Türkiye ekonomisi 2007 yılının son çeyreğini yüzde 3,4’lük büyüme ile kapattı. Oysa beklentiler bu dönemdeki büyüme oranının yüzde 5 dolayında çıkacağı yönündeydi. Öte yandan daha önce yüzde 1,5 ol...
Türkiye ekonomisi 2007 yılının son çeyreğini yüzde 3,4’lük büyüme ile kapattı. Oysa beklentiler bu dönemdeki büyüme oranının yüzde 5 dolayında çıkacağı yönündeydi. Öte yandan daha önce yüzde 1,5 olarak açıklanan üçüncü çeyrekteki büyüme oranı da yüzde 3,4 olarak revize edildi. Böylece geçen yılın ikinci yarısında ekonominin bir durgunluğa (yüzde 0-2 arası büyüme) girmediği anlaşıldı ama bir yavaş büyüme (yüzde 2-4 arası) döneminin başladığı da ortaya çıkmış oldu.
İkinci yarıyıldaki bu yavaş büyüme performansı nedeniyle, 2007 yılının tamamındaki büyüme de önceki yıllara göre epey yavaşladı. Önceki beş yılda ortalama yüzde 7,2’lik bir büyüme oranı tutturan ekonomi, geçen yıl ancak yüzde 4,5 oranında büyüyebildi. Böylece 2002-2006 döneminde kırılan uzun süreli hızlı büyüme (yüzde 5’in üstü) rekoru da daha fazla geliştirilememiş oldu.
Tabii artık geçen yıl yaşananlardan çok bu yıl neler olabileceğine odaklanmak gerekiyor. Esasında 2008 yılının ilk aylarına ilişkin göstergeler fena değil. İlk çeyrekte büyüme geçen yılın ikinci yarısındakinden daha yüksek olabilecek gibi görünüyor. Fakat yılın kalan dönemine ilişkin beklentiler iyi değil ve bu beklentiler giderek de bozuluyor.
Beklentiler Bozuluyor
Örneğin Merkez Bankası’nın ayda iki kez düzenlediği Beklenti Anketi’ndeki büyüme beklentisi yılbaşında yüzde 5 iken, nisan ayında düzenlenen ikinci ankette yüzde 4’e kadar düşmüş durumda. Geçen yılın ekim ayında yayınladığı World Economic Outlook (WEO) raporunda 2008 yılında Türkiye’nin yüzde 5,3 büyüyeceği tahminini yapan IMF’nin de, bu raporun geçen ay yayınlanan son versiyonunda büyüme tahminini yüzde 4’e çektiği görülüyor.
Maalesef bu kez bu kötümser beklentilere biz de katılmak durumundayız. Çünkü yılın ilk iki ayına ilişkin olumlu göstergelerde “baz etkisi”nin önemli rolü olduğunu biliyoruz. Bu baz etkisinin ortadan kalkmasıyla mart ayı verileriyle birlikte ekonomideki tablonun bozulmaya başlayacağını tahmin ediyoruz. Bunun önüne ancak ekonomide yeni bir atak başlamış olması halinde geçilebilir. Fakat hem yurtdışı hem de yurtiçi gelişmeler nedeniyle ekonomide geleceğe güven giderek kayboluyor. Böyle bir güvensizlik ortamında ekonomide yeni bir atak beklemek de pek gerçekçi görünmüyor.
Tüketim Ertelemesi
Geçen yılın son çeyreğinde büyümenin beklenenin altında kalmasında, tüketim harcamalarındaki yavaşlamanın büyük etkisi var. Milli gelir içinde yüzde 70’lik paya sahip olan tüketim harcamaları bu dönemde yıllık bazda sadece yüzde 2,9’luk bir artış göstermişti. Bu da 22 Temmuz seçimlerinden sonra beklenen siyasi istikrarın gelmemesi ve de yurtdışında yaşanan finansal kriz nedeniyle, tüketicinin tüketim kararlarını yeniden erteleme eğilimine girmesinden kaynaklanmıştı.
Bu yılın ilk aylarına ilişkin olarak şu ana kadar elimize geçen veriler, tüketimde geçen yılın son çeyreğindekinden çok farklı bir tabloya işaret etmiyor. Bu durum ilk çeyrekte tüketim cephesinden büyümeye gelecek katkının yine düşük kalacağını düşündürüyor.
Tüketici güvenine ilişkin göstergeler önümüzdeki dönem için de iyimser olmamıza imkan vermiyor. TÜİK ile TCMB’nin birlikte hazırladıkları Tüketici Güven Endeksi’nin (TGE) değeri şubat ve mart aylarında üst üste iki kez dip rekoru kırdı. Aralık 2003’ten beri yayınlanan bu endeksin değeri şubat ayında 87,6’ya, mart ayında ise 82’ye kadar düşerek kısa tarihinin en düşük değerlerini gördü. Tüketicinin geleceğe güveninin bu kadar düşük olması, tüketim kararlarını ertelemeye devam edeceği sinyalini veriyor.
Yatırım Eğilimi
2007’nin son çeyreğinde ekonominin durgunluğa sürüklenmesinin önüne geçen en önemli faktör yatırımlarda yaşanan göreli toparlanma olmuştu. Yılın ilk üç çeyreğinde yüzde 1-3 arasında kalan yatırım harcamalarındaki reel artış, son çeyrekte yüzde 7,2’ye çıkmıştı. Bu da özel sektörün siyasi gerginlik nedeniyle bir yıldır ertelemekte olduğu makine-teçhizat yatırımlarından bir bölümünü bu dönemde gerçekleştirmesinden kaynaklanmıştı.
Bu yılın ilk aylarına ilişkin göstergeler yatırım cephesinde de geçen yılın son çeyreğindekilere benzer gibi. Buradan da daha önce ertelenmiş bulunan makine-teçhizat yatırımlarının devreye alınmaya devam edildiği sonucunu çıkarıyoruz.
Fakat bunun önümüzdeki dönemde de devam edebileceğinden pek emin değiliz. Esasında bu yılın ilk aylarında reel kesimin güveninde tüketici güvenindeki gibi bir çöküş görmedik. Ancak önümüzdeki dönemde hem tüketici talebinde hem de dış talepte yavaşlama beklentisi var. Bu durumda yatırımlarda da yeniden frene basılması söz konusu olabilir.
Net Dış Talep
2006 yılının ikinci yarısında iç talepte yavaşlama başladığında ekonomi dış talebin canlı olması sayesinde ayakta kalmıştı. Bu dönemde ithalat yavaşlarken ihracattaki reel artışın devam etmesi, net dış talebin büyümeye katkısını arttırmıştı.
Geçen yılın ikinci yarısında ise ithalat yeniden hızlanırken ihracatın yavaşladığını gördük. Bu da net dış talebin ekonomiye negatif katkı yapması sonucu getirdi.
Bu yılın ilk aylarına ilişkin göstergeler, baz etkisinin de yardımıyla, ihracatın yeniden hızlandığını ama bu arada ithalattaki artışın da devam ettiğini gösteriyor. Bu durumda net dış talebin büyümeye katkısı yine çok fazla olmayacak gibi görünüyor.
Önümüzdeki aylarda iç talebin yavaşlamasıyla birlikte ithalatta da yavaşlama görülebilir. Fakat bu kez ihracattaki artışın sürdürülebilirliği konusunda şüpheler var. Geçen yıl ABD’de patlayan mortgage krizinin bu ülkeyi bu yılın ilk yarısında bir resesyona soktuğu yönünde endişeler mevcut. ABD’deki resesyonun dünya ekonomisine ise yavaşlama şeklinde yansıması bekleniyor. Bu yavaşlama özellikle gelişmiş ülkeleri etkisi altına alacak. Bu gelişmiş ülkeler arasında bizim en önemli ihracat pazarımız olan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri de var. Bu durum önümüzdeki aylarda ihracat performansının zayıflamasına yol açabilir. Böyle bir durumda da net dış talep bu kez ekonomiyi kurtaramayabilir.
İşimiz Zor
Kısacası bu yıl büyüme konusunda tüm faktörler aleyhimize gibi görünüyor. Geçen yılın ilk iki ayında üretimin çok düşük olmasından kaynaklanan baz etkisi sayesinde, bu yılın aynı aylarında sanayi üretimindeki artış yüksek gerçekleşti. Bu durum ilk çeyrekte büyümenin geçen yılın ikinci yarısındaki düzeyinin biraz üzerine çıkmasını sağlayabilir. Fakat ikinci çeyrekten itibaren ekonominin yeniden yavaş büyüme temposuna geri dönmesi ihtimali yüksek görünüyor. Hatta ekonominin durgunluğa sürüklenmesi ihtimali de bulunuyor.
Bu olumsuz durumun önüne geçme imkanı yok değil elbette. Dış talepte ortaya çıkabilecek bir düşüşe karşı yapılabilecekler sınırlı olsa da, iç talepte toparlanma sağlayacak önlemlerin alınması pekala mümkün.
Önce Huzur Gerekli
Biz ekonomide geçen yıl yaşanan yavaşlamanın esas olarak siyasi gerginlikten kaynaklandığını düşünüyoruz. Bu yıla ilişkin olumsuz öngörüler de esas olarak yine bu siyasi gerginliğin artarak devam etmesinden kaynaklanıyor. Öyleyse ekonomiyi yeniden hızlı büyüme rotasına sokmak için alınması gereken ilk önlemi bu gerginliği ortadan kaldırmak oluşturuyor. Bu konuda da hem iktidara hem de muhalefete büyük sorumluluk düşüyor.
Fakat siyasi gerginliğin ortadan kaldırılması ekonomiyi yeniden hızlı büyüme rotasına sokmak için gerekli olsa da yeterli değil. Uygulanan ekonomi politikalarının hem içeride hem de dışarıda yeniden güven kazanabilmesi için başka önlemler de alınması gerekiyor. Öncelikle artık miadını doldurmuş olan Güçlü Ekonomiye Geçiş programı yerine yeni bir ekonomik program hazırlanması şart. Bu programın mutlaka artık ekonomik kamuoyu tarafından genel kabul gören mikro reformları içermesi gerekiyor. Süresi bu ay dolacak stand-by anlaşması yerine yine finansman desteği içerecek yeni bir anlaşma yapılmasının da dış görünüm açısından iyi olacağını düşünüyoruz. AB ile üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılmasını ise hem yabancı yatırımcıların Türkiye’ye olan ilgisini canlı tutabilmesi hem de siyasi sorunlara ilaç olması açısından gerekli görüyoruz.
Dünyada Yavaşlama Beklentisi Var
IMF, yılda iki kez yayınladığı World Economic Outlook (WEO) isimli raporunda genelde iyimser tahminlere yer verir. Fakat bu raporun geçen ay yayınlanan son versiyonundaki tahminler pek de iyimser görünmüyor.
Söz konusu raporda yer alan bilgilere göre, ABD ekonomisinin bu yıl bir resesyon yaşayacağını artık IMF de kabul ediyor. Bu nedenle de geçen yıl yüzde 2,2 büyüyen ABD ekonomisinin bu yıl sadece yüzde 0,5 büyüyeceğini tahmin ediyor. ABD ekonomisinin yeniden güçlenmeye ise 2009’un ikinci yarısında başlayabileceği tahmin ediliyor. Bu nedenle bu dev ekonomi için yapılan 2009 yılı büyüme tahmini de düşük ve yüzde 0,6 düzeyinde.
IMF’nin tahminlerine göre, ABD ekonomisindeki resesyon dünya ekonomisine ise ciddi bir yavaşlama olarak yansıyacak. Bu yavaşlama özellikle gelişmiş ülkeler için söz konusu olacak. Gelişmiş ülkelerde geçen yıl yüzde 2,7 olan büyüme oranının bu yıl yüzde 1,3’e inmesi bekleniyor. Gelişmekte olan ülkelerde ise geçen yıl yüzde 7,9 olan büyüme oranı bu yıl yüzde 6,7 olarak gerçekleşecek. Bu gelişmelerin neticesinde, dünya ekonomisindeki büyüme de geçen yıl yüzde 4,9 iken bu yıl yüzde 3,7’ye inecek.
IMF’nin büyüme tahminleri içinde bizim için en fazla önem taşıyanı kuşkusuz Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yönelik olanı. Çünkü ihracatımızın yarısından fazlasını bu ülkelere yapıyoruz. IMF, AB ülkelerinde geçen yıl yüzde 3,1 olan büyüme oranının bu yıl yüzde 1,8’e düşmesini bekliyor. AB’nin motor gücü olan Almanya için yapılan büyüme tahmini daha da düşük ve yüzde 1,4 düzeyinde. Bu tahminler gerçekleşirse, önümüzdeki aylarda ihracatımızda bir hız kesme olabilir.
Bunun önüne geçmek için yeni pazar arayışına girmek gerekli gibi. IMF’ye bakılırsa, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde bir yavaşlama olmayacak. Yeni pazar arayışlarının buralarda yoğunlaştırılması faydalı olabilir.
Tabii Ortadoğu’da yavaşlama beklenmemesinin en önemli nedeni petrol fiyatlarındaki yükseliş. Geçen yıl ortalama 71 dolar olan petrolün varil fiyatının bu yıl 95 dolar civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Petrol ihracatçısı ülkeleri ihya eden bu fiyat düzeyi, bizim gibi ithalatçı ülkeler için ise zorlukların devam edeceği anlamına geliyor.
WEO’da Türkiye ekonomisine ilişkin tahminler de var. IMF, WEO’nun önceki versiyonunda yüzde 5,3 olan Türkiye’nin büyüme tahminini bu raporda yüzde 4’e indirmiş durumda. Fakat büyüme tahmini düşürülmesine rağmen cari açığımızın geçen yıla göre yükseleceği öngörülüyor. Petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki yükselişin büyümedeki yavaşlamaya rağmen cari açığı yükselteceği tahmin ediliyor. Bu arada enflasyonda ise daha önce hükümetin yüzde 4’lük hedefini benimseyen IMF’nin şimdi yüzde 6’lık bir tahmin yaptığı dikkati çekiyor.
Enflasyon Patikanın Dışına Çıktı
Enflasyon şubat ayından sonra mart ayında da hem beklentilerin (yüzde 0,7 dolayı) hem de geçen yılki düzeyinin (yüzde 0,92) üzerinde ve yüzde 0,96 olarak çıktı. Yükselişin kaynağı şubat ayında gıda fiyatlarıydı. Mart ayında ise giyim fiyatlarında mevsimsel eğilimlerin üzerinde bir artış yaşanması enflasyonun yükselmesine yol açtı.
Mart ayı enflasyonunun geçen yılın üzerinde çıkmasıyla, şubat ayında yüzde 9,1 olan yıllık enflasyon da mart ayında yüzde 9,15’e yükseldi. Bu 0,5 puanlık artışın TCMB’ye çıkardığı iş ise biraz büyük oldu. Enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasının bu yılki uygulamasına göre, enflasyonun mart ayında yüzde 5,1 ile yüzde 9,1 aralığı içinde kalması gerekiyordu. Bu aralığın kıl payı farkla da olsa üzerine çıkılması, TCMB’yi hükümete bir açık mektup yazmak zorunluluğu ile karşı karşıya bıraktı. TCMB, bu mektupta enflasyonun neden belirsizlik aralığının dışına taştığının açıklamasını yapacak ve yeniden düşürmek için ne gibi önlemler alınması gerektiğinden bahsedecek.
Yalnız enflasyonu yeniden aralığın içine döndürmek o kadar kolay olacak gibi görünmüyor. Petrol ve emtia fiyatlarındaki yükseliş bir türlü durmuyor. TCMB, 2008 yılı hesaplarını önce 70 dolarlık petrol fiyatına göre yapmış, daha sonra ise bu hesapları 85 dolarlık fiyata göre yenilemişti. Fakat IMF’nin son tahminleri 95 dolarlık bir fiyata işaret ediyor. Öte yandan kurlarda son aylarda yaşanan yükseliş de enflasyona yansıyacak gibi görünüyor. Ayrıca enflasyondaki yükselişle birlikte enflasyon beklentileri de yükselip duruyor. Yıl başında yüzde 6,5 dolayında olan yıl sonu enflasyon beklentisi nisan ayında yüzde 8,5’e dayandı. Aynı dönemde 12 ay sonrasına ilişkin enflasyon beklentisi ise yüzde 6 dolayından yüzde 7’ye çıktı. Bütün bunlar TCMB’yi enflasyon tahminlerini yeniden gözden geçirmek zorunda bırakacak gibi görünüyor. Hatta bize kalırsa enflasyon hedeflerini bile yeniden gözden geçirmekte büyük fayda var.
Dergimiz piyasaya çıktığında, 2008 yılının ikinci Enflasyon Raporu yayınlanmış olacak. Büyük ihtimalle o sıralarda yukarıda sözünü ettiğimiz açık mektup da hükümete verilecek. Enflasyon Raporu ve açık mektup yayınlandığında, TCMB’nin son gelişmeler karşısında nasıl bir tavır takınacağını daha iyi anlayacağız.
Konut İnşaatında Durgunluk Sürüyor
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen ay yayınladığı inşaat istatistikleri, konut inşaatında 2006 yılının ikinci yarısında başlayan durgunluk eğiliminin devam ettiğini gösteriyor. Bu istatistiklere göre, geçen yılın son çeyreğinde yapımına yeni başlanan konut sayısı önceki yılın aynı dönemine kıyasla sadece yüzde 0,2’lik bir artış gösterebildi. 2007 yılının tamamında ise yüzde 3,1’lik düşüş yaşandı.
Yalnız yapımı tamamlanıp iskana açılan konutlar açısından başka bir durum var. Bu konutların sayısı geçen yılın son çeyreğinde yüzde 8,9 arttı. 2007 yılının tamamında ise yüzde 10,1 oranında artış yaşandığı görülüyor. İskana açılan konut sayısındaki bu yükseliş, inşaat sektörüne ilginin yoğun olduğu önceki yıllarda yapımına başlanan inşaatların tamamlanmaya başlamasından kaynaklanıyor.
İskana açılan daire sayısındaki artış, konut piyasasında arzın yükselmeye devam ettiği anlamına geliyor. Buna karşılık talepte ise önceki yıllardaki gibi bir canlılık olmadığını biliyoruz. Bu durum konut fiyatlarındaki aşağı yönlü baskının süreceğini düşündürüyor.
Dış Borç 42 Milyar Dolar Arttı
Türkiye’nin dış borç stoku 2007 yılı sonunda 247,2 milyar dolara yükseldi. Bu tutar 2006 yılında 205,5 milyar dolardı. Buna göre geçen yıl dış borcumuzda yaşanan artış 41,7 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Dış borçta yaşanan bu artışın neredeyse tamamı yine özel sektörden kaynaklanıyor. Geçen yıl özel sektörün dış borcunda yaşanan artış 39,8 milyar doları buluyor. Kamunun dış borcunda ise sadece 1,8 milyar dolarlık bir artış yaşandığı görülüyor.
Özel sektörün dış borçlanmada geçen yıl da hız kesmemesi, kur avantajının devam etmesinden kaynaklanıyor. Kurların sürekli gerilemesi, dış borçlanmanın YTL cinsinden maliyetini neredeyse bedavaya getiriyor. Özel sektör de bundan yararlanıp son yıllarda dış finansman kaynaklarını azami ölçüde kullanıyor. Neyse ki alınan borçların ortalama vadesi 5 yıla yakın olduğu için bu borçlanma furyası şimdilik bir sorun yaratmıyor.
Fakat bu yılın başından beri hem kurlarda bir yükseliş var hem de yurtdışı finans piyasalarında kriz yaşanıyor. Bu durum dış borçlanmadaki artışın hız kesmesini sağlayabilir.
Bütçede Üç Aylık Açık Yüksek
Merkezi yönetimin bütçesi yılın ilk üç ayında 4,4 milyar YTL açık verdi. Geçen yılın aynı döneminde bütçe açığı 3,3 milyar YTL olmuştu. Buna göre bütçe açığında yüzde 31,2’lik bir artış söz konusu.
İlk üç aydaki bütçe açığının geçen yılın üzerinde olmasının en önemli nedeni, özelleştirme gelirlerinde yaşanan düşüş. Geçen yılın ilk üç ayında sadece Türk Telekom’un özelleştirmesinden 5,8 milyar YTL gelir elde edilmişti. Bu yıl benzeri bir özelleştirme geliri olmayınca, vergi dışı gelirlerde yüzde 43’lük düşüş yaşandı. Geçen yılın ilk üç ayında 12,2 milyar YTL olan vergi dışı gelir tutarı, bu yılın aynı döneminde 6,9 milyar YTL’ye düştü.
Bütçede vergi gelirlerindeki artış ise şimdilik iyi gibi görünüyor. Fakat mart ayında vergi gelirlerinde bir zayıflama yaşandığı dikkati çekiyor. Ekonomide önümüzdeki aylarda daha fazla yavaşlama beklenmesi de vergi tahsilatının geleceği konusunda endişe yaratıyor.
Harcama tarafında ise faiz ödemelerindeki gerileme dikkati çekiyor. Geçen yılın ilk üç ayında faize 16 milyar YTL ödenmişken, bu yılki faiz ödemesi 13,8 milyar YTL’de kaldı. Faiz ödemelerindeki düşüş bütçe açığını azaltıcı yönde etki yapıyor.
Reel Ücret Artışı Giderek Zayıflıyor
İmalat sanayiinde üretimde çalışanların saat ücreti 2007 yılında yüzde 9,5 oranında artış gösterdi. Ancak bunu aynı yılın yüzde 8,8’lik ortalama tüketici enflasyonu ile karşılaştırdığımızda, ücretlerdeki reel artışın sadece yüzde 0,6 olduğu ortaya çıkıyor.
Önceki yılların verilerine baktığımızda, imalat sanayiindeki reel ücret artışının giderek zayıfladığını görüyoruz. Bu durum son iki yılda enflasyonun beklenenin üzerinde çıkmasıyla bağlantılı olabilir. Ücret artışları hedef enflasyonla uyumlu olarak belirlenince, enflasyonun beklenenden yüksek çıkması çalışanların aleyhine oluyor. Kamuda enflasyon farkı daha sonra maaşlara ilave edilse de özel sektörde böyle bir uygulamaya pek rastlanmıyor.
Ücret artışlarının düşük kalmasında elbette işsizliğin yüksek bir seviyede bulunmasının da etkisi var. Dışarıda yerlerini almaya hazır 2,3 milyon kişi beklerken, çalışanlar ücret artışları konusunda fazla ısrarlı olamıyor. Bu durum maliyetler açısından işverenlerin işine geliyor ama iç talepte kalıcı bir artış yaşanmasının da önüne geçiyor.
Türkiye’de ekonominin geneline ilişkin ücret istatistikleri mevcut değil. Bu nedenle ücretlerdeki gelişmeleri imalat sanayiine ilişkin istatistiklerden takip ediyoruz.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?