Türkiye ekonomisi önceki 3 yıl gibi 2005’i de yüzde 5’in üzerinde bir büyüme oranıyla kapatınca, 1950-53 dönemine ait en uzun süreli hızlı büyüme rekorunu egale etti. Böylece 2006 yılında bir rekor...
Türkiye ekonomisi önceki 3 yıl gibi 2005’i de yüzde 5’in üzerinde bir büyüme oranıyla kapatınca, 1950-53 dönemine ait en uzun süreli hızlı büyüme rekorunu egale etti. Böylece 2006 yılında bir rekor kırma denemesi yapma hakkını da elde etti. Eğer bu yıl da büyüme yüzde 5’in üzerinde olursa, Türkiye ekonomisi cumhuriyet tarihinde ilk kez 5 yıl üst üste hızlı büyümüş olacak.
Ekonominin mümkün olduğu kadar uzun bir süre hızlı büyümesi, Atatürk’ün koyduğu “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” hedefi açısından önem taşıyor. Bu hedef bugün, halen üyelik görüşmelerini sürdürdüğümüz Avrupa Birliği’nin (AB) refah düzeyini yakalamak şeklinde somutlaşmış bulunuyor. Türkiye ne kadar hızlı büyürse, AB’nin refah düzeyini o kadar çabuk yakalayacak. Önümüzdeki 10 yılda bu yolda hızlı yol alması da AB’ye üyeliğini kolaylaştırıcı bir unsur olacak. Büyümenin mehter marşı temposunda sürmesi ise hem AB üyeliğini geciktirecek hem de “muasır medeniyet seviyesine ulaşma”yı daha ötelere atacak.
İstikrarlı büyüme sicilimiz kötü
Esasında Cumhuriyet döneminde Türkiye ekonomisinin yüzde 5’in üzerinde büyüdüğü yılların sayısı az değil. Geride bıraktığımız 82 yılın 43’ünde ekonomi, bizim hızlı büyüme için sınır olarak kabul ettiğimiz, yüzde 5’in üzerinde bir hızla büyüdü. Ancak bu hızlı büyüme yıllarının birbirini takip etmesi olgusuna çok ender rastlanıyor.
Söz konusu dönemde ekonominin en fazla 4 yıl peş peşe hızlı büyüyebildiği görülüyor. Bu “4’leme” dönemlerinin sayısının da, 2002-2005 dönemi dahil, sadece iki olduğu dikkati çekiyor.
Ekonominin üç yıl üst üste hızlı büyüdüğü yani “3’leme” yaptığı dönemlerin sayısı üçte kalıyor.
2 yıl üst üste hızlı büyüme dönemlerinin sayısının sekiz olarak tespit edilirken, 10 kez ise hızlı büyümenin tek yılda gerçekleştiği ve takip eden yıl ekonominin yavaşladığı görülüyor.
Güney Kore’nin 1981-96 döneminde 16 yıl boyunca yüzde 5’in üzerinde büyüdüğünü, Çin’in de 1991 yılından beri 14 yıldır aynı şeyi gerçekleştirmekte olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin bu konudaki performansı oldukça kötü. Güney Kore söz konusu hızlı büyüme dönemiyle Türkiye’nin seviyesinden gelişmiş ülkeler seviyesine çıktı. Aynı hedefe ulaşabilmek için Türkiye’nin de benzer bir hızlı büyüme dönemi yaşaması gerekiyor.
Büyümede son durum
Uzun süreli hızlı büyüme rekorunun bu yıl kırılıp kırılamayacağı konusunda bir fikir edinmek için büyümeyle ilgili temel göstergelere baktığımızda şu sonuçlarla karşılaşıyoruz:
* Ekonomideki payı yüksek olduğundan büyümeyi en çok sanayinin performansı etkiliyor. Sanayi ise bu yıla pek iyi başlamış değil. Sanayi üretimi ocak ayında yüzde 6’lık bir düşüş gösterdi. Fakat bu düşüşte Ocak ayındaki dokuz günlük bayram tatilinin, ağır kış koşullarının ve Rusya ile İran’dan gelen doğal gaz hatlarında yaşanan sorunlardan kaynaklanan enerji sıkıntısının da payı vardı. Nitekim Şubat ayında sanayi üretimi yüzde 5 arttı ve Ocak ayındaki düşüşün geçici bir durum olduğunu gösterdi. Mart ayında imalat sanayiindeki kapasite kullanım oranının yüzde 80.8 düzeyinde ve geçen yılın aynı ayının 0.3 puan üzerinde çıkması da sanayideki toparlanmanın sürdüğüne işaret ediyor.
İç talep canlı
* 2005 yılında ekonominin hızlı büyümesine iç talepteki canlılık büyük katkı yaptı. İç talebe ilişkin göstergelerin yılın ilk aylarındaki değerlerine baktığımızda bu canlılığın sürdüğünü görüyoruz. Örneğin ilk üç ayda otomotiv satışlarında yaşanan artış yüzde 10.2 düzeyinde. Beyaz eşya satışlarında ilk iki ayda yaşanan artış da yüzde 18.5’i buluyor.
* İki yıldır büyümeye büyük destek veren yatırımlardaki artış da sürüyor gibi. Yatırım malı ithalatı ilk 2 ayda yüzde 26 artış gösterdi. Teşvikli yatırımlarda ise ilk iki ayda yüzde 92 gibi olağanüstü bir artış görüldü.
* Dış talebe ilişkin göstergeler ise pek iyi değil. TÜİK’in verilerine göre ihracat ilk 2 ayda sadece yüzde 1 oranında artış gösterdi. Fakat Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) öncü gösterge niteliğindeki verileri mart ayında ihracatın yüzde 13.2 arttığını gösteriyor. Bu, mal ihracatında durumun düzelmekte olduğunu gösteriyor. Ancak, ilk 3 ayda yabancı ziyaretçi sayısının azalması, turizm gelirleri ve dolayısıyla hizmet ihracatı açısından pek iyi sinyal vermiyor.
İlk çeyrekte yavaşlama olacak
Tüm verileri bir arada değerlendirdiğimizde ilk çeyrekte büyümenin pek yüksek çıkmayacağı sonucuna varıyoruz. Ekonomideki payı yüzde 30’a yakın olduğu için sanayinin performansı tek başına büyümeyi önemli ölçüde etkiliyor. Eğer önümüzdeki dönemde ilk iki ayın verileri yukarı doğru revize edilmezse, ilk çeyrekte sanayi üretimindeki değişim yüzde 3’ün altında kalacak gibi görünüyor.
Bu dönemde mal ve hizmet ihracatındaki performans da büyümeyi sınırlandıracak. İç talepteki ve yatırımlardaki canlılık sanayideki ve ihracattaki kötü performansın etkilerini bir ölçüde telafi etse bile ilk çeyrekte büyümenin yüzde 5’in altında kalma ihtimali yüksek görünüyor.
Bu durumda yüzde 5’lik büyüme hedefinin tutması ve dolayısıyla da uzun süreli hızlı büyüme rekorunun kırılması yılın kalan dönemindeki performansa bağlı olacak.
Sanayideki ve mal ihracatındaki toparlanma, yılın kalan döneminde büyüme performansının yükselebileceğine işaret ediyor. İç talep ve yatırımlar ise zaten ilk çeyrekte de yüksek gerçekleşti gibi görünüyor. Turizmin büyümeye ne ölçüde destek vereceğinin ise yaz aylarından önce ortaya çıkmayacağı anlaşılıyor. Fakat turizmde sıkıntı sürse bile diğer faktörler yılın kalan döneminde ekonominin yüzde 5’lik büyüme hedefini tutturabilecek bir performans yakalayabileceğini düşündürüyor.
MB büyümeyi etkileyebilir mi?
Yaptığımız analiz hızlı büyümenin bu yıl da sürmesinin daha çok iç talepteki canlılığa bağlı olduğunu gösteriyor. Fakat iç talepteki canlılık ekonomiyi büyütürken enflasyonu yükseltici bir etki de yapıyor. Nitekim ilk 3 ayda enflasyonun yükseliş eğiliminde olduğu ve hedeflenenden biraz yüksek çıktığı dikkati çekiyor. Enflasyondaki yükseliş nisan ayında da sürerse Merkez Bankası faiz silahını çekip iç talebi kısmaya çalışabilir.
Fakat Merkez Bankası’nın çeşitli açıklamalarında da yer aldığı gibi, para politikası kararlarının etkisini göstermesi 6 ile 9 ay arasında bir süre sonunda mümkün oluyor. Bu durumda bu aydan itibaren faizlerde bir yükseliş yapılsa bile bunun iç talep üzerinde etkisini göstermesi yıl sonunu bulacak. Böylece faizlerdeki yükseliş bu yılki büyümeden çok 2007’deki büyüme üzerinde etkili olacak.
İşsizlik büyümeye zorluyor
Esasında Türkiye hızlı büyümeye sadece “muasır medeniyet seviyesini” yakalamak için değil, zaten yüksek olan işsizliğin daha da yaygınlaşmaması için de mecbur. Genç bir nüfusa sahip olan Türkiye’de işgücü piyasasına her yıl 500 bin dolayında yeni giriş oluyor. Yapılan araştırmalar, işgücü piyasasına yeni gelenleri istihdam etmek ve dolayısıyla işsizliği bugünkü seviyesinde tutmak için bile her yıl yüzde 6 büyümenin gerekli olduğunu gösteriyor. Son dört yılda ekonomi yılda ortalama yüzde 7.5 büyüdüğü halde işsizlik oranında bir değişiklik olmaması da bu araştırmaların sonucunu teyit ediyor. Hatta bu gelişme işsizliği bugünkü seviyesinde tutmak için gerekli büyüme oranının yüzde 6’nın da üzerinde olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle artık enflasyon hedefleri konusunda çok katı olmamak gerekiyor. Biz büyümenin sürmesi için enflasyondan bir miktar fedakarlık yapılabilir diye düşünüyoruz.
Ocak ayında yayınlanan ilk “Enflasyon Raporu”ndan, Merkez Bankası’nın eski yönetiminin de benzer bir düşünceye sahip olduğu izlenimini almıştık. Eğer yeni yönetimde bu görüşte bir değişiklik olmazsa Merkez Bankası faiz silahını çekmek konusunda acele etmeyebilir. Bu da bu yıl büyümenin yüzde 5’i aşmasına ve dolayısıyla uzun süreli hızlı büyüme rekorunun kırılmasına imkan verebilir.
2005 BÜYÜME ORANI BEKLENENDEN YÜKSEK ÇIKTI
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2005 yılı milli gelir verilerini önceki ayın son gününde açıkladı. 2005 yılı büyüme oranı beklentilerin epey üzerinde çıktı. Beklentiler büyümenin yüzde 6 dolayında çıkması iken, GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) bazındaki büyüme yüzde 7.4’ü buldu. Büyüme oranının beklenenden yüksek çıkmasının büyük ölçüde yılın ilk üç çeyreğine ilişkin verilerin revize edilmesinden kaynaklandığının anlaşılması ise ekonomik kamuoyunda milli gelir verilerine ilişkin bir güvensizlik yarattı.Biz her görüşten insanların çalıştığı bir kurumda verilerle oynanmasının pek mümkün olmadığını düşündüğümüzden, bu tartışmaya girmeyeceğiz. Fakat TÜİK’in milli geliri hesaplama yöntemlerini bu kadar revizyona ihtiyaç duyulmayacak bir hale getirmesi gerektiğini söylemeden de geçemeyeceğiz. Belki de hazırlıkları süren yeni milli gelir hesaplama yöntemi bunu sağlayabilir. Şimdiden bir yıl gecikmiş durumda olan yeni yönteme geçişin çabuklaştırılmasında yarar var.
Verilerin kalitesi sorununu bir tarafa bırakıp da ayrıntılı bir inceleme yaptığımızda, ekonominin 2005’te de hızlı büyümesine en büyük katkıyı, sırasıyla, sanayi, ticaret, inşaat ve ulaştırma-haberleşme sektörlerinin yaptığını görüyoruz. Esasında en hızlı büyüme oranı konut talebinin patladığı inşaat sektöründe görülüyor ama bu sektörün ekonomideki payı küçük olduğu için büyümeye katkısı o kadar yüksek değil. Aynı nedenle, büyüme hızı daha yüksek olmasına rağmen, ulaştırma-haberleşme sektörünün büyümeye katkısı da sanayi ve ticaret sektörlerinin gerisinde kalıyor.
Harcamalar yöntemiyle hesaplanan verilere baktığımızda ise büyümeye en büyük katkının özel tüketimden geldiğini görüyoruz. Bu durum, sanılanın aksine, iç talebin epey canlı olduğunu gösteriyor. Mal ve hizmet ihracatındaki artış oranının gerilemesi, dış talebin büyümeye katkısının ise azaldığını gösteriyor. Bu arada yatırımlarda 2004’te başlayan artışın devam etmesinin de büyümenin yüksek çıkmasına katkıda bulunduğu görülüyor.
2005 yılı milli gelir istatistikleri konusunda ileteceğimiz son not, kişi başına milli gelirin tarihimizde ilk kez 5 bin doları aşmış olması. 2004 yılında 4 bin 187 dolar olan kişi başına GSYİH düzeyi 2005’te 5 bin 16 dolara çıktı. 2004 yılında 300.6 milyar dolar olan toplam GSYİH de 2005’te 361.5 milyar dolara yükseldi. Tabii dolar cinsinden milli gelir büyüklüklerindeki bu yüksek artışta dolar kurundaki gerilemenin de önemli etkisi var.
MB, ENFLASYON HESABINDAN KILPAYI KURTULDU
Geçen ay bu sayfalarda şubat sonundaki enflasyonun mart sonu için konulan hedefin epey üzerinde olduğuna ve Merkez Bankası’nın bu konuda IMF’ye hesap vermek zorunda kalabileceğine dikkat çekmiştik. Çünkü yılbaşında yürürlüğe konulan enflasyon hedeflemesi sistemi, enflasyonun hedeflerin 1 puan üzerinde veya altında çıkması halinde durumun IMF ile müzakere edilmesini, 2 puan üzerinde veya altında çıkması halinde ise kamuoyuna hesap verilmesini içeriyordu. Neyse ki mart sonunda enflasyon birinci üst sınırın kılpayı altında kaldı ve Merkez Bankası IMF’ye hesap vermekten kurtuldu.
TÜİK’in verilerine göre, yıllık tüketici enflasyonu mart ayı sonunda yüzde 8.2 olarak gerçekleşti. Oysa Merkez Bankası’nın mart sonu için hedefi yüzde 7.4 düzeyindeydi. IMF ile müzakere gerektiren üst sınır ise bundan 1 puan yüksek ve yüzde 8.4 idi. Görüldüğü gibi mart ayında az kalsın bu sınır aşılacaktı.
Merkez Bankası enflasyon konusunda IMF’ye hesap vermekten şimdilik kurtuldu ama üç ay sonra bir kez daha aynı duruma düşme riski var. Enflasyon hedeflemesi uygulamasının hedeflerine göre yıllık enflasyonun haziran sonunda yüzde 6.5 olması gerekiyor. Enflasyonun üç ayda bu kadar gerilemesi pek olası görünmüyor. Merkez Bankası’nın IMF’ye hesap vermek durumunda kalmaması için ise haziran sonunda enflasyonun en azından yüzde 7.5’in altına inmesi gerekiyor.
Merkez Bankası yılın ilk aylarında enflasyonun yatay bir seyir izleyebileceğini öngörmüştü. Fakat ilk üç ayda enflasyon Merkez Bankası’nın beklediğinden de yüksek çıktı gibi. Bu gelişmede iç talebin canlı olmasının etkisi büyük. İç talepteki canlılığın sürmesi bu yılki enflasyon hedefine ulaşmayı riske atabilir. Bu riski bertaraf etmek için Merkez Bankası faizleri sabit tutmaya devam etmek ve hatta yükseltmek zorunda kalabilir.
BÜTÇEDE İŞLER BU YIL DA İYİ GİDİYOR
Maliye Bakanlığı, bütçede bu yıl yeni bir sınıflandırmaya gitti ve konsolide bütçe yerine merkezi yönetim bütçesini açıklamaya başladı. Geçen ay ilk üç ayın verileri açıklanırken, aynı sınıflandırmaya göre geçen yıla ilişkin veriler de açıklandı. Söz konusu veriler incelendiğinde, ilk üç ayda bütçede yaşanan gelişmelerin geçen yıl yaşadıklarımıza epey benzediği dikkati çekiyor. Bütçe açığının geçen yıla göre yarı yarıya düştüğü, bunun da büyük ölçüde faiz ödemelerindeki gerilemeden kaynaklandığı görülüyor.
Bütçenin ilk üç ayda verdiği açık 1 milyar 50 milyon YTL düzeyinde. Geçen yılın aynı dönemindeki açık 2 milyar 240 milyon YTL idi. Buna göre bütçe açığında yaşanan düşüş yüzde 53.1’i buluyor.
İlk üç ayda faize ödenen paranın ise 11 milyar 282 milyon YTL olduğunu görüyoruz. Bu tutar geçen yılın aynı döneminde 11 milyar 943 milyon YTL idi. Buna göre faiz ödemelerindeki düşüş yüzde 5.5 olarak hesaplanıyor.
Geçen yıl bütçe açığının milli gelire oranı uzun yıllardan sonra ilk kez yüzde 3’ün altına inmiş ve bu alandaki Maastricht kriteri tutturulmuştu. İşler ilk üç aydaki gibi giderse bu yıl bütçe açığının milli gelire oranı daha da düşecek gibi görünüyor.
Fakat faiz dışı harcamalardaki artışın epey yüksek olması bütçedeki olumlu gidişin sürdürülebilirliği konusunda kuşku yaratıyor. Faiz dışı harcamalardaki yüksek oranlı artışta sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler büyük rol oynuyor. Sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler daha ilk üç ayda 2006 yılı ödeneğinin üçte birinden fazlasını götürdü. Hükümet yeni sosyal güvenlik yasasını geçen ay nihayet TBMM’den geçirdi ama bu yasanın kısa vadede soruna çözüm getirme niteliği bulunmuyor.
IMF 2006’YA OLUMLU BAKIYOR
IMF yılda iki kez “World Economic Outlook” (Dünya Ekonomisinin Görünümü) adlı bir rapor yayınlar. Bu yayınların ilki nisan, ikincisi ise eylül aylarında kamuoyuna açıklanır. Bu raporlarda dünya ekonomisine ve ülkelere ilişkin tahminler ve değerlendirmeler yer alır.Bu raporların 2006’ya ait olanlarından ilki geçen ay yayınlandı. Söz konusu rapor incelendiğinde IMF’nin gerek dünya gerekse Türkiye ekonomisine olumlu baktığı anlaşılıyor. IMF’nin iyimserliğinin önceki raporun yayınlandığı eylül ayına göre arttığı da görülüyor.
IMF’ye göre dünya ekonomisi bu yıl 2005’tekine yakın bir büyüme hızı tutturacak. Dünya ekonomisi için 2006 yılı büyüme tahmini yüzde 4.9 düzeyinde. Bu oranın önceki rapordaki tahmine göre 0.6 puan daha yüksek olduğunu da belirtelim.
Tahminlere göre dünya ticaret hacmindeki artış geçen yıla göre biraz yükselecek. Gelişmiş ülkelerin ithalatındaki artışın da yükseleceği tahmin ediliyor. Bu tahminler gerçekleşirse, ihracatımız bundan olumlu etkilenecek.
IMF’nin petrol fiyatı tahmini ise varil başına 61.25 dolar. Bu, petrol fiyatlarında düşüş olmayacağı anlamına geliyor ve ithalat faturamız açısından olumsuz bir haberi oluşturuyor.
Geçen yıl 2 puan yükselen faiz oranlarının bu yıl biraz daha yükselmesinin beklenmesi ise yurtdışından kredi alacakların maliyetinin artacağı anlamına geliyor.
IMF’nin Türkiye ekonomisine ilişkin tahminlerine baktığımızda ise enflasyondaki düşüşün ve ekonomideki hızlı büyümenin bu yıl da sürmesinin beklendiğini görüyoruz. Fakat bu arada hızlı büyümenin faturası olan cari açığın da yüksek kalmaya devam etmesi bekleniyor.
İNŞAATTA ALTIN ÇAĞA DÖNÜŞ
2005 yılında ekonomide en çok dikkat çeken gelişmelerden biri konut talebindeki patlamaydı. Konut kredilerindeki artışla beslenen bu patlamanın bilançosu, TÜİK’in geçen ay 2005 yılı inşaat istatistiklerini açıklamasıyla ortaya çıktı. Artan taleple birlikte girişimcilerin inşaat sektörüne yönelmesinin, bu sektörü 1990’lı yılların ortasındaki altın çağa geri döndürdüğü anlaşıldı.
2005 yılında inşaat ruhsatı alınan yani yapımına yeni başlanan daire sayısı 511 bin 236 olarak gerçekleşti. Bu sayı 2004 yılına göre yüzde 54.7’lik bir artışa tekabül ederken, 1990’lı yılların ortasında gerçekleşen düzeylere de çok yakın bulunuyor. 1993-95 döneminde de bir yılda inşaat ruhsatı alınan daire sayısı 500 binin üzerinde gerçekleşmişti. Bu alanda rekor ise 548 bin 129 ile 1993 yılında kırılmıştı.
İskan izni alınan yani kullanıma açılan konut sayısında da 2005’te patlama yaşanmış durumda. Geçen yıl 240 bin 730 daire için iskan izni alındı. Bu sayı 2004 yılına göre yüzde 45.9’luk bir artışa karşılık geliyor. İskan izni alınan daire sayısı açısından da 2005 parlak yıllardan biri oldu. Bu alanda rekor 277 bin 56 daire ile 1997 yılında kırılmıştı.
1990’lı yıllarda inşaatına başlanan konut sayısı, o dönemde 400 bin civarında tahmin edilen ihtiyacın çok üzerindeydi. Bu nedenle bu konutların bir kısmı daha sonra elde kaldı ve krizlerin de etkisiyle inşaat sektörü derin bir durgunluğa girdi. Geçen yıl inşaatına başlanan konut sayısı ise 680 bin olarak tahmin edilen ihtiyacın altında kalıyor. Bu da bugün inşa edilen konutların elde kalma ihtimalinin 10 yıl öncesine göre daha düşük olduğunu gösteriyor. Fakat burada ihtiyaç ile talebin aynı şey olmadığını da belirtelim. İhtiyacın talebe dönüşmesi için yeterli satın alma gücü ile desteklenmesi gerekiyor. Konut ihtiyacının talebe dönüşmesi için ise öncelikle mortgage yasasının kuşa çevrilmeden çıkması gerekiyor.
ÖZEL SEKTÖR DIŞ BORCU BÜYÜTÜYOR
Türkiye’nin dış borç stoku 2005 yılı sonunda 170 milyar doların biraz üzerine çıktı. Dış borç stokunda 2005 yılında yaşanan artışın geçmiş yıllara göre daha düşük olduğu görülüyor. Dış borcun milli gelire oranlanmasıyla hesaplanan dış borç yükünde de ciddi bir düşüş söz konusu. Fakat dış borcun yapısına bakıldığında önemli değişiklikler olduğu dikkati çekiyor.Bu açıdan dikkatimizi çeken ilk nokta özel sektörün dış borcundaki artış. Özel sektör geçen yıl dış borcunu yaklaşık 20 milyar dolar artırdı ve toplum dış borcun yarısından biraz fazlasına sahip hale geldi. Özel sektörün dış borçtaki payı yüzde 51.1’i buldu ve 1999’da ulaşılan yüzde 48.1’lik zirveyi 3 puan aştı.
Özel sektörün dış borcundaki artışın üçte ikilik bölümü orta-uzun vadeli dış borçlardan oluşuyor. Bu orta-uzun vadeli dış borçlardaki artışın da finansal kuruluşlar ile diğer sektörlerde faaliyet gösteren kuruluşlar arasında neredeyse eşit olarak paylaşıldığını görüyoruz. Özel sektörün dış borcundaki bu artışta özelleştirmeler nedeniyle yurtdışından kredi alan büyük grupların etkisi olduğunu tahmin ediyoruz.
Kamunun dış borcunun ise 2005’te 6.1 milyar dolar azaldığı görülüyor. IMF’den alınan kredilerin düzenli olarak ödenmesi TCMB’nin dış borcunu da 6 milyar dolar azaltmış durumda.
2005’te kısa vadeli dış borçların oranının da 2.4 puan yükseldiği dikkati çekiyor. Fakat kısa vadeli dış borçların oranı henüz yüzde 25 olarak kabul edilen tehlike sınırının altında. Bu açıdan bir başka ölçü olan döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borçlara oranının da bir tehlikeye işaret etmediğini görüyoruz.
REEL ÜCRET MİLİM MİLİM ARTIYOR
İmalat sanayiinde üretimde çalışılan saat başına reel ücret endeksi 2005 yılında yüzde 2 oranında bir artış gösterdi. İşsizlik oranının bu kadar yüksek olduğu bir dönemde reel ücretlerin az da olsa yükselmesi olumlu sayılır. Ancak 2005’ten önce 2004’te de artış görülmesine rağmen, reel ücretler halen 2001 Krizi öncesindeki düzeyinin çok gerisinde bulunuyor. Bu artış oranlarıyla çalışanların kriz öncesindeki satın alma güçlerine tekrar ulaşmaları da pek kolay olmayacak gibi görünüyor.
1997=100 bazlı saat başına reel ücret endeksinin 2005 yılındaki değeri 92.3 olarak gerçekleşti. Oysa 2000 yılında bu değer 111.3 idi. Yani 2005 yılındaki reel ücret düzeyi kriz öncesindeki düzeyin ancak yüzde 82.9’una tekabül ediyor.
2001 krizi reel ücretlerde daha ilk yılda yüzde 14.5’lik düşüş yaratmıştı. 2003 yılına gelindiğinde bu kayıp yüzde 20.7’ye kadar çıkmıştı. 2004 ve 2005 yıllarındaki artış ise bu kaybın ancak 3.6 puanlık bir kısmını geri almayı sağladı.
Reel ücretlerdeki artış önümüzdeki yıllarda hızlanmazsa, çalışanlar 2001 krizi ile 3 yılda kybettikleri satın alma gücünü ancak 11 yıllık bir sürenin sonunda geri alabilecek. Yani bu gidişle reel ücretlerin 2000 yılındaki düzeyine geri dönmesi 2014 yılını bulacak.
işsizlik oranının yüksek olması ve önümüzdeki yıllarda da fazla düşmeyecek gibi görünmesi ise reel ücretlerdeki artışın hızlanması ihtimalinin düşük olduğunu düşündürüyor.
Reel ücretlerin düşük olması işçilik maliyetlerindeki artışı sınırlayarak şirketlere avantaj sağlıyor. Ancak çalışanların satın alma gücünün düşüklüğünün iç talepteki artışı sınırlaması da özellikle iç piyasaya çalışan şirketler açısından sorun yaratıyor.
MERKEZ BANKASI’NDA YILMAZ DÖNEMİ
Süreyya Serdengeçti’nin 14 Mart’ta görev süresinin dolması üzerine boşalan Merkez Bankası Başkanlığı’na, bir aylık bir vekaletle yönetim döneminden sonra, geçen ay içinde Durmuş Yılmaz atandı. Yılmaz da Serdengeçti gibi Merkez Bankası’nın içinde yetişmiş olduğundan, bu atama genelde olumlu karşılandı. Başkanlığa Merkez Bankası’nın içinden bir atama yapılmış olması, Serdengeçti döneminde izlenen politikaların aynen devam edeceği izlenimini de yarattı.
Merkez Bankası’nın 20’inci başkanı olarak göreve başlayan Durmuş Yılmaz, bankaların bankasının temel hedefi olan fiyat istikrarını sağlama konusunda Serdengeçti’den iyi bir miras devraldı. Ancak Serdengeçti’den kalan mirasta yüksek işsizlik ve büyük cari açık gibi sorunlar da olduğundan Yılmaz’ın işi pek kolay görünmüyor. Bu sorunlar nedeniyle giderek yükselen şikayetler de Yılmaz’ı koltuğunda pek rahat oturtmayacak gibi görünüyor.
Enflasyonda görev bitmedi
Serdengeçti enflasyonu yüzde 70’lerden yüzde 7’lere indirerek “enflasyon kahramanı” payesini alarak görev süresini tamamladı. Yılmaz’a da tek haneli enflasyonu devrederek iyi bir miras bıraktı.
Fakat fiyat istikrarını sağlama görevi henüz tamamlanmış değil. Bu görevin tamamlanması için enflasyonun yüzde 5’in altına indirilmesi ve de orada tutulması gerekiyor. Serdengeçti’nin Yılmaz’a bıraktığı miras arasında enflasyonu bu yıl sonunda yüzde 5’e, 2007 sonunda ise yüzde 4’e indirme hedefi de bulunuyor. Enflasyonda 2008 hedefi de yüzde 4 ve bu söz konusu orana ulaşıldığında fiyat istikrarını sağlama görevinin tamamlanmış sayılacağı izlenimini veriyor.
Gelecek yıl için şimdiden bir şey söylemek zor ama enflasyonun ilk üç ayda gösterdiği yükseliş eğilimi bu yılki hedefi tutturmanın pek kolay olmayacağını gösteriyor. Enflasyondaki yükseliş eğilimi iç talebin epey canlı olmasından kaynaklanıyor gibi görünüyor. Yılmaz enflasyonu tekrar hedefe yöneltmek için, Serdengeçti döneminde sürekli düşürülen faizleri sabit tutma ve hatta artırma gibi ekonomik kamuoyunun ve hükümetin pek hoşuna gitmeyecek bir karar almak zorunda kalabilir.
Enflasyon-büyüme ilişkisi değişti
Serdengeçti Yılmaz’a son dört yıldır hızlı büyüyen bir ekonomiyi de miras olarak bıraktı. Yüksek enflasyon düzeylerinde enflasyon ile büyüme arasında negatif bir ilişki olduğundan, Serdengeçti dönemindeki enflasyonla mücadelenin büyüme üzerine bir faturası çıkmadı.
Ancak düşük enflasyon düzeylerinde enflasyon ile büyüme arasında pozitif bir ilişki mevcut. Bizim hesaplarımız Türkiye’de enflasyonla büyüme arasındaki ilişkinin değiştiği eşik enflasyon düzeyinin yüzde 6 olduğunu gösteriyor. Bu, Merkez Bankası’nın önündeki enflasyon hedeflerine ulaşmak için büyümeden fedakarlık yapmanın gerekebileceği anlamına geliyor. Fakat zaten yüksek olan işsizliğin daha da yaygınlaşmaması için de büyümenin yüzde 5’in altına düşmemesi gerekiyor. Bu ikilem Yılmaz’ın kafasını epey meşgul edecek gibi görünüyor.
Cari açığı yönetmek zor
Serdengeçti’den Yılmaz’a kalan miras arasında rekor düzeyde yüksek bir cari açık da var. Her ne kadar şu anda finansmanında bir sorun görünmese de yüksek cari açık ekonomi için bir risk kaynağı oluşturuyor. Bu yüksek cari açık kurlar konusunda ihracatçıların ve faizler konusunda da bazı iktisatçıların Merkez Bankası’na baskı yapmasına da yol açıyor. Bu baskılara zaman zaman hükümet de destek veriyor.
Ancak Türkiye ekonomisinin ithalata bağımlı üretim yapısı nedeniyle, en azından kısa dönemde, büyümeyi düşürmeden cari açığı küçültmek pek mümkün değil. Türkiye’nin hızlı büyümesi ise yukarıda değindiğimiz işsizlik sorunu nedeniyle şart görünüyor. Bu durumda Yılmaz’ın hem cari açığın finansmanında bir sorun çıkmaması için çaba harcaması, hem de cari açık nedeniyle gelen baskılara göğüs germesi gerekiyor. Bu da gerektiğinde hükümeti de karşısına almak demek olduğundan pek kolay bir iş gibi görünmüyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?