Bir tarafta Osmanlı çadırı, diğer tarafta Boğaz Köprüsü’nün minyatürü… Nilüfer çiçekleriyle bezeli göletler dört bir tarafı sarmış. Kuş cıvıltıları ve çeşmelerden akan su sesi birbirine karışıyor. Mevsimin en güzel çiçekleri sarının, morun, pembenin, kırmızının en güzel tonlarıyla arzı endam ediyor. Uzun süredir kendisini özleten bahar, sanki ilk olarak mayısın ilk günlerinde bu bahçeye gelmiş. Her renkten laleler, kırmızı açelyalar, sardunyalar yüzünü güneşe çevirmiş. 85’lik bir delikanlı bu çiçekler arasından süzülüyor. Saatlerdir toprakla haşır neşir olmamış, dik patikalarda yürümemişçesine dinç. Sözünü ettiğimiz kişi Tekfen Holding’in üç ortağından biri olmanın yanında daha çok adını çevreci projeleriyle duyuran Nihat Gökyiğit. Bulunduğumuz bahçe ise onun hayattaki en büyük iki aşkını bir araya getiren Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi. Bundan 8 yıl önce rahmetli eşi Nezahat Gökyiğit anısına kurumuş bir toprağa can vermek için kolları sıvayan Gökyiğit, bugün oluşturduğu bu bahçede Türkiye’nin kaybolmakta olan bitkilerini hayata döndürürken 7’den 70’e geniş kitlelere çevre bilincini aşılıyor. Nihat Gökyiğit, Türkiye’deki 11 bin çeşit bitkinin korunması, bu zenginliğin gelecek kuşaklara da aktarılabilmesi için önemli sorumluluklar üstleniyor. Botanik bahçesinde doğa aşıklarına ve bilim insanlarına kucak açıyor. Tekfen Holding kurucularından Nihat Gökyiğit, doğa aşkını ve hayallerini Capital’le paylaştı:
KELEBEK PEŞİNDEKİ ÇOCUK Ben Artvin doğumluyum, rahmetli eşim de öyleydi. Artvin, Türkiye’de biyolojik zenginlik bakımından en önde gelen illerden bir tanesi… Biz çocukluğumuzda gündüzleri çiçeklerin arasında kelebek, geceleri de ateşböceği kovalardık. O güzellikleri yaşayarak bugünlere geldik. İnşaat sektöründe olduğum için Türkiye’nin ve dünyanın pek çok noktasını dolaştım. Maalesef 50 küsur yıllık bu süreçte doğanın tahrip edildiğine tanık oldum. Bunun üzerine Hayrettin Karaca ile Tema Vakfı’nı kurduk. Tema ile toprağın nasıl tahrip edildiğini, bitki dünyamızın nasıl küçüldüğünü anlatmaya çalıştık, çarelerini konuştuk. Şimdi her ikimiz de orada aktif görevde değiliz. Ona erozyonla mücadelesi nedeniyle “Toprak Dede”, bana da bitki çeşitlerimizi korumaya yönelik çalışmalarım nedeniyle “Yaprak Dede” dediler. Ama huyumuz kurusun bu işlerden elimizi çekemeyiz. ~
KARAYOLUNDAKİ İLK BAHÇE! 1995 yılında eşim rahmetli oldu. O dönem botanik bahçesinin olduğu bu noktada işim dolayısıyla geziyordum. İki otoyolun kavşağı üzerindeki bu alanı gördüm. İnşaattan çıkmıştı, üzerinde diken bile yoktu. Dönemin karayolları bölge müdürü Yaman Gök’e gidip, “Bu alana bir hatıra parkı yapmak istiyorum” dedim. “Bizden ne istiyorsun” dedi. “Hiçbir şey. Yalnızca eşimin ismini verirsek mutlu olurum” dedim. “Hemen yarın gel bir anlaşma yapalım” dedi. Böyle enerjik bürokratlarımız da var. Bu arazi ilk olarak 5 yıl, sonra 10, ardından 30 yıllığına tahsis edildi. İlk etapta 52 bin fidan diktim. 2002 yılında “Botanik bahçesi olarak geliştirebilir miyiz” diye düşündüm. Sonra bu düşünceyi hayata geçirdik. Burası iki tane otoyolun kavşağında kurulan dünyadaki ilk botanik bahçesi. Bahçeyi yapmadan önceki 2 yıl boyunca bitkilerin trafikten rahatsız olup olmadıklarını üniversitelerle birlikte araştırdık. Rahatsız olmadıkları ortaya çıktı. Egzozdaki zararlı gazları rüzgar alıp götürüyor. Karbondioksit de bitkilerin büyümesi için şart. Onun için karayolu kavşağında olmanın hiçbir mahsuru yok.
DOĞA AŞIKLARINA ÖZEL Botanik bahçesinin üç önemli misyonu var. Bunlar eğitim, bilinçlendirme ve bitki dünyasını tanıtmak. Burada bahçıvanlık kursları ve bitki resimleri çizme kursları açtık. İngiltere’den hocalar getirdik, onlar ders verdi, onların eğittikleri insanlar şimdi eğitmen oldu. Bitki koleksiyonlarımız var. Soğanlı bitkiler, yenilebilir otlar, şifalı bitkiler, kokulu bitkiler, susuzluğa dayanıklı, tuzlu topraklara uyumlu bitkiler koleksiyonu yapıyoruz. Şu anda tüm dünya iklim değişimi telaşı içinde. Dünya nüfusu 3 kat arttı, susuzluğa dayanıklı bitkilere ihtiyacımız olacak. Birçok hoca burada toplanıp yeni araştırma konuları geliştiriyor. Bir de çeşitli bitki türleriyle ilgilenen gönüllüler burayı buluşma yeri olarak görüyor. Örneğin kaktüs sevenler internette birbirini bulmuş, dernek kurdular. Ediz Hun da başlarında. Onlara bir yer gösterdik. Şimdi bambucu gelip gidiyor, “Bana bir yer gösterin” diyor. Su bitkilerine meraklı emekli bir sanayici de burada… Bunlar çok güzel gelişmeler.
3 BİN BİTKİ YOK OLABİLİR!
Türkiye’de 3 bin 8 adet bitki yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Onları korumak için çalışmalar yürütüyoruz. Türkiye’de 11 bin tane bitki türü varken tüm Avrupa’da 13 bin tane bitki türü bulunuyor. Türkiye biyolojik çeşit bakımından o derece zengin ki bir gün Avrupa üyesi olursa tek başına Avrupa’nın biyolojik zenginliğini ikiye katlayacak. Ancak böylesine bir zenginliğe sahipken bitki çeşitliliğinin azalması tehlikesi söz konusu. Bunun için botanik bahçelerine ihtiyaç var. Türkiye’de büyük kısmı tam faal olmamakla birlikte 13 tane botanik bahçesi bulunuyor. Oysa İngiltere, İtalya ve Almanya gibi ülkelerde 100’den fazla botanik bahçesi var. Dolayısıyla Türkiye’deki çok az. Bitkilerin korunması konusunda botanik bahçelerine büyük görev düşüyor. Ülkede daha çok sayıda botanik bahçesi daha aktif şekilde faaliyet göstermeli. ~
BAHAR BENİ CANLANDIRIR Baharla birlikte bir canlanma başlıyor. Ben de yeniden canlanıyorum, yaşama hevesi geliyor. Her şeyin topraktan fışkırdığına tanıklık etmek müthiş bir duygu. Çiçekler de akıl almadık renk, desen ve kokularla farklılık ve zarafet yarışına giriyor. Benim en sevdiğim çiçekler Osmanlı’nın sevgilisi olan dört çiçek… Bunlar, gül, lale, karanfil ve sümbül. Birini diğerinden ayırt etmeden seviyorum. Çiçekler ve bitkiler dışında başka meraklarım da var. Çok kıymetli bir arı ırkının keşfedilmesi ve korumaya alınmasını ele alan bir projem bulunuyor. Bu proje kapsamında nesli tükenmiş sanılan saf Kafkas arısını Artvin’de bulduk ve korumaya aldık. Şimdi Türkiye’nin her tarafına ana arı üretiyoruz. Bu da çok büyük bir proje ve benim en büyük meraklarımdan bir tanesi. Türkiye’de 2 tane yeni ırk var, melezlenmiş kaybolmuş sanılıyor ama onları da bulmaya çalışacağız.
İŞ DÜNYASI NASIL DEĞİŞTİ? 18 yıl önce TEMA’yı kurduk. O dönemki iş dünyasıyla bugünkü arasında olumlu bir farklılık var. O dönemler sadece iş alemi değil hiç kimse bu işin önemini bilmiyordu. Bataklıkları sivrisineğe karşı kurutuyorduk. Kurutanı “Burada tarım yapabilirsin” diye teşvik ediyor, arazinin tapusunu veriyorduk. Ama tüm bunlar çok yanlıştı, o yüzden doğanın dengesi bozuldu. Bu dönemde özellikle şirketler yeşil olarak “Ben itibar kazanıyorum” diyorsa bu çok güzel bir gelişme. Halk da artık bunu arar oldu ki onlar da bunu söylüyor. Gündemimizi aslında gelişmeler belirliyor. Örneğin şu anda “yenilebilir yabani otlar” konusuna odaklandık. Bu konunun ön plana çıkma nedeni ise dünyanın gıda kıtlığı telaşına düşmesi. Bugünlerde beni en çok meşgul eden konu ise burası. Buranın yaşaması hem idari hem mali bakımdan gerekenlerin yapılması için çaba gösteriyorum. Şu ana kadar finansmanını ben yaptım ama bundan sonrasını da garantiye almam lazım. Belediye ya da devletten bir yardım talebinde bulunmadık, götürebildiğimiz yere kadar götüreceğiz. “İnsanoğlu çatışmadan galip çıkamayacak” ~
DOĞAYI İZLEYELİM Ben diyorum ki doğayı üzmeyelim, izleyelim. İzlersek çok şey öğreniriz. Ben Amerika’da doğa müzesi geziyordum, bir ateş böceğinin resminin altında şunlar yazılıydı: “Ben ateş böceği, siz ampul yaptım diyorsunuz, kullandığınız enerjinin yüzde 90’ını ısı olarak ziyan ediyorsunuz, yüzde 10’undan istifade ediyorsunuz. Ben kullandığım enerjinin yüzde 90’ından istifade ederim yüzde 10’unu ziyan ederim, siz nerede ben nerede...”
YERYÜZÜNDEN SİLEBİLİR Bunu düşünmek, doğayı tanımak, bilmek lazım. Doğa ile insan arasında ne yazık ki bir çatışma var. Bu çatışmadan insanoğlu galip çıkar zannediyoruz, hayır insanoğlu bu çatışmadan galip çıkamayacak. Doğa nasıl ki dinozorları oburluklarından dolayı yok ettiyse birçok medeniyetin yanında toprağı ve suyu yanlış kullandığı için Sümer medeniyetini ortadan kaldırdıysa, insanoğlunu da yeryüzünden silebilir.
DOST OLMAYA BAKALIM Üstelik daha da rahat eder. Onun için doğa ile çatışmayı bırakıp onunla dost olmaya bakalım. Bu çatışma çok korktuğumuz 3’üncü Dünya Harbi’nden daha tehlikeli neticeler yaratabilir. Yaptığımız her şey her türlü üretim doğaya dost olsun. “Aktif olmak sağlığıma iyi geliyor”
AKŞAM 10’A KADAR DA ÇALIŞIYORUM Ben sabah 9’da Tekfen’deki ofisime geliyorum. 1’e kadar orada kalıp işlerimi tamamlıyor, ardından botanik bahçesinde soluğu alıyorum. Genellikle akşam 6’da çıkıyorum ama gece 10’a kadar kaldığım da oluyor. Bahçede çalışan 10 tane taşeron var. Bunların her birinin iş planını hazırlıyor, ertesi gün o işlerin takibini yapıyorum.
HER TÜRLÜ DETAYLA İLGİLENİYORUM Gördüğünüz her türlü detayla ilgileniyorum. Tüm günümü bunlar alıyor. Doğayla ilgilenmekten keyif alıyorum. Sağlığıma iyi geliyor. Özel bir beslenme uygulamıyorum. Çok fazla etli yemek yemiyorum. Sebze ağırlıklı beslenmeyi seviyorum. Her yıl Amerika’ya check-up’a giderim.
HATIRALARIMI YAZIYORUM Doktorlar bana “Zihnen ve bedenen aktif ol, yaşantına devam et” diyor. Onun için devamlı hareket halindeyim. Doğanın içinde olmak bana yarıyor. Bugüne kadar yapmak isteyip de hayata geçiremediğim şey, günü gününe hatıralarımı yazamamak. Şimdi biraz hatırlamaya çalışıp bir taraflara not alıyorum.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?