Bırakın dedelerimizi, babalarımızın dünyası bile
geride kalıyor süratli gelişmeler karşısında. Küresel
ağırlık merkezi, oyuncuları, oyunun kuralları farklı
olan bir dünyaya girdik. 2008 bunalımından bu
yana küreselleşme akımı geriye sarmaya başlarken
dijital ekonomi sınır ötesi ticaret ve işlem trafiğini hem artırdı
hem de maliyetleri aşağıya doğru çekiyor.
Durgun, doygun OECD dünyasından Doğu’ya doğru güç
kayıyor. Gelişmenin nimetlerinden en fazla bu bölgelerin
yararlandığı, orta sınıfın palazlandığı, tüketimin kamçılandığı,
enerji ticaretinin, para trafiğinin bu yönde aktığı
görülüyor. Böylesi bir merkez kayması ilk defa olmuyor.
Tarihi gelişime baktığımızda merkezin, son üç bin yılda
birkaç kez değiştiğini görmek mümkün. Önceleri ekonomik
ve askeri güç, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetlerinin
deniz ticareti sayesinde müreffeh ekonomiler kurdukları
Akdeniz havzasıydı.
İlk 1000 yıla girilirken yaşanan kayma neticesinde Sung
Hanedanı yönetimindeki Çin dünyanın rakipsiz tek süper
gücü haline dönüştü. 100 milyonluk nüfusuyla 310 milyon
dolayındaki toplam dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini
oluşturuyordu o zaman. 11’inci yüzyıla geldiğimizde 1 milyon
250 bin kişilik dev ordusuyla Çin, teknoloji, ekonomi ve
sanatta da hayret verici üstünlük ve cazibeye sahip idi. Asya,
1750’de dünya nüfusunun yarısına ve GSMH’nin da yarıdan
fazlasına hükmediyordu. 18’inci yüzyılda Japonya’nın
kapitalistleşmesini sağlayan Meiji Devrimi küme atlattı bu
ülkeye.
Rönesans’ı yaşayan Avrupa’da ise kişi başına gelir
düzeyi, 1500 yılına kadar (1990 yılı fiyatlarıyla) 500 dolar
civarındaydı. 19’uncu yüzyılın ortalarına doğru 1.000 doları
bulabildi. Yani, Batı Avrupa'yı bugünkü 20 bin dolara yaklaşan
ortalama gelir düzeyine sıçratan ve “Batı Uygarlığı’nın
dünyaya damgasını vurmasına yol açan gelişmeler sadece
son 150-200 yılda meydan geldi. Hıristiyan Avrupa, matematikten
tıbba, coğrafyadan kamu yönetimine kadar pek
çok alanda İslam uygarlığından çok şey öğrendi.
Yeni kıtanın keşfinden sonra İngiltere, Hollanda, İspanya
ve Portekiz gibi büyük tüccar ulusların yükselişiyle
dünyanın güç merkezi bu defa Atlantik’e doğru kaydı.
1914’te Osmanlı denetimindeki toprakların çoğu İngiltere
ve Fransa’nın eline geçti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında
ise ABD öncülüğünde dünyanın yeni ekseni Pasifik oldu.
21’inci yüzyılda yeniden yükselişe geçen Asya’nın eski
haşmetli dönemine geri döndüğünü söylemek mümkün.
Aslında güç kayması, sadece Batı’dan Doğu’ya ülkeler
arasında olmuyor, aynı zamanda Doğu ve Batı’nın kendi
içinde de, hatta hükümetlerden hükümet dışı kuruluşlara, Adam Smith’den Lee Kwan Yew’a değerler sisteminde
de yaşanıyor. 1960’larda Japonya ve Doğu Asya birlikte
dünya GSMH’sinin yüzde 4’ünü üretirlerken ABD, Kanada
ve Meksika’nın payı yüzde 37 civarında idi. Bugün her
iki bölgesel grup da toplam dünya GSMH’sının yaklaşık
eşit hisselerine sahip. 40 yıl önce Çin dünya ticaretinin
sadece yüzde 0,5’ini kontrol ediyordu. Şimdi dünyanın bir
numarası. ABD’nin de AB’nin de en büyük ticaret ortağı.
Halen nüfusu 1 milyar 60 milyon olan Hindistan’ın çok
uzak olmayan gelecekte Çin’i yakalayacağı hatta geçebileceği
öngörülüyor. Nüfusunun çoğunluğu sefalet çizgisi
altında (300 milyon kişi günde 1 dolardan az gelire sahip)
yaşayan, yüzde 5’i ise Avrupalıdan farksız yaşam sürdüren
Hindistan’ın öncelikle nüfus artış hızını yavaşlatması, fiziki
altyapısını tamamlaması, iyi yetişmiş insan gücüne yeterli
motivasyonu sağlayarak ülkede tutması (halen muazzam
bir beyin göçü yaşanıyor), hukuk ve düzenleyici çerçeveyi
saydam ve etkin hale getirmesi, KOBİ’leri hem ülkenin
diğer bölgelerine, hem de küresel ekonomiye eklemlemesi
gerekiyor.
Çin ve Hindistan’ın öncülük ettiği Asya-Pasifik ekonomileri,
her ne kadar yüzde 6-7 aralığındaki “yeni normal”
büyüme nedeniyle biraz yavaşlamış olsalar da, bunların
yeni ağırlık merkezi haline geldiklerinden kuşku duyulmuyor.
Zirveler, artık kimsenin tapulu mülkü değil. Dünya
ekonomisinin tepesinde roller teknoloji, ekonomi, jeopolitik,
kültürel zenginleşme sayesinde değişiyor, dönüşüyor,
yeni aktörler yükseliyor.
Asya’nın bu göz kamaştırıcı ekonomik dinamizmine
karşılık, Batı toplumları kitlevi işsizlik, ekonomik durgunluk,
rekabet gücü kaybı, ticaret himayeciliği, eğitim
kalitesinde ve yaşam standartlarında duraklama (hatta
zaman zaman gerileme), nüfus yaşlanması, ırkçılık, şiddet
ve benzeri sorunların pençesinde kıvranıyorlar.
Ne Amerika ne de Avrupalı ortakları artık bu yeni oluşmaya
başlayan küresel oyunun senaryosunu tek başlarına
yazma imkanına sahip. Ortaya çıkmakta olan manzara gücün
dağılmakta, yayılmakta olduğu, politikanın ve ekonominin
çeşitlendiği, tüm ülkelerin eskiden olduğu gibi Batılı
tarza yönelmeye zorlanamadıkları bir manzara. Sınırları bu
defa etnik, dini yoğunlaşmaları, şu ve enerji kaynaklarını,
güzergahlarını da hesaba katacak şekilde yeniden çizme,
etki sahaları yaratma yönündeki çabalar hız kazanıyor.
Umuttan, heyecandan çok kaygı ve korku yaratıyor bu
oyun. Zira direksiyonda oturmak isteyen çok sayıda şoför
var, sadece uluslararası sistemde değil ülkelerin iç düzeninde
de güç kayması yaşanıyor. Dahası, gidilecek istikamet
ve gelecek beklentileri yeterince açık değil.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?