Sürdürülebilir adımlar

Bilim,Endüstri ve Hükümet cephesi Gelecek Diyalogları konferansında iklim değişikliyle mücadele yöntemlerini tartıştı

1.07.2010 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Sürdürülebilir adımlar
Gelecek Diyalogları tartışma forumunun açılış konuşmacısı Dennis Meadows, konferans salonuna doğru bir bakar. Salon dünyanın dört bir yanından gelmiş politika, akademi ve iş dünyasından 500 önemli isimle doludur. Burada Berlin’de, iklim değişikliği ile kaynakların artan tüketimi gibi, bugün insanoğlunun canını en fazla sıkan sorunlardan bazılarını ve artan şehirleşme ile demografik değişiklikler gibi megatrendlerin bu sorunları nasıl etkilediğini tartışmak için bir araya gelmiş bulunuyorlar. Büyük tartışma yaratan “Büyümenin Sınırları” isimli kitabın yazarlarından Meadows, az sonra söyleyeceklerinin etkisini artırmak için kürsüde bir süre bekler. Artık ne bir kıpırdanma ne öksürük kalmıştır. Meadows konuşmasına başlar: “Bugün zaten 1 yerine 1,3 dünyayı kullandığımızdan, daha şimdiden sınırları aşmış durumdayız. Geçmişte bize büyüme ve ilerleme sağlayan alışkanlıklarımız, gelecekte bize büyüme ve ilerleme getirmeyecek. Önümüzdeki 20 yıl içinde geçmiş 100 yılın tamamında görülenden çok daha fazla sayıda değişiklikle yüzleşeceğiz.”
İlk defa 2009 sonlarında gerçekleştirilen Gelecek Diyalogları, Max Planck Society ile Siemens tarafından, Londra merkezli olan ve ekonomik analiz alanında küresel ölçekte dünyanın lider danışmanlık şirketi Economist Intelligence Unit’in işbirliğiyle başlatıldı. Aralarında, meşhur mimar ve şehir plancısı Daniel Libeskind ile iklim değişikliği hakkındaki Stern raporunun yazarı Lord Nicholas Stern’in de bulunduğu konuşmacıların performansları olağanüstü etkileyiciydi. Gerçekleşen oturumlarda hükümetlerin, şirketlerin ve bilimin sorumluluklarıyla ilgili net zorunluluklar tanımlandı. Katılımcıların çıkardığı sonuca göre hükümetin, yapılacak her bir girişimin global karbon ayak izini azaltmak gibi net bir hedefi olup olmadığını ölçmesi, seçmenlerin düşük karbon ekonomisine geçmenin cazip taraflarını öğrenmeleri ve temel araştırmaların yeterince fonlanmasını mümkün kılarak önemli inovasyonların geliştirilme şansını artırması gerekiyor.
Şirketlerin de, Siemens’in aktif olarak uyguladığı ve özellikle yeşil teknolojilerle ilgili olan çabasından örnek alarak, icat etmek ile inovasyon arasındaki ilişkiyi geliştirmek için araştırmacılarla çok daha yakın çalışmaları şart. Konferansın konuşmacılarından, San Francisco Çevre Komisyonu Başkanı Paul Pelosi Jr., “Su arıtımı ve enerji etkinliği hakkında düşünmeye başladığımda aklıma ilk gelen Siemens’in (teknoloji) portföyü oluyor. Bu teknolojilerden çoğu merkezsizleştirmenin kapılarını açıyor. Siemens’in desteklediği akıllı şebekeler de bu yönde ilerliyor. Merkezsizleştirilmiş üretim ve tüketim sayesinde enerji kaynaklarımızı çeşitlendirebilir ve toplumların kendi yerel sorunlarına uygun yerel çözümler geliştirmelerini sağlayabiliriz” diyor.
Konferans katılımcılarının kendi aralarında uzlaştıkları bir diğer konu da, sadece şirketlerin ve hükümetlerin kendi ev ödevlerini yapmalarının yeterli olmayacağı, aynı zamanda bilimin de bilim insanlarını kamuoyuyla iletişim kurmak için daha fazla çaba harcamaya teşvik edecek şekilde performans teşvikleri sunması gerektiği yönündeydi. Bilim camiası açısından bunun anlamı, temel araştırmaların ötesine yani uygulama odaklı çözümlere doğru bakılmasıdır. Max Plank Society’nin başkanı Peter Gruss’ın ifadesiyle, “Fildişi kulelerde keyif çatan bilimin modası artık geçti.”
İnovasyonun toplumun genelinde yankı bulmasının sağlanması için kamuoyunu kucaklayacak derecede ilgi uyandıran bir vizyon yaratılması ve ona verilen desteğin daha da artırılması şart. Ya da katılımcılardan birinin vurguladığı gibi, “Apollo programı bütün bir neslin hayal gücünü ateşlemişti. Peki 21’inci yüzyılın Apollo programları neler olabilir?”
Siemens AG’nin CEO’su Peter Löscher, Siemens portföyü ile ilişkili birkaç vizyona atıfta bulunan örnekler sunarken hiç de utangaç davranmıyordu: Desertec; gerekli tüm altyapısıyla birlikte elektromobilite; akıllı enerji dağıtım ağları olan akıllı şebekeler ve kişiye özel sağlık. Löscher bu tartışmaları özetlerken, “Burada kilit nokta ileriye doğru çalışmalarınızı sürdürürken uzun vadeli ve güvenilir bir çerçeve çalışmasına sahip olmanızdır” demişti.~
Katılımcılar konferansın sonlarına doğru, hükümetler pratik bir çerçeve çalışması sundukları müddetçe en yüksek başarı şansına, piyasa tabanlı çözümlerin sahip olacağı yönünde net bir fikir birliğine varmışlardı. Almanya’nın eski dışişleri bakanı olan ve geçmişte Yeşil Parti’nin başkanlığını yapmış olan Joschka Fischer, “Hükümet piyasayı etkiler ve çerçeve çalışmasını koyar. Örneğin eğer siz karbonu global tek bir seviyede fiyatlandırarak piyasaların çerçeve çalışmasını değiştirirseniz piyasaları da değiştirmiş olursunuz ve bu durumun mallara, hizmetlere ve enerji kullanımına olan genel yaklaşıma devasa bir etkisi olabilir” demişti. Bireylerin ve onların günlük tercihlerinin hedeflenmesi de, değişikliğin büyük ölçekte gerçekleşmesi için gerekli olan diğer bir kilit bileşen konumunda. Meadows’un da işaret ettiği üzere “Sürdürülebilirlik, cihazlarla değil insan tutum ve davranışlarıyla ilgili bir sorundur.”
Konferanstan bundan daha net bir sonuç çıkamazdı: Ne piyasa ne hükümet ne de endüstri, tek başına bu soruna anahtar olamaz. Ancak ve ancak bu üç bileşen bir araya geldiğinde, zamanımızın en baş ağrıtıcı sorunlarıyla başa çıkmakta gerçek bir başarının yakalanması mümkündür. Gelecek Diyalogları da tam olarak bunu amaçlıyordu.
Sürdürülebilir kalkınmayı nasıl tanımlıyorsunuz?
“Kalkınma” denince insanların çoğunun aklına, son 100 yıldır yaptığımız gibi, kaynakları sorumsuzca tüketerek ve çevreyi yoğun bir şekilde kirleterek yolumuza devam edebileceğimiz yanılgısı gelir. Ve işin içine bir parça sürdürülebilirlik katılarak kalkınma modelimizin zararlı etkilerinin ortadan kaldırılabileceğine inanılır. Ben ise daha çok “çabuk iyileşebilme özelliği“ ile ilgileniyorum. Bu kavram bir şirketin, bir şehrin veya bir ülkenin, önemli şoklarla yüzleştiğinde bile mükemmel çalışmaya devam edecek şekilde nasıl yapılandırılabileceğiyle ilgilidir. Size çabuk iyileşebilme özelliği katan politikaların uygulanmasıyla sistem giderek daha sürdürülebilir bir hale gelir.
Bir örnek verebilir misiniz?
Finansal sistem iyi bir örnektir. Hiç de çabuk iyileşebilir bir sistem değildir. ABD’de varlık fiyatlarındaki değişiklikler, her tarafa yayılarak dünya genelindeki bankalara ve ekonomilere bulaşmasıyla sonuçlanacak şekilde yapılandırılmıştır. İşte bu, tam da benim muhakkak değiştirilmesi gereken kırılgan bir sistem olarak adlandırdığım türden bir yapılanmadır.
Finansal krizin bugün üzerine eğildiğimiz çevre kriziyle benzer yanları var mı?
Evet, sistematik konuşmak gerekirse çevresel anlamda da finansta gördüğümüze benzer sonuçlarla yüzleşeceğiz. Finansal kriz gibi iklim değişikliği veya enerji kıtlığı da tekdüze bir rotada sancısızca ilerlemeyecek. Öngörülebilir bir gelecekte herhangi bir anda bizi kriz moduna sokan kesintiler olabilir. Umarım onlarla finansal krizle başa çıktığımızdan çok daha iyi başa çıkabiliriz. Bu duruma karşı kendimizi hazırlamak için en önemli şey, zaman ufkumuzu genişletmektir. Ve kesinlikle yeni teknolojiler geliştirmek zorundayız. Ancak bu teknolojilerin tüm sorunlarımıza çözüm olacağı yanılgısına da kapılmamamız gerekir. Açlık, iklim değişikliği, eşitsizlik, çatışma, enerjinin bitirilmesi, yeraltı sularının seviyesinin alçalması, bunların hepsi bize ait olan ahlaki davranışsal alışkanlıklarımızdan türeyen bir dizi sonuçtur. Onları değiştirmediğimiz müddetçe bu sorunları yaşamaya devam edeceğiz. Teknoloji elbette çok önemlidir ancak onun hedeflerimize ulaşmakta sadece bir araç olduğunu da unutmamak gerekir. Burada kilit konu hedeflerin yeniden düşünülmesidir.
Peki bireyler insan eliyle yapılmış sistemlerin çabuk iyileşebilme özelliklerini nasıl artırabilir?
İnsanların değişim hakkında düşünmelerine yardımcı olmaya çalışırken ilk yaptığım iş, onlara o anda yapmakta oldukları şeylerin sonuçlarını ölçebilecekleri aletler vermektir. Onları, ekolojik ayak izlerini hesaplayabilecekleri web sitelerine yönlendiririm veya kendi yiyeceklerinin ve içeceklerinin üretilmesi için gerekli enerjiden haberdar olmalarını sağlayacak kitaplar, dergiler veririm.~
 Sadece ve sadece kendi davranış ve tutumlarının sonuçlarını bilen bir insan, onları değiştirmek için gerçek bir çaba gösterir.
Peki siz kendi yaşamınızı, daha sürdürülebilir veya daha çabuk iyileşebilir bir hale getirmek için nasıl değiştirdiniz?
Çevre için elimden gelebilecek en değerli katkı uçakla seyahat etmekten vazgeçmek olabilirdi. Ancak halen havayollarını kullanıyorum. Benim ekolojik ayak izimin en büyük kısmını uçak seyahatleri oluşturuyor. Örneğin kendi evimi daha enerji etkini olacak şekilde dönüştürdüm. Evde sadece güneş enerjisi ve odunla ısınıyorum. Bir araba satın aldığımda onu bir kaç yılda bir değiştirmektense 10-15 yıl kadar elimde tutuyorum. Kendime evde şöyle bir de politika benimsedim: Eve yeni bir şey aldığımda muhakkak onun yerine fırlatıp atmam gereken bir şey olmalı. Bu sayede bir mağazaya gittiğinizde yeni bir şey almak fevkalade zorlaşıyor. Bunların hepsi kuşkusuz mini minnacık şeyler ancak hepsi üst üste yığıldığında dikkate değer değişiklikler yaratabiliyor.
Kısacası konu enerji olduğunda hepimiz kemerleri sıkmak zorunda mıyız?
Küresel nüfusun sadece yüzde birkaçının enerji ve kaynak tüketiminden aslan payını aldığı ve 2 milyar insanın günde 2 dolardan az bir parayla geçinmek zorunda olduğu bir dünya asla sürdürülemez. Eskiden geleneksel toplumlarda tüketilen enerjinin çoğu gıda formundaydı. Nüfusun yüzde 80’i avcılık veya tarımcılıkla uğraşarak enerji üretmekle meşguldü. Petrolün ucuz olduğu bugün ise örneğin petrol kuyularında enerji hasadı yapan insanlar, nüfusun çok küçük bir kısmını temsil ediyor. Toplumun geri kalanı profesör, gazeteci, spor yazarı veya kuaför olabilir. Ancak enerjiyi tüketip bitirmek üzereyiz ve artık bir noktadan sonra farklı bir sisteme geçmek zorundayız. Elbette Karanlık Çağlar’daki gibi olmayacak. Ancak şurası kesin ki enerjinin hasadında nüfusun yüzde 1’inden çok daha fazlasının çalışmak zorunda kalacağı bir toplum olacak. Ve bu, onu gelecekte çok daha az hasar verici kılmak için bugünden hazırlanmaya başlamamızın kendi yararımıza olacağı türden bir değişiklik.
Bu değişikliğin sakin bir süreçte gerçekleşeceğine inanıyor musunuz?
Dürüst olmak gerekirse hayır. Bu süreçte çok şiddetli hasarlar alınacağını ve örneğin 2008’de başlayan finansal krizden çok daha beterini göreceğimizi zannediyorum. Önümüzdeki 20 yıl içinde son 100 yılda gördüklerimizden çok daha yıkıcı değişikliklere şahit olacağımıza şiddetle inanıyorum.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz