Almanya 2030'da yenilenebilir enerjiye nasıl geçec

Alman hükümeti kademeli olarak yenilenebilir kaynaklara dayanan bir enerji sistemine geçmeye karar verdi.

1.07.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Almanya 2030'da yenilenebilir enerjiye nasıl geçec
Stephan Kohler (59), bir enerji etkinliği, yenilenebilir enerji kaynakları ve akıllı enerji sistemleri uzmanlık merkezi olan Almanya Enerji Ajansı'nın (Dena) yönetim direktörü. Bu ajansın mülkiyeti yarı yarıya Federal Almanya Cumhuriyeti ile dört finansal hizmetler şirketi arasında paylaşılıyor. Dena hem yurtiçinde hem yurtdışında faaliyet gösteriyor. Bakanlıklara ve şirketlere danışmanlık yapıyor, tüketicilere faydalı bilgiler sunuyor, raporlar yayınlıyor, olası gelecek enerji arzı sistemleri için senaryolar geliştiriyor ve endüstriden ortaklarla birlikte güçlü projeler hayata geçiriyor. Dena aynı zamanda Rusya-Almanya Enerji Ajansı'nın da kurucu ortaklarından biri ve ayrıca Çin Yenilenebilir Enerji Dairesi ile de Pekin'de bir ofisi ortaklaşa kullanıyor.
Japonya, Fukushima'daki nükleer enerji tesisi faciasının ardından Alman hükümeti kademeli olarak yenilenebilir kaynaklara dayanan bir enerji sistemine geçmeye karar verdi. Yapılan planlara göre bu şekilde üretilen elektriğin payı, 2020 yılında yüzde 35'e ve 2050 yılı itibarıyla da yüzde 80'e ulaşacak. Peki Almanya bu hedeflerini tutturmayı nasıl başaracak?
Kohler:
Bu uzun vadeli strateji, Almanya'nın 2000 yılında başlattığı enerji geçiş süreci ile aynı çizgide ilerliyor ancak sayesinde devasa bir sorun olarak duran geçiş sürecinin hızının ivmesi artacak. Üst seviyede endüstrileşmiş bir ülkede enerji sisteminin dönüştürülmesinin, endüstriyel bir yer olarak uluslararası rekabetçiliğimizi koruyacak şekilde organize edilmesi gerekiyor. Diğer yandan enerji tüketiminin çeşitli enerji etkinliği önlemleri aracılığıyla düşürülmesi de şart. Aynı zamanda bu sistemin içine yenilenebilir enerji kaynaklarını zekice entegre etmemiz lazım. Bunun için şebeke altyapısını büyütmek, yeni saklama sistemleri geliştirmek ve akıllı şebeke bileşenlerini devreye almak gerekiyor. Gelecekte ürettiğimiz elektrik, büyük bir sıklıkla eş zamanlı elektrik ürettiğinden tıpkı devasa bir jeneratör gibi çalışan milyonlarca dağınık enerji tesisi tarafından üretiliyor olacak. Bu arada elektrik arzını garantileyebilmek için 10 bin MW'lık konvansiyonel enerji tesisleri de kurmak zorundayız.

Burada ne gibi sorunlar var?
Kohler:

Toplum üzerindeki etkileri, teknolojiler ve ekonomi bakımından enerjide geçiş süreci bir hayli karmaşık bir proje. Biz bugüne kadar tümü, saklanması son derece kolay olan doğalgaz, petrol, uranyum ve kömür gibi yüksek enerji yoğunluklu enerji araçlarını kullandık. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları ise her zaman gereken miktarda elektrik üretmedikleri ve sıklıkla enerjiye talep duyulan yerlerden uzak mesafelerde
konuşlandıkları için bu geçiş süreci çok karmaşık olacak. Yıllık kullanım süreleri de oldukça kısa. Örneğin Almanya'daki fotovoltaik sistemler bütün bir yıl boyunca sadece ortalama 850 saat elektrik üretebiliyor. Bu nedenle bizim çok daha büyük kapasiteler kurmamız gerekiyor ve ayrıca tüm voltaj seviyelerinde şebekeyi büyütmek ve onları daha akıllı hale getirmek zorundayız.~
Bunlara ilaveten bazıları halen geliştirilme ve pazara hazır hale getirilme aşamasında olan enerji saklama cihazlarının sayısını da artırmamız şart. Eğer 2020 yılında şebekeye 50 bin megavatlık güneş enerjisi ve aynı miktarda rüzgar enerjisi girecekse o zaman bu kadar büyük hacimde dalgalanan enerji üretimini ulusal sistemin içine mantıklı bir yoldan entegre etmek mümkün olmayacak. Bu, pompalı saklamalı hidroelektrik tesislerinin olduğu alanlardaki komşu ülkelerle işbirliğini artırmamız anlamına geliyor. Burada bir paradigma değişikliği de gerekiyor, zira bizim enerji etkinliğini artırmanın yanısıra denklemin talep tarafına da güçlü bir şekilde odaklanmamız ve talep yönetim sistemleri aracılığıyla enerji üretimiyle tüketimini çok daha etkin koordine etmemiz gerekiyor.

Böylesi karmaşık bir projeyi etkin bir şekilde yönetmek gerçekten mümkün mü?
Kohler:

Bu enerji geçiş süreci, halen eksiksiz çözümler geliştiremememiz ve yeterince deneyime sahip olmamamızdan kaynaklanan birtakım sorunlar barındırıyor. Ben şahsen geçiş sürecini başarabileceğimizi düşünüyorum. Ancak eğer hedeflerimizi tutturmak ve uygulamayı mümkün olduğunca etkin gerçekleştirmek istiyorsak o zaman içinde ulaşılması gereken kilometre taşlarının olduğu bir yol haritasına ihtiyacımız olacak. Bu kilometre taşlarının enerji geçiş sürecinin bütün yönlerini dikkate alarak tanımlanması ve tüm sistemler üzerindeki etkilerinin hesaba katılması gerekir. Çünkü karşılıklı etkiler muazzam boyutta olabilir. Alman hükümeti, örneğin 2020 yılı itibarıyla yollarda bir milyon adet elektrikli araç görmek istiyor. Ancak burada amaç çevreci olmaksa o zaman bu araçların hepsinin yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjiyle çalıştırılıyor olması gerekir. Bunun anlamı da şebekenin kesintisiz olmasını sağlamak için çok daha akıllı ağlara sahip olmamız gerektiğidir ve bunun için de hükümetler, şirketler ve tüketiciler gibi kilit oyuncular arasında çok daha sıkı ağlar kurulması şart.

Gelecekte enerji sistemimizin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
Kohler:

Bilhassa önümüzdeki 10 ile 20 yıl arasında neler olacağını yakından takip etmemiz gerekiyor. Bu işte kullanılacak teknolojileri biliyoruz ve hangilerinin kullanılabilir halde hangilerinin ise hazır olmayacağı konusunda tahminlerde bulunabiliriz. Ancak 2050 yılındaki enerji sistemimizi şimdiden tanımlamaya çalışmak haddimizi aşmak anlamına gelir. Bu sistemin katı bir şekilde değil ama elektroliz ve hidrojen aracılığıyla elektrik saklama gibi gelecek gelişmelerle aynı çizgide kolaylıkla uyarlanabilir olmasını sağlamamız gerekiyor. 2030 yılına kadarki her şeyi planlayabiliriz ve uzun vadeli hedeflerimizi belirlememiz de mantıklı olur. Ancak hedeflerimizi tutturmamız için bugünden hangi teknolojilerin kullanıma alınacağını söyleyemeyiz. Aynı zamanda odağımızı enerji arzının kendisinden enerji hizmetlerine doğru adamakıllı kaydırmamız şart. Enerji sistemimizi etkin bir şekilde tasarlamamıza olanak sağlayacak politik ve ekonomik koşulları yaratmak zorundayız. Bunun endüstri açısından avantajları ise düşük enerji maliyetleri ile artan rekabetçilikte yatıyor. Bu yolda ilerlerken teknolojilerimizle birlikte yeni pazarlara girme imkanı bulacağız. Çünkü dünyanın dört bir yanında etkin enerji sistemlerine karşı devasa bir talep var.

Florian Martini

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz