kuruldu. Oyak-Renault ve Tofaş-Fiat ortaklığı ile birden Türkiye’nin sanayi kesiminde büyük bir hareketlenme oldu. Tabi bunlar aynı zamanda yabancı ortaklı oldukları için yeni teknolojileri de beraberinde getiriyorlardı.
70’den itibaren özel sektörde bilgisayarlaşmanın yaygınlaştığını görüyoruz. 1973 yılında ben Tofaş’a geldiğimde Türkiye’de üç ya da dört tane bilgi işlem merkezi vardı. Petkim’de, Türkiye Kömür İşletmeleri’nde vardı. Tofaş, Renault ve Arçelik “ilk”ler olabilir.
Yaygınlaşmada iki şey etkili oldu. Birincisi sanayileşme, ikincisi de bilgisayar sistemleri gelişirken fiyatlarının da ucuzlaması. İlk bilgisayar çok pahalıydı. Zaten Amerikan yardımıyla aldık. Ama daha sonraki birinci ve ikinci jenerasyon bilgisayarlar hep kiralıktı. Kiralayıp Türkiye’ye getiriyordunuz. Karşılığında da aylık bir kira ödüyordunuz. Bu büyük maliyetler içerdiği için fizibilite gerekiyordu. Özel sektör için TOBB, Devlet içinde DPT onay verirdi.
TUTULAN TUTULUYORDU
“Bilgisayar” adı nasıl verildi? Bunun dışında başka alternatiflerde var mıydı?
İlk önce “Computer’dan hareketle “Hesaplayıcı” diyorduk. Kelimeyi Türkçeleştirmeye çalıştık. Ama bu biraz tuhaf geldi. Bir ara “Elektronik bilgi işlem makinesi” olarak kullanıldı. O da olmadı. Bilgisayar olayı birden tuttu. Hatırlayamıyorum ama Aydın Köksal’ın buluşuydu sanırım.
Kendi aramızda bilgisayar demeye başladık. Mesela “Pirinter”da “Yazıcı” tutuldu. Herkes bir şey atıyor ortaya bunların içinden de tutulan tutuluyordu. “Memory”de “Bellek” tutuldu mesela. Bazıları yerleşiyordu. Bulamadıklarımızda vardı arada tabi. Ama şu anda yüzde 80-90 bir çok bilgisayar terimi Türkçeleştirilmiş durumda. Türkiye Bilişim Derneği yayınları arasında var, her iki üç yılda bir de yenileniyor.
YURTDIŞINDAN HOCA GETİRİLDİ
Karayollarında kaç kişilik bir ekibiniz vardı?
Karayolları Bilgi İşlem merkezinde 5-6 kişiden oluşan bir programlama ekibimiz vardı. Ben 1954’den 73’e kadar Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalıştım. Daha sonra ayrılarak Tofaş Otomobil Fabrikası Sistem ve Organizasyon Müdürlüğü yaptım. 1995’ten itibaren de Koç Holding Otomotiv Grubu Bilgi Koordinatörlüğü görevini de üstlendim. 2000 yılından beri de serbest danışmanlık yapıyorum.
O zamanlar bilgisayarın “b”si olmadığı için Türkiye’de fen fakültelerinin matematik bölümlerinden mezun olanlar çalışıyordu. Ekip olarak bir aylık bir programcı kursuna katıldık. Bu da ne zorluklarla oldu. Çünkü kursu Türkiye’de verecek kimse yoktu. IBM şirketi İsviçre’de Gündüz Pamuk’u bulup getirdi. Ona da Türkiye’nin ilk bilgisayar öğretmeni diyebiliriz sanırım. Hoca buraya geldi ve bize donanım ve yazılımı nasıl programlayabiliriz? diye bir aylık kurs verdi. O zamanın programlama dili çok ağırdı. Birebir makine diliydi. Bu gün bir haftada ya da iki üç günde hazırladığınız bir programı o zaman bir, bir buçuk ayda hazırlardınız. Sonra ilk gelen bilgisayarlar birinci nesil IBM650’ydi.
BİLGİ TEKNOLOJİLERİNİ EN İYİ OTOMOTİVCİLER KULLANIYOR
Güngör Günalçın, şu anda Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne bilgi teknolojileri konusunda danışmanlık yapıyor. Aynı zamanda da açılımı bahçeler, parklar, sosyal ve kültürel faaliyetler olan Burfaş şirketinin Genel Müdürü olarak Belediyeye sosyal içerikli projeler gerçekleştiriyor.
Bursa’daki şirketleri yakından tanıyan Günalçın, Tofaş, Renault gibi şirketlerin bilgi teknolojisini çok iyi kullandıklarını belirtiyor. Günalçın şöyle konuşuyor: “ Bursa’da iki grup şirket var. Biri otomotiv diğeri de tekstil şirketleri. Otomotiv sektöründe faaliyet gösteren şirketler özellikle üretim, yönetim sistemleri konusunda oldukça ileri bir teknoloji kullanıyorlar. Başı çekenlerde Tofaş ve Renault. Bunlar aynı zamanda yabancı ortaklı oldukları için tasarım, üretim planlaması ve üretimin çıkışında bilgisayarı aktif şekilde kullanıyorlar. Tofaş ve Renault bilgi teknolojileri bakımından Türkiye’nin önde gelen örnek şirketleri. Tekstilciler bilgisayara geç girdi. Önceleri pek sıcak bakmıyorlardı. Çünkü tekstilde otomotiv gibi fazla operasyon yok. Daha basit bir üretim olduğu için bilgisayarı iyice yaygınlaştıktan sonra bünyelerine kattılar. Ama şimdi onlarında daha çok kumaş desen tasarımı ve tezgah otomasyonu konusunda bilgisayarı kullanıyorlar. Otomotiv sektöründe beş bin parça ile bir araba yapıyorsunuz. Batıya baktığınızda da bilgi teknolojilerinin en hızlı kullanımı yine otomotiv sektöründe olmuştur.”
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?