16 Kritik Soruya Çok Özel Yanıt

Dünya ekonomisi kritik bir dönemde geçiyor… Tokyo’dan New York’a borsalar sallanıyor, para birimlerinde önemli değişiklikler oluyor. Bazı bankalar batıyor, bazılarının zora girdiği açıklanıyor… Bu ...

1.04.2008 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Dünya ekonomisi kritik bir dönemde geçiyor… Tokyo’dan New York’a borsalar sallanıyor, para birimlerinde önemli değişiklikler oluyor. Bazı bankalar batıyor, bazılarının zora girdiği açıklanıyor… Bu gelişmelerden Türkiye piyasaları da etkileniyor, ekonomide önemli gelişmeler öne çıkıyor… İş dünyası bu tablonun ne kadar devam edeceğine yönelik soruların yanıtını arıyor, ekonomideki büyümenin durmasından endişeleniyor. Ancak, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, iş dünyasına göre daha iyimser…

Capital ve Ekonomist dergileri tarafından kurulan CEO Club üyeleriyle bir araya geldiği toplantıda konuşan Bakan Mehmet Şimşek, küresel dalganın etkilerinin sınırlı olacağını, büyümedeki sınırlı düşüşle Türkiye’nin bunu atlatacağını düşünüyor. Ona göre, yabancı sermaye girişi devam edecek ve hükümet reformlardaki kararlılığını sürdürecek. Bu da bütün soru işaretlerini ortadan kaldıracak. Mehmet Şimşek, “Herkes benim iyimserlik pompaladığımı düşünmesin. Ben dünya piyasalarındaki bu durum bizi hiç etkilemez demiyorum. Bu iyi tabloya rağmen etkilenebiliriz ama az etkileneceğiz” diye konuşuyor.

Ekonomi vizyonunu ortaya koyarken ise “Vizyonumuz basit. Türkiye’yi küresel ölçekte rekabet gücüne sahip bir ülke haline getirmek istiyoruz” diyor ve ekliyor: “2013 yılına kadar AB müzakere sürecini tamamlamış bir ülke olmayı hedefliyoruz. Kol gücünden beyin gücüne geçiş yapmış bir toplum arzuluyoruz.”
 
 1. Dünya Piyasalarında Neler Olacak?

Global piyasalar gerçekten çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Dünya ekonomisi de zor bir süreçten geçiyor. Bölgeler farklılaşıyor. Bir tarafta son derece sağlıklı kesimler, bir tarafta da durumu kötüleşen bölgeler var. Bir de arada olan ülkeler var. Benim görebildiğim kadarıyla, bu global sıkıntıların ne kadar derinleşeceği ve ne kadar süreceği henüz bilinmiyor. Herkesin bir perspektifi var ama birçok ülke reaktif bir konumda.  Durum faiz düşürmeyi gerektiriyor. Şu an o aşamadayız.

Başka yaklaşımlar da var ama birçoğu şu ana kadar bizim istediğimiz yumuşak inişi sağlayacak boyutta değil. Şu ana kadar 190-200 milyar dolar zarar açıklandı. Bu zararların 300, 700 milyar dolar, hatta 1 trilyon dolara kadar çıkacağı yönünde tahminler yapılıyor. Bunlara bağlı olarak ne kadar sermaye gerektireceği de önemli bir konu… Çünkü, 300 ile 700 milyar dolar zarar arasında muazzam bir fark var.

Özetle, işin birinci boyutunu, yaşananların derinliğini bilmiyor olmamız oluşturuyor. Ancak, bir yavaşlama olacağı ve bizim de potansiyelimizin altında büyüyeceğimiz kesin. İkinci boyutu ise bu dönemin ne kadar süreceğini bilmiyoruz.

Belki FED faizleri ilk günlerden itibaren farklı bir noktaya çekseydi, bugün farklı şeyler konuşuyor olacaktık. Altı ay sonra farklı bir noktaya çekilirse, belki farklı şeyler konuşacağız. Bu nedenle bilmiyoruz. Şu anda bir enformasyon eksikliği var. Kişisel tahminim nisan sonunda resmin daha net ortaya çıkacağı yönünde. Belki piyasalardaki sıkıntının boyutları korkulduğu büyük olmayacak ama yine de ciddi bir sorunla karşı karşıyayız.

 
2. Kriz Türkiye’yi Nasıl Etkiler?
Türkiye’nin makroekonomik temelleri sağlam. Ancak, bu dünyada olup bitenlerden etkilenmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Türkiye hızlı koşan (büyüyen) ve az tasarruf eden bir ülkeyiz. Ciddi bir tasarruf açığımız var. Bu tasarruf açığını da dışarıdan gelen kaynaklarla kapatıyoruz. Dış finansman imkanlarındaki azalma bize biraz daha yavaş büyüme olarak yansır. Bu arada piyasalarda elbette iniş-çıkışlar olabilir.

Cari açığımız. bizi bir miktar kırılgan hale getiriyor. Ancak, kırılganlığı azaltan da bir çok faktör var. Bankacılık sisteminde sermaye yeterlilik oranı yüksek. Bankalarım likidite açısından iyi bir durumda. Türkiye’de bankacılık sektörü geçmişe ve diğer ülkelere oranla iyi bir konumda. Bu aşağıya doğru kırılganlığı sınırlar ama hiçbir zaman tamamen ortadan kaldırmaz.

Eskiden bu tür süreçlerden geçtiğimiz zaman bankacılık sektörü yumuşak karnımızdı. Bunu 2001’de de, 1994’te de gördük. 2001’den bu yana Türkiye çok mesafe kat etti. Çürük elmalar sistemden çıkmış durumda. Sermaye yeterlilik oranları yüzde 19-18’ler civarında. Takipteki alacaklar yüzde 3.5 gibi çok düşük düzeyde ve ayrılan karşılıklar problemli kredilerin nerdeyse yüzde 90’ını civarında. Ayrıca yatırımcıların finans sektörüne olan güveni çok iyi bir noktada.
 
3. Emniyet Sübaplarımız Var
Global piyasalardaki gelişmeleri de dikkate alarak geçen sene bütçeyi sıkılaştırdık. 2008 yılının ilk 2 ayı itibariyle bütçe gerçekleşmelerinde hedeflerimizin ötesindeyiz. Faiz dışı fazlada yıllık hedefimizin yüzde 25’ini yakaladık. Kamu finansman dengesi iyi.

Hazinenin nakit durumu iyi. İç borçta yüzde 70 roll over öngörüyoruz. Yani manevra alanımız geniş. Şu anda sırada bekleyen özelleştirmelerden alacağımız yaklaşık 5,5 milyar dolarımız var.

Merkez Bankası’nın döviz rezervi iyi durumda. Rezervlerimiz kısa dönem borcumuzun yaklaşık 1,8 katı.Herkes benim iyimserlik pompaladığımı düşünmesin. Ben dünya piyasalarındaki bu durum bizi hiç etkilemez demiyorum. Bu iyi tabloya rağmen etkilenebiliriz ama az etkileneceğiz.
 
4. Yatırımcılar Hala Heyecan Duyuyor
Tüm bunların ötesinde şu anda, dışarıda Türkiye’ye ilişkin bir heyecan ve güven var. Doğrudan yatırım yapan yatırımcıların Türkiye ilgisi yüksek. Geçen ay içinde paket halinde irili-ufaklı bazı santralleri özelleştirdik. Dünya piyasalarındaki olumsuz şartlara rağmen 27 tane grup ihaleye girdi. Bu rakam bence çok önemli. Tekel’e en az 4 konsorsiyum geldi, teklif verdi. Petkim yine öyle.

Bence kötümser olmaya gerek yok. Türkiye’de temel dengeler daha iyi bir noktada. Ama şunu da kabul etmek gerekir; eğer hakikaten bu dış şok bir kasırgaya dönüşecekse ve Türkiye’de yatırımı olanlar başka bölgelerde bundan olumsuz etkilenecekse, piyasada volatiliteyi arttıracak bazı portföy değişikliklerine gidebilirler. Bundan da doğal bir şey yok. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin riski azalmış durumda. 

Geçen yılın ikinci yarısında, Türkiye’deki yabancılar 7-8 milyar dolar civarında bono sattılar. Buna rağmen sistem yoluna devam edebildi. Eskiden olsa bu şartlarda, yaşanacak durumu tahayyül edin. Bu cari açıkla, bu güveni vermiyor olsaydık karşımıza daha karanlık bir tablo çıkardı. Sürekli kötümser senaryolara odaklanmışız. Bu bakış açısını da biraz değiştirmekte yarar var.
 
 5. Cari Açık Neden Büyük?
Türkiye’deki cari açığın bu büyüklükte olmasının altında maalesef doğal kaynaklar bakımından zengin olmamamız yatıyor. Bizi Brezilya’yla, Rusya’yla karşılaştırmayın. Onların performansının altında bizdeki kadar ciddi bir mali uyum yok. Biz gerçekten son 5 yıllık süreçte elimizle, tırnağımızla kazıyarak memleketi bu duruma getirdik. Bu faiz dışı fazlanın arkasındaki çabanın takdir edilmesi lazım. Çünkü, burada havadan gelen bir para yok.

Diğer yandan eksikleri de eleştirin ama cidden bir strateji var. O stratejinin içi dolu ve dünyanın en iyi uygulamalarını baz alıyor. Her şeyiyle mükemmel değil ama başarı örneklerinden ilham alan bir strateji. Muhtemelen 2012 yılında tüm bu uygulamalarla Türkiye, çok daha makul bir cari açıkla yoluna devam edebilecek bir noktada olacak.

Cari açığın olması doğal. Bizdeki cari açık, Avrupa ülkelerini hesaba katarsanız, bölgedeki en yüksek 10’uncu cari açık değil.
 
 6. Dolar Ve Ytl’nin Geleceği 
Son 6 aydır YTL değer bazında da nominal bazda da dolar karşısında değer kazanıyor. Benzer eğilim gelişmekte olan ülkelerin para birimlerinde de var. YTL, dolara karşılık reel efektif kur endeksi itibari ile bile ciddi şekilde değerlenmiş durumda. Bu da aslında dünyada Türkiye’nin potansiyeline inanan bir çoğunluk olduğunun göstergesi.

İki gün önce bir oynama oldu diye bence yargılar değişmez. Türkiye gibi ülkelerde kur, yani para birimleri değerlenir. Çünkü, Türkiye gibi ülkeler ‘return on equity’, yani sermeye getirisi yüksek ülkelerdir. Biz hızlı koşuyoruz. Türkiye’nin nüfus dinamikleri son derece elverişli. Türkiye’de reform yapıldığı için ülkenin sermaye getirisi yüksek yani kâr ve kazanç imkanları diğer ülkelere göre daha fazla. Böyle bir ülkeye de para akar.

 7. Reformlar Ardı Ardına Sürecek
Sırada yeni reform paketleri olacak. Beşeri sermaye, fiziki altyapı ve Ar-Ge’ye yatırım için düzenlemeleri yaptık, yapmaya devam edeceğiz. Enerji piyasası,  işgücü piyasası ve sosyal güvenlik reformu ile Türk Ticaret Yasası ardı ardına geliyor.

Türk Ticaret Yasası’nı yenilemezsek ve burada hukuk sistemi iyi işlememeye devam ederse, biz nasıl üretken olup kapasitemizi artıracağız? Kapasite artışımızı verimli bir şekilde yukarı çekemezsek ihracat ve üretim nasıl artar? Bunların hepsi birbiriyle ilişkili.

Mükemmel demiyorum ama çok kapsamlı bir reform programı var. Bir sürü unsuru mutfakta pişirilmiş ve kimisi Meclis’ten geçmiş, uygulamaya konulmuş. Kimisi geçmek, kimisi de tamamlanmak üzere.

Peki bunların eksiklikler yok mu? Var. Dizayn mükemmel mi? Değil. Yapmamız gereken çok şey var mı? Var. Bunlar, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ne kadar hızlı aşama kaydedeceğini gösteriyor.

Gerçek dünya ile teori çok farklı. Ben neyin eksik olduğunu çok iyi biliyorum. Örneğin, iş ve yatırım ortamını iyileştirme diyebiliyorsunuz. Hazine’nin idaresinden sorumlu olduğu Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu kapsamında 12 tane teknik komite var. Özel sektör ve kamu sektörü işbirliğinin en güzel örneklerinden biri. Her sektörün üzerindeki idari yüklere, mali yüklere ve rekabetin önündeki yasal engeller belirlenip bir reform programı kapsamında iyileştirmeler yapılıyor.

Biz eylem planımızı hazırladık. Ve yapmamız gerekenleri bir takvime bağladık. Ben kabineye hey ay bir bu konuda bir sunum yapacağım. Lisans almak bugün ortalama 128 gün sürüyorsa bunu nasıl azaltırız? Yasaları yaparken rekabeti engelleyen unsurları nasıl ayıklarız, girişimcilerin önünü nasıl açarız gibi konuları göz önünde bulunduruyoruz.
 
 8. Yabancı Sermaye Girişi Sürecek

Ülkemize güven arttığı için geçen yıl 22 milyar dolarlık küresel doğrudan yatırım çektik. Bir önceki yıl 20 milyar dolar, 2005’te ise 10 milyar dolar doğrudan yatırım çekmiştik. Ondan önceki 30 yılda ise Türkiye’ye giren yabancı sermaye yılda sadece 1 milyar doları buluyordu. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında yıllık 1 milyar dolardan 20 milyar dolara çıkmışsak, bu Türkiye’ye karşı uluslararası yatırımcının güveninin göstergesidir.
 
Çünkü, Türkiye’de istikrara doğru bir gidiş var. Önemli reformlar yapıldı. Daha yapılacak çok şey var. Hükümetimizin, reformları yapmaya devam edeceğine dair güçlü taahhüdü var. Dolayısıyla, yatırımcılar, bu kısa dönemli iniş çıkışlara bakmadan, ülkemizdeki yatırım fırsatlarını değerlendiriyorlar.

20-30 yıllık perspektifle bakarsak, Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye ve Brezilya’nın paraları değerlenecek. Bu çok basit bir gözlem. Bu tahmini yapabilmek için nükleer fizikçi olmak gerekmiyor. Çünkü, bu ülkeler daha hızlı büyüyecek. Daha fazla büyüdükleri için satışları daha yüksek olacak. Bu ülkelerde faaliyet gösteren firmalar para kazanacaklar. Para kazanmaları için gelip burada yatırım yapmaları gerekiyor. Yatırım yaptıkları sürece de bu ülkelerin paraları değerlenmeye devam edecek.

 9. Gelir Dağılımı Düzeliyor
Kişi başına milli gelir artıyor. Çünkü, bizde verimlilik artıyor. Zaten kişi başına milli gelir, iş gücü kullanımı ile verimliliğin çarpılması sonucunda ortaya çıkıyor. Türkiye iki tarafta da gelişme sağladığı için kişi başına milli gelirde değer bazında ciddi bir artış var.
 
“Gini katsayısı” bir ülkede milli gelirin dağılımının adil olup olmadığını ölçmeye yarayan bir katsayıdır. 0 ile 1 arasında değişir. Gini katsayısı 0’a ne kadar yakınsa, mutlak eşitliğe o kadar yaklaşılmış; 1’e ne kadar yakınsa mutlak eşitlikten o kadar uzaklaşılmış demektir.
 
Son yıllarda gelir dağılımındaki eşitsizliği gösteren gini katsayında önemli iyileşmeler sağlanmıştır. 2002 yılında 0,44 olan gini katsayısı 2005 yılında 0,38'e düşmüştür. 2002 yılında en zengin yüzde 20'lik kesim en fakir yüzde 20'lik kesimin 9,5 katı gelir elde ederken, 2005 yılında bu oran 7,3'e düşmüştür. Satın alma gücü paritesine göre kişi başı günlük 1 doların altında yaşayan fertlerin toplam nüfusa oranı 2002 yılında binde 2 iken bu oran 2005 yılında on binde 1'e düşmüştür.
 
Özetle Türkiye’deki gelir dağılımında bir düzelme var ve bunun pratik altyapısı bizim hükümetin politikalarının bir sonucu diye düşünüyorum. Kamuda ücret artışları yapılırken düşük ücretlilere çok daha fazla artış yapıldı.

10. Sektörel Teşvikler Nasıl Olacak?
Her sektörden para kazanılabilir. Bunu en iyi siz (CEO’lar) bilirsiniz. Yeter ki, doğru ürünlerde yoğunlaşalım. Eğer kurgu doğru kurulmuşsa her iş alanında kazanırsınız. Basit bir örnek vereyim, geçen gün Londra’daydım. Bir alışveriş merkezinde bir mağazaya girdim. Versace markalı gömleğin fiyatı 110 pound’du. Benim bildiğim kadarıyla, o firmanın bazı ürünleri Türkiye’de üretiliyor. Üstelik 110 pound değil, 11 pound da değil, 11 Euro’ya Türkiye’den satılıyor. Kaliteli bir gömlek olabilir ama o fiyatın (ve dolayısıyla yüksek kar marjının) arkasındaki ana etken markasıdır. O markayı bu noktaya getirmek, ciddi bir çaba gerektiriyor. Bu uzun dönemli bir bakış ve yatırımın sonucudur. Birileri bunu yapmış ve o noktaya getirmiş. Bu perspektiften bakılabilirse, Türkiye’de hangi sektörü ele alırsanız alın para kazanabilirsiniz. Tüm mesele sizin ne kadar katma değer yarattığınızla ilgili. İşadamları o katma değeri belirleyen faktörleri daha iyi biliyor.
 
Dünyada ne olup bitiyor, hangi segmente hangi ürünle girerseniz daha rekabetçi ya da daha iyi konumda olursunuz onu belirlemeniz gerekir. İkincisi tüketici çok önemli. Sizin bir marka oluşturmanız, bir ürün geliştirmeniz sürekli kendinizi yenilemeniz gerekiyor.

 11. Tasarruflar Nasıl Artırılacak?
Türkiye’de tasarruf oranları düşük ve muhtemelen düşük kalmaya devam edecek. Çünkü, genç bir nüfusa sahibiz. 15 milyona yakın öğrencimiz var. Ortalama yaşımız 28 düzeyinde. Sosyal güvenlik sistemimiz batık bir durumda. Bu tüketmeye devam edeceğimiz anlamına geliyor. Daha rahat bir Akdeniz kültürüne sahibiz. Ne sağlık ne de sosyal güvencenin olduğu Çin gibi yüzde 30’un üzerinde tasarruf yapmamız çok zor.

Ama biz Sosyal Güvenlik Reformu’nu yaparak orta ve uzun dönemde tasarrufları artıracağız. Bu reformu yapmazsak Sosyal Güvenlik Sistemi’ndeki açıklar bugünkü fiyatlarla 2008-2075 döneminde yaklaşık 1,8 trilyon dolara ulaşacak. Bu reformu yaparak yaklaşık 1,3 trilyon dolar tasarruf sağlamayı ümit ediyoruz. .

Biz şu anda sosyal güvenlikte henüz birinci nesil reform ile uğraşıyoruz. Yani dağıtım esaslı sistemi düzeltmeye çalışıyoruz. Gelecekte daha çok katılım esaslı bir sisteme doğru geçiş olmalı.  Yapacağımız bu reformlarla tasarrufları da artırmaya doğru gideceğiz. Zamanla özel sektörü de 3’üncü nesil reform diyeceğimiz reformlarla tanıştıracağız.

12. Yatırımları Geliştirme Formülü
Üretim denilince nedense akla sadece imalat sanayi geliyor ve hizmetler önemsizmiş gibi değerlendiriliyor. Bu anlamsız bir yaklaşım. Hem mal hem de hizmet üretiminin verimli olması çok önemli. Bir ülkede eğer birinci sınıf bir finans sistemi, birinci sınıf lojistik olanakları ve gelişmiş bir telekomünikasyon altyapısı yoksa, ülkede patent sayısı da az olur. Sanayi her zaman için önemli olmaya devam edecek ama ürün geliştirme ve inovasyon alanındaki ilerlemelerle hizmet sektörü arasında yakın bir ilişki var.

Biz Türkiye’de bilgi yoğun ve yüksek katma değerli ürünlere geçiş için yeni bir sanayi stratejisi geliştiriyoruz. 1700’lü yıllarda dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile tarımın istihdamdaki payı yüzde 80-90 civarındaydı. Bugün gelişmiş ülkelerde hizmetler sektörünün istihdamdaki payı yüzde 70-75 düzeyinde. Kim bilir belki gelişmiş ülkelerde tarımın payı 2100 yılında yüzde 0,5’e düşecek. Sanayinin de bugün yüzde 20-25 olan payı yüzde 10 civarına inecek.

Özetle hizmetler sektörünü küçümsememek lazım. Hizmetler sektöründe Türkiye çok rekabetçi. Türkiye, doğru stratejilerle, hizmet sektöründe, 2050 yılında inanılmaz yüksek katma değer üretebilecek bir ihracat potansiyeline sahip.
 
13. İşverenin  Yükleri Azalacak
Son birkaç yılda kamu sektörü geriye çekiliyor ve özel sektöre daha fazla imkan sağlıyor. Türkiye’ye yapılabileceğimiz en büyük iyilik, bütçenin iki ucunu bir araya getirmemiz olacak. Ancak, imkanlar çerçevesinde işverenin istihdam ve vergiyle ilgili yüklerini aşağıya çekebiliriz. Bu yükler aşağı inmeli, işgücü piyasası esnek hale gelmeli ki, Türkiye rakipleriyle rekabet edebilsin.

Şu sektörün cebine şu kadar harçlık koyalım dönemleri geçmişte kaldı. Bu yöntemlerle başarılı olunamadığını gördük. Cep harçlıkları ve suni teneffüsler işe yaramadı. Türkiye’deki model Güney Kore ya da Japonya’daki gibi olamaz. Çünkü, bizde farklı kültürler, farklı yaklaşımlar var. Bizde olsa olsa Batıdaki verimlilik modeli başarıyı yakalayabilir. Tabii ki sanayiye teşvik de vermek lazım. Bu yıl daha rasyonel bir teşvik sistemine geçişin temellerini atacağız. Bunu için sanayi envanterini çıkarmamız gerekiyor. Türkiye’deki un fabrikalarının kapasitesi toplam ihtiyacının 3 katına çıktığı söyleniyor. Dolayısıyla bugün bir un fabrikasını teşvik etmek anlamlı olmaz.
 
14. Sanayi Envanteri Ne İşe Yarayacak?

Sanayi envanteri çıkararak Türkiye’de nerede, ne yapıldığını göreceğiz. Son birkaç yıl içinde Türkiye’deki şirketlerin ve binaların  sayımını bitirdik. Baktık ki 10 veya daha fazla adam çalıştıran şirket sayısı 11 bin 293  değil, 27.813 imiş. Benzer şekilde Türkiye’deki konut sayısının daha önce düşünülen 13.9 milyonun çok üstünde (19.2 milyon) olduğunu gördük. Milli gelirdeki artış da esas olarak bunlardan kaynaklanıyor.

Bu çalışmayı yenileri izleyecek. Şimdi Türkiye’nin teknoloji, kadastro, bitki ve insan haritasını hazırlıyoruz. Bunlar 80 yıldır yapılmamış. Bildiğiniz gibi birkaç ay önce nüfus sayımını bitirdik. Şimdi herkesin kimlik (vergi) numarası var.

 Yeni teşvik sistemi esnek ve bölgesel olacak. Çünkü, bazı illerimiz gerek kişi başına gelir gerek sosyo-ekonomik açıdan daha geri… Onların bu farkı kapatması için elimizden geleni yapacağız. Özetle bu teşvik sistemi değişecek. Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’in bazı yerlerinde çok ciddi yönlendirmeler olacak.

Ayrıca sektörel bazda Dünya Ticaret Örgütü’ne ve AB’ye olan yükümlülükler çerçevesinde neler yapabileceğimize bakacağız. En son olarak proje bazında teşvikler konusunu da yeniden ele alacağız. Dolayısıyla, teşvik sistemi kökünden değişecek.
 
15. Hedef Ar-Ge Üssü Olmak
Hala “Reform yapılamıyor” diyenler var. Bu değerlendirmeleri duyunca, ben şaşırıyorum. Biz doğru yoldayız. Davos’ta da bir yandan “Dünya finans sistemini nasıl kurtarırız” tartışmalarına katılırken, öbür yandan da zamanımın büyük kısmını dünyanın önde gelen işadamı ve yöneticileriyle görüşerek geçirdim. Onlara niye Türkiye’nin katma değeri yüksek, ileri teknoloji ürünlerinde neden bir üs olacağını ve bunu gerçekleştirmek için yaptıklarımızı anlattım.

Markalaşma çok önemli. Birkaç hafta önce Meclis’ten geçirdiğimiz Ar-Ge yasası Türkiye’ye çok önemli açılımlar getirebilecek bir yasal düzenleme. Biz nerede katma değer açığımız var, nerede rekabet edemiyoruz diye bakıyoruz. Otomotivde üreticiyiz ama tasarımı burada nasıl daha köklü şekilde oturtabileceğimize bakıyoruz.

Birçok uluslararası şirketin temsilcileri burada. İyi de üretim yapıyorlar, iyi de ihracat yapıyorlar ama o ürünlerin inovasyonunun önemli bir kısmı burada yapılmıyor. Önemli olan tasarımı da Türkiye’de yapmak ve Türkiye’den dünya markaları yaratmak.

16. Ekonominin En Önemli Riskleri
Türkiye ekonomisi için en büyük risk, dışarıdaki havanın, şu an içinde bulunduğumuz sıkıntıların daha da derinleşmesi. İkincisi, bölgesel anlamda her zaman riskli bir bölgedeyiz. İstikrarlı bir bölgede oturmuyoruz. Bütün komşularımızla ticaret yapmayı tercih ederiz. Onlarla ilişkileri iyi noktaya getirmek isteriz ama bizim her komşumuz her zaman rasyonel davranmıyor.  

Ben dış kaynaklı risklerin daha ön planda olduğu bir dönemde olduğumuz kanısındayım. Onların da bizi en az etkilemesi için elimizden geleni yapacağız. Ancak, biz belki bir süre potansiyelimizin altında büyümek zorunda kalabiliriz. Biz bu reformları tamamlarsak Türkiye verimlilik katkısının artmasıyla birlikte 20 yıl boyunca ortalama yüzde 6-7 çok rahat büyür. Geçen yıl yaklaşık yüzde 5 civarında büyümüşüz. Bu yıl da o civarda büyüyeceğiz. Dolayısıyla ben o anlamda risklerin nispi olarak azaldığı, güçlü kurumların oluşturulduğu bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum.

Ayrıca AB sürecindeyiz. Bize bu süreçte geniş kapsamlı bir destek var. Ben eninde sonunda AB’ye üye olacağımıza inanıyorum. Çünkü, top bizde. Avrupa’da kimin ne söylediği değil, bizim burada ne yaptığımız önemli.

 Her zaman olası risk diye sayılabilecek bir sürü faktör var. Reformlarda yavaşlama diye bir şeyden bahsediliyor. Öyle bir şey yok. Tam aksine bir çok konuda önemli ilerlemeler sağladık.

Kimisi yerel seçimleri risk olarak görüyor diyor. Ben o konuda da rahatım. 1.100 tane belediyeyi kapattık. Bunu yapmaktaki tek amacımız, kamu hizmet kalitesini artırmaktı. Seçime yönelik ne yaparız diye sorarsanız, bana ben orada çok ciddi bir sorun görmüyorum.
 
 Cari Açık Problemini  Çözmek İçin Atılan 4 Adım

1. Enerji Piyasası Reformu 
Cari açıkla ilgili problemin kaynağına bakalım. Dünya enerji fiyatları bizim için veri, yani biz belirlemiyoruz. Geçen sene enerji ithalatımız 34 milyar dolar civarına çıktı. Sadece petrol ve doğalgaz fiyat artışlarının getirdiği yük, eski milli gelirin yüzde 4’ü civarında. Orada yapabileceklerimiz sınırlı. Kısa dönemde enerji etkinliği konusunda adımlar atabiliriz. İlk adım olarak enerji ürünlerinde rasyonel bir fiyatlamaya geçtik. Daha önemlisi elektrik ve doğal gaz ürünleri için rasyonel bir fiyatlama mekanizmasını oturttuk. Ayrıca, enerji kaynaklarını çeşitlendirme konusunda adımlar attık. Nükleer ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji konuları gündeme oturttuk. Bütün bunlara ek olarak, bu sektörde özelleştirmeye başladık.

2.  Verimliliği Yükseltmek 
Cari açığın en önemli sebeplerinden birisi de katma değeri düşük ürünlerde yoğunlaşmamız. Çünkü, biz zamanında eğitime, Ar-Ge’ye, altyapıya yeterince yatırım yapmamışız. Verimsiz çalışan bir sürü şirketimiz var. Türkiye’deki toplam faktör verimliliği açısından OECD ülkelerinin yaklaşık yüzde 40 gibi bir verimlilikle çalışıyoruz. İyi bir rekabet ortamını oluşturmamışız. Bu çok önemli. Adil rekabet ortamının olmadığı ülkelerde innovasyon ve verimlilik düşük olur. Bu nedenle iş ortamını iyileştirmeye devam edeceğiz ve özelleştirmeleri hızlandıracağız.

3.  Katma Değeri Artırmak
Türkiye’nin ayrıca Ar-Ge harcamalarını artırması gerekiyor. Markalaşmanın anlamlı olduğuna inanması gerekiyor. Bu konuda gerekli adımları attık ve yasal düzenleme yapıldı. Fiiliyatta şu an “Yeter ki Ar-Ge yapın. Nerdeyse vergi yok diyoruz” diyoruz. Daha ne yapabilir? Doğru bir konsept değil mi? Dünyanın en iyi uygulamalarını baz alıyoruz.
 
Fiziki altyapının geliştirilmesi de çok önemli. Dünyada navlun fiyatları almış başını gitmiş. Limanları özelleştiriyoruz. Bunu paraya ihtiyacımız olduğu için yapmıyoruz. Gece yarısı sizin kargo geminiz geldiğinde oradaki memur limanı kapatmış gitmiş olmasın. Size “Benim vincim yok” demesin, “Bunu alman için 3 gün veya 3 ay beklemen gerekiyor” demesin.

Ulaştırmada önemli mesafeler kat ettik. Yaklaşık 6 bin 700 kilometre duble yolun altyapısı, yolun kendisi yapılmış durumda. Bu daha hızlı ve daha az maliyetli ulaşımın sağlanmasında büyük fayda sağlıyor. Bizim belki de 8 bin kilometre daha duble yol inşa etmemiz gerekiyor. Demiryollarına 40-50 yıldır ilk defa kaynak ayırmaya başladık. Bunlar genel bir stratejinin parçaları. Biz demiryollarına ve karayollarına şu an kaynak aktarıyoruz, aktarmaya da devam edeceğiz.
 
4. İşgücü Piyasası Reformu
Bu reformun amacı emek piyasasında esnekliği arttırmak ve istihdam üzerindeki mali ve idari yükleri azaltarak Türkiye’nin rekabet gücünü arttırmak. 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz