Geçen yılın son çeyreğinde ekonomideki büyüme oranının beklenenden daha yüksek gerçekleşmesi, 2010 yılına ilişkin büyüme beklentilerini de yükseltti. Merkez Bankası’nın düzenlediği son beş Beklenti...
Geçen yılın son çeyreğinde ekonomideki büyüme oranının beklenenden daha yüksek gerçekleşmesi, 2010 yılına ilişkin büyüme beklentilerini de yükseltti. Merkez Bankası’nın düzenlediği son beş Beklenti Anketi’nde yüzde 3,9’da sabitlenmiş görünen büyüme beklentisi, 2009’un son çeyrek dönemine ilişkin milli gelir verilerinin yayınlanmasından sonra düzenlenen ilk ankette yüzde 4,3’e çıkıverdi. Yalnız bu yükselişe rağmen büyümede piyasa beklentileri hala çok düşük. Bizim yaptığımız hesaplar bu yıl büyüme oranının rahatça yüzde 6’nın üzerine çıkabileceğini gösteriyor. 2010’un ilk aylarına ilişkin öncü göstergeler de bu tahminimize destek veriyor.
Baz Etkisi
Geçen yılın son çeyreğinde ekonominin yeniden büyümeye geçmesi “baz etkisi” sayesinde oldu. Büyüme oranlarının milli gelirin önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırılması yoluyla hesaplandığı sisteme göre, ekonomideki resesyon 2008’in son çeyrek döneminde başlamıştı. Küresel finansal krizin bu dönemde dünya ticaretinde çöküşe yol açması tüm dünya ile birlikte bizde de ekonominin faaliyet hacminin normal düzeyinin çok altına inmesine neden olmuştu. 2009’un bahar aylarından itibaren ise toparlanma başlamış ve ekonominin faaliyet hacmi normal düzeyine doğru yollanmıştı. Bu gidişin sonucunda ekonominin son çeyrekte yeniden büyümeye geçeceğini çok önceden fark etmiş ve sizlere haber vermiştik (bkz. “Büyümenin Randevu Tarihi”, Capital, Haziran 2009, Sayı 6). Geçen ocak ayında da öncü göstergelerden aldığımız sinyaller ile büyümenin geri döndüğünü ilan etmiştik (bkz. “Büyümenin Dönüşü”, Capital, Ocak 2010, Sayı 1).
Bu baz etkisi geçen yılın son çeyreğinde başlayıp bitmedi, bu yılın önemli bölümünde de etkisini sürdürecek. Geçen yıl ilk çeyrekte ekonomi iyice dibe vurduğu için, bu yıl aynı dönemde baz etkisinin büyümeyi çok daha güçlü bir şekilde etkilediğini tahmin ediyoruz. İkinci çeyrekte de geçen yılın son çeyreğindeki benzer güçte bir baz etkisi görülecek. Üçüncü çeyrekte iyice zayıflayan baz etkisi son çeyrekte ise ortadan kalkacak. Ancak özellikle ilk iki çeyrekteki güçlü baz etkisi bu yıl büyümenin yüksek bir seviyeye çıkmasına imkan verecek.
Bizim hesaplarımız ekonomideki büyümenin ilk çeyrekte yüzde 11, ikinci çeyrekte yüzde 8,5, üçüncü çeyrekte yüzde 5 ve son çeyrekte ise yüzde 3,5 dolayında çıkacağı yönünde. Buna göre 2010 yılının büyüme oranı ise yüzde 6,5 dolayında çıkacak gibi görünüyor.
Öncü Göstergeler
Yılın ilk aylarına ilişkin öncü göstergelerin bu tahminimize destek verdiğini yukarıda belirtmiştik. Bu öncü göstergeler içinde en önemlisini sanayi üretimi oluşturuyor. Sanayi üretimi geçen yılın son çeyreğinde yüzde 9 artış göstererek ekonomide büyümenin yeniden başladığının sinyalini vermişti. Bu yıl ise ocak ayında yüzde 12,3 ve şubat ayında yüzde 18,1 artış göstererek ilk çeyrekteki büyümenin çift haneli çıkabileceğine işaret etti.
Üretim cephesine ilişkin bir başka öncü gösterge olan imalat sanayi kapasite kullanım oranı da benzer yönde sinyal veriyor. Kapasite kullanım oranı düzey olarak hala çok düşük seviyede olsa da geçen yıla göre önemli bir yükseliş söz konusu.
Ayrıca yılın ilk iki ayında reel ithalatta görülen çift haneli artışlar da ilk çeyrekte ekonomide iki haneli bir büyüme görülebileceğini düşündürüyor. Türkiye’de ithalatın önemli bölümü hammadde ve ara mallarından oluştuğu için ekonominin üretim hacminde yükseliş olduğu zaman mutlaka ithalat da yükseliyor. Bu da ithalatın da ekonomideki büyüme için önemli bir öncü gösterge olmasını sağlıyor.
Stok Artışı
Esasında ekonominin tüketim, yatırım ve dış talep cephelerine ilişkin öncü göstergeler ilk çeyrekte o kadar yüksek bir büyümeye işaret etmiyor. Tüketime ilişkin öncü göstergelerde geçen yılın son çeyreğindekinden daha zayıf bir artış var. Yatırıma ilişkin öncü göstergeler yatırım harcamalarında yeniden yükselişin başladığına işaret ediyor ama bu artış o kadar güçlü görünmüyor. İthalat artarken reel ihracatta “altın etkisi” (resesyon sırasında halkın bozdurduğu altınların yurtdışında pazar bulmasıyla geçen yılın ilk aylarında olağanüstü boyutlara çıkan altın ihracatının bu yıl normal seviyesine inmesi) nedeniyle yaşanan düşüş de net ihracatın büyümeye katkısının negatif olacağını gösteriyor.
Diğer öncü göstergelerde durum böyleyken üretime ilişkin göstergelerin çift haneli bir büyümeye işaret etmesi stok artışıyla alakalı. Resesyon sırasında işletmelerin stoklarını hızla eritmeleri ekonomideki küçülmenin talepteki düşüşten çok daha derin gerçekleşmesine yol açmıştı. Mesela geçen yıl ilk çeyrekte yaşanan yüzde 14,5’lik düşüşün tam 7,5 puanı stoklardaki erimeden kaynaklanmıştı. Şimdi ise bu eriyen stokların yerine konulması ekonomideki büyümenin talepteki artıştan daha yüksek olmasını sağlıyor. Geçen yılın son çeyreğindeki yüzde 6’lık büyümenin 2,5 puanı stok artışından kaynaklandı. Bu yılın ilk çeyreğinde stoklardaki artış büyümeye çok daha fazla katkıda bulundu gibi görünüyor.
Tarihin Tekerrürü
Esasında resesyonları kısa ve şiddetli yaşaması, resesyon sonrasında ise yüksek büyüme oranlarına ulaşması Türkiye ekonomisinin karakteristik bir özelliği. Önceki üç resesyon olan 1994-95, 1998-99 ve 2001 resesyonlarında da aynen böyle olmuştu. 1994’teki yüzde 5,5’lik küçülmeden sonra 1995’te yüzde 7,2, 1999’daki yüzde 3,4’lük küçülmeden sonra 2000’de yüzde 6,8, 2001’deki yüzde 5,7’lik küçülmeden sonra 2002’de yüzde 6,2 büyümüştük. Fakat bu seferki resesyon iç dinamiklerden çok dünya ekonomisindeki gelişmelerden kaynaklandığından başlangıçta temkinli yaklaşmış ve önceki resesyonlardaki gibi bir ribaundun ortaya çıkmayabileceğini düşünmüştük. Küresel resesyon sonrası için dünya ekonomisine yönelik büyüme beklentilerinin düşük olması da bunda etkili olmuştu.
Fakat sonuçta Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine benzemesi değil dünya ekonomisinin Türkiye ekonomisine benzemesi gibi bir durum ortaya çıktı. Dünya ekonomisine yönelik büyüme tahminleri giderek yükseliyor. IMF, geçen ay yayınladığı World Economic Outlook (WEO; Dünya Ekonomisinin Görünümü) raporunda 2010 için kürüsel büyüme tahminini yüzde 4,2’ye kadar çıkardı. Oysa daha altı ay önce bu tahmin yüzde 3,1 düzeyinde bulunuyordu. Dünya ekonomisinin beklenenden hızlı toparlanmasıyla Türkiye ekonomisinde de tarihin tekerrür etmesi ve resesyon sonrasında hızlı büyümenin ortaya çıkması imkan dahiline girmiş bulunuyor.
Bazdan Gelen Haz
Ancak bu hızlı büyümenin büyük ölçüde baz etkisinden kaynaklandığını ve bu etki ortadan kalkar kalkmaz ekonominin tekrar yavaşlayabileceğini unutmamak lazım. Yani bazdan gelen hazza kendimizi kaptırmayıp uzun dönemde hızlı büyümenin devamını sağlayacak reformları hayata geçirmemiz gerekiyor. Fakat hükümet bu hazza çoktan kendisini kaptırmış gibi görünüyor. Bakanlardan ekonominin yeniden büyümeye geçmesiyle övünen açıklamalar gelirken reformlar konusunda çıt bile çıkmadığı dikkati çekiyor.
Hükümet, ekonominin yeniden büyümeye başlamasının nasıl mümkün olduğu konusunda da yanlış teşhis yapıyor gibi. Mesela ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın milli gelir verilerinin yayınlandığı 31 Mart günü yayınlanan basın açıklamasında baz etkisine hiç atıf yapılmazken, geçen eylül ayında açıklanan Orta Vadeli Program’ın (OVP) beklentileri olumlu etkilemesi sayesinde son çeyrekte büyümenin de olumlu etkilendiği belirtiliyor. Oysa burada nedenselliğin yönü beklentilerden büyümeye doğru olmaktan ziyade büyümeden beklentilere doğru gibi görünüyor. Çünkü Reel Kesim Güven Endeksi’nde son dönemde yaşanan sıçramanın ocak ayında yani ekonomiden son çeyrekte büyüme sinyallerinin gelmesinden sonra başladığı dikkati çekiyor.
Hikaye Aranıyor
Ekonominin baz etkisi ortadan kalktıktan sonra da hızlı büyümeye devam edebilmesi için yapısal reformlara yeniden girişilmesi yanında geleceğe güveni canlı tutacak bir hikayeye de ihtiyaç var. Yapılan araştırmalar ekonomilerde hızlı büyüme dönemlerinin geleceğe güvenin bir şekilde arttığı zamanlarda mümkün olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin geçmişi de bu araştırmaların sonuçlarını doğruluyor.
Mesela 1994-95 resesyonundan sonra üç hızlı büyüme yılının yaşanmasında, 1996 başında Avrupa Birliği (AB) ile gerçekleştirilen Gümrük Birliği’nin (GB) bu bölgeye olan ihracatta patlama yaratacağı beklentisi etkili olmuştu. Bu beklenti daha sonra boşa çıkmıştı ama bu arada yatırımlar patlamıştı. 2001 resesyonundan sonra yaşanan hızlı büyüme dönemini ise yaşanan hikaye bolluğu sağlamıştı. Bu dönemde uzun süredir devam eden koalisyonlar döneminin sona ermesi ve bir tek parti iktidarının kurulması piyasalara siyasi istikrar güvencesi verirken, AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması da geleceğe olan güveni arttırmıştı. Öte yandan IMF denetiminde sürdürülen yapısal reformlar da ekonomik kamuoyunun geleceğe umutla bakmasında etkili olmuştu. Bu rüzgar da hem yerli hem de yabancı yatırımları olumlu etkilemişti.
Fakat şu sıralarda ekonomide geleceğe güveni canlı tutacak böyle bir hikaye ortalarda görünmüyor. Tam tersine yaşanan siyasi sorunlar ekonomik kamuoyunun beklentileri üzerinde negatif etki yapıyor. Belki Türkiye’nin bu süreçten demokrasiyi güçlendirerek çıkacak bir yol bulması olumlu etki yapabilir. Ancak mevcut kutuplaşma ortamında bunun ne kadar mümkün olduğunu bilemiyoruz.
Ekonomi Büyümeye Dönüş Yaptı
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2009’un son çeyrek dönemine ve de yılın tamamına ilişkin milli gelir verilerini geçen ay açıkladı. Açıklanan bu veriler Türkiye ekonomisinin dört çeyrek süren bir küçülme döneminden sonra yeniden büyümeye dönüş yaptığını gösteriyor. Geçen yılın son çeyreğinde reel Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 6 büyümüş durumda. Ancak önceki üç çeyrek dönemde yaşanan küçülme nedeniyle, 2009’un tamamında yüzde 4,7’lik küçülme söz konusu.
Öncelikle yüzde 6’lık büyümenin beklentilerden daha yüksek olduğunu belirtelim. Yapılan en son tahminler 2009’un son çeyrek döneminde yüzde 4 civarında bir büyüme olacağı yönündeydi. Büyük ölçüde son çeyrekteki büyümenin beklenenden yüksek çıkması ve bir ölçüde de önceki çeyrek dönemlere ilişkin verilerin revize edilmesi nedeniyle, 2009’un tamamındaki küçülme de beklenenden düşük çıktı. Yapılan tahminler 2009 yılının tamamında yüzde 6 dolayında bir küçülme yaşandığı şeklindeydi.
2009’un son çeyrek döneminde ekonominin yeniden büyümeye geçmesinde “baz etkisi”nin büyük rolü var. Hatırlanırsa 2008’in son çeyrek dönemi küresel finansal krizin dünya ticaretinde çöküşe yol açtığı ve de tüm dünyanın resesyona sürüklendiği bir dönem olmuştu. Küresel ekonomideki bu çöküş 2009’un ilk çeyreğinde de sürdükten sonra bahar aylarından itibaren ise toparlanma başlamıştı. Bu gelişmeler aynen Türkiye ekonomisine de yansımıştı. Böylece 2008’in son çeyrek döneminde normal seviyesinin çok altına inen milli gelir seviyesi 2009 ortalarından itibaren yavaş yavaş normal seviyesine doğru yollanmıştı. İşte bu eğilim 2009’un son çeyrek döneminde büyümenin geri dönmesiyle sonuçlandı.
Milli gelir verilerinin ayrıntılarına bakıldığında, ekonominin son çeyrekte yeniden büyümeye geçmesine en çok hanehalkı tüketimindeki artışın katkı yaptığını görüyoruz. Esasında hanehalkı tüketimindeki artış çok yüksek değil ama GSYİH içindeki payı yüksek olduğu için büyümeye katkısı 3,3 puanı buluyor. Kamu tüketimindeki artış çok daha yüksek olmasına rağmen GSYİH içindeki payı düşük olduğundan büyümeye katkısı 2,3 puanda kalıyor. Büyümenin 2,5 puanlık kısmının da stok artışından geldiğini görüyoruz. İşletmelerin resesyon sırasında stoklarını hızla eritmeleri ekonomideki küçülmenin talepteki düşüşten daha derin olmasına yol açmıştı. Şimdi ise eriyen stokların yerine konulmaya başlaması ekonomideki büyümenin talepteki artıştan daha yüksek olmasını sağlıyor.
Yatırım harcamaları ve net ihracatın ise büyümeyi negatif etkilediğini görüyoruz. Yatırım harcamalarındaki düşüş yavaşlamakla birlikte hala sürüyor. Ekonomide üretimin artmasıyla birlikte ithalatın da yükselişe geçmesi ise resesyon sırasında büyümeye pozitif katkı yapan net ihracatın şimdi negatif etkide bulunmasına yol açmış bulunuyor.
Sektörel bazdaki veriler ise temel sektörlerin çoğunun yeniden büyümeye geçtiğini gösteriyor. Yalnız epey yavaşlamakla birlikte inşaat sektöründeki küçülme hala sürüyor.
Yıllık verilere döndüğümüzde, ekonominin 2001 yılından bu yana ilk kez küçüldüğünü görüyoruz. 2001 yılında ekonomi yüzde 5,7 küçülmüştü, 2009’daki küçülme ise yüzde 4,7 oldu. Ancak iki yılın büyüme oranları arasındaki bu 1 puanlık fark son resesyonun 2001 resesyonundan daha hafif geçtiğini göstermiyor. Çünkü 2001 resesyonunun tamamı ilgili yıla denk gelirken, son resesyon 2008 ve 2009 yılları arasında dağıldı. Son resesyonda 2008’in son çeyreği ile 2009’un ilk üç çeyreğinde küçülme gördük. Bu durum dikkate alınarak yapılan hesaplar 2008-09 resesyonunun 2001 resesyonundan biraz daha ağır geçtiğini gösteriyor.
Enflasyon Merkez’i Çıkışa Zorluyor
Mart ayında enflasyon beklentilere (yüzde 0,5 dolayı) yakın ve yüzde 0,58 olarak gerçekleşti. Böylece yıllık enflasyon şubat ayında çıktığı çift haneli düzeyden yeniden tek haneye geriledi. Şubat ayında yüzde 10,13’e çıkan yıllık enflasyon, mart ayında yüzde 9,56’ya indi. Bu gelişmede gıda fiyatlarında önceki aylarda gözlenen tırmanışın mart ayında durması etkili oldu.
Ancak genel enflasyonda böyle bir gelişme yaşanırken bu kez çekirdek enflasyonda yükseliş yaşandı. Esasında geçen yıl mart ayında başlayan vergi indirimlerinin oluşturduğu düşük baz etkisi nedeniyle bu yıl aynı dönemde çekirdek enflasyonda yükseliş yaşanması beklenen bir gelişmeydi. Ancak çekirdek enflasyondaki yükseliş beklenenden de yüksek oldu. Merkez Bankası’nın en çok önem verdiği çekirdek enflasyon göstergesindeki (enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünlerini ve altını hariç tutan I endeksi) yıllık artış yüzde 4,1’den yüzde 5,4’e tırmandı. Çekirdek enflasyondaki bu tırmanış da genel enflasyon oranının beklentilere uygun gerçekleşmesinin piyasalarda bir rahatlamaya yol açmasının önüne geçti.
Nitekim enflasyon beklentilerindeki yükselişin yavaşlayarak da olsa sürmesi bunu gösteriyor. Nisan ayında düzenlenen ilk ankette yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 8,06’dan yüzde 8,24’e yükseldi. Para politikası açısından daha fazla önem taşıyan 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi yüzde 7,22’den yüzde 7,25’e, 24 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi de yüzde 6,77’den yüzde 6,87’ye çıktı.
Enflasyonda yaşanan bu son gelişmeler Merkez Bankası’nı nisan ayında da sabit faiz politikasından döndüremedi ama gevşek para politikası uygulamalarından çıkış stratejisine ilişkin bir açıklama yapmak zorunda bıraktı. Bu açıklamaya bakılırsa Merkez’in hemen faiz arttırmaya niyeti yok. Öncelikle resesyon sırasında döviz ve Türk Lirası piyasalarındaki likiditeyi arttırmaya yönelik olarak alınan tedbirler geri çekilecek, faiz arttırımı ise en sonra gündeme getirilecek.
Fakat piyasalar artık bu faiz arttırımının öyle çok fazla gecikmeyeceğini düşünmeye başlamış durumda. Daha önce yılın son çeyreğinde başlaması beklenen faiz arttırımlarının şimdi yaz aylarında başlayabileceğini düşünenler var. Enflasyon önümüzdeki iki ayda da baz etkisi nedeniyle yüksek çıkacak. Bu yükseliş beklenenin de ötesine taşarsa, faiz artırımları gerçekten de çok gecikmeden başlayabilir.
Bütçede Durum Geçen Yıldan Çok İyi
Merkezi yönetim bütçesi yılın ilk üç ayında 11,3 milyar liralık açık verdi. Bütçe geçen yılın ilk üç ayında ise 19,1 milyar liralık açık vermişti. Buna göre bu yılın ilk üç ayında bütçe açığında yüzde 40,7’lik düşüş var.
Bütçe açığında görülen bu düşüş iki faktörden kaynaklanıyor. Birinci faktörü resesyon sırasında düşüş görülen vergi tahsilatının ekonomideki toparlanmayla birlikte yeniden artmaya başlaması oluşturuyor. İlk üç ayda vergi tahsilatında yaşanan artış yüzde 25,6’yı buluyor. Bu da vergi dışı gelirlerin yerinde saymasına rağmen toplam bütçe gelirlerinin yüzde 20,6 artmasını sağlamış bulunuyor.
Bütçe açığındaki düşüşü sağlayan ikinci faktörü ise faiz ödemelerinde yaşanan düşüş oluşturuyor. Bu da resesyon sırasında faizlerde yaşanan düşüşle birlikte Hazine’nin de tek haneyle borçlanmaya başlamasından kaynaklanıyor. Daha düşük faizle yapılan borçlanmaların geri ödemeleri başladıkça faiz ödemeleri de doğal olarak düşüyor. İlk üç ayda faiz ödemeleri yüzde 17,1 oranında düşmüş bulunuyor. Bunun da toplam harcamalardaki artışı yüzde 2,9’a kadar geri çektiği dikkati çekiyor.
Esasında bütçedeki faiz dışı harcamalarda da bir yavaşlama var. İlk üç ayda faiz dışı harcamalardaki artış yüzde 10,4 olarak gerçekleşti. Faiz dışı harcamalar 2009 yılında yüzde 22,1 oranında artış göstermişti. Faiz dışı harcamalardaki bu yavaşlamada da geçen yılın ilk üç ayında yerel seçim nedeniyle kesenin ağzını açan hükümetin daha sonra biraz frene basmasının etkisi var. Geçen yılın ilk üç ayında faiz dışı harcamalarda yaşanan artış yüzde 27,8 olarak gerçekleşmişti.
Bütçede ekonomideki konjonktürden kaynaklanan bu iyileşmenin önümüzdeki aylarda da süreceğini tahmin ediyoruz. Ekonominin yeniden büyümeye başlaması sayesinde vergi tahsilatındaki artış devam edeceğe benziyor. Düşük faizle yapılan borçlanmaların itfalarının devam etmesi faiz ödemelerindeki düşüşün de devam etmesini sağlayacak gibi. Bu nedenle yıl sonunda bütçe açığı 50,2 milyar liralık hedefin altında kalacak gibi görünüyor. Zaten mart ayı itibariyle son 12 aylık dönemdeki kümülatif bütçe açığı bu hedefin altında ve 44,4 milyar lira düzeyinde bulunuyor. 12 aylık kümülatif bütçe açığı geçen ekim ayında 55,4 milyar lira ile zirve yapmıştı ve o zamandan beri düşüyor.
Ancak vergi tahsilatı ile faiz ödemelerinde konjonktürden kaynaklanan bu olumlu gidişat eninde sonunda duracak. Bütçede iyileşmenin ondan sonra da devam edebilmesi için faiz dışı harcamaları kalıcı olarak sınırlayacak ve de vergi tabanını genişletecek önlemlerin alınması gerekiyor.
IMF, Küresel Büyüme Tahminini Biraz Daha Yükseltti
IMF, yılda iki kez hazırladığı periyodik raporu World Economic Outlook’un (WEO; Dünya Ekonomisinin Görünümü) 2010 yılındaki ilk sayısını geçen hafta yayınladı. Bu raporda IMF’nin dünya ekonomisine yönelik 2010 yılı büyüme tahmini yüzde 4,2 olarak görülüyor. Bu büyüme tahmini hem önceki WEO’daki tahminden hem de ocak ayında yapılan revizyondan yüksek. Geçen ekim ayında yayınlanan önceki WEO’da dünya ekonomisine yönelik büyüme tahmini yüzde 3,1 olarak açıklanmıştı. Ocak ayında yapılan revizyonda ise bu oran yüzde 3,9’a çıkarılmıştı.
Geçen yıl dünya ekonomisi yüzde 0,6 oranında küçülmüş, bu da daha çok gelişmiş ülkelerde etkili olan resesyondan kaynaklanmıştı. Fakat gelişmiş ülkeler yaz aylarından itibaren yavaş yavaş resesyondan çıkmış ve yeniden büyümeye başlamıştı. IMF’nin tahminleri gelişmiş ülkelerdeki bu büyümenin 2010’da da süreceğini gösteriyor. Yani giderek hayalete dönüşmekte olan “çift dip” senaryosuna prim vermiyor. 2010’da gelişmiş ülkelerin yüzde 2,3 büyümesi bekleniyor. Dünya ekonomisinin lokomotifi olan ABD için yapılan büyüme tahmini yüzde 3,1’i buluyor. Buna karşılık göreceli olarak en zayıf büyüme performansının Euro Bölgesi’nde beklendiği ve bu bölge için sadece yüzde 1’lik büyüme tahmini yapıldığı dikkati çekiyor.
Bir bütün olarak bakılırsa geçen yıl gelişmekte olan ülkeler ise küçülme yaşamamış ama ancak yüzde 2,4 oranında büyüyebilmişti. Tabii bunda gelişmekte olan ülkeler grubunda ağırlığı yüksek olan Çin’in ve de bazı Asya ülkelerinin hızlı büyümeye devam etmesi rol oynamış, diğer bölgelerdeki pek çok gelişmekte olan ülke küçülmekten kurtulamamıştı. IMF’nin tahminlerine göre bu yıl ise gelişmekte olan ülkeler yüzde 6,5 büyüyecek. Çin’deki büyüme yüzde 10’u bulurken, geçen yıl küçülen pek çok gelişmekte olan ülkenin de bu yıl yeniden büyümeye geçmesi öngörülüyor. Bu arada Türkiye ekonomisinin de yüzde 5,2 oranında büyüyeceği tahmini yapılıyor.
IMF uzmanları, geçen yıl yüzde 10,7 küçülen dünya ticaretinin bu yıl önemli bir toparlanma yaşamasını ve yüzde 7 büyümesini bekliyor. Dünya ekonomisindeki toparlanmanın petrol fiyatlarına ise yüzde 30’a yakın bir artış olarak yansıması bekleniyor. Buna karşılık enflasyonun bir tehdit oluşturacak kadar yükselmeyeceği tahmin ediliyor. Bu nedenle faiz artışlarının da sınırlı kalacağı öngörüsü yapılıyor.
IMF’nin raporunda 2011 yılına yönelik tahminler de var. 2011 yılında dünya ekonomisinin aşağı yukarı bu yılki performansını koruyacağı tahmini yapılıyor. Küresel ekonominin 2011 yılında yüzde 4,3 büyüyeceği öngörülüyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?