Henry Ford’u anlatmaya gerek yok… Otomobil sektöründe devrim yaratmış, efsane haline gelmiş bir işadamıdır. Yarattığı “Model T” ile sektörün önünü açmış, kitlesel üretimi mümkün kılmıştır. Model T’nin, 1908’deki sunumundan sonraki 20 yılda 15 milyon adet satması da bu büyük başarıyı ortaya koyuyor.
Ancak başarmak kadar onu sürekli kılmak da önemli… Henry Ford, 1927 yılında bir karar aldı. Buna göre yeni modeli Model A’yı hazırlamak için, üretime ara verdi. Bir süre piyasada olamadı ve bu karar rakiplerine, özellikle de GM ve Chrysler’e yaradı. Chrysler, bu boşluğu Plymouth adlı modeli ile doldurdu. Bu sayede General Motors pazar lideri oldu.
Ford gibi efsane bir işadamı böyle bir hata yapmış ve “yumuşak geçiş” yerine üretimi durdurmayı tercih etmişti. Yani zamanlama, hatta strateji hatası yapmıştı.
Oysa Henry Ford aynı fikirde değildi. O hata yaptığını kabul etmiyor, bütün suçu rakiplerine, onların sorumsuz ve piyasayı manipüle eden davranışlarına atıyordu.
Hatta daha ileri gitmiş, gerçekleri anlatan ve bunu rakamlarla önüne koyan üst düzey yöneticilerini işten çıkarmıştı. Çünkü anlatılanlara, kendisinin hata yaptığına inanmıyordu, yani “inkar” yoluna gidiyordu.
“Denial” (İnkar) adlı kitabın yazarı Prof. Richard Tedlow, Ford’un bu davranışını, Freud’un, “bildiğini bilmemek” değerlendirmesiyle açıklıyor.
Harvard’da işletme dersleri veren Prof. Tedlow’un bu kitabı, iş dünyasındaki çok önemli bir gerçeğe parmak basıyor. Geçmiş yıllarda efsane yönetim gurusu Peter Drucker ile yaptığımız faks söyleşisinde, “en önemli yönetici hatalarını” sorduğumuzda, ilk sıraya “İnkarı” koyduğunu hatırlıyorum.
Gerçekten de çok sayıda başarısızlık ve şirket batışının arkasında “inkar etme” alışkanlığı var.~ “Hiçbir şeyim yok, sağlığım oldukça iyi” deyip sonra ameliyatlık olan insanların benzerlerini iş dünyasında çok sık görüyoruz.
Bu açıdan “İnkar” kitabını çok önemsiyorum. Zaman zaman da olsa “inkarcı” ruh haline bürünenlere, Prof. Tedlow’un kitabında dikkatimi çeken bazı değerlendirmeleri paylaşmak istiyorum:
- İnkar, iş hayatında inkar yönetici ya da işadamını bir dizi hataya götürür. Ürününüzün buharlaştığını ve pazarın onunla ilgilenmediğini kabullenmez, güçlü bir rakibin ortaya çıktığını inkar edersiniz. Bu nedenle de güçlü bir karşılık veremezsiniz.
- Bu tip yönetici, birisi kötü haber getirdiğinde ona inanmak yerine getireni işten kovar. Önemli belirtilerden biri de budur.
3 Bir başka belirti ise kendini toplantı sonrasında gösterir. Katılanların, “Söylenenleri duydun mu”, “Neleri tartıştığımıza inanabiliyor musun” gibi yakınmaları önemli bir belirtidir.
- “Çöpten konuşmalar” önemli işaretlerdendir. Rakibin sunduğu yeni bir teknoloji ya da stratejinin işe yaramayacağını söylemek, kendini avutmaktır.
İnkardan kaçınmak mümkün mü?
Prof. Tedlow, bunun mümkün olduğunu söylüyor ve şu önerilerde bulunuyor: - Birinci ders, sakın kriz çıkmasını beklemeyin, çünkü çok geç olabilir.
- İkincisi, inkar bir kuraldır, istisna değildir. Bunun sizin şirketin başına gelmeyeceğini düşünüyorsanız, bu bir inkardır.
- Doğruyu söylemeniz gerekiyor. Çalışanlarınıza doğruyu söylememeleri konusunda ısrar edemezsiniz. Hatta onları kışkırtın.
- Mesaj hattını kapamayın ki insanlara size anlatsın ve sizi dinleyebilsin.
~ Bir odaklanma başarısı
Sütaş, gerçekten son yıllarda ortaya çıkan başarı öykülerinden biri… Çok sayıda yerli ve yabancı şirketin egemen olduğu, rekabetin üst düzeye çıktığı bir alanda, son 20 yılda ciddi başarıya ulaştı.
Türkiye’de bir zamanlar süt ve süt ürünleri denince akla Sütaş gelmezdi. İlk akla gelen markalar Mis Süt, Pınar Süt, SEK Süt ve benzerleriydi. Özellikle de Pınar, sektörün lokomotif şirketiydi.
Bakarsanız, Pınar ile Sütaş’ın kuruluş yılları da birbirine yakın… Diğer şirketlerle de aralarında çok büyük farklar yok. Sütaş, 35’inci yılını kutluyor. Pınar da 1975 doğumlu, yani 35 yaşında.
Uzun yıllar Sütaş küçük hacimlerle yoluna devam etti, diğer şirketler sektörün liderliğini ellerinde tuttu. Bazıları ortadan yok olan bu markalar, yüzde 15 ve üstü pazar payına sahipken Sütaş, yüzde 5’ler oranında payla idare etti.
Ancak 2000’lerde atağa kalkan Sütaş, 2004 yılında süt ve süt ürünlerinde (toplam pazar) liderlik koltuğuna oturdu. O yıl pazar payı yüzde 14,1, liderliği bırakan şirketin ise yüzde 13,8 idi. 2000 yılında bu şirketin pazar payı yüzde 19,3’ü buluyordu.
2009 sonu itibarıyla Sütaş, yüzde 15,6 pazar payına sahip… İkinci şirketin oranı ise yüzde 13,6 düzeyinde seyrediyor.
Başarının sırrını Muharrem Yılmaz’a sorduğumda, hiç tereddütsüz, “Odaklanma” yanıtını verdi. Gücünü hiçbir yere dağıtmadan, başka sektör ve işlere dalmadan, sadece süt alanına odaklanarak bu başarıyı yarattıklarını söylüyor.
Rakiplerinin de aynı nedenle pazar payı kaybettiklerinin altını çiziyor. Tabii bu arada Pınar’ın hakkını da vermek lazım… Grubun banka nedeniyle girdiği zorluk, şirketi biraz hırpaladı. Önce Feyhan Yaşar, ardından da İdil Yiğitbaşı’nın liderliğinde, Pınar kendini toparlamaya başladı.
Son olarak Sütaş’daki başarının arkasında, kurumsallığı kaybetmeden, patronun iş başında bulunmasının da etkili olduğunu düşünüyorum. Bazı işlerde, özellikle tekstil, teknoloji ve gıda, büyüme aşamasında “patronun” (ustanın) liderliği üstlenmesi kritik rol oynayabiliyor. Tıpkı Muharrem Yılmaz’ın yaptığı gibi…
Muharrem Yılmaz ile bu konuyu konuştuğumda, “odağı” bozmadan, aileyi de işin içinde tutup kurumsallaşarak yola devam edeceklerini anlatmıştı. Süt ve süt ürünlerinde yeni büyük yatırımı açıklamıştı. Sırada henüz açıklanmamış, “değerli” ürünler olduğunun da altını çizmişti.
~ Özgürlük yaratıcılık getirir Faruk Eczacıbaşı ile sohbet ederken inovasyonda “hoşgörü” konusuna dikkat çekmişti. Yenilikçilikle özdeşleşen şirketlerden biri olan 3M’in CEO’sunun bir söyleşisini okurken onun da “özgürlük” konusuna vurgu yaptığını gördüm. Adeta “Ne kadar özgürlük, o kadar yenilik” diyor gibiydi.
Bugünkü düzeyini “inovasyona” borçlu olan 3M’in CEO’su George Buckley, “Herkes nasıl yaratıcı olabileceğini öğrenmek ister, ancak yapamayabilir” diyor ve ekliyor: “Yaratıcılık özgürlükten kaynaklanır, kontrolden değil. Bu nedenle Ar-Ge bölümümüzdeki bütün çalışanlarımızın çalışma saatlerinin yüzde 15’ini kendi araştırmalarına harcamalarına izin veririz.”
Yani 3M, hedefler arasında olmasa ya da gündemde yer almasa bile bazı araştırmalar için çalışanlarına özgürlük tanıyor. Onları kontrol etmiyor, bu yüzde 15’lik zamanın hesabını sormuyor.
İsteyen, istediği konu üzerinde araştırma-geliştirme yapıyor. Sonunda, yine kazanan “kontrolü” terk ettiği için 3M oluyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?