CEOLife’ın sorularını içtenlikle yanıtlayan Taviloğlu, sanat dolu yaşamına dair önemli detaylar paylaştı...
Özlem Aydın Ayvacı
MUDO’NUN KURUCUSU VE ONURSAL BAŞKANI MUSTAFA TAVİLOĞLU, 20 YILLIK SANAT TUTKUSUNU 2 BİN 412 ESERİ KAPSAYAN “BİR KOLEKSİYONER HİKAYESİ” SERGİSİYLE TAÇLANDIRDI. SON İKİ YÜZYILIN DEĞERLİ SANATÇILARINDAN PARÇALAR İÇEREN SERGİYİ, 20 YILLIK BİR HAYALİN GERÇEKLEŞMESİ OLARAK TANIMLIYOR. “ESERLERİMİN SAYISINI BİLE BİLMİYORDUM, TIPKI CEBİMDEKİ PARAYI BEREKETİ KAÇMASIN DİYE BİLMEDİĞİM GİBİ... BEN SADECE HEYECANIMI CANLI TUTTUM” DİYEN TAVİLOĞLU, HAYATI BOYUNCA HİÇ ARA VERMEDEN SANAT ESERİ ALDIĞINA VE HİÇBİR ESERİNİ SATMADIĞINA DİKKAT ÇEKİYOR. VE “GÖZÜMÜN MEREKESİ DE İYİDİR. KOLEKSİYONUMUN KALİTESİYLE ÖVÜNÜYORUM” DİYE KONUŞUYOR.
Mustafa Taviloğlu, 1972 yılında Necdet Kalay’ın “Köy Evi” adlı eserini alarak başladığı koleksiyonerlik yolculuğunu tam 52 yıldır sürdürüyor. Koleksiyonu Komet, Tom Deininger, Avni Arbaş, Aliye Berger, Cihat Burak, Ömer Uluç, Nejad Devrim, Pablo Picasso, Seçkin Pirim, Devrim Erbil, Hoca Ali Rıza ve Fahrelnissa Zeid gibi son 2 yüzyıla damgasını vurmuş pek çok sanatçının 2 bin 412 eserini kapsıyor. Resim, yerleştirme, heykel, video, baskı ve dijital sanat gibi farklı disiplinleri bir araya getiren koleksiyon, Taviloğlu’nun deyimiyle 20 yıllık hayalinin gerçeğe dönüşmüş hali. Bu eserler geçtiğimiz yıl 21 Eylül’de İstanbul’da 7 farklı mekanda eş zamanlı olarak sergilenmeye başladı. Hatta büyük ilgi görmesi nedeniyle “Bir Koleksiyoner Hikayesi” sergisi, 30 Mart’a kadar uzatıldı. Sanat tutkusunu hala sürdüren Taviloğlu, yeni eserler almaya devam ediyor. Ocak ayında Paris’te bir galeriden, Tunuslu bir sanatçının balık temalı eserini koleksiyonuna ekledi. Şimdi ise tüm bu birikimi bir sanat merkezinde kalıcı olarak sergileme hayali kuruyor. Taviloğlu, “Bundan sonra başka bir hayalim yok. Bu hayalimin gerçekleştiğini görmek benim en büyük mutluluğum olacak” ifadelerini kullanıyor. Aralık ve ocak aylarında hem Tarihi Likör Fabrikası’nda hem Haliç Tersanesi’ndeki İstanbul Sanat’ta Taviloğlu ile bir araya geldik. Onun anıları eşliğinde iki sergi mekanını gezdik. Bu söyleşi, yalnızca koleksiyon hikayesinin bir kısmını değil, sanata, deniz mavisine, balıklara ve aşka tutkuyla bağlı bir Mustafa Taviloğlu’nu tanımamızı sağladı. CEOLife’ın sorularını içtenlikle yanıtlayan Taviloğlu, sanat dolu yaşamına dair önemli detaylar paylaştı:
Sizin bu kadar büyük bir koleksiyona sahip olduğunuzu bilmiyorduk.
Ben de bilmiyordum. Cebimdeki paranın miktarını bilmediğim gibi eserlerimin sayısını da hiç öğrenmedim. Bereketi kaçmasın diye paramı saymam, aynı şekilde koleksiyonumun boyutunu da ölçmedim. Tek yaptığım, heyecanımı korumak, ara vermemek ve hiçbir parçayı elden çıkarmamaktı.
Instagram hesabınıza adını veren meşhur mavi balık hangisi?
O işte bu gördüğünüz “Mavi Gezi Balığı” Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eseri. Bu eseri de çok severim. Balıkları zaten çok severim. Sosyal medya hesabımı da buradan esinlenerek mavi balık adıyla kullanıyorum. Taviloğlu Koleksiyonu’nda yer alan 903 sanatçının 2 bin 412 eserini sanatseverlerle halkla buluşturduğumuz için çok mutluyum. Bu benim 20 yıllık hayalimdi. Son 2 yılımı bu hayali gerçekleştirmeye adadım.
Farklı sanat dallarına ait eserler mevcut. Neler var koleksiyonda?
Koleksiyon 1748 tablo, 219 fotoğraf, 146 heykel, 94 kurulum, 91 print, 63 karma medya, 62 çizim, 25 video, 3 dijital sanat ve 1 kaligrafi eserden oluşuyor. Tüm koleksiyonun aynı anda sergilenmesini istedim ve sonunda 52 yıllık bu birikimi İstanbul’un yedi önemli kültür mekanında sanatseverlerle buluşturduk. Bu kadar geniş bir koleksiyonu 3 ay gibi kısa bir süre sergileme kararı almak büyük bir hata oldu. Uzatma girişimleri yaptık, ancak İstanbul Resim Heykel Müzesi ve Feshane’de sonraki sergi programları nedeniyle bunu başaramadık. Diğer mekanlarda uzatma kararı alınsa da bu durum beni derinden etkiledi. “Bu hatayı nasıl yaptım” diyerek kendimi suçluyorum.
Biliyorum çok üzüldünüz ve biraz kafa dağıtmaya gideceğim demiştiniz. Nereye gittiniz?
Paris ve Korsika’ya gittim ama açıkçası tam anlamıyla rahatlayamadım. Yine de güzel bir gelişme oldu; sergi mekanlarına Bomontiada ve Ritz Carlton Residences eklendi. Taviloğlu Koleksiyonu’nun süresi 30 Mart’a kadar uzatıldı. Koleksiyonumuzun adı Taviloğlu Koleksiyonu. Hiçbir zaman bunu Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu olarak adlandırmadım çünkü hanımım olmasa bu koleksiyon ortaya çıkmazdı. Diğer güncel sergi mekanlarımız da şöyle: Tarihi Likör Fabrikası, Haliç Tersanesi İstanbul Sanat, İş Sanat Kibele Sanat Galerisi, Galeri Eyüpsultan, Müze Gazhane.
Peki koleksiyonerliğiniz, sanat tutkunuz nasıl, ne zaman başladı?
İlk eserimi Yahşi Baraz’dan aldım. Necdet Kalay’ın Köy Evi adlı resmiyle başlayan bu yolculuk 52 yıl öncesine dayanıyor.
Neden “Eşim olmasa olmazdı” dediniz?
Mutaassıp bir aileden geliyorum, bizim evde resim bulunmazdı. Duvarlarda sadece gemi fotoğrafları, aile büyüklerinin portreleri ve Mekke, Medine, Kabe’nin oyma tabloları olurdu. O dönemde eşimle tanışmıştık ve müstakbel kayınvalidem beni evlerine davet etti. Eve gittiğimde duvarların resimlerle dolu olduğunu gördüm. Şevket Dağ ve Bernard Buffet gibi Türkiye’nin ve dünyanın en önemli sanatçılarının eserleri her yeri süslüyordu. Bu manzara beni derinden etkiledi. Eşim Lüset’in eniştesi Paris’te Mona Lisa adlı bir galeri işletiyordu. Galeri, Yugoslavya’nın en iyi sanatçılarının eserlerini satıyordu. 1970’lerdeki ilk Paris seyahatimizde hem galeriden hem müzelerin önündeki uzun kuyruklardan çok etkilendim. O sanat ortamı bana bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı. Sanatçılarla tanışmak beni ayrıca motive etti. Hayatlarının renkli olması ve o dünyanın içindeki dinamizm beni büyüledi. Ancak bu ilginin bilinçli bir koleksiyon oluşturma hedefine dönüşmesi 1975’ten sonra gerçekleşti. O zamandan itibaren sanat tutkum daha planlı ve kararlı bir hale geldi.
Ressamların evine gidip resim aldığınız dönemler var. Onlarla dostluklarınız da biliniyor. Nasıl gelişti bu dostluklar?
Evet, evlendikten sonra bir pazar günü Burhan Uygur’dan randevu alıp evine gittik. O zamana kadar Necdet Kalay dışında başka ressam tanımıyordum. İlk tanıştığım genç ressam Burhan Uygur oldu ve o gün ondan tam 13 resim aldım. Başlangıçta böyle heyecanla başladık. Bir gün de eşimle birlikte Cihat Burak’ın evine gittik. Karı-koca resimlerine baktık ve uzun süre evimizde asılı kalan Tabarin Pub adlı eserini seçtik. Meğer bu tablo, Cihat Burak’ın en meşhur eserlerinden biriymiş. Nasıl oldu da o kadar acemiyken böyle önemli bir resmi seçtik, hala şaşırıyoruz. Üç hafta üst üste Cihat Burak’ın evine gittik. Önce bir tane aldık, sonra üç tane daha. Ardından yine almak isteyince, “Gelmeyin artık” dedi. Pek dinlemedik tabii… Yahşi Baraz’la 1975’te galerisini açtığı günden bu yana dostluğumuz sürüyor. Yahşi’nin tanıdığı ilk koleksiyonerlerden biriyim. Zeki Faik İzer’in atölyelerine Yahşi ile birlikte giderdik, genç ressamları desteklemeye çalışırdık. Alaaddin’in ve Komet’in atölyelerini ziyaret ettik. Bir keresinde Hamit Görele’den resim almak için karlı bir kış günü evine gittik. Kendisi hastaydı, kalkamadı. Eşi sandıkları açıp, “Ne istiyorsanız alın” dedi. 15 resim seçtik, sonra hanımı, “Tamam, bu kadar yeter” diyerek durdurdu bizi. O zamanlar resim satışları böyleydi. Daha sonra Maçka Sanat’ı ve Rabia Çapa’yı tanıdık. Maçka Sanat, Türkiye’de gelmiş geçmiş en çağdaş galerilerden biridir. Rabia sayesinde Komet’le tanıştık. İş için Paris’e sık gidiyorduk, Rabia’nın önerisiyle Komet’le randevulaştık ve tanıştık.
Sanatı ticarete hiç konu etmediniz, değil mi?
Ticaret konu olduğu zaman sanat konu olmaz. Ben koleksiyonerliği severek yapıyorum, sevmediğin işi yapamazsın. Koleksiyonumu oluştururken hiçbir beklentim yoktu, yalnızca keyif aldığım eserleri seçiyordum. Bu süreçte önemli destekler de gördüm. Özellikle son 10 yılda Mamut Art Project ve BASE gibi genç sanatçıların katıldığı etkinlikler, koleksiyonuma güncel sanatçılar eklememi sağladı. Galericiler de her zaman destek olurdu. Seçim yaparken mutlaka asılırken bizzat gider, eseri kendim seçerdim. Hazır seçilmişlerden almayı sevmezdim. Vakit ayırıp doğru kararı verdiğime inanıyorum. Dünyada mucize diye bir şey yok, emek vermek şart.
İşlerinizi de son 10 yılda Ömer Bey’e devrettiniz. Bu nasıl bir süreç oldu sizin için?
Aslında bu devri kafamda 10-15 yıl önce yapmıştım. Ömer buna hiçbir zaman inanmadı, çevremdeki insanlar da inanmadı. Hala inanmıyorlar belki ama bugün tüm işi Ömer yönetiyor. Şirketi her anlamda toparladı. Benden daha iyi iş çıkardı. Mucize diye bir şey yok. Babası benim. Benimle çalıştı, benden öğrendikleri üzerine daha iyi bir eğitim aldı ve çok iyi yerlerde tecrübe kazandı. Allah nazardan saklasın, hem başarılı hem akıllı. Oğlum çalışkan ve şimdi benimle de ilgileniyor. Bu süreçte gizli gizli sanat eserleri almaya devam ediyordum tabii. Bizim koleksiyonun belgeselini ben en son izledim. Orada Ömer’in söyledikleri beni çok etkiledi. Belgeseldeki en sevdiğim yer, “Babam insaflıydı” dediği bölüm.
Sanat alımını kastediyor değil mi?
Evet, çünkü haddimi bilirim. Babamdan miras kalan bir söz vardır, çok severim: “Her teknenin denizi ayrıdır.” Eğer teknen büyükse gezdiğin denizler seni daha çok etkiler. Ben de hep kendi sularımda dolaştım, başka sularda hiç aklım kalmadı.
Koleksiyonun değeri nedir?
Hiç bilmiyorum, ne hesapladım ne de merak ettim. Bazen bana takılıyorlar ama gerçekten bir fikrim yok. Çünkü bu koleksiyonun bir değeri yok; fiyat biçilemez. Benim için en önemli şey, koleksiyonun sürdürülebilir olması. Gelecekte de bu koleksiyon yaşatılsın, başka bir şey istemem.
Çocuklarınız devam ettirecek mi?
Evet, anlaştık. Onlar da severek devam edecek. Kesinlikle satmayacaklar.
Müze hayaliniz var mı?
Hayalim İstanbul’da bir sanat merkezi kurarak tüm koleksiyonu aynı mekanda sergilemek ve bu koleksiyonu sürdürülebilir kılmak. Bu hayalimin gerçekleştiğini görmek istiyorum. Sergiyi ayrıca yurt dışına götürme hayalim de var. Paris, Londra, New York, Suudi Arabistan… Her yere gidebilir.
İş anlamında çok büyük zorluklardan geçtiniz. Ancak koleksiyonunuzdan hiçbir eser satmadınız sanıyorum, değil mi?
Koleksiyonun değeri nedir diye soruyorsunuz ya, aslında onu elde tutmanın bedeli, alım bedelinden çok daha yüksek. Ama en zor günlerde bile koleksiyonumdan bir eser satmayı asla düşünmedim. Çünkü doğru işler yapıyorduk ve işimize güvenim tamdı. Bizde bir hata yoktu. Eğer bankalar bizi biraz daha doğru anlayabilseydi, belki daha fazla resim alırdım. Farklı sanatçılardan eserler toplayarak koleksiyonumu daha da genişletebilirdim. Ancak zor yıllarda elimde olanları korumanın ötesine geçemedim ve dünya sanatından biraz uzak kaldım.
Siz 10 yıl önce okyanusu geçmiştiniz. Bir daha böyle bir hayaliniz var mı?
Kendi teknemle dünya turu gibi bir hayalim yok ama 10 yıl önce Murat Dural’ın teknesiyle Burhan Karaçam ve Halis Komili ile birlikte 16-17 günde okyanusu geçtik. O yolculukta inanılmaz bir dostluk vardı, benim için en değerli kısmı buydu.
Türkiye’de en keyif aldığınız yer neresi?
Balık tuttuğum her yerden keyif alırım, çünkü kafamı tamamen boşaltabiliyorum. Ama özellikle balıkçı köylerinde vakit geçirmeyi daha çok seviyorum. Türkiye’de ise en sevdiğim yer Bodrum’daki Yalıçiftlik. Denizi gerçekten muhteşem. Arkadaşımın oteli Kempinski orada; hem denize giriyorum hem balık tutuyorum. Yalıçiftlik’te balıktan hiç boş dönmem, bu yüzden orası benim için ayrı keyifli.
Yunan Adaları’nda en çok hangisini seviyorsunuz?
Hepsini çok seviyorum ama özellikle balıkçı köyleri beni cezbediyor. Bu yıl Folegandros Adası’na gittim, gerçekten çok güzeldi. Yunan Adaları’nda kendimi çok rahat hissediyorum, onlar da bizi seviyor. Teknemi bile tanıyorlar.
Bu yıl balıkçı yarışına katıldınız mı?
Evet, bu yaz Cem Boyner’in davetiyle Alaçatı’ya gittim. Orada iki gün balık tuttuk. İlk gün iki tekneyle çıktık, keyifli bir deneyimdi.
Şimdi ilgi alanınızda ne tür eserler ve sanatçılar var?
Son 10 yıldır sadece genç sanatçıların eserlerini alıyorum. Geçen hafta Paris’te bir galeriden Tunuslu bir ressama ait bir balık resmi aldım.
En iyi anlaştığınız koleksiyonerler kimler?
Tüm koleksiyonerleri tanıyorum ve aramızda güzel bir dostluk var. Nezih Barut, Öner Kocabeyoğlu, Erol Tabanca, Agah Uğur gibi isimler çok yakın arkadaşlarım.
Dijital sanata dair bakış açınız nasıl?
Koleksiyonumda Anıl Can’ın dört yapay zeka çalışması var. Dijital sanatı takip ediyorum ve kesinlikle buna sırtımı dönmüş değilim. Koleksiyonumda henüz Refik Anadol’un bir eseri yok, kısmet olmadı. Ancak mezuniyetinden beri kendisini tanırım ve başarılarını hayranlıkla takip ediyorum.
“Keşfettim bir numara oldu” ART BASEL MIAMI’DE Bu levrek heykeli Amerikalı ve artık bir numara kabul edilen Tom Deininger’e ait bir iş. Yani sanatçıyı tanımıyordum, keşfettim ve sonra çok iyi bir konuma geldi. Art Basel Miami’yi geziyoruz. Daha ilk anda bu eseri gördüm. Pazarlığı yaptık ama “Daha yeni geldim, sonra alırım” dedim. Sonra aynı gün gidip almak istedim ama satmışlardı. Kahroldum, o kadar üzüldüm ki seyahat bana zehir oldu. Bir daha sergiye gitmedim o esnada. İSVİÇRE’DEN PAKET Sonra aradan bir zaman geçti; o dönem İstanbul’da bombaların patladığı bir dönem. Bana büyük bir paket geldi. İsviçre’den dediler. “Uzakta açın ben bir şey istemedim” diyorum. Açtılar ve içinden bu levrek heykeli çıktı. Meğer orada yanımdaki arkadaşlarımdan Atila Türkmen almış ve bana böyle bir şaka yapmış. Yine balık ağları üzerine geri dönüşümden yapılan eserler var. Balık bölümümüzde çok enteresan işler bulunuyor. |
“Aklım alamadıklarımda kaldı” “KEŞKE NE BULDUYSAM ALSAYDIM” Bu dönemde en hoşuma giden geri bildirimlerden biri şu oldu. Bankacı Ömer Aras demiş ki: “Ne bulduysa almış.” Çok hoşuma gitti ama doğru değil. Ne bulduysam alamadım. Keşke ne bulduysam alsaydım. Alamadıklarımda çok aklım kaldı. Mesela yabancılarda çok aklım kaldı. Koleksiyonumun adetlerine baktığınız zaman bazı çok değerli sanatçının pek çok eseri olduğunu görürsünüz. Mesela Taner Ceylan’ı tanıdığım halde eseri bana kısmet olmadı. Sarkis’in işi kısmet olmadı. Ayşe Erkmen, bugün bizim enternasyonal boyutta en önemli sanatçılarımızdan. Bir yerleştirmesini almayı muhakkak isterdim. “ÖNCE ANLAMADIM ANLADIĞIMDA ALAMADIM” Önce Ayşe’yi anlamıyordum ama anladığım zaman da alamadım. Yine Canan Tolon’un güzel bir işi bende olsun çok isterdim. İlk 20 yılımda yabancı alamadım. 90’larda almaya başladım. Sonra yine alamamaya başladım ama elimde 190 civarı yabancı sanatçıya ait iş var. Koleksiyonumla övünürüm çünkü gözümde bir mereke vardır. Denizde balığa bakmak, balığı bulmak, balıkçılara bakmaktan, işim icabı dünyayı izlemekten kıyafetlere insanlara bakmaktan gözümün merekesi iyidir. Koleksiyonumun kalitesiyle övünürüm. |
“Bu yaz sadece 30 gün teknedeydim” “HAYATIMDA İLK” Hayatımda ilk defa bu yaz sadece 30 gün teknede kalabildim. Kaptanım da çok üzüldü. Vaktim sergi hazırlıklarıyla geçti. 20 yıldır bu sergiyi kurmak kafamdaydı ama son 2 yıldır karar verdik ve hazırlıklara başladık. Üçüncü yılda sergi açıldı. TEKNE AKDENİZ’DE Teknem Akdeniz’de bulunuyor. Önceden sık sık gidip gelirdim ama bu sene pek fırsat bulamadım. Adriyatik’ten Yunan Adaları’na, İspanya’dan Türkiye’ye kadar pek çok yerde demirliyoruz. Sağ olsun, Ömer’in desteğiyle son 5-6 yıldır yılda altı ay teknede kalabiliyorum. “30 GÜN HER GÜN BALIK TUTTUM” Son dönemde sadece 3 kere Karadeniz’de balığa çıkabildim, çok üzüldüm. Onlarda da balık tutamadım. Hayatımda görmediğim, duymadığım kadar palamut çıktı. Çinekop ve lüfer olmadı. Çinekoplar hep sarıkanattı. Balıklar birden büyüdü. Hepsi sarıkanat oldu. Fiyatlar da iyiydi. Halk bu yıl balık yedi. Ama yazın 30 gün boyunca her gün balık tuttum. Yazın Akdeniz’de ağ atıyordum. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?