Büyüyememe Korkusu

Türkiye ekonomisinin hızlı büyüme oranlarına sahne olduğu 1990’lı yılların ortasında kamuoyunda bir büyüme korkusu hakimdi. Ekonomide dengeleri iyice bozacağı düşüncesiyle, her ülkede sevinçle karş...

1.05.2002 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Türkiye ekonomisinin hızlı büyüme oranlarına sahne olduğu 1990’lı yılların ortasında kamuoyunda bir büyüme korkusu hakimdi. Ekonomide dengeleri iyice bozacağı düşüncesiyle, her ülkede sevinçle karşılanan hızlı büyüme oranları bizde endişe yaratıyordu. 

 

Son 3 yılın ikisini krize kurban verdikten sonra büyümenin değerini galiba anladık. Ekonomik kamuoyunda bugünlerde ekonomiyle ilgili olarak yine bir korku var ama bu korku büyüme değil büyüyememe korkusu.

 

Bu büyüyememe korkusunun iki kaynağı var. Birinci, kaynak geçen ayın başında 2002 yılı milli gelir verilerinin açıklanmasıyla ortaya çıktı. Geçen yılın ikinci çeyreğinde dibe vuran ekonomi, üçüncü çeyrekte dipten dönmeye başladığı izlenimini vermişti. Yılın son çeyreğinde bu dipten dönüşün sürdüğü düşünülüyordu. Ancak, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) açıkladığı veriler, ekonominin dördüncü çeyrekte ikinci kez dip yaptığını gösterdi.

 

İkinci kaynak ise yılın ilk aylarına ait verilerin ekonomide bir canlanma işareti vermemesi. Sanayi üretimindeki düşüşün sürmesi ve otomobil satışlarının inanılmayacak kadar düşük gerçekleşmesi gibi göstergeler kafalarda “Bu yıl da mı küçüleceğiz” endişesinin oluşmasına yetti.

 

Büyümesek olur mu?

 

Ekonomik kamuoyunun büyük bölümü büyüyememe korkusuna kapılmışken, ortaya bir de “Büyüme olmasa da olur cephesi” çıktı. Fiba Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özyeğin’in, “Ekonomide dengelerin sağlanması için bu yıl büyüme olmaması lazım” şeklindeki açıklamasına, TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan “Büyüme olmasa da olur” diye destek verince bu görüş epey taraftarının olduğu anlaşıldı. Patronlar Kulubü’nün başkanından gelen bu destek, iş dünyasının bu yıl büyümeden umudu kesmeye başladığı izlenimini yarattı.

Büyümeden umudu kesmenin doğru olup olmadığına geçmeden önce, “Bu yıl da büyümesek olur mu” sorusunun yanıtına bir bakalım.

 

Ekonomi 2002’de de küçülürse, Türkiye iki yıl üst üste küçülmüş olacak. “Konjonktür”ün ikinci sayfasındaki kutuda okuduğunuz gibi, Türkiye bir yıldan uzun süre küçülmeye pek alışık değil. Ekonominin bir yıldan uzun süre küçüldüğü son dönem, 22 yıl önce, 1979 ve 1980 yıllarında yaşanmıştı. Uzun süreli diğer küçülme dönemleri ise İkinci Dünya Savaşı yıllarındaydı.

 

Bu dönemlerin ortak özelliği savaş ya da yoğun terör gibi olağanüstü olayların yaşandığı yıllara denk gelmesiydi. Türkiye ekonomisi 2002 yılında da küçülürse böyle olağanüstü bir ortam olmadan bir yıldan uzun süre küçüldüğü ilk dönemi yaşamış olacak.

 

Toplumsal patlama tehlikesi  

 

Ekonominin bu yıl da küçülmeye devam etmesi halinde kapısına kilit vuran şirket sayısı artacak. Türkiye’de krizler genelde bir yıldan fazla sürmediği için, bu yıl piyasaların açılacağı düşüncesiyle dişini sıkıp dayanmaya çalışan pek çok şirket var. Piyasaların açılması geciktikçe bu şirketlerin bir kısmı iflas bayrağını çekecek.

 

İflas bayrağını çekmeyenler ise yeni bir tensikat dalgasına gitmeye mecbur kalacak. Çalışanların bir kısmı daha kapının önüne konulacak. Her iki gelişme de işsiz sayısının daha da artmasına yol açacak. İşini korumayı başaranlar ise ücretlerinin reel olarak biraz daha gerilemesine engel olamayacak.

 

Bu durum talebin biraz daha gerilemesine neden olacak. Talepteki gerileme üretimdeki gerilemenin de sürmesine yol açacak. Bu sürecin sonucu ekonomideki tahribatın daha da artması olacak.

 

Mevcudu zaten kabarık olan işsizler ordusunun biraz daha genişlemesi yeni güvenlik problemlerine yol açabilecek. Banka soygunları, kapkaççılık vakaları artabilecek. Yıllardır beklenen ama bir türlü gerçekleşmeyen toplumsal patlamanın bu kez gerçekleşmesi için uygun zemin oluşacak.

 

<b>İstikrar programına tehdit   

 

Ekonomideki küçülmenin bu yıl da sürmesi, uygulanan istikrar programının başarıya ulaşmasını da engelleyebilir. Ekonomide krizin sürmesi enflasyonun yıl sonunda hedeflenenin de altına düşmesini sağlayabilir ama bu arada maliye politikasında hedeflerin şaşmasına yol açabilir. Yüzde 3’lük büyüme hedefine göre belirlenen bütçe gelirleri hedefin altında kalabilir.

 

Çünkü, ekonomide küçülme sürdüğü takdirde beklendiği kadar vergi geliri tahsil etmek mümkün olmaz. Bu durum bütçenin hedeflendiğinden daha fazla açık vermesine yol açabilir.

 

Enflasyonda ekonominin aşırı ölçüde küçülmesiyle sağlanacak bir düşüşün kalıcı olması da zor. Çünkü, bu durum işletmelerin fiyat artışlarını erteleyip biriktirmeleriyle ortaya çıkacak. Ekonomi eninde sonunda yeniden büyümeye geçtiğinde bu fiyat artışları toptan yapılacak ve enflasyonda bir sıçrama yaşanması söz konusu olacak.

 

<b>Umudu kesmek için erken

 

Şimdi bu yıl için ekonomide büyümeden umudu kesmenin doğru olup olmadığına gelelim. Şu gelişmeler büyümeden umudu şimdiden kesmek için erken olduğunu düşündürüyor:

 

* Ekonomide hala bir canlanma belirtisi olmadığı doğru. Ancak, yılın ilk aylarına ait veriler canlanma değilse de bir toparlanmanın başladığına işaret ediyor.

 

* Sanayi üretimindeki düşüş yılın ilk iki ayında da sürdü. Ancak, geçen yılın büyük bölümünde yüzde 9’un üzerinde gerçekleşen sanayi üretimindeki düşüş oranı bu yılın ocak ve şubat aylarında yüzde 5’in altına indi. Sanayi üretimi ocak ayında yüzde 2.8, şubat ayında yüzde 4.5 oranında düşüş gösterdi. Ocak-şubat dönemi itibariyle düşüş oranı ise yüzde 3.7 olarak gerçekleşti. 

 

* İmalat sanayi kapasite kullanım oranı, mart ayında kriz öncesindeki düzeyine geri döndü. İmalat sanayi mart ayında yüzde 75.2 oranında kapasiteyle çalıştı. Kapasite kullanım oranı 2000 yılı kasım ayından sonra hiç yüzde 75’in üzerine çıkamamıştı.

 

* İmalat sanayi kapasite kullanım oranında yaşanan bu artış, sanayi üretiminde gerileme döneminin mart ayında sona ermiş olabileceğine işaret ediyor. Sanayi üretimi 13 ay aradan sonra mart ayında pozitif değişim göstermiş olabilir.

 

<b>Toparlanma ilk çeyrekte

 

* Mart ayında sanayi üretimi pozitif değişim gösterirse, ocak-mart dönemindeki düşüş oranı yüzde 3’ün altında olacak. Bu durumda ilk çeyrekte ekonominin genelindeki küçülme oranı da yüzde 5’in altında çıkacak. Çünkü, genelde ekonominin büyüme oranı sanayi üretimindeki değişime yakın çıkıyor.

Ekonominin ilk çeyrekte yüzde 5’in altında bir küçülme göstermesi ise toparlanmanın başladığını gösterecek. Çünkü 2001’in son çeyreğindeki küçülme oranı yüzde 12.3 düzeyindeydi.

 

* Otomotivde satışlar çok kötü gidiyor ama beyaz eşya satışlarında şubat ayında artış yaşandı. Bu durum talepte de bir toparlanmanın olduğu sinyalini veriyor.

 

* Mart ayında dahilde alınan KDV (Katma Değer Vergisi) tahsilatının yüzde 38 oranında artması da şubat ayında talepte toparlanma yaşandığı görüşünü destekliyor. Çünkü, mart ayındaki KDV tahsilatı, şubat ayında yapılan satışlardan toplanan KDV’yi içeriyor.

 

* Mart ayında ithalde alınan KDV’nin yüzde 26 oranında artması da ekonomide bir toparlanma yaşandığına işaret ediyor. Çünkü, bu durum ithalatın yükseldiği sinyalini veriyor. Türkiye’nin ithalatının yüzde 90’ı hammadde ve ara mallarından oluştuğundan, ekonomi canlandığında ithalat da mutlaka yükselişe geçiyor.

 

<b>Canlanma ikinci çeyrekte

 

Ekonomik kamuoyunda geniş bir kesim, ekonomi yeniden büyümeye geçerse, bunun ancak yılın ikinci yarısında gerçekleşebileceğini düşünüyor. Oysa ekonomi ilk çeyrekte toparlandığı taktirde ikinci çeyrekte büyümenin başlaması ihtimali bulunuyor.

 

Geçen yılın ikinci çeyreğinde ekonominin faaliyet hacmi normal düzeyinin çok altına gerilemiş ve yüzde 12.1 oranında küçülme yaşanmıştı. Bu durum, 2002 yılının aynı döneminde ekonominin faaliyet hacminin normale dönmesinin bile büyümenin başlamasına yeteceğini gösteriyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi, ilk aylara ait veriler ise ekonominin faaliyet hacminin normale dönmeye başladığına işaret ediyor.

 

Ekonomi normal faaliyet hacmini bir kez yakalarsa, büyümeyi yılın ikinci yarısında sürdürmesi de zor olmayacak. Çünkü, geçen yılın üçüncü ve dördüncü çeyrek dönemlerinde de ekonomi normalin çok altında bir performansla çalışmış ve küçülme oranları çok yüksek gerçekleşmişti.

 

Kısacası ekonominin 2002 yılında yeniden büyümeye geçmesi olasılığı henüz ortadan kalkmış değil. Türkiye ekonomisinin defalarca kanıtladığı ribaund yeteneği ve son aylarda yaşanan gelişmeler, hükümetin yüzde 3’lük büyüme hedefinin tutmasının zor olmadığını düşündürüyor.

 

Bu konuda daha kesin konuşmak için bahar aylarında yaşanacak gelişmeleri de görmek gerekiyor.

 

<b>TÜRKİYE BİR YILDAN FAZLA KÜÇÜLMEYE ALIŞIK DEĞİL

 

2001 yılı ile birlikte Türkiye’nin cumhuriyet döneminde krize kurban verdiği yıl sayısı 15’i buldu. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana 77 yıl geçtiğine göre demek ki ülkemizin tarihinin yaklaşık beşte birinde krizlerle boğuştuk.

 

Ancak, krizlerle çok fazla haşır neşir olmamıza rağmen ekonominin iki yıl üst üste küçülmesine de pek alışık değiliz. Türkiye’de şu ana kadar yaşanan krizlerin çoğu bir yılın ötesine pek taşmadı. Güçlü bir ribaund yeteneğine sahip olan Türkiye ekonomisi, kriz yıllarından sonra genelde hızlı bir büyüme oranı yakalamayı başardı.

 

Bunun sadece üç istisnası var. Türkiye, ekonominin bir yıldan uzun süre küçüldüğü üç dönem yaşadı. Bu dönemlerden ikisinde ekonomi üst üste iki yıl, birinde ise üst üste üç yıl küçüldü.

 

Türkiye ekonomisinin bir yıldan uzun süre küçüldüğü ilk dönem İkinci Dünya Savaşı’nın başlarına rastlar. Savaş sırasında bir saldırı korkusuyla erkek nüfusun büyük bölümü silah altına alınınca tarıma dayalı olan ekonominin küçülmesi de kaçınılmaz olmuştu. 1940 ve 1941 yıllarındaki toplam küçülme oranı yüzde 18.4’ü bulmuştu.

 

1942 yılında ekonomi yüzde 5.6 oranında büyüdü ama hemen ardından 3 yıl sürecek yeni bir küçülme dönemi kapıyı çaldı. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın son 3 yılında bugüne kadar gördüğü en uzun süreli ve en derin krizi yaşadı. 1943-45 dönemindeki toplam küçülme oranı yüzde 27.5’i buldu.

 

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’na katılmamasına karşılık ekonomik olarak ağır hasar aldı. Savaşın sona erdiği 1945 yılında Türk halkı savaş öncesine göre neredeyse yarı yarıya fakirleşmişti.

 

Bir yıldan uzun süren son küçülme dönemini ise 1979 ve 1980 yıllarında yaşadık. Ortada bir savaş olmamasına karşın bu yıllar da Türkiye için olağanüstü bir dönemdi. İdeolojik terörün had safhaya vardığı 1979-80 döneminde Türkiye’de adeta bir iç savaş ortamı hakimdi. Zaten bu dönemin sonu da bir askeri darbeyle geldi.

 

Türkiye ekonomisi 2002 yılında da küçülürse bir savaş ya da terör ortamı söz konusu olmadan bir yıldan uzun süre küçüldüğü ilk döneme sahne olacak.

 

<b>EKONOMİ 2001’DE YÜZDE 9.4 KÜÇÜLDÜ

 

Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), 2001 yılının son çeyreği ile yılın tamamına ilişkin milli gelir verilerini geçen ayın başında açıkladı. Açıklanan veriler ekonominin geçen yılı tahmin edilenin üzerinde bir küçülme ile kapattığını gösterdi.

 

DİE’nin verilerine göre, 2001 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 9.4 oranında küçüldü. Oysa yapılan tahminler küçülme oranının yüzde 9’un altında olacağı yönündeydi. Hükümetin yaptığı son küçülme tahmini yüzde 8.5’ti. Ekonomik kamuoyundaki küçülme beklentileri ise biraz daha iyimser ve yüzde 8 dolayındaydı.

 

<b>Tahminler neden şaştı?

 

DİE’nin verileri incelendiğinde küçülmenin tahminleri aşmasının nedeninin şunlar olduğu anlaşılıyor:

 

* İkinci çeyrekte çift haneli olarak gerçekleşen küçülme oranı üçüncü çeyrekte yüzde 10’un altında çıkınca kamuoyunda ekonominin dipten döndüğü izlenimi doğmuştu. Ancak, veriler ekonominin yılın son çeyreğinde ikinci kez dip yaptığını gösteriyor. Son çeyrekteki küçülme oranı ikinci çeyrektekini de biraz aştı ve yüzde 12.3 olarak gerçekleşti.

 

* Yılın son iki ayında gerçekleştirilen vergi indirimleri ve indirimli satış kampanyalarıyla talepte bir kıpırdanma yaşandığı sanılıyordu. Ancak, harcamalar yöntemiyle hesaplanan milli gelir verileri durumun pek öyle olmadığını gösteriyor. Bu verilere göre, yılın son çeyreğinde tüketim harcamalarındaki gerileme yeniden hızlandı. İkinci çeyrekte yüzde 11.5, üçüncü çeyrekte yüzde 9.7 olan özel nihai tüketim harcamalarındaki gerileme dördüncü çeyrekte yüzde 11.7’yi buldu.  

 

* Yatırım harcamalarındaki gerileme de yılın son çeyreğinde hızlandı. Geçen yılın tamamında yatırım harcamalarının yüzde 31.7 gibi inanılmaz bir düşüş göstermesi ekonominin çökmesinde önemli bir etken oldu.

 

* Talepteki gerileme hem hizmetler hem de sanayi sektörünün yılın son çeyreğinde önceki dönemlerdekinden daha hızlı küçülmesine yol açtı. Hizmetler sektöründe ikinci çeyrekte yüzde 10.3, üçüncü çeyrekte yüzde 7.4 olan küçülme oranı dördüncü çeyrekte yüzde 9.5 olarak gerçekleşti. İkinci çeyrekte yüzde 10.1, üçüncü çeyrekte yüzde 8.9 olan sanayi üretimindeki düşüş son çeyrekte yüzde 10.7’yi buldu. Yılın son çeyreğinde tarımsal üretimindeki gerileme de hızlanıp yüzde 13.6’yı bulunca ekonominin ikinci kez dip yapması kaçınılmaz oldu.

 

2001 yılında GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) yüzde 9.4 oranında küçülürken, dış alem faktör gelirlerinin dahil edilmediği milli gelir büyüklüğü olan GSYİH’deki (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) küçülme yüzde 7.4 olarak gerçekleşti. Tarımsal üretim yüzde 6.1 azaldı. Sanayi üretimi yüzde 7.5 geriledi. Hizmetler sektöründe ise yüzde 7.6 oranında küçülme yaşandı.

 

<b>Dolar hesabıyla milli gelir

 

Geçen yıl kurlardaki artış enflasyonu epey aştığı için dolar olarak hesaplanan milli gelirdeki düşüş daha yüksek gerçekleşti. 2000 yılında 201.2 milyar dolar olan GSMH tutarı, yüzde 26.3 oranında gerileyerek 2001 yılında 148.2 milyar dolara indi. 2000 yılında 2.986 dolar olan kişi başına milli gelir ise yüzde 27.7 oranında düştü ve 2.160 dolar olarak gerçekleşti. Böylece ekonominin büyüklüğü ve refah düzeyimiz, dolar hesabıyla 1990 yılı öncesine döndü.

 

Aslında refah düzeyimizdeki reel gerileme bu kadar değil. Ancak, uluslararası karşılaştırmalarda dolar hesabı dikkate alınıyor. Bu durum 2001 yılında dünya refah liginde küme düşmemize yol açacak.

 

<b>ENFLASYONDA DÜŞÜŞ BAŞLADI

 

Capital’in Kasım 2001 sayısında (bakınız aşağıdaki kupür) haber verdiği enflasyondaki büyük düşüş mart ayında başladı. Mart ayında yıllık enflasyon TEFE’de (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) 14.3, TÜFE’de (Tüketici Fiyatları Endeksi) ise 8 puanlık düşüş gösterdi.

 

Şubat sonunda 12 aylık enflasyon TEFE'de yüzde 91.8, TÜFE’de yüzde 73.1 düzeyindeydi. Mart ayı sonunda ise 12 aylık enflasyon TEFE’de yüzde 77.5’e, TÜFE’de yüzde 65.1’e geriledi.

 

Enflasyondaki bu büyük düşüşte aritmetiğin önemli bir etkisi var. Geçen yıl kurlardaki sıçrama nedeniyle mart ayı enflasyonu TEFE’de yüzde 10.1, TÜFE’de ise yüzde 6.1 çıkmıştı. Bu yıl bu yüksek oranlar hesaptan çıkıp yerine düşük oranlar girince 12 aylık enflasyon doğal olarak geriledi.

 

Ancak, enflasyonda yaşanan büyük düşüşte aritmetiğin ötesinde de etkenler var. Çünkü, mart ayı enflasyonu için son 10 yılın ortalaması TEFE’de yüzde 5.5, TÜFE’de yüzde 4.9 olarak hesaplanıyor. Oysa geçen mart ayında bu oranlar sırasıyla yüzde 1.9 ve yüzde 1.2 olarak gerçekleşti. Şubat ayında da benzer bir gelişme yaşanmıştı. Bu durum talep son derece düşük olduğu için işletmelerin ürünlerine zam yapmaktan çekinmesinden kaynaklanıyor.

 

Enflasyonda büyük düşüş nisan ve mayıs aylarında da sürecek. Böyle giderse mayıs sonunda yıllık enflasyon yüzde 50 dolayına inebilecek.

 

<b>YENİ STAND-BY’DA İLK SINAVI ATLATTIK

 

IMF ile geçen şubat ayında imzaladığımız yeni stand-by anlaşmasında ilk gözden geçirmeyi fazla zorlanmadan geçtik. IMF İcra Direktörleri Kurulu, 15 Nisan’da birinci gözden geçirmeyi onaylayıp 1.1 milyar dolarlık kredi dilimini serbest bıraktı. Birinci gözden geçirmenin sorun çıkarmadan onaylanmasında şu faktörler etkili oldu:

 

* Türkiye, gerçekleştirme sözü verdiği yapısal reformları teker teker hayata geçiriyor.

 

Reformların yasalaşmasında ufak tefek gecikmeler yaşansa da sonuçta mutlaka gerçekleştiriliyor. Hükümetin üç parçalı olmasından bu ufak tefek gecikmeleri artık IMF de büyük bir sorun olarak görmüyor.

 

* Merkez Bankası, para politikasını niyet mektubunda verdiği sözler çerçevesinde yürütüyor. 3 Nisan tarihinde IMF’ye verilen ek niyet mektubunda yer alan veriler, para politikası hedeflerinde bir sapma olmadığını gösteriyor. Tabloda da gördüğünüz gibi, şubat sonunda para tabanı ile net iç varlıklar üst sınır hedefinin altında, net uluslararası rezervler ise alt sınır hedefinin üzerinde gerçekleşmiş durumda.

 

* Maliye politikası hedeflerinde de önemli bir sapma yok. Ocak sonunda kamu sektörü faiz dışı dengesi hedeflenenden daha yüksek bir fazla verdi. Şubat sonunda sözleşme veya garanti verme bazında yeni dış borçlanma üst sınır hedefinin epey altında kaldı. 1 milyar dolarlık üst sınır hedefine karşılık bir yıldan daha kısa vadeli hiç dış borç alınmadı.  

 

* Hedeflerdeki tek sapma kamu sektörü genel dengesinde yaşandı. Kamu sektörü hedeflenenden daha fazla açık verdi. Ancak, bu hedef kredi dilimlerini serbest bırakılması için mutlaka tutturulması gereken performans kriteri değil de gösterge niteliğinde olduğundan sorun çıkmadı.

 

<b>DÜNYA EKONOMİSİNDE TOPARLANMA DÖNEMİ

 

IMF (Uluslararası Para Fonu) yılda iki kez “World Economic Outlook” (Dünya Ekonomisinin Görünümü) adlı bir rapor yayınlar. Birincisi ilkbahar, ikincisi sonbahar aylarında yayınlanan bu raporlarda dünya ekonomisinin gidişatıyla ilgili ayrıntılı analizler yer alır.

 

Söz konusu raporun 2002 yılı bahar sayısı geçen ay yayınlandı. Bu rapor incelendiğinde, IMF uzmanlarının geçen yıl durgunluğa sürüklenen dünya ekonomisinin bu yıl toparlanmasını beklediklerini gösteriyor. 2003 yılında ise dünya ekonomisinin normal büyüme temposunu yeniden yakalaması öngörülüyor.

 

Raporda yer alan başlıca öngörüleri şöyle özetlemek mümkün:

 

* Dünya ekonomisi 1990’lı yılların ikinci yarısında yüzde 4’e yakın bir ortalama büyüme oranı tutturmuştu. Ancak, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin durgunluğa sürüklenmesiyle birlikte geçen yıl dünya ekonomisinin büyüme hızı yüzde 2.5’e düştü. IMF uzmanları bu yıl dünya ekonomisinin yüzde 2.8 büyümesini bekliyor. 2003 yılında ise büyüme oranının yüzde 4’e yükseleceği tahmin ediliyor. 

 

<b>ABD’den gelen etki

 

* Dünya ekonomisinde toparlanma beklentisi büyük ölçüde ABD ekonomisinden son aylarda alınan olumlu sinyallere dayanıyor. ABD ekonomisi 2001’in son çeyreğinde beklenenden daha yüksek bir büyüme gösterdi. Bu yılın ilk aylarında yaşanan gelişmeler de olumlu. Bu durum IMF’nin ABD ekonomisi için yaptığı 2002 yılı büyüme tahminini epey yükseltmesine neden oldu. Geçen aralık ayında yayınlanan raporda yüzde 0.7 olan bu tahmin son raporda yüzde 2.3 olarak açıklandı.

 

* Diğer gelişmiş ülkelerden henüz ABD’deki gibi güçlü canlanma sinyalleri gelmiyor. Ancak, ABD ekonomisinden canlanma sinyalleri gelmesi bu ülkeler için yapılan büyüme tahminlerinin de biraz yükseltilmesini sağladı. Çünkü, dünya ekonomisindeki payı yüzde 30’u bulan ABD, bu ülkeler için önemli bir pazar konumunda bulunuyor. 

 

* Son raporda Avrupa Birliği (AB) için yapılan 2002 yılı büyüme tahmini yüzde 1.5. Bu oran önceki raporda yapılan tahminde 0.2 puan yüksek. Gelişmiş ülkelerin tamamı için yapılan büyüme oranı tahmini ise önceki rapordakinin 0.8 puan üzerinde ve yüzde 1.7 düzeyinde bulunuyor.

 

* 2002 yılında gelişmiş ülkeler arasında sadece Japonya’da küçülme yaşanacağı tahmin ediliyor. 10 yıldır bir türlü toparlanamayan Japonya ekonomisinin bu yıl yüzde 1 küçülmesi bekleniyor.

 

* 2000 yılında yüzde 12.4 büyüyen dünya ticaret hacmi, 2001’de binde 2 oranında küçülme yaşadı. IMF uzmanları, dünya ekonomisindeki toparlanma sayesinde bu yıl dünya ticaret hacminin yeniden büyümeye geçmesini bekliyor. 2002 yılı için yüzde 2.5, 2003 yılı için ise yüzde 6.6 oranında büyüme tahmini yapılıyor.

 

<b>Petrol fiyatlarına dikkat

 

* IMF uzmanları, ham petrolün varil fiyatının bu yıl 23 dolar düzeyinde gerçekleşeceğini tahmin ediyor. Ham petrolün varil fiyatı 2001'de ortalama 24.28 dolar olarak gerçekleşmişti.

 

* IMF’ye göre, dünya ekonomisindeki toparlanmaya rağmen uluslararası faiz oranlarındaki düşüş bu yıl da sürecek. Faiz oranları, dünya ekonomisinin normal performansını yakalamasıyla beraber 2003’te yükselişe geçecek.

 

* IMF raporunda birçok ülkeyle beraber Türkiye ekonomisine yönelik tahminler de yer alıyor. Bu tahminlere göre Türkiye’nin bu yıl yüzde 3.6, 2003’te ise yüzde 4.7 büyümesi bekleniyor. Enflasyonun gerileyeceği tahmin ediliyor. Cari işlemler dengesinin ise makul düzeyde bir açık vereceği öngörülüyor.

 

<b>DOLAR 1 MİLYON 300 BİNLERE OTURDU

 

Ortalama kurlarda kasım ayında başlayan gerileme eğilimi mart ayında sona erdi. Mart ayında hem dolar hem de euro kuru şubat ayına göre az da olsa yükseliş gösterdi.

 

Yaptığımız hesaplara göre, mart ayında ortalama dolar kuru 1 milyon 352 bin, ortalama euro kuru ise 1 milyon 184 bin lira olarak gerçekleşti. Şubat ayında ortalama dolar kuru 1 milyon 348 bin, ortalama euro kuru 1 milyon 173 bin lira düzeyindeydi. Buna göre, mart ayında dolar kurunda binde 3, euro kurunda ise binde 9 oranında yükseliş yaşandı.

 

Geçen yıl şubat ayında dalgalı rejime geçilmesiyle birlikte kurlarda başlayan yükseliş ekim ayına kadar sürmüştü. Ocak ayında 670 bin lira olan ortalama dolar kuru, ekim ayında 1 milyon 596 bin liraya kadar çıkmıştı. Kurlar dokuz ayda yüzde 138.2 oranında yükseliş göstermişti.

 

Ekim ayından sonra ise kurlarda gerileme başladı. Bir ara 1 milyon 600 bin liranın da üzerine çıkan dolar kuru, ocak ayı geldiğinde 1 milyon 300 bin lira düzeyine inmişti.

 

2002’nin ilk 3 ayını dolar 1 milyon 350 bin lira dolayında geçirdi. Bu 3 ayın ortalama dolar kurları 1 milyon 348 bin lira ile 1 milyon 367 bin lira arasında gerçekleşti.

 

Nisan ayının ilk 20 gününde ise kurlar genelde mart ayı ortalamasının altında gerçekleşti. Hatta dolar kuru birkaç kez 1 milyon 300 bin liranın da altına indi ve “Daha fazla düşer mi” korkusuna yol açtı. Bu durum nisan ayında ortalama kurların mart ayındakinin altında çıkabileceğini gösteriyor.

 

<b>KONUT İNŞATINDA SON ÇEYREK VURGUNU

 

2001 yılında yaşadığımız kriz en büyük darbelerden birini konut inşaatına vurdu. Geçen yıl yapımına yeni başlanan konut sayısı son 10 yılın en düşük düzeyine indi.

 

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verileri, 2001’de toplam 276 bin 526 daire için inşaat ruhsatı alındığını gösteriyor. 1990’lı yılların verilerine bakıldığında bu kadar düşük bir sayıya rastlanmıyor. İki büyük depreme sahne olan 1999 yılında bile inşaat ruhsatı alınan daire sayısı daha fazlaydı. Deprem bölgelerinde inşaat faaliyetlerinin aylarca aksadığı 1999 yılında 339 bin 446 daire için ruhsat alınmıştı. Ruhsat verilmesinin 3 ay süreyle durdurulduğu 2000 yılında da yapımına yeni başlanan daire sayısı 2001’dekinden daha yüksek ve 315 bin 162 düzeyindeydi.

 

DİE’nin 2001 yılına ait verileri 3 aylık dönemler itibariyle incelendiğinde, konut inşaatının esas darbeyi son çeyrekte yediği anlaşılıyor. Yılın son 3 ayında inşaat ruhsatı alınan daire sayısı 39 bin 770 düzeyinde kalıyor. Son 10 yılın verilerine bakıldığında, dördüncü çeyrekte inşaat ruhsatı alınan daire sayısının hiç bu kadar düşük bir düzeye gerilemediği görülüyor.

 

1999 yılından önce dördüncü çeyrek en fazla inşaat ruhsatı alınan dönemi oluştururdu. Bu dönemde inşaat ruhsatı alınan daire sayısı 100 binin üzerinde gerçekleşirdi. Ancak, depremden sonra işler değişti. 1999 yılının dördüncü çeyreğinde 74 bin 48 daire için inşaat ruhsatı alındı. Bu sayı 2000 yılında 68 bin 969’a geriledi.

 

İnşaatı tamamlanıp iskana açılan daire sayısında ise geçen yıl fazla bir düşüş olmadığı görülüyor. 2001’de 238 bin 513 daire için iskan izni alındı. Bu sayı 2000 yılında 245 bin 155 olarak gerçekleşmişti.

 

 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz