Başkanın Hedefi

Tam 29 yıldır aynı kurumda çalışıyor. Kurumu her yönüyle tanıyor. Ona göre Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, modern ve kurumsal kimliği güçlü bir banka. Hatta diğer ülke merkez bankalarının çoğun...

1.02.2009 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Tam 29 yıldır aynı kurumda çalışıyor. Kurumu her yönüyle tanıyor. Ona göre Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, modern ve kurumsal kimliği güçlü bir banka. Hatta diğer ülke merkez bankalarının çoğundan da ileride. Ancak asli işlerle destek hizmetlerin ayrılması gibi bazı konularda değişime ihtiyaç olduğunu düşünüyor. “Bankacılık, araştırma, inceleme, para politikasının oluşumuna katkı sağlayan birimlerin giderek güçlenmesi, oradaki eğitimli personel sayısının artırılması” gibi değişimi işaret eden adımlardan bahsediyor. “Hareket kabiliyeti fazla, vurucu güce sahip, oyuncu sayısı az, ancak etkin” bir merkez bankası hayali kuruyor. İşte Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz ve hedefleri…

Bugün ekonomi yönetiminin odağında yer alan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, 30 yıl önce, İngiltere’deki ekonomi eğitiminin ardından bu kuruma katıldı. Değişik görevlerde bulundu, bankanın bu dönemdeki müthiş değişimine tanıklık yaptı. İhraç malları dış pazarlara götürmek için tır şoförlerinin MB’ndan izin aldığı günleri gördü. İzmir, İstanbul ve Ankara’da, TL ve kambiyo şubelerinin farklı olduğu dönemlere tanıklık etti. 1990 yılında uygulamaya konulan para politikasıyla start alan değişimi, adım adım yaşadı. Kendi deyimiyle “modern merkez bankacılığına kayışı”n her aşamasını gözlemledi.

2006 yılında ise kurumun başkanı oldu. 2009’da, bankadaki 29. yılına giren Durmuş Yılmaz, MB’nın modern ve kurumsal bir yapıya kavuştuğunu düşünüyor. Birçok ülke merkez bankasından da ileride olduğunu savunuyor. 1980’li yıllarda 10 bine ulaşan çalışan sayısının, bugün 4 binli seviyelere gerilediğini söylüyor ve ekliyor: “Ama bu sayı, bizim için hala yüksek. Merkez Bankası’nın daha da küçük olması gerekiyor.”

Durmuş, yapılması gereken çok şey olduğunu söylüyor. Asli işlerle destek hizmetlerin ayrılması gibi pek çok hedefi var.

Çok yoğun bir tempoda çalışıyor. Herkesin gözü üzerinde. Çok eleştiri ve yorum alıyor. Altı dolu analiz yapan, gerekçelerini ortaya koyan ve bu gerekçelerle alınmasını istediği tedbirlerin, nasıl bir sonuç vereceğini ortaya koyan eleştirileri önemsediklerini söylüyor. Ona en çok kurları ve faizi soran sokaktaki insana ise diyor ki “Biz bunları bilmiyoruz. Bilseydik orada çalışmazdık.”

Şimdiye kadarki başkanlardan farklı bir profil çiziyor. Mütevazı kişiliğini öne çıkarıyor, “ben” yerine, “biz” demeyi tercih ediyor. Ekonomist’in “Yılın Bürokratı Ödülü”nü kabul etmek için bile “düşündüğünü” söylüyor. “Kişi değil, bankam adıma alacağım” kaydını koyuyor.

Bu farklı profilini, söyleşisine de yansıtan Durmuş Yılmaz, Merkez Bankası’nın son 30 yılına, değişime, eleştirilere, ajandasına ilişkin sorularımızı açık yüreklilikle yanıtladı. Yaptığımız sohbetin detayları ise şöyle:

*Bir işadamının nereden başlayıp nereye ulaştığı gençler için önemli. 29 yıl önce Merkez Bankası’na girdiniz. Yolunuz buraya nasıl düştü?
Aslında meslek okulu mezunuyum. Liseyi dışarıdan bitirdim. Ardından Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdım. Orayı da bıraktım. İngiltere’de, devlet bakanlığı adına ekonomi okudum. Türkiye’ye döndükten sonra bir vesileyle Merkez Bankası’na girdim.

*Burada çeşitli görevlerde bulundunuz. Çok sayıda başkanla çalıştınız. Sizce Merkez Bankası için dönüm noktası ne zamandı?
Ben bankaya girdiğimde, Kambiyo Genel Müdürlüğü en çok çalışılmak istenen bölümdü. Ama bir merkez bankasının görevi, ülkenin para politikasını yönetmek ve dağıtmaktır. Dolayısıyla ekonomideki toplam tasarrufların ve işlemlerin ulusal para üzerinden yapılmasını sağlamaktır. Benim bankaya girdiğim dönemde, bunlar pek önemli bulunmuyordu. İşin merkezinde kambiyo işlemleri vardı.

Ancak, 1990 yılında gerçekleştirilen para programıyla Merkez Bankası bilançosunun yeniden yapılandırıldı. Öncesinde, yani 1986 yılında ise Bankalararası Para Piyasası kurulmuş ve “piyasalaşmak’ diye bir kavram başlamıştı. Merkez Bankası’nın yeniden yapılandırılmasıyla birlikte işler de değişti.

Bunlar, Türkiye ekonomisi için bir dönüm noktası oldu. Merkez Bankası, modern bir banka haline geldi. Yani Merkez Bankası politikaları, mevduat kabul eden bankaları, para yatıran kurumları muhatap alarak ve onların bilançolarını etkileyerek ekonominin tümünü etkilemek, yönetmek, yönlendirmek ve dolayısıyla da ekonomik aktiviteyi artırarak sağlamak gibi bir şekil aldı.

Bu çerçevede giderek modern merkez bankacılığına doğru kaydık. Bu çerçevede reeskont penceresi hala açık, ama onları kullanmıyoruz. Dolayısıyla, bankalar arası para piyasası ve repo piyasası daha kullanır hale getirilerek sistemin ihtiyaç duyduğu paraları buralardan sağlama yönüne gittik. Dolayısıyla, dönüm noktası, 1990 yılında yaptığımız para programı ve ondan sonra ortaya çıkan modern merkez bankacılığıydı. Daha komplike değil, daha basit bir hale geldi.

*Biz şimdi daha zor, kompleks görevleri var diye düşünüyorduk. Siz geçmişte Merkez Bankası’nın görevinin daha “komleks” olduğunu belirtiyorsunuz?
Evet, geçmişte daha kompleks idi. Biliyorsunuz, önceleri 17 Sayılı Karar vardı. Bu, iğneden ipliğe, A’dan Z’ye her şeyi kontrol altına alan, devletin ekonominin dış dünya ile ilişkisini kontrol altına alan bir mekanizma idi. İthalat, ihracat, görünmeyen işlemler gibi her şey, devletin elinden, kontrolünden geçmek durumundaydı. Bunu da devlet adına Merkez Bankası çoğu kez yapıyordu.

Böyle bir görevi yerine getirmek için de Merkez Bankası’nın elemana ihtiyacı vardı. Benim bankaya girdiğim dönemde Merkez Bankası’nın İzmir, İstanbul ve Ankara’da, TL ve kambiyo şubeleri farklıydı. Yani döviz üzerinden yapılan işlemlerle TL ile yapılan işlemler farklı şubelerde gerçekleştiriliyordu. Bizim o dönemde çalışan sayımız 10 bine yakındı.

Şöyle düşünün: İhracat malını dış pazarlara götürecek olan bir TIR şoförü, yurtdışına çıkmak için Merkez Bankası şubesine gelip, pasaportunu gösterip, kırmızı bir damga almak durumundaydı.

Merkez Bankası, böyle bir noktadan bugünkü modern bankacılığa geçti. 17 sayılı karar kalktı. O dönemde elemanlarımızın önemli bir kısmı, tabiri caizse bir gecede işsiz kaldı. Zaman içinde de çeşitli tedbirlerle kalan personelimizi azalttık. 1983-1984 yılındaki 10 bine yakın çalışan sayımız, bugün 4 bin 600-4 bin 700 seviyelerine kadar geriledi. Ama bu sayı, bizim için hala yüksek. Merkez Bankası’nın daha da küçük olması gerekiyor.

*Dünyanın ve Türkiye’nin ekonomik durumu göz önüne alırsak Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı olmak geçmişe göre zor mu?
Her işin bir zorluğu var. Merkez Bankası Başkanlığı’nı neyle kıyaslayarak zordur veya kolaydır diyeceksiniz… Bunu kendisi ile kıyaslayacaksınız. Her işin kendine göre bir zorluğu vardır. Merkez Bankası Başkanlığı her zaman zordur. Yani para bol olduğu zaman da zordur, kıt olduğu dönemde de zordur. Dolayısıyla, Merkez Bankası Başkanlığı kolay bir iş değil.

*Başkan olarak bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz? Hangi aktivitelere zaman ayırıyorsunuz?
Aslında bu söyleyeceklerim bütün yöneticiler için geçerlidir… Biz belli bir program çerçevesinde çalışıyoruz. TC Merkez Bankası olarak bizim, yıl içinde yapmamız gereken, tarihi önceden belirlenmiş birtakım işlemler var. Nedir bunlar?

Uluslararası Ödemeler Bankası’ndaki yıllık toplantılar; bunlar bir yıl öncesinden bilinir. Onun dışında uluslararası diğer kuruluşlarla IMF, Dünya Bankası ile yapılacak olan yıllık toplantılar.

Ayrıca, merkez bankaları arası ilişkiler var. Bir Merkez Bankası Başkanlar Kulübü var. O kulübün, yılda iki kez toplantısı olur. Bütün bunlar önceden bellidir.

Bunun dışında çok konferans talebi geliyor. Sizin gibi röportaj ve televizyona çıkma talepleri geliyor.

Bunların dışında para politikası uygulama açısından önceden planladığımız ve toplum tarafından bilinen birtakım tarihler var. Biliyorsunuz, Para Politikası Kurulu toplantıları her ay yapılır. Onun tarihi de önceden bellidir. Onun öncesinde çeşitli toplantılar olur. Arkasından yılda 2 kez Finansal İstikrar Raporu açıklarız. Yılda 4 kez enflasyon raporu açıklıyoruz. Yani sürekli bir program dahilinde çalışıyoruz.

-Peki sabahtan akşama bir gününüz özetle nasıl geçiyor?
Merkez Bankası Başkanı da herkes gibi sabah işine gelir, önce ekranını açar. Bir gün önce dünyada olduğuna bir bakar ve onları gözünün ucuyla takip eder.

Öbür taraftan elektronik postalarını açar, gelenleri okumaya, incelemeye çalışır. Kendi personeliyle ilgili yapılması gereken haberleşme varsa, onlara bakar. Bu tempo, sabah 9.30’a kadar bu şekilde devam eder.

Saat 9.30-10:00 arasında sıra Merkez Bankası Piyasalar Genel Müdürlüğü ile o günü değerlendirmeye gelir. O toplantıda ne tür programlar yapılacağı, piyasaya bilgi verilip verilmeyeceği gibi konular karara bağlanıyor.

Sonra gün içinde normal işler devam eder. Gün içinde yine ekran karşısında piyasayı takip eder, farklı bir durum varsa ilgililerle temasa geçer. Neden olduğunu onlardan öğrenir. Alınması gereken tedbirler varsa, onlara ne yapılması gerektiğini söyler. Oradan gelen feedback’leri değerlendirir.

Onun dışında gün içinde yapılması gereken toplantılar varsa, Yönetim Komitesi toplanır. İlgili birimlerin problemleri varsa onların genel müdürleri ile bir araya gelir. Bu, bütün gün boyunca bu şekilde devam eder.

*Başkan olmak günlük iş temponuzu nasıl etkiledi?
Bir başkanın temposu haliyle farklı oluyor. Bir birimden sorumluyken, bankanın tamamından sorumlu oluyorsunuz. Ancak, benim iş tempom açısından çok önemli bir değişiklik olduğunu söyleyemem. 

Ben 23 yıl Piyasalar Genel Müdürlüğü’nde çalıştım. 1994 krizini gördük. Döviz darboğazının olduğu yılları yaşadık. 1989’da konvertibiliteye geçişi gördük. 1997-98’de Asya ve Rusya krizlerini, 2000-2001 krizlerini gördük. Dolayısıyla, ben bu dönemlerde hep piyasalardaydım. 23 yıllık Piyasalar Genel Müdürlüğü’mdeki kariyerimde, herhalde toplamda 3 ay evde çocuklarımla birlikte akşam yemeği yememişimdir.

*İş dışınızda bir hobiniz var mı?
Başkan olmadan önce bankanın diğer birimlerinde çalışırken genellikle yıllık iznimi ağustos ayına denk getir ve nerdeyse bir aylık köyüme, annemin yanına giderdim. Tatilimi köyümde geçirirdim. Harmanımı kaldırdıktan sonra da Ankara’ya dönerdim.

*Çok sayıda eleştiri ve öneri alıyorsunuz. Herkesin zaman zaman gözü Merkez Bankası’nda oluyor. Bu durum, sizin üzerinizde bir baskı yaratıyor mu?
Bu çok önemli bir şey. Türkiye’de çok farklı kesimler, bunların farklı beklentileri ve pozisyonları var. Her sektörde değişik sorunlar yaşanıyor.

hedAncak, TC Merkez Bankası, önce kanunla kendisine verilen görevi ön plana koyarak ekonomide optimum seviye ve yönetim ne ise onu ön plana çıkararak kararlar oluşturur. Elbette herkes konuşacak. Konuşmadan olmaz. Eleştiri olmadan ekonomi yürümez. Özellikle böyle dönemlerde bizim “övgü ve aferine ihtiyacımız” yok. Özellikle altı dolu analiz yapan, gerekçelerini ortaya koyan ve bu gerekçelerle alınmasını istediği tedbirlerin, nasıl bir sonuç vereceğini ortaya koyan eleştiriler bizim için son derece önemli. Biz bunları dinliyoruz. Eğer oralardan çıkarmamız gereken bir ders, politikalarımıza enjekte etmemiz gereken bir şeyler varsa, uygulamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla, toplumda farklı kesimlerin, farklı çıkar gruplarının, farklı talepleri ve bunların baskıları olacaktır.

Bunların yanında da Merkez Bankası’na bazı görevler verilmiş. Bu görevleri yerine getirmek için elinde veriler var. O veriler çerçevesinde alması gereken birtakım kararlar var. O kararları önceden kamuoyuna açıklanmış prosedürler çerçevesinde almaya devam ediyor.

*Bu eleştirilerin kökeninde Merkez Bankası ile ilgili yanlış, eksik bilgi sahibi olmak da etkili mi? Merkez Bankası’yla ilgili “En çok yanlış bilinenler” nedir?
Kısa vadeli faizlerle uzun dönemli faizler nasıl çalışır? Faizin üretiminde ne vardır? Mesela, sermayenin verimliliği mi, yoksa riski mi vardır?

Bu aktarım mekanizmasının nasıl çalıştığı konusunda yeterli bilgi sahibi değilseniz, tek taraflı gidebilirsiniz ve önerdiğiniz politikalar da yapılmadığı zaman yanlış yapılıyor diyebilirsiniz. Politikanın tümüne bakmak lazım… Resmin tamamını görmeden ya da MB’sının asli görevi olan fiyat istikrarını ön plana çıkarmadan yapılan eleştiriler çok gerçekçi olmuyor.

Siz de görüyorsunuz; Yazılıyor, çiziliyor, birtakım tavsiyelerde bulunuluyor. Fakat o tavsiyelerin içerisinde “Bu uygulansa enflasyon ne olur” sorusunun cevabı yok. O soru ortaya atılsa ve “Enflasyon şuraya gider ve bu önemli değildir. Bu durumlarda enflasyon göz ardı edilebilir” dense, dikkate alınabilir. Ama enflasyon hesaba kitaba katılmadan öneriler yapılıyor. Enflasyonun ne olacağı konusunda hiç fikir beyan edilmiyor. Bunlar, üzerinde düşünülmesi gereken hususlardır.

*Merkez Bankası’nı görev alanına girmeyen, ilgisi bulunmayan konular nedeniyle de eleştirildiğiniz oluyor mu?
Zaman zaman bu gibi eleştirilerle karşılaşıyoruz. Zaman zaman “Merkez Bankası Kanunu değiştirilsin” deniyor. “Merkez Bankası’na büyüme ve işsizlikle de ilgili görevler verilsin” deniyor. Biz de “Görevleri arasında zaten fiyat istikrarı içinde büyüme ve işsizlik de var” diyoruz. Dolayısıyla, Merkez Bankası, faizle ilgili kararlarını alırken, orta vadede enflasyonun nereye gideceğini ve dolayısıyla burada yatırımcının, karar alıcının iş ve aş üretenlerin kararlarında enflasyonunun ne kadar faktör olduğunu hesaba kitaba katıyoruz. Bizim kararlarımızın içinde büyüme de var, işsizlik de.

Para Politikası Kurulu’nun toplandığı gün, bu insanlar, sihirli bir balkon olsa gelip o balkonun arkasına otursa aşağıda para politikası kurulu üyelerinin neye baktığını, ne tür rakamlarla uğraştığını, hangi ince detaylara kadar indiğini görse böyle eleştiriler yapmaz.

*Para Politikası Kurulunda notları açıklıyorsunuz. Ancak, tutanaklarda neyi, kim söyledi açıklanmıyor? Bunları açıklayacak mısınız?
Bu olmayacak. Tam tutanak 5 yıl sonra açıklanıyor.

*Ancak, açıkladığınız özetler çok katkıda bulunuyor.
Vitrinlere oynamaya kalkarsanız, söylemeniz gerekeni söylemeyebilirsiniz. Orası pek net değil.

*Geçmişten farklı olarak başkan olduktan sonra size en çok ne soruluyor? Sokakta, eş dost arasında sorulan soruların niteliği değişti mi?
23 yıl Piyasalar Genel Müdürlüğü’nde görev yaptım. Bunun önemli bir kısmı da rezerv yönetiminde geçti. Bankalar arası Para Piyasaları Genel Müdürlüğü yaptım. Ödemeler Dengesi Müdürlüğü’nü yürüttüm. İnsanlar kuru sorar, faizi sorar. Biz de diyoruz ki biz bunları bilmiyoruz. Bilseydik, orada çalışmazdık…

*Merkez Bankası, dünyadaki benzerleri arasında nasıl bir yere geldi?
MB’nın kurumsal kimliği son derece güçlü ve gelişmiş. Dolayısıyla, biz kendimizi, diğer ülke merkez bankalarından geride kabul etmiyoruz. Hatta onların çoğundan da ileride olduğumuzu da biliyoruz. Bu da 1990’lı yıllarda yapılan para programı ve ondan önceki yönetimlerin personelin eğitimiyle ilgili aldığı kararlar, uygulamalar ve onun devamı bizi buralara getirmiştir. Önümüzdeki dönemde alacağımız bir hayli yol var.

-Peki “Alacağınız yol” neleri kapsıyor?
Yol haritasını da şöyle söyleyebilirim: Merkez Bankası’nın asli işleriyle, destek hizmetlerini ayırmak lazım. Destek hizmetlerinin dışarıdan alımı gündeme gelebilir. Ama onun dışında asli fonksiyonlarıyla ilgili olarak bankacılık, araştırma, inceleme, para politikasının oluşumuna katkı sağlayan birimlerin giderek güçlenmesi, oradaki eğitimli personel sayısının artırılması, altyapılarının güçlendirilmesi, bilgi toplama ve bu bilginin işlenmesiyle ilgili gerekli yapının oluşturulması önümüzdeki dönemde atılması gereken en önemli adımlardır.

Bizden önceki yönetim, bir temel oluşturmuş, biz de o temelin üzerinde inşa etmeye ve o temeli daha da ileri götürmeye gayret ediyoruz. Özetle Merkez Bankası’nın son derece güçlü bir merkez bankası olduğunu söyleyebilirim.

*Geleceğin merkez bankasıyla ilgili kafanızda oluşan bir yapı var mı?
Araştırma biriminin daha da güçlendirilmesi, istatistik, Piyasalar Genel Müdürlüğü elemanlarının çok daha eğitimli ve donanımlı bir hale gelmesi ve toplam personel sayısının azaltılması. Yani hareket kabiliyeti fazla, vurucu güce sahip, oyuncu sayısı az, ancak etkin olacak.

“Türkiye’nin Önü Açık”

Geleceğe Bakış
Dünya, 1. Dünya Harbi’nde yıkıldı. İkinci Dünya Harbi’nde de yıkıldı. Fakat o yıkımın üzerinden bugünkü bulunduğumuz noktaya geldik. Dolayısıyla, bugünkü yıkımın içinden de çıkacağız. Bunu yapmak durumundayız. Ben orta ve uzun vadede Türkiye’nin önünün açık olduğunu düşünüyorum.

Rezerv Yönetimi
Güçlü rezerv yönetimiyle ilgili birikim var. O birikim, bizi ayakta tutuyor. Biz de bu birikimle geceli gündüzlü riskleri göz ardı etmeden hareket ediyoruz. Merkez Bankası, rezerv yönetiminde önce güveni esas almak durumunda. Kanun bize bunu emrediyor. İkincisi lazım olduğunda hemen elini uzatabileceğin kadar likit olacaksın, üçüncüsü ise getiri. Ancak bu en son dikkate alınacak bir konu.

“Merkez Bankası Fabrika Gibidir”

*Merkez Bankası’nın bize yansımayan yönleri var mı?

Her Şeyi Yansıtırız
Eğer Merkez Bankası’nın size yansımayan tarafı varsa, o zaman orada bir problem var demektir. Para politikası uygulamaları açısından ne oluyorsa, biz onu yansıtmak durumundayız. Çünkü, para politikasının bugün en önemli amacı beklenti yönetmektir. Beklentiyi olumlu yönde yönetebilmek için de mümkün olduğu kadar katılımcı olması lazım. Katılımcı derken, insanları ilgilendirerek Merkez Bankası politikaları hakkında fikir sahibi olmalarını sağlamak ve ona göre de yaptıklarını açık ve net bir şekilde açıklamak durumundasınız. Genel açıklama çerçevesinde, Merkez Bankası’nın içeride yapıp da sizin bilmediğiniz çok fazla bir şey yok.

Sürekli Para İşleriz
Onun dışında şunun farkında olmayabilirsiniz. Merkez Bankası, fabrika gibi bir yer. Şu anda 32-33 milyar TL banknot piyasada dolanıyor. Hafta sonları veya tatillerde artış olur. O tonlarca kağıt para, Merkez Bankası’na girer çıkar, girer çıkar. Dolayısıyla Merkez Bankası bu paranın temizliğinden, farklı olup olmadığından sorumludur. İçerde kimse farkında değildir, ama aynen bir tekstil fabrikası gibi, bir demir döküm atölyesi gibidir. Sürekli biz bu parayı işleriz. Toplum bu tarafını çok fazla görmüyor.

Başkandan İş Dünyasına 6 Önemli Mesaj

1- Enflasyon Ne Olur?
Veriler, iktisadi faaliyetteki yavaşlamanın giderek derinleştiğine işaret ediyor. İç ve dış talep ile enflasyon üzerindeki aşağı yönlü baskıların süreceği düşünülmektedir. Ayrıca petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki birikimli düşüşler, enflasyonu olumlu etkiliyor. Bu doğrultuda, enflasyonun 2009 ortalarından itibaren yıl sonu hedefi ile uyumlu düzeylere ineceğinin beklenmesi ve yıl sonunda ise enflasyonun hedefin altında kalma ihtimalinin daha da belirginleşmesi sonucunda faiz oranlarında 200 baz puanlık bir indirim kararı aldık. Önümüzdeki aylarda yapılması öngörülen faiz indirimlerinin önemli bir kısmını, erkene almanın finansal koşullardaki ek sıkılaşmanın telafi edilmesine katkıda bulunacağını düşünüyoruz.

2- “Yüksek Faiz Düşük Kur”a Devam mı?
TCMB’nın, “yüksek faiz, düşük kur” olarak özetlenen, döviz kurunun düşürmek için faiz oranlarının yüksek tutulması gibi bir uygulaması yoktu, olamamıştır. Uygulanan para politikası, fiyat istikrarının sağlanması için gerekli olan faiz politikasıdır.

Dolayısıyla, Merkez Bankası, faiz karalarını enflasyonun bugünkü seviyesine göre değil, izleyeceği seyre göre almaktadır. Bundan önce olduğu gibi bundan sonra da MB, enflasyon öngörülerinin, enflasyon hedefleri ile uyumlu olmadığı değerlendirmesi yaptığı taktirde gerekli gördüğü para politikası enstrümanlarını kararlı bir şekilde kullanmaya devam edecektir.

3-Doların Eğemenliği Bitiyor mu?
Bir taraftan likidite artıyor, ama öbür taraftan da dolar güçleniyor. Faiz oranı sıfıra düştü. Sermaye akımları ortaya çıkan durumla birlikte yön değiştirdi. Sermaye, ABD ve gelişmiş ülkelere geri dönüyor. Şimdi bu kaliteye dönüş, güvenli limana dönüş mü? Yoksa kaldıraç oranlarının düşürülmesi olayı mı? Bu tartışılan bir konu ve bu konu da net bir cevap da yok. Benim şahsi görüşüm, iki faktör birden rol oynuyor. Bir taraftan bütün bu olan bitene ve getiri oranlarının çok düşük olmasına rağmen hala Amerikan hazine kağıdı piyasası, en güvenli alan olarak görünüyor ve ülkeler rezervlerini buralarda değerlendirmeyi düşünüyor. Amerikan Hazinesi’nin, kısa vadede neredeyse sıfır faizle kendini finanse etme yeteneği var. Ama öbür taraftan da şu var. Kaldıraçların azaltılması açısından baktığımızda bu da rol oynuyor. Bu ülkelerden bizim gibi ülkelerde gelmiş olan fonların yatırımları, bizim ülkemizde bir sorunla karşılaşmıyor. Fakat kendi ülkelerinde bu fonları ,getirenler zarar ve sıkıntıyla karşılaştıkları için burada iyi işleyen yatırımları bulup kendi ülkelerine geri dönmek durumunda. Bu etkenler nedeniyle dolar güçleniyor.

4- Krizden Çıkış Ne Zaman?
Bir kere dibin nerede olduğunu, dönüşün nerede başlayacağını sorusunun cevabı şu: Bankaların yapılandırmalarının bitmesi lazım. Daha henüz bunun ortasındayız. Bankalar yeniden yapılandırılıp, sermayeleri oluşturulup, kötü aktifleri ayıkladıklarını görmeliyiz. Şu anda birtakım bozukluklar var. Kredi piyasası tam çalışmıyor. Bunun çalışabilir hale gelmesi de kredi ve tüketim talebinin tekrar yavaş yavaş canlanması gerekiyor. Dolayısıyla burada takip edilecek en önemli gösterge Amerika’da konut fiyatlarındaki düşüşlerin durması, fiyatların biraz artmaya başladığını görmemiz gerekiyor. O zaman dönüş başladı diyebiliriz.

5- Enflasyonda Revizyon Var mı?
Merkez bankaları sık sık enflasyon hedefini revize etmez, etmemeleri de gerekir. Çünkü bu sosyal kontrattır. MB, sık sık hedef değiştirirse kimse buna inanmaz ve başarılı da olamaz. Dolayısıyla MB’nin enflasyon hedefini revize etmesini gerektirecek bir durum söz konusu değil ve olmamalıdır. Türkiye’de, hala döviz kurlarındaki gelişmelerden ekonomik aktivitelere, oradan da fiyatlara önemli bir geçişgenlik söz konusu. Bu dönemde TL, yüzde 40’a yakın değer kaybetti. Ancak bugünkü yurtiçi ve yurtdışı talep koşulları güçlü olmadığı için kurlardan fiyatlara geçişkenliğin o kadar güçlü olmayacağını düşünüyoruz. Bu yapının yaz aylarında bizi hedef enflasyona yaklaştıracağını, hatta bir olasılık altına gelebileceğini söylüyoruz. Ama çok dikkatli olmalıyız.

6- Reel Sektörün Borcu Ne Olacak?
Reel sektörün borç dolarizasyon oranı, son dönemde azalma eğilimine girmiştir. Borç dolarizasyonunun dış pazarlara yönelik üretim yapan firmalar ile büyük ölçekli firmalar arasında daha yüksek, iç pazara üretim yapan firmalar ile küçük ölçekli firmalar arasında daha düşük olması reel sektörün karşılaşabileceği kur riskini sınırlanmaktadır. Ayrıca reel sektörün borçlarının önemli bir kısmının uzun vadeli (2011 ve sonrası toplam borç 49,3 milyar dolar) olması ve banka dışı özel kesimin uzun vadeli yurtdışı kredilerini yenileme oranının, tarihsel olarak yüzde 100’ün üzerinde seyretmesi reel sektörün vadesi gelen borçlarını çevirebileceğine işaret etmektedir. Ancak küresel kriz nedeniyle yurtdışı kredi imkanlarının önemli ölçüde daraldığı göz önünde bulundurulmalıdır. Reel sektörün yabancı para cinsinden açık pozisyonunun bankacılık sektörü için dolaylı kredi riski oluşturduğu unutulmamalıdır.

Rauf Ateş
[email protected]

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz