Türkiye, 70 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın 17’nci, Avrupa’nın ise 3’üncü en kalabalık ülkesidir. Üstelik nüfusunun yüzde 90’ından fazlası 65 yaşın altındadır. OECD verilerine göre ülke nüfusunun yarısı istihdam edilememektedir. Sonuç olarak Türkiye, bu genç nüfusa istihdam sağlamak gibi çok büyük bir zorlukla karşı karşıyadır. Türkiye kalkınma hamlesini tamamlamak, istihdam yaratmak, yoksullukla mücadele etmek gibi ülke açısından son derece zorlu aşamalardan geçerken ne yazık ki doğa üzerinde büyük bir baskı oluşmaktadır.
Ülkemizde, doğal alanların ve biyolojik çeşitliliğin kaybı, en önemli çevre sorunu olarak karşımıza çıkar.
Doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin günbegün kaybedilmesi, doğal kaynakların hatalı yönetiminden kaynaklanan birer sonuçtur. WWF-Türkiye olarak biz, Türkiye’nin kalkınma gereksiniminin farkındayız ve şüphesiz ülke kalkınmasının arkasındayız.
Bu bağlamda, ekosistemlerin taşıma kapasitesinin üzerine çıkmadan ve gelecek kuşakların ihtiyaçlarının karşılanmasını tehlikeye atmadan, insan yaşamının kalitesini geliştirmek anlamına gelen sürdürülebilir kalkınma, Türkiye’nin küresel sorumluluklarının ve AB'ye katılma yolundaki gereksinimlerinin kesiştiği bir öncelik alanıdır. Ekonomiyi “ekoloji merkezli” ele almak zorundayız. Ancak o zaman kalkınmayı sürdürülebilir kılabiliriz.
Durum böyleyken ülkemizde, ekolojik dengeler konusunda büyük bir umursamazlık vardır. Bu konuda geçtiğimiz haftalarda bizzat şahit olduğum iki örnek, durumu gözler önüne sermek için yeterlidir: Ülkemizin önde gelen ve iş hayatının en büyük kuruluşlarını temsil eden ve yüzlerce üyesi olan TÜSİAD’ın, REC-Bölgesel Çevre Merkezi ile beraber organize ettiği “Düşük Karbon Ekonomisine Geçiş” konulu konferansa, sadece 80 kişilik katılım olmuştur. Panelist olarak katıldığım bu konferansa olan ilgisizlik, iş hayatımızın bir kısım önderlerinin bu konuya ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. Bu farkındalığın en “elit” diyebileceğim bu kesimde de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan ülkemizin en gözde üniversitelerinden birisi olan Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin 50’nci yıl kutlamaları nedeniyle fakültenin değerli dekanı, kutlama gününde “Sürdürülebilir Çevre Duyarlılığı” konulu bir konferans düzenlemiştir. Bu çok önemli konuda, değerli konuşmacı ve panelistlerin arasında yerimi aldığımda, yaklaşık 500 kişilik konferans salonunda sadece 88 kişinin olduğunu gördüm. En güzide üniversitede bile en yüksek puanları alarak okumakta olan öğrenciler, sürdürülebilir çevre konusuna duyarsızdı. Aslında iş hayatı temsilcilerini veya üniversite öğrencilerini burada sayarken onlara da gereğinden fazla haksızlık yapmamak gerekir. Düşününüz ki 2 yıl hazırlanılarak toplanılan Kopenhag Konferansı’nda, dünyanın 115 ülkesinin en üst yöneticileri, çevre duyarlılığı konusunda etkin liderlik gösterememiş ve bağlayıcı bir anlaşmaya varamamışken “lider” niteliğini ortaya koyamamışken iş dünyasından veya öğrencilerden “farkındalık” beklentimiz gerçekten fazla mı acaba?
Bütün bu farkındalık eksikliklerine rağmen biz, ısrarla ekonomik kalkınmanın, iş hayatının faaliyet alanlarının ekolojik merkezli olması gerektiğini savunmaya devam edeceğiz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?