Büyüme Dönemine Sorunsuz Giriyoruz

Süreyya Serdengeçti / Merkez Bankası Başkanı Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, son yılların en zor döneminde görev üstlendi. Yaklaşık 7 ayı soluk soluğa yaşadı. Şimdi uykusuz geceler, z...

1.01.2002 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Süreyya Serdengeçti / Merkez Bankası Başkanı

Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti, son yılların en zor döneminde görev üstlendi. Yaklaşık 7 ayı soluk soluğa yaşadı. Şimdi uykusuz geceler, zor günler geride kaldı. Daha umutlu konuşuyor. Yapısal önlemler ve doğru politikalarla, Türkiye’nin 2002’ye güvenle girdiğini söylüyor. Programın harfiyen uygulanması halinde, hiçbir sorunun yaşanmayacağına dikkat çekiyor. “İkinci çeyrekten itibaren bu büyüme sürecinin başlayacağını tahmin ediyoruz. 2002 yılında yine pozitif büyüme bekliyoruz” diyor. Bu özel söyleşide, 2001 yılında yapılanları analiz ederken, eleştirileri yanıtlayıp, geleceğe yönelik tablo da çizdi.

Dönemin eski Merkez Bankalı bir üst düzey bankacısı, Capital'in 1998 Ekim kapağında yer alan Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Süreyya Serdengeçti için, ``Türkiye'nin Greenspan'ı'' yakıştırmasını yapmıştı.

Gerçekten de, Serdengeçti, 2001 Şubat'ı sonundaki anayasaya kitabı fırlatma krizinden sonra Merkez Bankası Başkanlığı’na atandığında, piyasalar durumdan çok memnun kalmışlardı. Çok zor bir döneme, Türkiye'de efsane olarak görülen bir Merkez Bankası Başkanı'nın yönetiminde gireceklerdi.

Ancak aylar geçip, Kemal Derviş'in programı bekleneni veremeyince, özellikle bankacı ve makro ekonomistler arasında parmaklar, dalgalı kur rejimini ve bunun Türkiye'deki teknokratı Süreyya Serdengeçti'yi göstermeye başladılar.

Belki biraz da işlerin istediği düzene girmemesinden dolayı, Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti Capital'in aylardır devam eden görüşme isteğini bu tarihe kadar erteledi. Nihayet Ramazan Bayramı'nın son günü, Ankara'da bütün devlet daireleri tatilken, Capital ile iki saatlik uzun bir görüşme yaptı. Ayrıntılı olarak 2001 yılında neyi niçin yaptıklarını açıkladı, eleştirileri yanıtladı ve geleceğe yönelik biraz da hatlarını bilerek keskinleştirmediği bir tablo çizdi.

Serdengeçti Capital'e konuşurken, belli belirsiz heyecanlandığı ender anlardan birinde, geçirdiği dönemle ilgili olarak ``Herkes karşınızda olsa, yapayalnız kalsanız bile, siz dürüst davranmaya, dürüst konuşmaya devam edeceksiniz'' diyecekti.

Eleştiriler  Kemal Derviş'in, enflasyonla mücadeleye devam etmenin yanısıra, yazdan itibaren büyümeye geçişi öngören Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nı eleştirenler başlıca iki noktada alternatif öneri getirdiler. Bunlardan ilki direkt olarak Merkez Bankası ile ilgiliydi: ``Dalgalı kur ekonomiye çok zarar veriyor. Merkez Bankası kura daha çok müdahale etmeli, hatta sabit kur tarzı bir uygulamaya geri dönmeli''.

Eski Merkez Bankalı ve Hürriyet'in etkili köşe yazarı Ercan Kumcu, Capital, Serdengeçti ile görüştükten sonra köşesinde çıkan yazısında ``Dünyada hiçbir ülke yıllardır yaşadığı yüksek enflasyonu dalgalı kur rejimi altında tek haneli rakamlara indirememiştir'' diyordu.

Oysa Süreyya Serdengeçti, işin başından beri dalgalı kur rejiminde Merkez Bankası'nın bir kur hedefi olmadığını, aşırı spekülasyon halleri hariç, kura müdahale etmeyeceğini açıklamıştı.


Bu aşırı spekülasyonla ilgili bir örnek olay, doların 100 bin lira değer kazandığı 4 Ekim günü, çok uluslu HSBC'de çalışan Levent Üstay'ın, kendisi gibi yabancı kökenli bankalarda çalışan bazı bankacıların manipülasyon yaparak dövizi kendi çıkarları ve Türkiye'nin aleyhine aşırı değerlendirdiğini bir e-mail aracılığıyla ifade ettiğinde ortaya çıkmıştı. Üstay, sonradan aşırıya gittiğini kabul ettiği bir ifadeyle, Merkez Bankası'nın buna ``trene bakar'' gibi baktığını yazmıştı. Serdengeçti'nin bu konulardaki görüşlerini söyleşide bulacaksınız.

Büyümeye nasıl geçilecek? 

Alternatif yol önerenlerin ikinci noktası ekonomide süregelen daralma ile ilgiliydi. Bu kesime göre, ekonomik krizden çıkışı sağlamak için bir taraftan devletin genişleyici politikalar uygulaması, yani harcama yapması ve böylelikle ekonomiyi canlandırması, diğer taraftan da zora düşen özel sektöre yardım etmesi gerekiyordu. 

Serdengeçti, hükümetin belirtemediği kesinlikle, enflasyonla mücadelenin büyümeden daha öncelikli olduğunu söylüyor. Türkiye'nin ekonomik krizden çıkıp büyümeye, 2002'nin ikinci çeyreğinden itibaren geçeceğini ifade ediyor. Serdengeçti'ye göre, bu büyüme bankacılık sektörünün sağlıklı bir yapıya kavuşması ve yeniden özel sektöre uygun şartlarda kredi verebilmesiyle başlayacak.

Serdengeçti’nin Capital’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle oldu:

2001'in bir değerlendirmesini yaptığınızda en önemli hususlar nelerdir?

Kriz sonrası ve krizin sonucu olarak Merkez bankası açısından üç önemli husus vardır: Bir, kur rejimi değişti, dalgalı kur rejimine girdik. İki, Merkez Bankası yasasında birtakım değişiklikler yapıldı, özerk bir Merkez Bankası'na ulaştık. Üç, bankacılık sisteminin sağlığının önemidir. 

Kasım-Aralık krizi ile Şubat sonu krizlerinden gerekli dersler çıkarıldı mı?

Eylül 2001 ayından itibaren yapısal reformlardaki aksamaların ekonomideki bekleyişleri olumsuza doğru değiştirmesi ile kriz sürecine girdik. Bunun yanı sıra, bankacılık sistemini reforme etmeyi ihmal etmiş olmamız, ki bu son 10 yılın ihmalidir,  krizin başlıca nedenleri olmuştur.

Programın en başından itibaren bir ek finansal kolaylığın olmaması, ayrıca para kurulu benzeri para politikasının likidite ve kısa vadeli faizler konusunda esneklik tanımaması sorun olarak karşımıza çıkmıştır.

Teknik bazda biraz daha esnek olunmuş olsaydı, özellikle ilk kriz atlatılabilir miydi?

Bir önceki programda para politikasının başlıca özelliği, para kurulu benzeri olmasıydı. Para kurulunun temel özelliği ise herhangi bir nedenle dahile açılan kredileri artıracak şekilde fazladan likidite verilmesinin söz konusu olmamasıydı. Bütün likidite döviz karşılığı veriliyordu.

Dolayısıyla, yerli paraya karşı bir atak meydana gelirse, ki geçen krizde olan bu, fazladan bir para verilmesi söz konusu değil. Şimdi ilginç olan, Merkez Bankası bu kurala rağmen, özellikle Aralık ayında çok fazla likidite vermiş ve bir anlamda para politikasını kendisi bozmuştur. Ve bu bir işe yaramamıştır. Yapısal reformlarda aksama sonucu bekleyişler bir kere olumsuz yöne doğru değişince, likiditeyi artırarak veya ikinci krizde görüldüğü gibi kısarak bir sonuç almak mümkün değildir. 

Siz o dönemde yurtdışındaydınız...

İki gün yoktum. Çok önemli değil. 

Burada olmuş olsaydınız bir şey değişmez miydi?

Hayır sonuçta hiçbir şey değişmezdi. Merkez Bankası bir kurumdur. O koşullar altında yapabileceğini yapmıştır. Tabii ki yapamayacağı şeyler de vardır. Bunların iyi anlaşılması gerekir. Likidite verilsin veya verilmesin, bekleyişler birdenbire olumsuza döner ve insanlar kur taahhüdüne güvenlerini kaybederlerse, bunu sürdürmek mümkün değil.  Bunu özellikle ikinci krizde gördük.

Ders nedir?

Bütün bu krizlerde, temel olarak verilmesi gereken bir karar vardır: Yerli paraya karşı bir atak meydana gelir, bu durumda Merkez Bankası'nın önünde iki seçenek vardır: Ya likiditeyi verecek ve bütün rezervlerini eritecek, bu şekilde sonu olmayan bir biçimde kuru savunacak. Ya da likiditeyi vermeyecek, bu şekilde rezervlerini ve kuru savunacak.

Eğer programı aksatarak bekleyişleri olumsuza çevirmiş iseniz, sabit ya da öngörülebilir kur rejimlerinde yerli paraya karşı eninde sonunda atak olur ve likidite vererek veya vermeyerek gidişi değiştiremezsiniz. 

Mayıs'ta çıkan programla beraber her şey düzeldi mi?

Hayır, düzelmedi. Bir takım sorunlar yaşandı. Dolayısıyla, döviz kuru da bunlardan etkilendi. Birincisi, ekonomide bir çapa sorunu ortaya çıktı. Bir önceki programda kur, çapa hizmeti görüyordu. Yeni dönemde artık kurun çapa hizmeti görmesi mümkün değildi. Çünkü, bir önceki programın kur taahhüdüne güven kalmamıştı ve yerine hemen sonra yeni bir kur taahhüdü koymak mümkün değildi. Böyle bir seçenek dünyada da görülmemiştir.

Çapa olabilecek parasal büyüklüklere baktığımız zaman, onlarla da enflasyon arasında çok sağlam bir ilişki kurmak mümkün değil maalesef. Geriye enflasyon çapası kalıyor. Ancak enflasyon hedeflemesi rejimine ileride geçilebilecek, önkoşulları sağlanmış değil. Çapa sorunu halen de sorundur. İkinci sorun dalgalı kur rejimine alışma sorunuydu.

Dalgalı kurdaki gidişle ilgili Merkez Bankası çok eleştirildi. Bu dalgalanma dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Son 4 yılda hiçbir gelişen piyasa ekonomisinde dalgalı kur rejimine geçiş kolay olmamış. Beklenmedik bir anda geçilmek zorunda kalınmış. Dolayısı ile uyum sorunu var. Ayrıca, Türkiye'de dalgalı kurun geçmişinin olmaması da önemli rol oynadı. Öyle olunca bankalar olsun, şirketler olsun nasıl davranacaklarını bilemiyorlar. Üstelik, Merkez Bankası'nın nasıl davranacağını kestiremiyorlar. Bu bir.

İkinci alışamadıkları şey, geçmişte bir neden olarak ortaya çıkan kurun, şimdi bir sonuç olarak ortaya çıkması. Geçmişte bir politika aracı, şimdi ise politikaların bir sonucu olarak oluşuyor. Bu da yeni bir olgu. Ama en önemlisi, hem bankacılık, hem de şirketler kesiminin dövizde ciddi bir açık pozisyonu olması idi.

Merkez Bankası ne yaptı?

``Efendim çok söylendi, 20 milyon dolar satsaydı kuru dengelerdi''. Merkez Bankası, 5 ayda, 7 milyar dolar sattı. Niye sattı? Şöyle düşündü. Eğer bankalar açık pozisyonlarını kapatamazlarsa, dalgalı kur rejimi içinde kur istikrarını sağlamak mümkün değil. Oysa ileride geçilecek enflasyon hedeflemesinin ön şartlarından bir tanesi, dalgalı kur rejiminde kur istikrarı. Kaldı ki, IMF parasının Hazine tarafından kullanılması sürecinde ortaya çıkan fazla likiditenin de sterilize edilmesi gerekiyordu. Üstüne Hazine de dövize endeksli ya da döviz cinsinden bonolar, tahviller ihraç etti, borç takası yapıldı ve bu şekilde bankacılık kesiminin dövizdeki açık pozisyon sorunu büyük ölçüde giderildi.

Şimdi bir başka sorun, iç borç sürdürülebilirliğine ilişkin kuşkulardı. Bunlar bütün piyasaları, o arada döviz piyasalarını da etkiliyordu. Özellikle Mayıs ile Temmuz arasında yapısal reformlar konusunda tekrar bir takım endişelerin ortaya çıkması, bekleyişleri olumsuz yönde etkiledi.
Borçların sürdürülebilirliğine Mayıs ayında inanılırken, Haziran ve Temmuz aylarında inanılmamaya başlandı. Bu da bizim karşımıza büyük bir sorun olarak çıktı. Bu süreçte kısa vadeli faizlerin de etkin kullanımında yine sorunlarla karşılaşıldı.

Buradan şu sonuç çıkıyor: Bir ekonomide bekleyişlerin rolü çok önemlidir. Bunu ortaya koymak için bütün özellikleri aynı olan iki ekonomi ele alırsanız. Birinde bekleyişler olumlu, diğerinde bekleyişler olumsuz... Bekleyişlerin olumsuz olduğu ülkede, yerli para mutlaka daha değersiz, faizler olması gerekenin mutlaka daha üzerinde, büyük ihtimalle enflasyon da hedeflenenin ya da tahmin edilenin üstünde gerçekleşecektir. Bizim Mayıs sonundan Temmuz ortasına kadar aşağı yukarı yaşadığımız olay budur.

Dalgalı kura alışma süreci nasıl oluştu?

Yaz aylarında şöyle bir durum ile karşı karşıya kaldık; Biz döviz satıyoruz, ne yaptığımızı da biliyoruz,  ama biz ne kadar satarsak satalım yine de açık pozisyonları kapanmadığı sürece bankalar az satılmasından şikayetçiler, gayet de haklılar. Çünkü, bütün kur riski üzerlerinde. Açık pozisyonlar büyük ölçüde kapanınca, bir politika değişikliği ve açıklama yapmaya karar verdik:


Dedik ki, bugüne kadar sattık, bundan sonra sterilizasyon amacı dışında artık pek satmayacağız. Çünkü, biz yoğun döviz sattığımız sürece Türkiye'de hiç kimse kurun denge değerini bulduğuna inanmayacak.

Çok enteresandır, ben bu konuşmayı yaptıktan sonra, kur volatilitesi, Merkez Bankası döviz satmadığı halde, azaldı, kur çok daha istikrar kazandı. Ve Ağustos ayından 11 Eylül'e kadar gelen dönemde bu şekilde seyretti. 

Daha sonra ne oldu?

Kurun belli bir istikrar kazandığı görülünce, ``Efendim bize dalgalı kur rejimi olmuyor, öngörülebilir kur lazım'' gibi, bana göre son derece yanlış olan düşünceler daha az dile getirilir oldu. Çünkü, daha önce de dediğim gibi, bir kur taahhüdüne güven yoksa, hemen yerine yeni bir kur taahhüdü koymak mümkün değildir. Ama 11 Eylül'den sonra bekleyişlerin olumsuza dönmesiyle yeniden sıkıntılarla karşılaşıldı, yerli paranın yine değer kaybettiğini gördük.

Ama Ekim ve Kasım aylarına baktığınızda görüyorsunuz ki,  Merkez Bankası'nın müdahalesi yok. TL değer kaybederken döviz satmıyor, kazanırken de döviz almıyor. Buna rağmen  istikrar yeniden gelmeye başladı. Bunda tabii bir program ilan edilecek olmasının bekleyişleri olumlu yönde etkilediği de kesin.

Döviz kurlarıyla ilgili piyasada spekülasyon olduğu zaman Merkez Bankası müdahale de eder demiştiniz. Aynı dönemde 20 milyon dolarlık bir müdahale olsa, kur belli bir istikrara kavuşur gibi eleştiriler vardı. Sizin spekülasyon tanımınız tam olarak neydi?

Herhangi bir merkez bankası, döviz kurlarında aşırı bir oynama, aşırı bir spekülasyon görürse müdahale edebilir. Bizim de söylediğimiz bu. Aşırı nedir, tabii ki bu tamamen sübjektif bir değerlendirme. Muhtelif merkez bankaları değişik zamanlarda bunu tamamen farklı değerlendireceklerdir.

Bu dönemde, dalgalı kur rejimine uyum sorunu yaşayan bazı kişiler ya da kurumlardan çok tepki aldığımızı düşünüyorum. Bir ara yerli, yabancı banka ayrımı yapıldı. Bize göre son derece yanlıştı.  

Yani HSBC'nin yöneticisi Levent Üstay'ın o çıkışını doğru bulmuyorsunuz?

Biz o dönemde bir basın duyurusu yaptık. Tekrar edeyim, iyi oyuncu ya da kötü oyuncu, uyum sağlamış ya da henüz sağlayamamış oyuncu vardır.

Sizin kura müdahale konusunda spekülasyon tanımınız nedir? Merkez Bankası'nin müdahalesini gerektirecek kriterler nelerdir?

Şimdi böyle bir şeyi açıkladığınız zaman, mesele yüzde şu kadar oynarsa ben müdahale ederim, alım ya da satış yönünde, o takdirde bant koymuş olursunuz. Oysa kur politikamızda şu anda bir bant uygulaması yok. Dolayısıyla var veya yok, bunun açıklanması da söz konusu değil.

Mart tarihinden itibaren, faizleri sürekli düşürdünüz. Temmuzda ise 3 puan arttırıldı. Düşüş ve yükseliş için ``merkez bankası'nin para politikası zigzaglı'' diye eleştiriliyor. Şimdi yeni bir faiz indirimi bekleniyor. Bu yönde sürekli baskı yapacak açıklamalar yapılıyor...

Bu sorunuz bana kısa vadeli faizler konusunu değerlendirmek imkanı veriyor. Bu çok önemli bir konu ve ileride de oldukça önemli olacak. Bütün sorun Merkez Bankası'nın kısa vadeli faizleri ne amaçla kullandığının, üstelik  her kısa vadeli faiz hareketini bir duyuruyla açıklamasına rağmen, kamuoyu tarafından iyi anlaşılamaması. Bu sadece genelde kamuoyunda değil, anladığım kadarıyla bu konuları bilmesi gerekenler nezdinde de bir problem. Oysa bağımsız ve şeffaf merkez bankası için çok önemli bu duyurular.

Para politikanız hakikaten zigzaglı mı?

Not edilmesi gereken ilk nokta, giderek enflasyona yönelen bir merkez bankası var. Bir kere bunun çok iyi anlaşılması lazım. Madem giderek enflasyona yöneliyor Merkez Bankası, o zaman  neye bakarak kısa vadeli faizleri ayarlıyor bunu çok iyi tespit etmek lazım.

Geçmiş değil, gelecekteki enflasyonu değerlendirmeye çalışarak belirliyor bir kere. Bunun da iyi anlaşılması lazım. Bunun için de işgücü piyasalarına, ekonomideki toplam arz ve talebe, döviz kurunun hareketine, çünkü enflasyonla arasında hala kuvvetli bir etkileşim var, ödemeler dengesindeki gelişmelere, kamu maliyesindeki gelişmelere, özellikle kamu kesimi fiyatlarına ve yine çok önemli, dünya ekonomilerinde neyin olup bittiğine de çok iyi bakıyor. En son olarak da parasal büyüklüklerdeki gelişmelere ve enflasyonist beklentilere bakarak bir takım kararlar veriyor. Bu şekilde Temmuz ayında bir yükseltme söz konusu oldu.

Ne olmuştu Temmuz ayında?


O sırada TL aşırı değersiz seyretmişti. Bekleyişleri olumsuz yönde etkileyen yapısal reformlardaki aksamalardan dolayı, bu yüzden Merkez Bankası faizleri arttırmak gereği duydu ve bunu da nedenleri ile açıkladı. Ama 11 Eylül'e kadar hem kurda istikrarın sağlanması, hem de bekleyişlerin olumluya dönmesi sürecinde Merkez Bankası yine açıklamalar yaparak faizleri düşürme imkanına kavuştu. Düşme bana göre devam edebilirdi. Gayet olumluydu gelişmeler. Ama 11 Eylül süreci bunu engelledi.

Faizle ilgili olarak gelecekte ne olacak?

Yine bir yanlış anlaşılmayı mutlaka bertaraf etmemiz gerekiyor. "Efendim, devlet iç borçlanma senetlerinin faizleri çok düştü, artık Merkez Bankası'nın da kısa vadeli faizleri düşürmesi lazım".


Hayır, öyle bir şey yok. Bu tamamen eskiden kalma bir alışkanlıktır. Belli dönemlerde Merkez Bankası'ndan kendilerini fonlayarak bono ya da tahvil satın alan bankaların bu yönde alışkanlıkları vardır. Oysa demin dediğim gibi, kısa vadeli faizler artık enflasyona yönelecektir. Üstelik geçmişteki gerçekleşen enflasyona değil, gelecekteki beklenen enflasyona yönelecektir. Kısa vadeli faizler enflasyon üzerinde etkili olduğu ölçüde, Hazine'nin uzun vadeli borçlanması üzerinde enflasyon riskinden kaynaklanan reel faiz yükü azaltılabilecektir.

11 Eylül sonrası dönem sizin işinizi nasıl etkiledi?

Bu dönem bekleyişleri süratle olumsuza çevirdi. Bu bizim yaptığımız anketlerin verilerinden çok iyi anlaşılıyordu. Tabii yine yerli paranın bir süre aşırı değer kaybetmesine, Hazine faizlerinin yüksek seyretmesine yol açtı. Ama Ekim'den itibaren bekleyişler demin söylediğim gibi tekrar olumlu hale geldi.

Burada Türkiye'nin Amerika'nın yanında yer almasının herhangi bir etkisini hissettiniz mi?

Bu şekilde değerlendirme yapmak istemem. Siyasal bir konudur. Bu tür siyasal gelişmelerin bekleyişler üzerinde ne tür olumlu veya olumsuz etkileri oluyorsa, biz o çerçevede ele alırız.

2001'de uygulanan para politikası 2002'de nasıl bir değişim gösterecek? 2002'de sıkı para politikası izlenecek diyebilir miyiz?

Mayıs ayından itibaren, daha evvel çok yükselmiş olan enflasyonu kontrol altına almaya yönelik bir para politikası uyguladık ve para tabanı başlıca bir çapa olarak kullanıldı. Dolayısıyla, politika pasife dayalıydı. Böyle de sürdürülmeye devam edecektir. Aktife dayalı olarak yaptığımız ve aktifin kompozisyonunu önemli ölçüde değiştiren operasyonlar ise, bir kamu bankaları, iki IMF'den gelen paranın Hazine'ye kullandırılmasını içeren Hazine operasyonları ile ilgiliydi.

2002'ye baktığımız zaman, para politikasının çerçevesi nedir?

Kamu kesiminin yeniden yapılanması çok önemlidir ve mutlaka sürecektir. Bu bizim için çok önemli. Yüzde 6.5'luk faiz dışı fazla bize göre çok önemli. Yine bize göre bu programın içindeki dış finansal destek önemli unsurlarından biri. Nihayet bankacılık sisteminin son 8 ayda son derece hızlı olarak sürdürülen reformlarının devam etmesi çok önemli. Çünkü, bu geçmişteki krizin başlıca nedeniydi. Bu çerçevede fiyat istikrarına yönelecek bir para politikası uygulanacak diyebiliriz.

Nasıl bir ortamdayız böyle bir politika uygulamak için?

Bir defa iç borcun sürdürülebileceği tekrar piyasalar tarafından anlaşıldı. Bankacılık sisteminde iyi-kötü banka ayrımının ortadan kalkacağı bir noktaya doğru geliyoruz yapılan reformlarla.  Tersine dolarizasyon süreci başladı. Ve nihayet bekleyişler olumluya doğru gidiyor.

Para politikasının temel unsurları bu çerçeve ve ortamda nelerdir o zaman?  

Bir, parasal taban -ki önceden gösterge niteliğinde bir değerdi- şimdi performans kriterine dönüşecek, enflasyon hedeflemesine geçene kadar, bütün mahsurlarına rağmen, çapa olarak bunu esas alacağız.

İki, enflasyon hedeflemesine geçmeyi beklemeden, kısa vadeli faizleri enflasyona yönelik olarak ciddi biçimde kullanacağız. Üç, dalgalı kur rejimi veri koşul olmaya devam ediyor. Bu rejim aynen devam edecek ve daha iyi işlemesi için gerekli bir takım tedbirler alacağız. Vadeli işlemler piyasaları ve KİT'lerin döviz işlemleri ile ilgili.

Bu tedbirler biraz gecikti değil mi?

Bir takım sorunlar var tabii. Dalgalı kur rejimine beklenmedik anda geçilmesinin getirdiği bir takım sorunlar var. Ama çalışmalar yapılıyor. Dalgalı kur rejiminde kur istikrarını sağlamak için, vadeli para ve döviz piyasalarının daha iyi işlemesi şart. Bu yapılacak. KİT'lerin döviz piyasalarındaki davranışlarının daha sağlıklı yapıya kavuşması lazım. Bunlarla ilgili çalışmalar da yapılacak.

IMF ile yapılacak stand-by enflasyon hedeflemesiyle ilgili bir takvim değişikliğine yolaçacak mı?

Enflasyon hedeflemesi bir para politikası türü. Bu para politikası türü fiyat istikrarına yönelik merkez bankası taahhüdünü en güçlü bir şekilde içeriyor, aynı zamanda merkez bankasına esneklik sağlayan bir para politikası olarak görülüyor.

Bu politika ile beraber güçlü bir çapa ortaya çıkıyor. Bu bakımdan enflasyon hedeflemesi çok önemli ve biz buna geçmek istiyoruz.

Nasıl işliyor?


Enflasyon hedefleniyor, onun haricinde parasal büyüklükler, döviz kurları, faizler olsun bunlarla ilgili tamamen esneklik var. Yalnız enflasyon hedeflemesi rejiminin bir takım önkoşulları var. Bir defa bankacılık sektörünün rehabilitasyonunun sağlanması lazım. Hazine'nin borç piyasalarına olan hakimiyetinin ya da iç borç sürdürülebilirliği sorununun ortadan kalkması lazım. Kurla enflasyon arasındaki çok kuvvetli ilişkinin zayıflaması lazım. Bunu zaman içinde göreceğiz. Ve nihayet döviz kurunun dalgalı kur rejiminde istikrara kavuşması lazım. Biz başından beri kurda istikrarı istediğimizi ama bunun mümkün olduğu kadar az merkez bankası müdahalesiyle piyasalarda oluşmasının en sağlıklı gelişme olacağını söyledik. Bu da çok önemli.

Ne kadar mesafe alındı bu önkoşullarda?

Bu önkoşullarda epey mesafe alındı. Ama buna rağmen erteleme gereği oldu. Birinci neden, enflasyon beklenenin üstünde seyretti. TL'nin aşırı değer kaybetmesi ve tarım fiyatlarının beklenenin üstünde seyretmesi, bunun başlıca nedeni oldu. 11 Eylül de hem enflasyon hem de genel bekleyişleri olumsuz etkiledi. Bir de nihayet geçmişte iç borcun sürdürülebilir olduğuna kamuoyunu ikna edememiş olmamız yine enflasyon hedeflemesinin ertelenmesini gerektirdi. 2002 yılına erteledik ama hazırlıklarımızı aynen sürdürüyoruz. İlave olarak Merkez Bankası içinde de enflasyon öngörü modellerini geliştiriyoruz. Yeni bir iletişim stratejisi geliştiriyoruz.

Nedir bu iletişim stratejisi?

Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikasını ve genelde ne düşündüğünü çok iyi anlatması gerekiyor. Biz bunu yapmaya başladık. Ama kamuoyunun da bize biraz ayak uydurması lazım.

Bir başka hazırlık da, enformasyon bazımızı geliştirmek. Eskiden beri şirketler kesiminde yaptığımız aylık iktisadi yönelim anketine ek olarak şimdi finansal kesim nezdinde iki haftada bir, onların beklentilerini ölçen  anketler yapıyoruz. Nihayet diğer kurumların ya da hükümetin uygulayacağı bazı politikalar da enflasyon hedeflemesine geçişte çok önemli. Önümüzdeki dönemde bunları sık sık işleyeceğiz. Bunlardan en önemli bir tanesi ekonomideki endeksleme mekanizmalarının geçmişe değil, geleceğe yönelik olması. 


Enflasyon hedeflemesi teknik olarak nasıl olacak? Bir nokta mı bant mı belirleyeceksiniz? Vadesi ne olacak?

Bunları şu anda açıklamak mümkün değil.

Enflasyon hedeflemesi'ne geçilirken enflasyon ölçme yöntemleri yeniden gözden geçirilecek mi? Merkez Bankası ayrı bir hesaplama yapacak mı?

DİE, 2001 yılında hane halkı gelir ve tüketim harcamaları anketi yaparak yeniden bir baz ve ağırlık belirleyecekti. Ama kriz olunca, doğal olarak bunu ertelediler. Biz ise bu aşamada mevcut enflasyon baz ve ağırlıklarıyla devam ediyoruz. Bugün elimizde olan enflasyon verilerinin alt kalemleri üzerinde tatmin edici bir şekilde çalışabiliyoruz. Bu alt kalemler üzerinden yapılan analizler bizim için çok önemli.

IMF'den gelecek 10 milyar dolar nasıl kullanılacak?

Önemli bir kısmı doğrudan Hazine hesaplarına gelecek ve bütçenin finansmanında kullanılacak.  Niyet mektubu açıklandığında detayları göreceksiniz.

Kamu bankaların finansmanlarının yeniden yapılanmasıyla ilgili faaliyetler sonucunda para basılması söz konusu oldu değil mi?

Yeni program üstünde çalışırken başlıca alanlardan biri de kamu bankaları operasyonu oldu. Bu operasyon çerçevesinde geçmişte ödenmeyen görev zararları Hazine tarafından özel tertip tahvil olarak ödendi ve bu tahvillerin bir kısmı Merkez Bankası tarafından satın alındı. Merkez Bankası kamu bankalarının bütün gecelik borçlanmalarını üzerine aldı ve onları gecelik para piyasasından çıkardı.

Bence son 7-8 ayda yaptığımız en önemli işlerden biridir. Ama sadece bu yapılmadı. Kamu bankalarında önemli yönetişim değişikliği oldu. Bu da bu bankaları tekrar rasyonel biçimde yönetilir hale koydu. Dolayısıyla, şu anda performansları oldukça iyi. Para politikasını da etkisiz hale getiren eski olumsuzluklar ortadan kalktı.

Para basmaya gelince, ortaya çıkan bütün likiditenin döviz satışları ya da açık piyasa işlemleri ile çekildiğini kaydetmekte fayda var.

Hazine ile ilişkiler?

IMF'den gelen fonların Hazine'ye kullandırılma sürecinde olsun, kamu bankaları operasyonları sürecinde olsun, Merkez Bankası menkul değerler cüzdanını oldukça büyüttü. Ama bunu 5 Kasım'a kadar yaptı. 5 Kasım'dan itibaren ise dondurdu, çünkü Maastricht kriterleri uygulanıyor. Buna göre artık yeniden Hazine'nin, Merkez Bankası'den kredi kullanması söz konusu değil.

Bu borçlar nasıl kapanacak?

Oldukça yüksek bir faizdışı fazla elde eden Hazine ileride erken itfa yapma imkanı da bulacaktır. Ayrıca Merkez Bankası karlarıyla ve yine gelecek olan dış finansmanın bir kısmının kullanılması suretiyle bu borçlarının azaltılması ve ödenmesi sözkonusu.

Yeni yasayla Merkez Bankası'nin bağımsızlığını kazanması neyi değiştirdi?

Birinci önemli değişiklik, 5 Kasım itibarıyla yürürlüğe girdi. Buna göre, Merkez Bankası'nın artık hükümete veya herhangi bir kamu kurumuna, yasasında ayrıca belirtilmiyorsa, kredi vermesi söz konusu değil. Birinci piyasadan herhangi bir kamu sektörü kağıdı alması dahi söz konusu değil.

İkinci önemli değişiklik, bizdeki merkez bankası bağımsızlığı, araç bağımsızlığına dayanan bir bağımsızlık, amaç bağımsızlığını içermiyor. Amaç burada enflasyonu düşürmek, fiyat istikrarını sağlamak. Bu amaca hükümetle beraber yöneliniyor. Enflasyon hedefini beraberce izliyor. Bu hedefe varmak için gerekli araçları ise Merkez Bankası kendisi kullanıyor. Bağımsızlık ile merkez bankası artık çok daha şeffaf ve hesapverebilir.

 
Bizde Para Politikası Kurulu nasıl çalışıyor?

Para Politikası Kurulu'nun oluşumunu diğer ülkeler ile kıyaslarsak, ABD'de Açık Piyasa İşlemleri Komitesi olduğunu, diğer bir çok ülkede de değişik kurulların çalıştığını görürüz. Bu tür kurullar dünyada değişik şekillerde uygulanıyor. Kimisinde danışma niteliği ağır basıyor. Kimisinde merkez bankalarının banka meclislerinin yerini almış, en üst organı haline gelmiş veya günlük operasyonlarını dahi yapar nitelikte oluyor.

Bizdekinin daha ziyade para politikasının genel çerçeve ve stratejisini belirleme ve danışma niteliği var. Bizdeki Kurulun içinde Merkez Bankası’nın Yönetim Komitesi var. Ama bunun yanı sıra, bir Banka Meclisi üyesi ve yine Hükümet tarafından atanmış, Hükümet politikalarıyla koordinasyonu sağlamak üzere bir üye var.

Şu anda toplam kamu borcunun yüzde 80'inden fazlasının değişken faizli ya da döviz cinsli bonolardan oluşması, para basarak iç borç sorunun çözme olasılığını ortadan kaldırmıyor mu?

Biz geçmişte dahi para basarak iç borç sorununu çözmedik. Bir çok kişi ya da kurumun o şekilde önermesine rağmen. Şimdiden sonra yapmayı hiç düşünmüyoruz. Zaten bize göre iç borç sorunu çözüldü.

Büyüme mi, enflasyon mu öncelikli?  


Hükümetler için her zaman büyüme ve istihdam en önemlidir. Zaten bütün hükümet programları neticede bu iki amaç içindir. Ancak, özerk merkez bankaları başka bir amaç takip eder. O da fiyat istikrarı. Eğer fiyat istikrarı ile büyüme ya da istihdam politikaları birbiriyle çelişiyorsa, merkez bankaları için önemli olan fiyat istikrarıdır. Buna yönelik olarak politika uygular. Eğer fiyat istikrarını sağlıyorsa, ancak ondan sonra hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını da destekler. İşin özü bu. Özerkliğin nedeni de bu.

Ya reel sektör, şirketler açısından?

Şirketler kesimine gelince, içinde bulunulan koşullarda hükümetten destek bekleniyor. Merkez Bankası ile ilgili yasal değişiklikleri ve politika değişikliklerini henüz çok iyi özümseyememiş bazı kesimler, Merkez Bankası'ndan da bunu bekliyor. Bu krizden çok yara almış şirketler kesimi için yapılabilecek olan en iyi şey, Türkiye'de bankacılık sistemini rehabilite etmektir. Bankacılık sistemini ne ölçüde rehabilite edersek, şirketler kesimine de o ölçüde yardım edebiliriz.

Ya kamu maliyesi politikası?

O da bu amaca yönelik olmalıdır. ``Efendim biraz gevşetelim, faiz dışı fazla bu kadar yüksek olmasın, biraz daha az olsun, yani kamu harcamalarını biraz artıralım ve böylece şirketler kesimine biraz daha destek verelim'' dediğiniz zaman, tam tersine kötülük yaparız. Çünkü, bunu yaptığımız anda, tekrar iç borcun sürdürülebilirliği gündeme gelir, bu bekleyişleri olumsuza doğru çevirir ve bu politika şirketler kesimine yardımcı olacağına tam tersine olumsuz etki yapar.

Krizin uzun sürmesi ve yeni programla yapılan bazı reformların sonucunda ülkenin ve toplumun bazı kesimlerinde ciddi bir gelir kaybı oldu...

Evet...

Zaten aslında krizin reel sektörü bu şekilde vurmasının önemli bir nedeni bu talep eksikliğiydi, üretim sıkıntılarından ziyade. Bu krizden nasıl çıkılacak? Özel sektör, şirketler bir tarafa, köylü, esnaf, sabit gelirli kesimler açısından?

Bu konuda demin söylediklerime ilave olarak bir şey söyleyeceğim. Program düzgün bir şekilde uygulanır ve yapısal reformlar aksatılmazsa, biz gelecek sene tekrar pozitif bir büyüme yakalayacağız.

Ne zaman?

İkinci çeyrekten itibaren bu büyüme sürecinin başlayacağını tahmin ediyoruz. 2002 yılında yine pozitif büyüme bekliyoruz. Programda yüzde 4 olarak gözüküyor. Bunun 3 ila 4 arası olması pekala mümkün.


Yeni dönemde karşılaşabileceğiniz en kötü sorun ne olabilir?

Programımızı, yapısal reformlar dahil harfiyen uyguladığımız takdirde hiç bir sorun yok. Çok kötü bir yıl geçirdik, bundan daha kötü bir yıl geçirmeyeceğimiz kesin.  


“TÜRKİYE, ARJANTİN’DEN FARKLI”

Arjantin ile ilgili gelişmeler nedir?

Bütün yıl boyunca Arjantin ve Türkiye'nin adı hep beraber anılır oldu. Ama zaman içinde, özellikle G20 ülkeleri toplantısında aradaki farklar çok daha ayrıştırılmaya başlandı. ``11 Eylül sürecinde siyasal alanda çok önemli değişiklikler oldu, bu da Türkiye'yi daha önemli hale getirdi'' diye düşünülüyor. Ama benim gördüğüm kadarıyla, kendi alanımla ilgili olarak, iki ülkede iki farklı kur rejimi uygulanıyor ve Türkiye ile ilgili daha olumlu değerlendirmeler olmasının nedeni uyguladığı kur rejimi. Arjantin'in olumsuz değerlendirilmesinin sebebi de para kurulu rejiminin uygulanması ve bundan bir türlü nasıl ve ne zaman çıkacağının ya da  çıkmazsa ne yapacağının bilinememesi. Diğer bir farklılık da, Türkiye'de faiz dışı fazla verilmesi, Arjantin'de ise kamu maliyesinin bir türlü disiplin altına alınamaması.

TERÖR EKONOMİYİ NASIL ETKİLEDİ?

Amerika'daki küçülmenin bizi bir şekilde etkilemesi mümkün mü? 11 Eylül sürecinin etkilerini de katarak değerlendirebilir misiniz?

11 Eylül sürecinin bütün dünyada bekleyişleri olumsuz etkilemesiyle birlikte, Amerika'da zaten başlamış olan durgunluk sürecinin derinleşmesi endişeleri başladı. Bu arada ABD Merkez Bankası sürekli olarak faizleri düşürdü. Ancak, son değerlendirmelere göre gelecek yıl, büyük ihtimalle ikinci çeyrekten itibaren orada da durumun olumluya dönmesi bekleniyor.

Terörist faaliyetlerle mücadelenin, aslında normalde yapılan harcamalardan dolayı büyümeci bir etki yaratması gerekmez mi?

Şuna benzetmek mümkün belki. Amerika'da çok incelenen bir doğal afet etkisi vardır. Herhangi bir eyalette örneğin bir tayfun olduğunda, bu o eyalette önce ekonomik faaliyetler olumsuza dönüyor. Büyüme, deprem ya da tayfun sonrasında inşaat faaliyetlerinde aşırı bir hareketlilik ile bir ya da iki çeyrek sonra başlıyor, bu da bütün ekonomiyi harekete geçiriyor. Burada normalden daha da olumlu bir etki söz konusu.

Terör ile ilgili faaliyetlerin Irak'a sıçraması veya İsrail-Filistin sorunun bir savaşa dönüşmesi sizi nasıl etkiler?

Olası siyasal gelişmeler konusunda bir spekülasyon yapmak istemiyorum. Geçmişte nasıl etkilediyse öyle etkiler. İzliyoruz, tecrübeliyiz, gerektiği zaman derhal ek  tedbirleri alırız.

BANKACILIKTA SORUN ORTADAN KALKTI MI?

Bankacılık sektörünü ne bekliyor?

Kamu bankaları operasyonu başlı başına çok önemli bir operasyondu. Bu tamamlandı. Fon'a alınan bankalar oldu. Bunlarla ilgili işlemler, satış ya da tasfiye şeklinde, yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor.

Ayrıca, özel bankaların sermaye yapılarını güçlendirmeleri ve bankacılık sisteminin denetiminin güçlendirilmesi için bir çok tedbirler alındı. Bunun haricindeki diğer tedbirler niyet mektubuyla beraber veya BDDK tarafından açıklanacak. İyi kötü banka ayrımı kamuoyu nezdinde ortadan kalktıkça ve bankacılık sisteminin tamamına güven geldikçe,  politikalarımızı çok daha başarılı şekilde uygulayacağız.

Şu anda sorun yaşayan hala bankalar var mı? Sizi rahatsız edecek düzeyde...

Son 8 ayda, büyük ölçüde, sorunun ortadan kalkmaya başladığı söylenebilir.

BAŞKANIN 24 SAATİNİN ÖYKÜSÜ

İşinizde en önemli ağırlığı nereye veriyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçiyor?

Genelde hiçbir günümüz aynı geçmez. Ama sabahtan itibaren yaptığımız şeylere baktığımızda iç ve dış piyasalarla ilgili raporların alınıp okunması, içeride ve dışarıdaki gelişmelerin değerlendirilmesi önce gelir. Sonra Merkez Bankası'nın detaylı vaziyetlerinin incelenmesi yapılır. Daha sonra ise basın bültenlerinin takibi gelir, çünkü basın kamuoyunu yönlendiriyor ve hem yazılı, hem görsel basın bizim için çok önemli. İleride artan şeffaflık ile bu daha da önemli olacak.

Onun haricinde günün herhangi bir saatinde duruma göre para politikası ile ilgili raporların okunması ve tartışılması yapılır, mutlaka iç ve dış temaslar  vardır. İçeride özellikle kamu kurumları ya da bankalarla, dışarıda da diğer merkez bankaları ya da uluslararası kuruluşlarla olan temaslar belli bir vakit alır. Ve nihayet Merkez Bankası bir anonim şirket ve yönetilmesi gerekiyor. Merkez Bankası'nın iç işlerine vakit ayırıyoruz.

SOKAKTAKİ İNSAN İÇİN NE DÜŞÜNÜYOR?

Sokaktaki insanda krizin etkilerini görüyor musunuz? Takside, süper markette?

Doğal olarak bir ekonomide belirsizlik ve daralma varsa, bekleyişler bir olumluya, bir olumsuza dönüyorsa, ki son 8 ayda bunu gördük, sokaktaki insanın kafasında hep bu sorular oluyor. Sadece döviz kuru ya da faizler değil. Bana göre en önemlisi enflasyon. Eğer en önemlisi değilse, zaten biz bu konuyu en önemlisi haline getireceğiz. Anlatacağız.

Belirsizlik ve negatif büyüme insanları çok olumsuz etkiliyor, bunu hep hissediyoruz. Kiminle konuşursam kendilerine elimden geldiği kadar aydınlatmaya çalışıyorum. Ama insanlara belki duymak istediklerini söyleyemiyoruz. Enflasyonu bırakalım ama büyümeye öncelik verelim diyenlere, maalesef istediklerini söyleyemiyoruz. Bizim görevimiz fiyat istikrarı. Dürüst olarak davrandığınızı anladıkları zaman iyi karşılanıyorsunuz.

“DPT İLE ARAMIZDA SORUN YOK”

DPT ile ilişkileriniz nasıl? MHP kanadında olduğu için, DPT ile diğer kamu kuruluşlarının arasının iyi olmadığı hep iddia ediliyor...

Bizim hiçbir kamu ekonomik kurumuyla hiçbir sorunumuz yoktur, işbirliğimiz vardır. Merkez Bankası yapısı gereği zaten siyasete belli bir mesafededir. Bu aynen devam ediyor.

Bu siyasetin kamu kuruluşlarının da politikalarını etkilediği iddia ediliyor?

Tamamen bizim dışımızda bir olay. Bizim ilişkilerimizi hiçbir şekilde etkilemez. DPT bugün 40, Merkez Bankası 70 yıllık  kurumlardır. Biz her zaman DPT'ye her konuda yardımcı olmaya çalıştık. Muazzam bir bilgi birikimi var orada. Onlardan ve oradan yetişen teknisyenlerden de bir çok konuda faydalandık. Son derece memnunuz. 

11 EYLÜL'DEN BAŞKA NEDENİ BİLEMEM

IMF ile yapılacak olan yeni stand-by'a niye gerek duyuldu?

Özellikle 11 Eylül sonrası dünya ve Türkiye ekonomilerindeki olumsuz gelişme ve bekleyişler makro dengeleri de olumsuz etkiledi, iç borcun sürdürülebilmesi için ek dış finansman gerekti.  Bütün bunlar ileriye yönelik bakışı tamamen değiştirdi. 

Tek sebep bu muydu?

Bana göre bir neden bu. Bundan başka bir konu varsa, bu benim dışımdadır.


 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz