Enerji talebi arttıkça verimlilik de artıyor

Günümüzde, dünyada 1 dolar değerine sahip bir emtia üretmek için ortalama bir bardak dolusu yani 0.19 litrelik petrole eşdeğer miktarda enerji gerekiyor.

1.08.2013 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Enerji talebi arttıkça verimlilik de artıyor
 990 yılında çeyrek litre gerekiyordu. Bugün enerji yoğunluğunun daha da azaltılması, Avrupa Birliği tarafından koyulan bir hedefe ulaşmanın kilitlerinden biri olarak değerlendiriliyor: 2050 yılına kadar CO2 salımlarını 1990 seviyesinin yüzde 80 altına indirmek. Ve aslında bu konuda dikkate değer ilerleme kaydedildi. Almanya'da 1990 yılından günümüze kadar enerji yoğunluğu 0.17'den 0.11 litreye kadar düşürülebildi. Bu inanılmaz rakamı bugüne kadar iklimi göreceli olarak daha müsait olma avantajı sayesinde sadece birkaç ülke geçebildi (örneğin İspanya). Çin'de de dikkate değer ilerlemeler kaydedildi. Enerjiye olan yoğun talebi yüzünden sık sık eleştirilere uğruyor olsa da Çin'in enerji yoğunluğu 1990 yılından günümüze kadar 0.72'den 0.27 litreye düştü.

Uluslararası Enerji Ajansı'na (IEA) göre, 1980 ile 2010 yılları arasında dünya genelinde, büyük ölçüde teknolojik inovasyonlar sayesinde, enerji yoğunluğu her yıl yüzde 1 oranında düşürülmüş. Ancak tüm bu kazanımlara rağmen, dünya genelinde birincil enerji tüketimi 1990 yılından günümüze yüzde 50'nin üzerinde artmış. Sözkonusu dönemde dünya nüfusu da üçte bir oranında artarak 7.1 milyar insana çıkmış, ancak bu manzara halen iç karartıcı.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Bu sorunun temel nedeni aslında tek bir kelimeyle açıklanabilir: Konfor. Günümüzde dünyanın her yerindeki insanlar eskiye kıyasla daha fazla yaşam alanı talep ediyor ve gelişmekte olan ülkelerdeki insanlar da her geçen gün daha fazla araba kullanıyor. Ve artık eskiden rüyalarında bile göremeyecekleri şeyleri sa-tınalma gücüne sahipler. Ancak şimdi, lEA'nın

2012 Dünya Enerji Görünümü başlıklı raporuna göre, bu enerji oburu ülkelerin hepsi kendi enerji verimliliklerini artırmak için ihtiraslı planları uygulamak amacıyla kolları sıvamış durumda. Şayet bu ülkeler kendi yaptıkları planları ciddiye alırlarsa, işte o zaman 2010 ile 2035 yılları arasında enerji yoğunluğunu her yıl yüzde 1,8 oranında düşürerek dönem sonunda toplamda yüzde 36'lık bir kesintiye gidilmesi mümkün olabilecek. Bunun gerçekleşebilmesi için ise dünya genelinde yılda 158 milyar dolarlık yatırım yapılmasına ihtiyaç var.~
Peki bu tahminler gerçekçi mi? Kesinlikle. Karlsruhe'deki Fraunhofer Sistemler ve İnovasyon Araştırma Enstitüsü, bunun detaylarını Alman Çevre Bakanlığı'na hazırladığı bir rapor ile bildirdi. Bu rapora göre, 2050 yılı itibarıyla Avrupa Birliği'nin enerji gereksinimleri 1990 yılı seviyesinin yüzde 57 altında olabilir. Bu sayede her yıl enerji maliyetlerinden 500 milyar Euro tasarruf edilebilir. Enerji verimliliğinde en büyük potansiyeli binaların iyileştirilmesi alanı taşıyor. Bu araştırma, başlıca mevcut binaların daha iyi izole edilmeleriyle, modern bina teknolojileriyle ve enerji verimli ısıtma ve sıcak su sistemleriyle, binaların enerji gereksinimlerinin yüzde 71 oranında azaltılabileceğini gösteriyor. Potansiyel olarak, trafik yönetimindeki ilerlemeler sayesinde ulaşımda da yüzde 53 oranında enerji tasarrufuna gidilmesi mümkün. Bu arada endüstriyel enerji talebi de 2050 yılına kadar yüzde 52 oranında kısılabilir. Bu tasarrufların dörtte üçü, sadece buhar üretimi ve elektrikli motorlarda kaydedilecek ilerlemeler ile başarılabilir.

Ancak, iş dünyasında ve endüstride hedef sadece enerji verimliliği değil, aynı zamanda maliyet tasarrufu da söz konusu. İmalat sektöründe, yüzde 40'ın üzerinde bir payla hammaddeler üretim maliyetleri arasında en büyük paya sahip. Federal Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından Fraunhofer Sistemler ve İnovasyon Araştırma Enstitüsü'ne yaptırılan ve yaklaşık bin 500 işletmeyi kapsayan bir araştırmada, anket yapılan şirketlerin kendi tahminlerine göre, hammadde maliyetlerinde yaklaşık yüzde 7 oranında tasarruf yapılabileceği görüldü. Bu oran, büyük ölçüde otomobil ve makine imalatı, elektronik endüstrisi ve gıda endüstrisinde her yıl 48 milyar Euro tutarında bir maliyet tasarrufu yapılması anlamına geliyor.

Ekonomik büyümeye rağmen enerjiye olan talep azaltılabilir mi? Belirli şartlar sağlandığı takdirde neden olmasın? Örneğin Danimarka, 1990 yılından bu yana gayrisafi yurtiçi hasılasını yüzde 41 oranında artırırken, enerjiye olan talebi yüzde 18 civarında düşürmeyi başarabilmiş. Danimarkalılar daha 1990'lı yıllarda, hem bölgesel merkezi ısıtma hem elektrik üreten ve genel verimlilik oranı yüzde 90'ı bulan doğalgazla çalışan enerji tesislerinin inşasına başlayarak yarışta bir adım öne geçmişlerdi. Bununla birlikte Danimarkalılar, kendi rüzgar enerjisi üretimlerini de artırdı. Bugün Danimarka'daki şirketlerde enerjiyi daha verimli kullanma zorunluluğu var.~
Danimarkalı enerji şirketlerine 2013 ile 2015 yılları arasında verimliliklerini her yıl yüzde 2,6 oranında artırmaları zorunluluğu getirildi. 2015 yılından itibaren de her yıl yüzde 2,9 oranında daha verimli çalışmak zorunda olacaklar. Firmaların kendi müşterileriyle yakın işbirliği yaparak bu hedefleri tutturmalarına yardımcı olmak amacıyla, otoriteler tarafından tanımlanmış önlemlerin yer aldığı bir katalog da mevcut. Önceki deneyimlere göre, müşterilerle kurulan bu yakın ilişki çok önemli bir rekabet avantajı.

Kendi Enerji Verimliliği Yönetmeliği'ni Danimarka modeli çerçevesinde şekillendiren AB ise enerji verimliliğinde enerji şirketlerinden yıllık yüzde 1,1 gibi çok daha mütevazı bir artış yapmalarını zorunlu kılıyor. Bu yüzden AB'nin "Enerji Yol Haritası 2050" başlıklı verimlilik senaryosu, Fraunhofer Enstitüsü'nce tahmin edilen tasarruf potansiyelinin sadece yüzde 72'sini karşılayabilecek. Bu araştırmanın yazarları, bilhassa endüstrilerde ve özel konutlarda enerji tasarrufu bakımından halen çok büyük bir potansiyel olduğunu söylüyor. Her şeye rağmen AB uluslararası planda bu alanda halen öncü rolünü koruyor. Enerji verimliliği konusunda, Avrupa ülkelerinden ve ABD ile Avustralya'daki eyaletlerden henüz çok azında bağlayıcı yönetmelikler yasalaşmış durumda.

Ancak bu yönetmelikler "sekme etkisi" olarak bilinen bir olayın gerçekleşmeyeceğini varsayıyor. Örneğin, şayet bir ısı pompası kurulumuyla sağlanacak elektrik tasarrufu, bir uçak biletine harcanırsa bu ilerlemelerin hiçbir anlamı kalmaz. Bir AB araştırmasında, sekme kayıplarının yüzde 10 ile 30 arasında değiştiği gözler önüne serilmişti. Wuppertal İklim Çevre ve Enerji Enstitüsü'nce yapılan bir araştırmada, ekonomist Tilman Santarius, bu rakamın uzun vadede yüzde 50'ye kadar çıkabileceğini söylüyor.

Bu durumdan nasıl kaçınılabileceği hakkında henüz net fikirler yok. Hatta Danimarka'da bile bu konuda iyi fikirlerin olmaması, bu alanda kaydedilen ilerlemelerin geleceğinin, insanların çevre bilinçlerinin artmasına bağlı olduğu anlamına geliyor. Bu durum, gelecek hakkındaki iyimserlik rüzgarlarının şiddetini biraz azaltıyor. Zaten bu yüzden gelecek bilimci Jorgen Randers, Roma Kulübü 2052 öngörüsünde, 2010 yılıyla kıyaslandığında enerji yoğunluğunda sadece üçte bir oranında azalma gerçekleşebileceğini tahmin ediyor. Bu ise aşağı yukarı "işlerin her zaman olduğu gibi" devam edeceği anlamına geliyor. Randers, anlamlı bir karbondiyoksit vergisi gibi etkili teşvikler politik anlamda uygulanmadığı müddetçe, bundan fazlasının beklenmesinin gerçekçi olmayacağına inanıyor. Bu vakada aslında kilit rolü tüketiciler oynuyor. Verdikleri satınalma kararlarıyla, imalat endüstrisini etkiliyorlar. Ve burada temkinli iyimser olabilmemiz için bir sebep var. Federal Bilgi Teknolojileri, Telekomünikasyon ve Yeni Medya Derneği tarafından kısa süre önce yapılan bir ankete göre, tüketicilerin yüzde 81 'i, enerji ve kaynak tasarrufu sağlayan elektronik aletlere daha fazla para ödemeye hazır olduklarını söylemiş. Yarısından biraz fazlası ise yüzde 5 veya üzerinde daha fazla para ödemeye hazır olduğunu belirtmiş.

Urs Fitze

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz