Kriz, ekonomik durgunluk ve zor dönemler... Türkiye, bu önemli anları, beklenen daha az zararla ve kısa süreyle atlatıyor. Bazı sosyologlara göre, bunun arkasında, ülkede etkin olan “enformal ilişk...
Kriz, ekonomik durgunluk ve zor dönemler... Türkiye, bu önemli anları, beklenen daha az zararla ve kısa süreyle atlatıyor. Bazı sosyologlara göre, bunun arkasında, ülkede etkin olan “enformal ilişkiler”, bir başka deyişle, “akraba ekonomisi” var. Türk insanı, yılların ilişkileri nedeniyle, borç almadan tatile, ev tutmadan iş bulmaya, akraba ve hemşehri faktörlerini kullanıyor. Bu önemli ilişki ağı, özellikle zor dönemde, toplumu ayakta tutmakta anahtar rol de oynuyor.
Türkiye’de ekonomik ve sosyal ilişkiler enformal olarak tanımlanan akrabalık, komşuluk ve hemşehrilik bağlantılarıyla yürüyor. Yani Türkiye’de dayanışmacı bir toplum yapısı ciddi bir şekilde günlük yaşamı etkiliyor. Bu yapı hemen hemen bütün sosyal gruplarda kendini gösteriyor.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün(DİE) 2000 yılı verilerine göre, Türkiye’nin toplam nüfusu 64 milyon 62 bin. Nüfusun 44 milyon 756 binini 15 yaş ve üstü nüfus oluşturuyor. Bunun da 22 milyon 360 bini işgücünü temsil ediyor. İşgücünün 20 milyon 557 bini istihdam ediliyor. İşsiz oranı ise 1 milyon 500 bin. İşgücüne katılım oranı yüzde 49 civarında. İstihdam edilen nüfusun yüzde 35 neredeyse tarım kesiminde çalışıyor.
Peki bütün bu istatistikler ne anlama geliyor? Çalışan 20 milyon kişi ki bunun 7 milyonu tarım alanında çalışıyor, 44 milyon insana bakıyor. İşte bu noktada, sosyologların “akraba ekonomisi” olarak nitelendirdiği olgu ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu akraba ekonomisinin bir yüzü. Diğer yüzü ise araştırma şirketlerinin yaptığı çalışmalardan ortaya çıkıyor.
Enformal ilişkiler alt gelir gruplarında daha baskın bir şekilde karşımıza çıkıyor. Piar Gallup’un yaptığı araştırma da bu gerçeği gözler önüne seriyor. Araştırmada, çeşitli kesimlere mensut 561 çalışana şu soru yöneltiliyor: “İşinizi nasıl buldunuz”. Yanıtlar ise oldukça ilginç. Deneklerin yüzde 50,3’ü işini bir tanıdık aracılığıyla bulduğunu söylüyor. Denekler sosyal gruplara ayrıldığında ise C1 gelir grubuna dahil olanların yüzde 37,8’i, C2 gelir grubundakilerin yüzde 62,4’ü ve DE’nin ise yüzde 60,1’i, işlerini bir tanıdık aracılığıyla bulduğunu belirtiyor. Yani gelir düzeyi düştükçe, enformal ilişkilerin de belirleyiciliği artıyor.
Ekonomik krize rağmen toplumsal sosyal bir tepki oluşmaması son dönemde en çok tartışılan konulardan biri. Sosyologlara göre ise bunun nedenin arkasında akraba ekonomisi yatıyor. Capital akraba ekonomisinin Türkiye’deki boyutlarını ve nedenlerini araştırdı:
“Cemaat” toplumuyuz
Türkiye son 30-40 yıldır kentleşme sürecinin sancılarını yaşıyor. Köy-kır yaşamından kent yaşamına geçişin bütün sorunları Türkiye’de derinden hissediliyor. İşte bu noktada enformel ilişkiler kent yaşamının bireyci, zorlu, yalnız hayatına alışmak için insanların dayanak noktası oluyor.
DİE’ye göre, Türkiye nüfusunun 39 milyonu kentlerde, 25 milyonu ise kırsal alanda yaşıyor. Yani 25 milyon insanın hayatında hala enformal ilişkiler belirleyici bir rol oynuyor. Kentlerde ise, kesin istatistikler olmamakla beraber, sayıları yüz binleri bulduğu tahmin edilen göçmenler önemli bir kitle oluşturuyor. İşte bu insanlar göçle birlikte köy veya kırdaki ilişki biçimlerini de kentlere taşıdılar. Dolayısıyla kentlerin varoşlarında ve gecekondu bölgelerinde de enformal ilişkiler belirleyici bir rol oynuyor.
İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Sosyometri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Arslan, toplumların kent toplumları ve cemaat toplumları olarak ikiye ayrıldığını söylüyor. Mahmut Arslan’a göre, henüz kentleşememiş Türk toplumu, cemaat toplumu olma özelliğini sürdürüyor. Mahmut Arslan şöyle devam ediyor: “Şehirlere geldik ama toplum olarak hala dünkü köylüleriz. Türk toplumunda ben, sen, o kavramları yoktur, biz kavramı vardır. Yani biz bilinci ben bilincinin hala çok önünde. Bu nedenle akrabalık ve hemşehrilik ilişkileri hala çok yoğun. Aslında, henüz bireyselleşmemiş bir cemaat toplumuyuz.”
Kuruluşlar da “cemaatçi”
Kentleşme sürecinde enformal ilişkilerin hakimiyetinin izlerini kentlerdeki örgütlenmelerde de açıkça görüyoruz. Hemen hemen her ilde sayıları onları aşan hemşehrilik dernekleri belki de bunun en güzel örneğini oluşturuyor. Köyünden veya kasabasından ayrılıp büyük şehre gelenler, bu dernekler aracılığıyla hemşehrilerini tanıyorlar ve onlardan destek alabiliyorlar.
Enformal ilişkiler şirketlerde de belirleyici bir rol oynuyor. Mahmut Arslan, Türkiye’deki şirketlerin çoğunda, özellikle KOBİ’lerde bu ilişkilerin iş bulmak için kullanıldığına dikkat çekiyor ve ekliyor: “Bu işletmeler dışarıdan son derece rasyonel görünürler. İçlerine baktığınızda kapıdaki bekçiden muhasebeciye kadar aynı kasabanın mensupları olduğunu görürsünüz.”
Bir çok kamu iktisadi devlet kuruluşunda aynı manzaranın olduğunu söyleyen Mahmut Arslan, benzer tablonun özel sektördeki şirketlerde de yaşandığına dikkat çekiyor. Arslan, “Özel sektördeki kuruluşlarda çalışanlar, kadro açıldıkça, öncelikle hemşehri ya da akrabalarına haber veriyorlar” diyor.
Gecekondularda ilişkiler belirleyici
Türkiye 1950’li yıllardan bugüne ciddi bir göç hareketi yaşıyor. İnsanlar kırdan veya köylerden iş bulmak amacıyla büyük şehirlere göç ediyorlar. Türkiye’de ne kadar insanın göç ettiği konusunda herhangi bir istatistik bulunmuyor. Göç edenler büyük şehirlerin varoşlarında büyük gecekondu bölgeleri yarattılar. Bu bölgelerde ise enformal ilişkiler kullanılan en yaygın ilişki türü.
Sosyolog Mahmut Arslan, göçenlerin oldukça rasyonel davrandıklarını söylüyor. Kente göç edenlerin önce akrabalarıyla bağlantıya geçtiklerini söyleyen Mahmut Arslan, genellikle benzer yerlerden gelen insanların yine aynı semtleri, hatta aynı tür işleri tercih ettiklerini belirtiyor.
ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü öğretim üyelerinde Melih Pınarcıoğlu, gelenlerin enformal bir sektör içinde olduğuna dikkat çekiyor. Melih Pınarcıoğlu, “Bir yere göç ediyorsunuz, geldiğiniz zaman aktifleriniz alması lazım. Bu aktifler ilk zamanlar hemşehrilik ilişkileridir. Sivaslı iseniz Sivaslıların arasına geliyorsunuz. Korunaksız bir durumda olduğunuz için bu ilişkileri sürekli gündemde tutmak zorundasınız” diyor.
Sosyolog Mahmut Arslan da gecekondularda enformal ilişkilerin değişmeye başladığını söylüyor. Ramazan bayramında kimlerin ziyaret edildiğini araştırdıklarını söyleyen Mahmut Arslan, köy ve gecekondularda farklılaşma yaşandığına dikkat çekiyor ve devam ediyor:
“Köy realitesi içinde ilk ziyaret edilenler akrabalık ve yaş skalasına göre düzenlenir. Kentteki varoşlarda bu manzara değişmek üzeredir. Ustabaşı, şef, müdür veya patronda ziyaret edilmeye başlanmıştır. Çünkü, yoksul akrabanın kent hayatında bir faydası olamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır”.
Aileler akrabalarına düşkün
Türkiye’de geleneksel aile yapısı giderek çözülüyor, çekirdek aile doğru bir değişim yaşanıyor. Ancak, Türkiye’deki haneler gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında hala çok kalabalık. A and G araştırma şirketinin verileri de bu gerçeği ortaya koyuyor. 2001 yılında yapılan bu araştırmaya göre, kentte yaşayan her 100 aileden yüzde 29,5’i 4 kişiden oluşuyor. 5 kişilik hanelerin oranı ise yüzde 16,9. Hanelerden yüzde 15,8’inde ise 6 veya daha fazla kişi yaşıyor. Kırda ise bu oranlar daha yüksek. Kırda her 100 aileden yüzde 24,6’si 4 kişiden oluşuyor. 5 kişilik hanelerin oranı yüzde 20,4, 6 kişilik hanelerin oranı ise 14,5’e ulaşıyor. Araştırmanın en ilginç sonucu kırda her yüz aileden yüzde 20,1’inde 7 kişi yaşıyor.
A ve G’nin yaptığı araştırma,Türkiye’de hanelerde yaşayan insan sayısının giderek azaldığını ortaya koyuyor. 1990 yılında Türkiye genelinde hanelerde ortalama 5, 05 kişi yaşıyordu. 2001 yılında bu rakam 4,39’a geriledi. Türkiye’de geleneksel aile yapısının özellikle kentlerde çözülmesine rağmen kır veya köylerde geleneksel aile yapısı hala geçerliliğini koruyor.
Dolayısıyla hem aile içinde hem de aileler arasında güçlü enformal ilişkiler hakimiyetini sürdürüyor. Kentlerde ise geleneksel aile modeli çözülmesine rağmen aile içinde ve aileler arasında da eskisi gibi olmasa da enformal ilişkiler ağırlığını koruyor.
Mahmut Arslan, “Bizde gençler evlenip ayrılana kadar ailenin bireyidir ve destek olunur. Haneler çözülüyor, ama görünüşte bir çekirdek aile var. Mutlaka ebeveynlerin ve diğer yakın akrabaların gözü bu yeni evlenmiş gençlerin üzerindedir. Bu çekirdek ailenin arkasına bakmak gerekiyor. Akraba ilişkileri hala çok yoğun ve belirleyicidir” diyor.
Formal yapı korunaklı değil
Kentleşmiş toplumlarda enformal ilişkilerin etkili olmamasının arkasında güçlü bir formal yapının bulunması yatıyor. Eğitim, emeklilik ve sigorta sistemleri bireylerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlıyor. Türkiye’de ise bu yapılar henüz herkesi kapsayacak yaygınlığa sahip değil. Ayrıca, bu sistemlerin yapılarının yetersizliği bireylerin kendilerini güvende hissetmelerini sağlamıyor.
ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama öğretim üyesi Melih Pınarcıoğlu, “Türkiye’deki formal yapı korunaklı bir ortam yaratmadığı için enformal ilişkiler gücünü koruyor” diyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısı sigorta ve emeklilik sistemlerinden yararlanıyor. Ancak, emeklilerin aldıkları ücret Türkiye koşullarında yaşamaya uygun olmadığı için ya çalışmaya devam ediyorlar ya da aile bireylerinin desteği ile yaşamlarını sürdürüyorlar.
Türkiye’de bağımlı nüfus olarak adlandırılan 15 yaş ve altı nüfus 19 milyon 300 bin. Bu genç kitlenin bakımı destek alınmadan aileler tarafından karşılanıyor. Ayrıca, geleneksel yapı gençlerin okullarını bitirene kadar aileler tarafından bakılmasını öngördüğü için genellikle aileler çocukları bir işe girene kadar, yani ortalama 20’li yaşlara kadar çocuklarının bakımını üstleniyorlar. Eğitimin tamamlanmasından sonra genellikle çocuklar evlenerek aileden ayrılabiliyorlar. Bu da evlenene kadar çocukların aile çatısı altında yaşamasına olanak tanıyor.
Aynı şekilde geleneksel aile yapısı yaşlılarında bakılmasını gerektiriyor. Emekli maaşlarının yetersiz oluşu yaşlıları aile desteğine muhtaç hale getiriyor. Türkiye’de 64 ve üstü yaş grubunda 3 milyon 600 bin kişi bulunuyor.
“JAPONYA’DA BİZE BENZİYOR”
Mahmut Arslan/İstanbul Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Sosyometri Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Arslan, cemaat toplumu yapısından kaynaklanan enformal ilişkilerin Japonya’da da yaşandığına dikkat çekiyor. Mahmut Arslan, Japonya örneğini şöyle değerlendiriyor:
“Son 200 yıldır başta İngiltere olmak üzere Avrupa toplumları kent toplumuna geçerken cemaat, kır ve köy yapılarını kaldırdılar. Brezilya, Meksika ve Arjantin gibi bütün gelişmekte olan ülkelerde de aynı manzaralar yaşanıyor. Cemiyet yapısına geçememiş, cemaat yapısından da kurtulamamış toplumsal bir yapı söz konusu. Bu yapı sadece bize özgü değil.
Aynı yapı Japonya’da da var. Hala Japon sanayinde aile şirketleri baskın. Cemaat yapısı bu şirketlerde son derece önemli. Japonya’da bir işletmeye gittiğiniz zaman, oradaki insan ilişkilerinin aile içindeki ilişkiler gibi olduğunu görürsünüz. İşçiler patrona bir baba sadakati gösteriyorlar. Aslında patron da işçilerine oğulları gibi davranıyor. Grevlerle kaybolan iş gününe baktığımız zaman dünyada en az kaybın Japon sanayinde olduğunu görüyoruz. Kolay kolay Japon işçisi grev yapmıyor. İşverenle uzlaşıyor.
Kriz dönemlerinde bile uzlaşma eğilimi var. Bu eğilim cemaat yapısında kaynaklanıyor. Japon işçisi ekonomi veya şirket krize girdiğinde ücretinin yarısını teklif ediyor. İşveren krize girdiğinde işçi çıkarmak yerine işçilerini başka işlere kaydırıyor. En son çare işten atmak.”
AKRABA EKONOMİSİNE ÇOCUK DOPİNGİ
Hakan Acar/Hacettepe Üniversitesi
Türkiye’de ekonomik sistem içinde çocuklar da ailelerine destek olmak için çalışma hayatında etkin bir şekilde yer alıyorlar. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu araştırma görevlisi Hakan Acar’ın çalışan çocuklara yönelik yaptığı araştırmadan ilginç sonuçlar ortaya çıkıyor. Çalışan her 100 kişiden 5’i 6-19 yaş arasındaki çocuklardan oluşuyor.
Hakan Acar’a göre bu çocukların neredeyse yarısı kazandıkları parayı ailelerine veriyorlar. Hakan Acar, çalışan çocukların Türkiye’deki profilini şöyle çıkarıyor:
“Ülkemizde 6-14 yaşları arasındaki çocukların 1 milyon 500 bini çalışıyor. Bir diğer veriye göreyse 12-15 yaş grubunda bulunan çocukların yüzde 33.6’sı faal olarak çalışma hayatında yer alıyor. Bu oran ise yaklaşık 8 milyon 200 bin çocuğa karşılık gelmektedir. Bir diğer deyişle, ülkemizde tüm sektörler baz alındığında çalışan her yüz kişiden beşi 6-19 yaşları arasındaki çocuklardan oluşmaktadır.
Yaptığım araştırmaya göre, çocukların yarıya yakını, yani yüzde 41.9’u kazandığı parayla ailesine yardım ettiğini ifade etmiştir. Çocukların yüzde 37.9’u ise kazandığı paranın birazını kendisine ayırdığını ve geri kalanını ailesine verdiğini belirtmiştir. Çocukların yüzde 19'4 ü ise parayı kendisi için harcadığını belirtmiştir. Çocukların sadece yüzde 0,8'i bu parayla okul masraflarını karşıladığını ifade etmiştir. Çocukların çalıştırılmalarının temel nedeni yoksulluk.
Bence ikinci önemli neden ailenin çocuğu küçük yaşlardan itibaren üretim aracı olarak görmesi ve ekonomik olarak çocuktan faydalanmaya çalışması. Bir diğer temel neden göç olgusu. Ülkemizde son 20 yılda sayısını bilmediğimiz yüz binlerce aile metropollere göç etti.
Bu aileler kentsel yaşamda yer bulamayınca yani baba iş bulamayınca, ve konut sıkıntısı baş gösterince, ekonomik sorunlar ortaya çıktıkça çaresiz kaldılar. Doğal olarak çocukları da çalışmak zorunda kaldı.”
KÜÇÜK ÖLÇEKLİ ÜRETİMDE AKRABALIK AĞI
Jenny B. White/Boston Üniversitesi
Doç. Jenny B. White Boston Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğretim üyesi. Ümraniye ve çevresinde yaptığı antropolojik çalışmalarla dikkati çeken Jenny White, bu araştırmanın sonuçlarını “Para ile akraba” adlı kitapta topladı. Küçük ölçekli üretim sistemi içindeki emek ve güç ilişkilerinin kuruluşunda cinsiyet ve akraba ideolojisinin oynadığı rolü inceleyen Jenny White, kitabında küçük ölçekli üretimde akraba ilişkilerinin çok önemli bir pozisyona sahip olduğuna dikkat çekiyor.
Küçük ölçekli üretimdeki ilişkileri karşılıklı yükümlülükler sistemi olarak tanımlayan Jenny White, “Komşular, akrabalar ve iş arkadaşları ya da kente gelenlerle köydeki yakınları arasındaki karşılıklı yükümlülükler sistemi, yaşamak için gerekli olan para, mal ve hizmetlerin yeniden dağıtımını sağlıyor. Benzer bir bizimde geleneksel aile sisteminin de toplumsal güvenlik, yaşlı ve hastaların bakımını sağlaması bekleniyor. Bu tür bir güvenlik sistemi iş yerlerinin güvenlik, sigorta ya da emeklilik gibi yükümlülüklerinden kaçınmasını mümkün kılıyor” diyor. White, “Para ile akraba” adlı kitabında küçük ölçekli üretimi şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de parça başı üretim ve küçük atölyelerde aile iş gücünün kullanımı başarılı oldu. Çünkü, bu tarz emek örgütlenmesi toplumsal gruplara, özellikle de aile ve komşuluğa dahil olmayı ifade ediyor. Kişilerin dışındaki ekonomik koşullar kötüleştikçe bu gruplar, ekonomik ve sosyal güvenlik mekanizmaları gibi algılanır. Piyasaya yönelik aile üretimi çok farklı biçimlerde örgütlenebilir. En basit düzeyde, aile bireyleri kendi kişisel ağları kanalıyla sipariş alıp bunları üretir ve dağıtırlar. Biraz daha karmaşık bir düzeyde, imalat bir komşu, akraba ya da mahallede dükkanı olan biri tarafından örgütlenir. Parça başı üretimi örgütleyen kişi, siparişleri genellikle tüccar veya bağlantısı olan aracıdan alır. Parça başı üretim yapan genellikle kadınlar ve çocuklardır.”
“GECEKONDULAŞMADA HEMŞEHRİLİK BELİRLEYİCİ OLDU”
Melih Pınarcıoğlu&Oğuz Işık/ODTÜ
Gecekondu bölgeleri enformel ilişkilerin belki de en yoğun yaşandığı yerlerden biri. Kentte varolma savaşı veren göçmenler, enformel ilişkileri kullanarak ayakta kalmayı başardılar. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama öğretim üyelerinden Melih Pınarcıoğlu ve Oğuz Işık, “Nöbetleşe Yoksulluk” adlı kitaplarında enformal ilişkilerin gecekondulardaki rolünü şöyle ortaya koyuyorlar:
HEMŞERİLİK İLİŞKİLERİ: Ağ türü ilişkiler, en başından beri gecekondulaşma süreçlerine hakimdi. Bu ilişki ağları arasında varlığı ve etkinliği en çok vurgulanmış olanı hemşehrilik ilişkileridir. Kente ilk gelenler, kendilerinden önce kente gelmiş hemşehrilerinin deneyimlerinden önemli ölçüde yararlanmışlardır. Bu ilişkiler, özellikle kentte tutunabilmek açısından temel önem taşıyan konut ve işgücü piyasalarında baskın olarak gözlenebilmektedir.
“AKRABANIN YANINDA GÜVENDEYİM” : Öncelikle göçmenler, kendilerinden önce kente gelmiş hemşehrilerinin yerleştiği alanlara yerleşerek, gecekondu yapımı için gerekli olan arsayı ve birikimi elde ediyorlardı. Kendileri ile aynı deneyimi yaşamış kişilerle bir arada olmak, aynı zamanda göçmenlere önemli bir güvence de sağlıyordu. Bu güvencenin bir bölümü, bu bir arada olmanın yarattığı güven ve dayanışma duygusundan, bir bölümü de bu ilişkilerin işgücü piyasasında sağladığı avantajlardan kaynaklanıyordu.
İŞ BULMA FIRSATI: Hemşehriliğe dayalı ilişki ağları, aynı zamanda işgücü piyasasında da göçmenlere, belli fırsatlar sağlamaktaydı. Bu fırsatların önemli bir bölümü kendilerinden önce gelmiş hemşehrilerin yoğunlaştığı iş kollarında iş bulmanın ve iş kurmanın daha kolay olmasından kaynaklanmaktaydı. İstanbul’da bugün bile iş kollarında kökene dayalı bir ayrışma net bir şekilde gözlenebilmektedir.
AKRABA VE YÜKSELİŞ: Bu ayrışma, artizanal ilişkilerin hüküm sürdüğü iş kollarında daha net gözlenmektedir. 1980 öncesi dönemde göçmenlerin oluşturduğu ilişki ağlarının belirleyici niteliği, dayanışmacı özelliklerin ön planda olmasıdır. Bu ağlar gelenlere sadece kentte tutunmanın kapılarını açmakla kalmıyor, ağın niteliğine göre yükselebilme fırsatları da sunuyordu.”
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?