2002 yılında başlayan büyüme döngüsü sırasında Türkiye’de en çok tartışılan konulardan birini bu büyümenin istihdama etkisi oluşturmuştu. Bir kısım iktisatçı “istihdamsız büyüme” diye bir slogan ic...
2002 yılında başlayan büyüme döngüsü sırasında Türkiye’de en çok tartışılan konulardan birini bu büyümenin istihdama etkisi oluşturmuştu. Bir kısım iktisatçı “istihdamsız büyüme” diye bir slogan icat etmiş ve her fırsatta bunu dile getirir olmuştu. İstihdamsız büyüme olgusu bu döngünün ilk 2 yılı için geçerli olsa da daha sonra istihdamda ciddi artışlar yaşanmıştı esasında. Fakat bir taraftan tarımda yaşanan çözülme bir taraftan da genç nüfus baskısı nedeniyle, istihdamdaki bu artış işsizlikte gerileme olmasına yetmemişti. İşsizlik ancak 2006 yılının başlarında düşüşe geçer gibi olmuştu. Fakat aynı yılın ortasında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmayla ekonomide başlayan yavaşlama, 9 aylık bir gecikme sonrasında bu düşüşü durdurdu. Geçen yılın ortalarında yerinde saymaya başlayan işsizlik oranı, yıl sonuna doğru ise yeniden yükselişe geçti.
Gecikmeli İlişki
Türkiye’deki ekonomik büyümeyle istihdam ve işsizlik arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, bu ilişkinin birtakım gecikmeler içerdiğini görüyoruz. Ekonomide başlayan bir büyüme, istihdamı ve işsizliği aynı anda değil, 3 ile 9 aylık bir gecikmeyle etkiliyor. Büyümenin gecikmeli değerleriyle istihdam ve işsizlikteki değişim arasındaki korelasyon katsayılarına baktığımızda, en yüksek değerlere 2 çeyrek önceki büyümenin söz konusu olduğu durumda rastlıyoruz. Konjonktür’ün ikinci sayfasındaki tabloda görebileceğiniz gibi, istihdamdaki değişimle 2 çeyrek önceki ekonomik büyüme oranı arasındaki korelasyon katsayısı yüzde 49’u buluyor. İşsizlik oranında değişimle 2 çeyrek önceki ekonomik büyüme arasındaki korelasyon katsayısı ise, olması gerektiği gibi negatif değerli ve yüzde 80 düzeyinde. İstihdam ve işsizlikteki değişimle büyümenin 1 ve 3 gecikmeli değerleri arasındaki korelasyon katsayıları da yüksek düzeylerde bulunuyor.
Büyümeyle istihdam ve işsizlik arasındaki bu gecikmeli ilişki, iş gücü piyasasında son 2 yılda yaşadığımız gelişmeleri açıklıyor. Hatırlanacağı gibi 2006 yılının ikinci yarısında ekonomide yavaşlama başlamasına rağmen istihdamdaki artış sürmüş ve işsizlik oranında da gerileme olmuştu. Bu gelişme önceki yıl ekonomide yaşanan yüksek büyümenin ve o zaman başlayan yeni yatırımların yavaş yavaş devreye girmesinin sonucuydu. Ekonomide yavaşlama başlayınca ve yeni yatırımlar da azalınca, 2007 yılının ikinci çeyreğinden itibaren iş gücü talebi zayıfladı. Bu dönemde işsizlik oranı da yerinde saymaya başladı. Ekonomide ciddi bir toparlanmanın bir türlü başlamaması üzerine, 2007’nin son çeyreğinde ise istihdamda düşüş yaşandı. Aynı dönemde işsizlik oranı da 2006 yılındaki seviyesinin 0,4 puan üzerine çıktı.
Yükseliş Sürecek
Ekonominin 2007’de biraz daha yavaşlaması, işsizlikteki yükselişin 2008 yılında da süreceği sinyalini veriyor. Şimdilik en azından 2008’in ilk 2 çeyreğinde işsizlikteki yükselişin devam etmesini beklediğimizi söyleyebiliriz. Çünkü 2007’nin 2’nci ve 3’üncü çeyreğinde ekonomide görülen yavaşlamanın iş gücü piyasasına yansımaları bu dönemde görülecek. Yılın son çeyreğinde ekonomide bir toparlanma yaşandığını tahmin etsek de bunun iş gücü piyasasındaki gidişatı tersine çevirmeye yeteceğini sanmıyoruz.
2008’in ikinci yarısında ne olacağı ise geçen yılın son çeyreğinde ekonomide başlayan toparlanmanın sürüp sürmeyeceğine bağlı. Eğer 2008’in ilk yarısında ekonomi yeniden hızlanır ve yatırım eğilimi güçlenirse, yılın ikinci yarısında iş gücü talebinin yükselişe geçmesi ve işsizlikteki yükselişin durması söz konusu olabilir.
Fakat bugünlerde ekonomide yaşanmakta olan belirsizlik havası bu konuda fazla iyimser olmamızı engelliyor. Geçen yıl ABD’de patlayan mortgage krizinin yansımaları nedeniyle global finans piyasalarında durum pek iyi değil. Bütün dünya, finans piyasalarındaki bu olumsuz gelişmelerin reel ekonomiye ne ölçüde yansıyacağına odaklanmış durumda. Türkiye’deki iş dünyası da benzer konumda. Bu nedenle şirketlerin yatırım kararlarını bir süre daha askıda tutma ihtimali var gibi görünüyor.
Siyasete Nasıl Yansır?
Ekonomide bu olumsuz gelişmeler yaşanırken hükümette tuhaf bir sessizlik var. Genel seçimlerden bu yana ekonomi sanki otomatik pilotla idare ediliyor. Hükümet mesaisini daha çok yeni anayasa taslağı ve türban meselesi gibi siyasi konulara harcıyor. Belki de gelecek yıl yapılacak yerel seçimleri düşünerek, seçmeni kızdırabilecek reformlara girişmekten çekiniyor.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) geçen yıl yapılan seçimlerden zaferle çıkmasını, iktidarının ilk 5 yılında ekonomide yaşanan olumlu gelişmelere borçlu. Türkiye’de genel seçimlerde seçmen, geçim durumunu dikkate alarak oyunu sandığa atıyor. Fakat yerel seçimlerde ekonominin sandığa etkisi o kadar fazla değil. Özellikle genel seçimlere yakın zamanda yapılan yerel seçimlerde, seçmen daha iyi hizmet alabilmek umuduyla iktidar partisi adaylarına daha fazla şans tanıyabiliyor. AKP Hükümeti de ekonomiyi otomatik pilotla götürürken sanki buna güveniyor gibi bir izlenim veriyor. Belki de ekonomide yeni bir atılım başlatmak için girişilecek reformların yerel seçimde götüreceği oyların, iktidar partisi olmanın getireceği oylardan fazla olacağı hesabı yapılıyor.
Bu hesabın ne kadar doğru olduğu konusunda bir şey söylemek zor. Fakat hesap doğru olsa bile bunun ekonomiye faturası ağır olabilir. Kısa vadede bu işten kârlı çıkar gibi görünen AKP Hükümeti de uzun vadede bu faturanın getirdiği yükün altında kalabilir. Yerel seçim sonrasında atılacak adımlar ekonomiyi yeniden hızlı büyüme çizgisine sokamazsa, 2011’deki genel seçimlerde iktidarı kaybetme noktasına gelebilir.
Yeni Program İhtiyacı
Ekonominin bu tür siyasi hesaplar yerine yeni bir programa ihtiyacı var. 2001 krizinden sonra uygulamaya konulan program çoktan işlevini tamamladı. Doğrusu bu program büyük ölçüde başarılı da oldu. Kamunun açıkları ve borç stoku oldukça makul ve sürdürülebilecek seviyelere geldi. Enflasyon tam istenen düzeye düşürülemediyse de tek haneye kalıcı olarak yerleşti gibi görünüyor. Bütün bunların ekonomide hızlı büyüme yaşanan bir ortamda gerçekleşmesi de cabası.
Esasında mikro reformları içerecek yeni bir program ihtiyacı bazı iktisatçılar tarafından çoktandır dile getiriliyor. Geçen yılın çifte seçim yılı olması ve siyasi belirsizliğin had safhaya çıkması nedeniyle hükümetin bu konuya eğilememesini bir yere kadar anlayışla karşılamak lazım. Fakat IMF ile yapılan son stand-by anlaşmasının süresinin dolmasına sadece iki ayın kaldığı bugünlerde bu programın hayata geçirilmesinin tam zamanı gibi görünüyor.
İş gücü piyasasına yönelik düzenlemeleri de içerecek böyle bir program, IMF anlaşmasının sona ermesinin yerli ve yabancı yatırımcılar için doğuracağı güven boşluğunu ortadan kaldırabilir. Yatırım eğilimini güçlendirerek ekonomideki büyümeyi yeniden hızlandırabilir. Böylece artık bir numaralı ekonomik sorunumuz haline gelen işsizlikteki yükselişi durdurmayı ve tersine çevirmeyi de başarabilir.
Gaza Basma Zamanı
Böyle bir programın tam bu sırada hayata geçirilmesi esasında hükümete yerel seçimlerde avantaj da getirebilir. Çünkü global ekonomiye yönelik belirsizliklere rağmen Türkiye ekonomisinde geçen yılın sonlarında başlayan bir toparlanma eğilimi var. Bu yılın ilk ayına ilişkin veriler, bu toparlanmanın hala sürdüğünü gösteriyor.
Örneğin CNBC-e tüketim endeksindeki yüzde 29,2’lik ve otomobil satışlarındaki yüzde 37,7’lik artış iç talepte bir daralma olmadığının göstergesi. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) verilerine göre ocak ayında ihracatın yüzde 49,3’lük artması ise dış talepte de henüz bir sorunla karşılaşmadığımıza işaret ediyor. Yeni kurulan şirket sayısının yüzde 7,8 artması, yatırım eğilimi açısından da olumlu sinyal veriyor. İmalat sanayi kapasite kullanım oranının 2,2 puanlık artışla yüzde 80,5’e çıkması, aralık ayında gerileyen sanayi üretiminin ocak ayında yeniden yükselişe başlayacağını düşündürüyor.
İşte bu toparlanma eğilimi sürerken yeni bir programın devreye sokulması ekonominin daha çabuk hız kazanmasını sağlayabilir. Bu da yeni programın içereceği reformların getirdiği yükü seçmenin iskonto etmesini kolaylaştırabilir.
Nüfus Düzeltmesi İş Gücü Verilerine Nasıl Yansıdı?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2007 yılında düzenlediği adrese dayalı nüfus sayımının sonuçlarını ilk olarak iş gücü piyasası verilerine yansıttı. Bilindiği gibi bu sayımda nüfusumuz daha önce yapılan projeksiyonlardan 3,7 milyon düşük çıkmıştı. Nüfustaki bu düşüş iş gücü piyasasındaki oransal verilerde bir değişiklik yapmadı ama sayısal verilere düşüş yönünde yansıdı. Yalnız TÜİK bu düzeltmeyi şimdilik sadece Kasım 2006’ya kadar geri götürdüğünden, iş gücü piyasası verilerinin daha uzak geçmişle bağı koptu. Zaten biz de bu nedenle buradaki analizimizde sayısal verilerden hiç bahsetmedik ve oransal veriler üzerinden gitmeyi tercih ettik.
Nüfus düzeltmesinin sayısal iş gücü verilerine ne ölçüde yansıdığına gelince… Bunu anlamak için geçen ekim ayına ait düzeltme öncesi ve düzeltme sonrası verilere bakmak yeterli. Bu bakış bize nüfusun tahmin edilenden düşük çıkmasının iş gücü sayısında 1,6 milyonluk bir düşüşü beraberinde getirdiğini gösteriyor. İstihdam edilenlerin sayısında ise 1,4 milyonluk bir düşüş söz konusu. Bu arada işsiz sayısında da yaklaşık 150 bin kişilik bir düşüş olduğu görülüyor.
Enflasyonda Hedefe İnanan Kalmadı
Esasında ekonomik kamuoyunda zaten enflasyon hedefinin tutacağına inanan yoktu. Hükümet ve Merkez Bankası 2 yıl önceden belirlenmiş olan 2008 yılı enflasyon hedefini değiştirmeyip yüzde 4 olarak tutarken, beklentiler yüzde 6’nın altına pek fazla inmemişti. Bu ortamda enflasyonda hedefin tutabileceğine inanan tek kuruluş Merkez Bankası olarak görülüyordu. Fakat ocak ayı sonunda yayınladığı 2008’in ilk Enflasyon Raporu’nda yer alan son tahminleri, artık Merkez Bankası’nın da bu inancını kaybettiğini gösteriyor.
Söz konusu raporda Merkez Bankası 2008 yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 4,1-6,9 aralığı olarak açıkladı. Bu aralığın orta noktası yüzde 5,5 ediyor. Bu oran, önceki Enflasyon Raporu’nda yer alan tahmin aralığının orta noktasının 1,4 puan üzerinde. Önceki rapordaki 2008 yıl sonu enflasyon tahmin aralığının orta noktası yüzde 4,1’di ve hedefle neredeyse aynıydı.
Sonunda Merkez Bankası’nın da enflasyon hedefinden umudu kesmesinin temel olarak 3 nedeni var.
Bunlardan birincisi; geçen yılın sonuyla bu yılın başlarında hükümetin aldığı bazı kararlar. Geçen yılın sonuna doğru hükümetin bütçe açığını kontrol altına almak için bazı vergileri yükseltmesi alkollü içkiler ve gıda grubunda fiyatları artırmıştı. 2008 yılına ise elektrik ve doğal gaz fiyatlarına yapılan zamla girmiştik. Merkez Bankası, bu kararların enflasyonda geçici bir yükselişe yol açacağını ve etkisinin de bu yılın sonbahar aylarına kadar süreceğini düşünüyor.
Merkez Bankası’nın enflasyon hedefinden umudu kesmesinin ikinci nedeni; petrol fiyatlarının yüksek seviyesini sürdürmesi. Önceki rapordaki hesaplar 2008 yılında ham petrolün ortalama varil fiyatının 70 dolar olacağı varsayımıyla yapılmıştı. Son rapordaki hesaplar ise bu fiyatın 85 dolar olacağı varsayımıyla yapıldı.
Hedeften umut kesilmesinin üçüncü nedeni ise gıda fiyatlarıyla ilgili. Bilindiği gibi geçen yıl kuraklığın etkisiyle gıda fiyatlarında epey bir yükseliş yaşanmıştı. Merkez Bankası önceki tahminlerinde 2008 yılında gıda fiyatlarında bir düzeltme olacağı varsayımını yapmıştı. Son Enflasyon Raporu’nda ise bu düzeltmenin gerçekleşeceğinden artık o kadar emin olmadığını söylüyor.
Ocak Ayı Enflasyonu
Fakat sonunda Merkez Bankası da hedeften umut kesmesine rağmen, enflasyonda 2008 yılına iyi bir giriş yaptık. Ocak ayında enflasyon yüzde 1,1 dolayındaki beklentilerin altında ve yüzde 0,8 olarak gerçekleşti. Ocak ayı enflasyonu geçen yılki yüzde 1’lik düzeyinin de altında çıktığı için yıllık enflasyonda az da olsa gerileme yaşandı. 2007 yılını yüzde 8,4 seviyesinde kapatan yıllık enflasyon 2008’in ilk ayında yüzde 8,2’ye indi. Elektrik ve doğalgaz zamları beklendiği gibi yılın ilk ayında enflasyonu yükseltici yönde etki yaptı. Fakat gıda ve giyim gruplarındaki olumlu gelişmelerin daha baskın çıkması enflasyonun gerilemesini sağladı.
Sanayinin Büyüme Hızında Fazla Düşüş Yok
Aralık ayında sanayi üretimi beklentimizin aksine gerilemesine rağmen, sanayinin 2007 yılındaki performansı önceki yılın çok altına düşmedi. 2006 yılında yüzde 5,8 olan sanayi üretimindeki artış oranı, 2007 yılında yüzde 5,4 olarak gerçekleşti. Sanayi üretimi 2005 yılında da tam olarak bu düzeyde artış göstermişti.
Sanayi üretim endeksinin ayrıntılarına baktığımızda, 2007 yılındaki üretim artışında özellikle kimya, ana metal, elektrikli makine ve otomotiv sektörlerinin rolünün büyük olduğunu görüyoruz. 2006 yılına göre daha iyi bir performans gösteren bu 4 sektörün yüzde 5,4’lük üretim artışına katkısı 3 puanı buluyor.
Üretimdeki artışa çok fazla katkıları olmasa da ihracatçı sektörlerden tekstil ve giyimde geçen yıl bir toparlanma yaşandığı dikkati çekiyor.
Çimento-cam-seramik sektöründe ise tersine işlerin kötüleştiği görülüyor. Kuşkusuz bunda inşaat sektöründe yaşanan yavaşlamanın büyük etkisi bulunuyor.
2007 yılında sanayi özellikle ilk çeyrekte iyi bir performans gösterdi. Bu dönemdeki üretim artışı yüzde 8,5’i buldu. İkinci çeyrekte sanayi önemli ölçüde yavaşladı ve üretim artışı yüzde 3,9’a kadar indi. Yılın ikinci yarısında ise biraz toparlanma oldu ama üretim artışında ilk çeyrekteki düzeye ulaşılamadı. Üçüncü çeyrekte yüzde 4,4, dördüncü çeyrekte ise yüzde 5’lik üretim artışı yaşandı.
Sanayide yavaşlamanın başladığı ikinci çeyrekte ekonominin genelinde de yavaşlama oldu. Üçüncü çeyrekte ise sanayide toparlanma olmasına rağmen tarımdaki kuraklığın etkisiyle büyüme daha da aşağıya gitti. Fakat yılın son çeyreğinde büyüme oranı biraz yükselecek gibi görünüyor. Yine de ekonominin genelindeki büyümenin sanayi üretimindeki artış kadar olması zor. 2007 yılındaki büyüme yüzde 4,5 dolayında kalacak gibi görünüyor.
Bu arada sanayi üretiminde aralık ayında görülen yüzde 1,4’lük düşüşü bir resesyonun başlangıcı olarak görmediğimizi de belirtelim. Bu durum büyük ihtimalle 2007’de Kurban Bayramı tatilinin aralık ayına rastlamasının getirdiği iş günü kaybından kaynaklanıyor. Ocak ayında sanayi üretiminde yeniden yükseliş göreceğimizi tahmin ediyoruz. İmalat sanayi kapasite kullanım oranının ocak ayında geçen yıla göre 2,2 puan yükselip yüzde 80.5’e çıkması da bu görüşümüzü destekliyor.
Cari Açıkta Oransal Büyüme Durdu
Türkiye’nin ödemeler dengesinde 2007 yılı verileri geçen ay içinde belli oldu. Bu verileri incelediğimizde şu hususlar dikkatimizi çekiyor:
* Ödemeler dengesinin en önemli bölümü olan cari işlemler dengesindeki açık 38 milyar dolar. Bu rakam 2006 yılına göre 5,8 milyar dolarlık bir artışa tekabül ediyor. 2006 yılında cari açık 32,2 milyar dolardı. Cari açıkta 2001 krizi sonrasında başlayan büyüme böylece 2007 yılında da sürmüş oldu.
* Fakat cari açıkta rakamsal büyüme devam ederken oransal büyümenin durduğu görülüyor. 2007 yılının milli geliri henüz kesinleşmedi ama 500 milyar dolar dolayında çıkacağını tahmin ediyoruz. Bu durumda 2007’deki cari açığın milli gelire oranı yüzde 7,6 dolayında çıkacak. Cari açığın milli gelire oranı 2006 yılında yüzde 8’di. Bu oran 2001 krizinden sonra devamlı yükselerek bu seviyeye kadar gelmişti.
* Cari açıktaki artış esas olarak yine dış ticaret açığındaki yükselmeden kaynaklanıyor. 2006 yılında gerileyen hizmetler dengesindeki fazlanın geçen yıl yükseldiği ama bu yükselişin dış ticaret açığındaki büyüme yanında çok küçük kaldığı görülüyor. Hizmetler dengesindeki fazlanın yükselmesinde turizmde yaşanan toparlanma rol oynamış durumda. Turizm gelirleri 2006 yılında 18,2 milyar dolardan 16,9 milyar dolara düşmüştü. 2007 yılında ise 18,5 milyar dolara yükseldi.
* Ödemeler dengesinin finansman kalemlerinde de ilginç gelişmeler var. Cari açığın finansmanında portföy yatırımlarının payı neredeyse sıfıra inmiş durumda. Bu durum yabancıların özellikle geçen yılın ikinci yarısında bono ve tahvil portföylerini boşaltmalarından kaynaklanıyor. Doğrudan yatırımlar cari açığın finansmanındaki payını büyük ölçüde koruyor. Portföy yatırımlarındaki düşüşün finansman kalemlerinde yarattığı boşluğu ise, büyük ölçüde özel sektörün uzun vadeli dış borçlanmalarından oluşan, diğer yatırımlar kaleminin doldurduğu görülüyor.
* Finansman kalemleri içinde özel bir yeri olan doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ayrıca bakarsak, 2005 yılında başlayan yükselişin geçen yıl da sürdüğünü görüyoruz. 2007 yılında doğrudan yabancı yatırım girişi 21,9 milyar dolara ulaştı ve yeni bir rekor kırdı. Fakat bu arada vatandaşlarımızın yurtdışındaki doğrudan yatırımları da rekor kırıp 2,1 milyar dolara ulaştı. Bu nedenle doğrudan yabancı yatırımlarda net giriş 19,8 milyar dolar olarak gerçekleşti
Teşvikli Yatırımların İstihdam İçeriği Düşük
2007 yılında teşvik belgesine bağlanan yatırım tutarı 25,9 milyar YTL olarak gerçekleşti. Bu tutar 2006 yılına göre yüzde 14,4’lük bir artışa tekabül ediyor. 2006 yılında teşvik belgesine bağlanan yatırım tutarı 22,6 milyar YTL olmuştu.
Yalnız burada 2006 yılının sonlarına doğru yaklaşık 2 aylık bir süre boyunca Hazine’nin yeni teşvik başvurularını kabul etmediğini belirtelim. Bir prosedür değişikliğine uyumun söz konusu olduğu bu dönemde sadece eski başvurular karara bağlanmıştı. Bu da 2006 yılındaki teşvikli yatırım tutarında ekonomik nedenlerden kaynaklanmayan bir düşüşe yol açmıştı.
2007 yılında teşvikli yatırım tutarında artış görüyoruz ama yatırım sayısında düşüş söz konusu. Geçen yıl 2 bin 363 yatırım için teşvik belgesi verildi. Oysa bu sayı 2006 yılında 3 bin 90’dı. Daha önceki iki yılda ise teşvik verilen yatırımların sayısı 4 binin üzerindeydi.
Her ne kadar 2006 yılına göre bir miktar artış olsa da, geçen yıl teşvik belgesine bağlanan yatırımların içerdiği istihdam da düşük. 2007 yılında teşvik belgesine bağlanan yatırımlar hayata geçtiğinde 133 bin 18 kişiye istihdam olanağı sağlanacak. Bu sayı 2006 yılında 122 bin 690’dı. Daha önceki üç yılda teşvik belgesine bağlanan yatırımların istihdam içeriği ise 160 bini aşıyordu.
İşsizlik sorununun çözümü için önümüzdeki dönemde yatırımların hem sayısının artması hem de istihdam içeriğinin yükselmesi gerekiyor.
Şirketlerin Sadece Üçte Biri Yenilikçi
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) gerçekleştirdiği Yenilik Araştırması’na göre, Türkiye’de işletmelerin sadece üçte biri teknolojik yenilik yapmak için kafa yoruyor. Teknolojik olmayan (pazarlama, organizasyon vb) yenilikleri de işin içine katsak bile yenilik yapan işletmelerin oranı ancak yüzde 58’e kadar çıkabiliyor.
Bu sonuçlar söz konusu araştırmanın 2004-2006 döneminde uygulanan kısmından alınma. TÜİK benzer araştırmayı 1995-1997, 1998-2000 ve 2002-2004 dönemlerinde de uygulamıştı. Bu araştırmaların tamamının sonuçlarına bakıldığında sanayide teknolojik yenilik yapma eğiliminin güçlendiği ortaya çıkıyor. Buna karşılık hizmetler sektöründe ise teknolojik yenilik yapan şirketlerin oranının giderek düştüğü dikkati çekiyor.
Sanayide teknolojik yenilik yapan girişimlerin oranı 1995-1997 döneminde yüzde 24,6 iken, 2004-2006 döneminde yüzde 35,3’e kadar çıkmış durumda. Aynı dönemde hizmetler sektöründe teknolojik yenilik yapan girişimlerin oranının ise yüzde 48,2’den yüzde 24,6’ya indiği görülüyor.
Sanayi şirketlerinin giderek daha fazla teknolojik yeniliğe yönelmeleri, son yıllarda iyice dışa açılmalarından ve global rekabetle karşılaşmalarından kaynaklanıyor. Fakat teknolojik yenilik yapan şirketlerin oranı henüz ülkemizi global rekabette öne çıkarmaya yetecek düzeyde gibi görünmüyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?