Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, daha göreve ilk geldiği günlerde ekonomiyi düze çıkarmak için nasıl bir strateji izleneceğinin sinyallerini vermişti. Ancak ne kadar dış kaynakla dest...
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, daha göreve ilk geldiği günlerde ekonomiyi düze çıkarmak için nasıl bir strateji izleneceğinin sinyallerini vermişti. Ancak ne kadar dış kaynakla destekleneceği belli olmadığı için, yeni ekonomik programın bir bütün olarak açıklanması gecikmişti. Nihayet geçen ay dış desteğin miktarı belli oldu ve “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” adı verilen yeni ekonomik programın tüm ayrıntıları açıklandı.
Yeni ekonomik programın temeli yapısal reformlara dayanıyor. Geçen ayki dergimizin “Konjonktür” sayfalarında, yapılması düşünülen reformların Türkiye’nin ekonomik ve siyasi yapısını nasıl değiştireceğini işlemiştik. Bu nedenle tekrar aynı konu üzerinde durmayacağız. Bu ay, uygulanacak para ve maliye politikaları ile açıklanan makroekonomik hedefler üzerinde durmak istiyoruz.
Maliye politikası
Yeni ekonomik program enflasyonla mücadeleye bir süre ara veriyor ve ilk etapta kamunun artan borç yükünün döndürülebilmesini amaçlıyor. Hem para hem de maliye politikasında bu amacın gerçekleştirilmesine yönelik önlemler yer alıyor.
Maliye politikasında temel hedef kamu kesimindeki faiz dışı fazlanın artırılması olarak ortaya çıkıyor. Bu hedefe faiz dışı harcamaların kısılması ve bazı gelir artırıcı önlemlerle ulaşılması düşünülüyor.
Faiz dışı fazlanın artırılmasının kamunun borçlanma ihtiyacını göreli olarak azaltacağı ve reel faizleri düşüreceği umuluyor. Reel faizlerin düşmesi ile yeni borçlanmaların daha düşük maliyetle gerçekleştirilmesi ve borç dinamiklerinin sürdürülebilir hale getirilmesi planlanıyor.
Maliye politikasıyla ilgili hedefleri, Konjonktür’ün üçüncü sayfasında yer alan kutuda görebilirsiniz.
Para politikası
Önceki programda uygulanan para politikasında döviz kuru çapa olarak kullanılırken faiz serbest bırakılmıştı. Bu kez ise kur serbest bırakılıyor, faiz kontrol altına alınıyor.
Merkez Bankası, kamu bankaları ile TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) bünyesindeki bankaların gecelik borçlanma ihtiyaçlarının azaltılması operasyonuna, bu bankalara Hazine’nin verdiği borç kağıtlarını alarak katkıda bulunuyor. Bu durum para arzının artmasına yol açıyor. Enflasyonist etkisini azaltmak için piyasaya çıkan paranın bir kısmı APİ (Açık Piyasa İşlemleri) ile geri çekiliyor. Ancak piyasada yine de önemli bir miktar para kalıyor. Para arzındaki bu artış ve kamu ve TMSF bankalarının gecelik piyasadan çekilmesiyle faizlerin düşmesi bekleniyor.
Para politikasıyla ilgili hedefler, Konjonktür’ün dördüncü sayfasındaki kutuda yer alıyor.
Krizin yoğun olarak yaşandığı günlerde yüzde 190’ı aşan iç borçlanma faiz oranı geçen ay yüzde 70’lere kadar düştü. Bu durum yeni programın reel faizleri düşürme hedefinin şimdiden tuttuğunu gösteriyor.
Canlanma ikinci yarıda
Yeni programa göre Türkiye ekonomisi bu yıl yüzde 3 oranında küçülecek. Ancak reel faizlerin düşmesi, ihracat ve turizmdeki olumlu gelişmeler sayesinde yılın ikinci yarısında ekonominin yeniden büyümeye başlaması öngörülüyor.
Bu canlanmanın etkisiyle 2002 yılında ekonominin yüzde 5, 2003 yılında ise yüzde 6 oranında büyüyebileceği tahmin ediliyor. Hatta “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nın 43’üncü sayfasında yer alan tablonun dipnotunda, program tam olarak uygulanabilirse, 2002 ve 2003’teki büyüme oranlarının yüzde 7’yi bulabileceği de belirtiliyor.
Türkiye’nin toplam GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) tutarı geçen yıl 202.2 milyar dolardı. Bizim diğer hedeflerden yararlanarak yaptığımız hesaplar, bu yıl toplam GSMH’nin 167.4 milyar dolara düşeceğini gösteriyor. Bu durumda yaşanan krizin Türkiye ekonomisine çıkaracağı maliyet 34.8 milyar dolar olarak hesaplanıyor.
Türkiye’nin önümüzdeki iki yılda hızlı büyümesi halinde bile, ekonomi bu kaybı tam olarak karşılayamayacak. Hedefler tutarsa 2003 yılında toplam GSMH 199.8 milyar dolara yükselecek ve 2000 yılındaki düzeyinin altında kalacak.
3 bin dolar sınırı
Türkiye’nin kişi başına milli geliri 1993 yılından beri 3 bin dolar seviyesinde dolanıp duruyor. Yeni programdaki hedefler, en azından 3 yıl daha bu düzeyi aşamayacağımızı gösteriyor.
Geçen yıl kişi başına milli gelirimiz 3 bin 97 dolar düzeyindeydi. Hedefler tutarsa bu yıl kişi başına milli gelir 2,526 dolara düşecek. Gelecek iki yılda ekonomi hızlı büyüyecek ama yine de 2003 yılında kişi başına milli gelir 3 bin dolar sınırını geçemeyecek.
Türkiye’nin geçmiş krizler sonrasındaki performansı göz önüne alındığında, büyüme hedeflerinin tutması mümkün görünüyor. Zaten bu nedenle IMF ve OECD gibi kurumlar da benzer büyüme tahminlerinde bulunuyor.
Enflasyonda hedef aşılır mı?
Yeni programa göre enflasyon bu yıl sonunda TEFE’de (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) yüzde 57.6, TÜFE’de (Tüketici Fiyatları Endeksi) yüzde 52.5 olarak gerçekleşecek.
Ekonomik kamuoyunda programın en zayıf hedefleri olarak, enflasyon hedefleri kabul ediliyor. Yıl sonunda enflasyonun yüzde 60’ın altında gerçekleşebileceğine pek inanan bulunmuyor.
Enflasyonun nisan ayında mart ayındakinden daha yüksek ve çift haneli çıkması, yıl sonu hedeflerine ulaşılmasını gerçekten de güçleştirdi. Ancak yine de yıl sonu için kesin bir öngörüde bulunmadan önce mayıs ayı enflasyonunu görmekte fayda var. Yaptığımız hesaplara göre, mayıs ayı enflasyonu yüzde 5-6 dolayında çıkarsa yıl sonu enflasyon hedeflerine ulaşma şansı sürecek.
Dolar kaç lira olacak?
Dalgalı kur sistemi uygulaması nedeniyle, yeni programda herhangi bir döviz kuru hedefi yer almadı. Ancak ekonomik hesapların yapılması için mutlaka bir dolar kuru tahmini yapılması gerekiyor. Bu dolar kuru tahmini ise diğer hedeflerden yararlanılarak hesaplanabiliyor.
Bizim hesaplarımız, program hazırlanırken esas alınan yıllık ortalama dolar kurunun 2001 yılı için 1 milyon 90 bin, 2002 yılı için 1 milyon 300 bin, 2003 yılı için ise 1 milyon 520 bin lira olduğunu gösteriyor.
2001 yılına ait yıllık ortalama dolar kurunun 1 milyon 90 bin lira olması, doların yıl sonunda en fazla 1 milyon 300 bin lira düzeyine kadar çıkabileceğini düşündürüyor.
TL değerlenecek
Yıllık ortalama dolar kurlarındaki artış oranları hesaplandığında, bu yılki artışın yüzde 75 olacağı görülüyor. Bu oran yüzde 49.4’lük GSMH deflatörü ile karşılaştırıldığında, TL’nin yüzde 15 dolayında reel değer kaybına uğrayacağı anlaşılıyor.
Ancak önümüzdeki yıl TL bu değer kaybının bir kısmını geri alacak. 2002’de yıllık ortalama dolar kuru yüzde 19.3 oranında artacak. Bu aynı yıl için hedeflenen GSMH deflatörü düzeyinin altında. Gelecek yıl GSMH deflatörü yüzde 28.3 olarak hedeflendiğine göre, TL yüzde 7.5 dolayında değer kazanacak.
2003 yılında ise TL’nin değerinde bir değişiklik olmaması planlanıyor. Hedefler tutarsa 2003 yılında ortalama dolar kuru yüzde 16.9 oranında artacak. Bu oran ise aynı yılın GSMH deflatörü hedefine (Yüzde 16.5) çok yakın.
Dış ticaret hedefleri
Yeni ekonomik programda cari işlemler dengesi hedeflerinin biraz temkinli belirlendiği görülüyor. Programa göre cari işlemler dengesi bu yıl 1 milyar dolar açık verecek. Oysa ekonominin reel olarak küçülmesi nedeniyle bu yıl cari işlemler dengesinin fazla vermesi mümkün. Nitekim IMF uzmanları da cari işlemler dengesinin bu yıl milli gelirin binde 4’ü oranında fazla vermesini bekliyor.
İhracattaki artış hedefleri de biraz temkinli belirlenmiş durumda. Dünya ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle, devalüasyona rağmen, ihracattaki artışın yüzde 10 dolayında kalacağı tahmin ediliyor.
İthalatın bu yıl yüzde 12.3 oranında gerilemesi ve 47 milyar dolara inmesi bekleniyor.
Devalüasyonun etkisi ve ekonomideki yavaşlama nedeniyle bu hedefin tutması mümkün görünüyor.
Ancak ekonominin tekrar büyümeye başlaması beklenen 2002 ve 2003 yıllarına ilişkin ithalat hedefleri biraz düşük gibi. 2002’de ithalatın yüzde 6.2 artışla 49.9 milyar dolara, 2003’te ise yüzde 7.4 artışla 53.6 milyar dolara yükseleceği tahmin ediliyor. Bu yıllarda ekonomi beklendiği kadar hızlı büyürse, ithalat bu hedeflerin çok üzerine çıkabilir.
MALİYE POLİTİKASI: HEDEF FAİZ DIŞI FAZLAYI ARTIRMAK
Yeni ekonomik program çerçevesinde uygulanacak maliye politikasının temel hedefini, kamunun verdiği faiz dışı fazlayı artırmak oluşturuyor. Kriz sonrasında kamunun borç stoku aşırı bir şişme gösterdiği için bu hedefin tutturulması son derece önemli görülüyor. Borç stokunun tekrar döndürülebilir hale gelmesinin ancak bu sayede mümkün olacağı düşünülüyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde iç borçların konsolidasyonu (zorunlu veya gönüllü olarak, kısa vadeli iç borç kağıtlarının uzun vadeli olanlarla değiştirilmesi) ya da moratoryum (dış borç ödemelerinin ertelenmesi) gibi uygulamalar yok. Ama kriz sırasında özellikle dış dünyada bu tür uygulamaların yaşanabileceği korkusu doğmuştu. Bu durum Türkiye’nin uluslararası mali piyasalardan yeni dış borç bulmasını zorlaştırdı. Türkiye’ye sermaye akımının yeniden başlayabilmesi için bu korkunun ortadan kaldırılması gerekiyor.
Borç stoku neden arttı?
Kamu kesimi net borç stokunun GSMH’ye (Gayri Safi Milli Hasıla) oranı 2000 yılı sonunda yüzde 58.4 düzeyindeydi. Bu oranın bu yıl 20.1 puanlık artışla yüzde 78.5’e çıkması bekleniyor. IMF’ye verilen Niyet Mektubu’nun eki olan Ekonomik Politikalar Bildirgesi’nde bu artışın en önemli nedenleri olarak şunlar sıralanıyor:
* Dış borcun TL değerinin, yaşanan devalüasyon nedeniyle artması.
* Kriz sırasında çok yüksek seviyelere çıkan faiz oranları ve bunun özellikle TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) bünyesindeki bankalar ve kamu bankaları başta olmak üzere kamu sektörünün borçlanma maliyetinde meydana getirdiği artış.
* Ödeme kabiliyetini kaybetmiş özel bankaların devralınması ve zararlarının karşılanması nedeniyle ortaya çıkan yük.
* GSMH’deki reel düşüş.
Uygulanacak maliye politikası, artan borç yükünü sırtlayabilmek ve kamu borçlarının GSMH’ye oranını düşürebilmek için faiz dışı harcamaların reel olarak düşürülmesini, yani faiz dışı fazlanın artırılmasını öngörüyor. Özelleştirme gelirleri, TCMB kar transferleri ve faiz gelirleri hariç konsolide kamu sektörü faiz dışı fazlası, 2000 yılında GSMH’nin yüzde 2.8’i olarak gerçekleşmişti. Bu oranın bu yıl yüzde 5.5’e, 2002’de ise yüzde 6.5’e çıkarılması hedefleniyor.
Yine özelleştirme gelirleri, TCMB kar transferleri ve faiz gelirleri hariç olmak üzere, konsolide bütçe bazında faiz dışı fazla ise 2000 yılında GSMH’nin yüzde 4.6’sı kadar olmuştu. Bu oranın bu yıl yüzde 5.1’e, 2002 ve 2003 yıllarında ise yüzde 5.6’ya çıkarılması hedefleniyor.
Bu hedefler çerçevesinde, 2002 yılında kamu borçlarının GSMH’ye oranının yüzde 70.4’e geriletilmesi planlanıyor. İşler planlandığı gibi giderse, 2003 yılında ise bu oran yüzde 64.9’a kadar gerileyecek.
Performans kriterleri
Maliye politikasındaki gidişatın görülmesi için izlenecek iki temel gösterge konsolide kamu sektörü faiz dışı dengesi ve konsolide bütçe faiz dışı harcamaları olacak. Bu göstergelerde mayıs, temmuz, ağustos ve aralık sonu için konulan hedefler performans kriteri niteliğinde. Yani IMF’nin kredi dilimlerini serbest bırakması için bu hedeflerin mutlaka tutturulması gerekiyor. Ayrıca aynı dönemler için, konsolide kamu sektörü genel dengesi için de gösterge niteliğinde hedefler belirlenmiş durumda.
Söz konusu göstergeler için belirlenen hedefler şöyle:
* Konsolide kamu sektörü (konsolide bütçe, 3 adet bütçe dışı fon, 8 adet KİT, Sosyal Güvenlik Kuruluşları ve İşsizlik Sigorta Fonu’ndan oluşan toplam kamu kesimi) faiz dışı fazlasının yıl sonunda toplam olarak en az 9 katrilyon 250 trilyon lira olması hedefleniyor.
* Konsolide kamu sektörü genel dengesinin ise yıl sonunda 26 katrilyon 450 trilyon lira açık vermesi öngörülüyor. Buna göre bu yıl kamu sektörünün ödeyeceği toplam faiz tutarı 35 katrilyon 700 trilyon lirayı bulacak.
* Konsolide bütçe bazında faiz dışı harcamaların ise yıl sonunda en fazla 34 katrilyon 230 trilyon liraya kadar yükselmesi hedefleniyor.
PARA POLİTİKASI: BU KEZ HEDEF TAHTASINDA FAİZ VAR
2000 yılında uygulanan para politikası, döviz kurlarındaki artışın kontrol altında tutulmasına, buna karşılık faizin serbest bırakılmasına dayanıyordu. Programa göre, dövize aşırı bir talep olduğunda, Merkez Bankası piyasaya gerekli likiditeyi vermeyeceği için, TL sıkıntısı yaşanacak ve faiz çok yüksek düzeylere çıkacaktı. Böylece TL’ye olan talep tekrar yükselecek ve kurlardaki artışın hedeflenen düzeyi aşması engellenecekti. Ancak üç ay arayla dövize yaşanan iki spekülatif atakta faizler tahmin edilenin çok üzerine çıkıp bankacılık kesimini zorlayınca, bu plan sonuna kadar götürülemedi.
Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin geçen ay açıkladığı yeni para programının ise eski programınkinin tam tersi dayanakları var. 2001’in kalan döneminde uygulanacak olan para programına göre, bu kez döviz kurları serbest bırakılacak, faizler ise kontrol altında tutulacak.
Böylece bir yandan Hazine’nin borç yükündeki artış mümkün mertebe sınırlanacak, öte yandan ise ekonomi yeniden canlandırılmaya çalışılacak. Bu süreçte enflasyonla mücadele askıya alınacak. Enflasyona karşı yeni sefer, ekonominin normale dönmesinin beklendiği 2002 yılı başında açılacak.
Merkez Bankası’nın açıklamasına göre, kurların büsbütün serbest bırakılması söz konusu değil. Aşırı dalgalanma halinde, Merkez Bankası ihaleler açarak döviz kurlarına müdahale edecek. Kurların hangi düzeyin üzerine çıkmasının ve hangi düzeyin altına inmesinin aşırı dalgalanma sayılacağı ise açıklanmadı. Ancak geçen üç aydaki uygulamalar, Merkez Bankası’nın, dolar kurunun 1 milyon 100 binin altına inmesini, 1 milyon 300 binin ise üstüne çıkmasını istemediğini düşündürüyor. Dolayısıyla bu iki değer arasındaki bölgeyi, ilan edilmemiş bir bant olarak kabul etmek mümkün.
Üç kriter
Yeni para programına göre, Merkez Bankası amacına ulaşmak için üç büyüklüğü kontrol altında tutacak. Para tabanı, net iç varlıklar ve net uluslararası rezervlerden oluşan bu büyüklükler için belirlenen hedefler şöyle:
* Para tabanı için belirlenen yıl sonu hedefi 7.3 katrilyon lira düzeyinde. 2000 yılı sonunda para tabanı değeri 5.8 katrilyon lira olduğu için, bu yıl gerçekleşecek artış oranı yüzde 25.8 olarak hesaplanıyor. Ancak Para Programı’nda yer alan bilgilere göre, 2000 yılı sonundaki bayram döneminin ve 12 Ocak’ta yapılan munzam karşılık oranı indiriminin etkisi arındırıldığında, para tabanındaki gerçek artış oranı yüzde 47’yi buluyor. Bu oran ise yüzde 52.5’lik yıl sonu TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonu ile yüzde –3’lük reel GSMH büyümesiyle uyumlu bulunuyor.
* Net iç varlıkların yıl sonunda en fazla 21 katrilyon liraya kadar yükselmesi hedefleniyor. Bu büyüklüğün nisan sonunda 7 katrilyon 780 trilyon lira olduğu göz önüne alındığında, yıl sonuna kadar önemli bir genişleme yaşanacağı ortaya çıkıyor. Ancak bu genişleme büyük ölçüde, IMF ve Dünya Bankası’ndan gelecek olan kredilerden kaynaklanıyor. Çünkü gelen dış kredi önce Merkez Bankası’nın kasasına girecek ve oradan Hazine’ye aktarılacak. Söz konusu kredi akımı hariç tutulduğunda, yıl sonundaki net iç varlıklar tavan değeri 9.5 katrilyon lirada kalıyor.
* Net uluslararası rezervler hedefi, yılın geri kalan döneminde bu göstergede yaşanacak değişimlerin taban değerlerini gösteriyor. Buna göre net uluslararası rezervler yıl sonuna kadar en fazla 9.6 milyar dolarlık azalma gösterecek. Yani yurtdışından gelecek dövizlerin en fazla bu tutardaki kısmı, şartlar gerektirdiği zaman piyasaya veya Hazine’ye satılacak. Dönemler itibariyle belirlenen hedefler, Merkez Bankası’nın döviz satışlarının özellikle haziran-ekim döneminde yoğunlaşacağını gösteriyor.
Para politikasındaki para tabanı hedeflerinin tümü ile net iç varlıklar ile net uluslararası rezevlerin yıl sonu değerleri gösterge niteliğinde. Net iç varlıklar ile net uluslararası rezervlerin yıl içindeki değerleri ise IMF’nin kredi dilimlerini serbest bırakması için tutturulması zorunlu olan performans kriterleri arasında bulunuyor.
DIŞ DÜNYADAKİ GELİŞMELER ALEYHİMİZE
Yeni ekonomik programda, yılın ikinci yarısında ekonominin yeniden canlanmaya başlaması hedefleniyor. Bu canlanmanın reel faizlerin düşmesi yanında ihracat ve turizm gelirlerindeki artış sayesinde gerçekleşmesi bekleniyor.
Ancak ihracat ve turizm gelirleri için belirlenen artış hedeflerinin, piyasalardaki beklentilerin altında olduğu gözleniyor. Devalüasyon sonrasında piyasalarda ihracatın ve turizm gelirlerinin yüzde 20 dolayında artabileceği beklentisi doğmuştu. “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nda ise hem ihracattaki hem de turizm gelirlerindeki artış hedefi yüzde 10 dolayında bulunuyor.
Esasında bu durum dünya ekonomisinde yaşanması beklenen gelişmelerle uyumlu. Geçen yıl hızlı bir büyüme gösteren dünya ekonomisinin bu yıl yavaşlaması bekleniyor. Dünya ekonomisi geçen yılki gibi hızlı büyümeye devam etseydi, ihracatta piyasaların beklediği ölçüde bir sıçrama yaşanabilirdi. Ancak dünya ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle ihraç ürünlerimize olan dış talep gerileyeceğinden, devalüasyonun ihracatı artırıcı etkisi sınırlı kalacak gibi görünüyor.
IMF’nin geçen ay yayınladığı “World Economic Outlook” (Dünya Ekonomisinin Görünümü) adlı rapora göre, dünya ekonomisinde beklenen gelişmeler şöyle:
Büyüme hızı: Dünya ekonomisinin büyüme hızının bu yıl yüzde 3.2 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Geçen yıl ise dünya ekonomisi yüzde 4.8 oranında büyüme göstermişti.
Dünya ekonomisindeki yavaşlamanın daha çok ABD kaynaklı olması bekleniyor. Geçen yıl yüzde 5 büyüyen ABD ekonomisinin, bu yıl sadece yüzde 1.5 büyüyeceği tahmin ediliyor. Ancak ABD’deki kadar olmasa bile, Avrupa Birliği (AB) ve Japonya’da da büyüme hızının gerilemesi bekleniyor.
Bizim için özellikle AB ekonomisindeki yavaşlama sıkıntı yaratacak. Çünkü ihracatımızın yüzde 55 dolayındaki bölümünü AB ülkelerine yapıyoruz. Ekonomideki yavaşlama nedeniyle, geçen yıl yüzde 10.5 olan AB’nin ithalatındaki artış oranının bu yıl yüzde 7.3’e gerilemesi bekleniyor. Onların ithalatı bizim ihracatımız demek olduğundan, bu durum AB’ye umduğumuz kadar mal satamayacağımız anlamına geliyor.
Ticaret hacmi: Dünya ekonomisindeki yavaşlama nedeniyle dünya ticaret hacmindeki artış da hız kesecek. Geçen yıl yüzde 10.5 artan dünya ticaret hacminin, bu yıl yüzde 6.7 oranında artması bekleniyor.
Petrol fiyatları: Dünya ekonomisindeki yavaşlamanın olumlu bir etkisi, petrol fiyatlarının düşmesi olacak. IMF uzmanlarının tahminlerine göre, ham petrolün geçen yıl 28.21 dolar ortalama varil fiyatı, bu yıl 25.5 dolara gerileyecek. Bu durum ithalat faturamızın azalmasını sağlayacak.
Faiz oranları: Dünya ekonomisindeki yavaşlamanın bir olumlu etkisi de uluslararası faiz oranlarının gerilemesi olacak. Uluslararası borçlanmalarda baz alınan LIBOR faiz oranının bu yıl yüzde 4.5 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Geçen yıl bu oran yüzde 6.7 düzeyindeydi.
Türkiye’ye bakış
IMF’nin söz konusu raporunda Türkiye ekonomisine ilişkin 2001 ve 2002 yılı tahminleri de var. Bu tahminlerin genelde “Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nda yer alan hedeflere yakın olduğu görülüyor. Hatta cari işlemler dengesi konusundaki tahminler, yeni programdaki hedeflerden de iyimser.
Ancak IMF’nin raporundan bir hafta sonra yayınlanan “OECD Economic Outloook” raporunda yer alan Türkiye tahminleri, OECD uzmanlarının ekonomimize bakışının daha kötümser olduğunu gösteriyor. Tabloda da görüldüğü gibi, OECD uzmanlarının bu yılki küçülme ve enflasyon tahminleri daha yüksek. IMF’nin aksine OECD, cari işlemler dengesindeki açığın da azalmakla birlikte süreceğini tahmin ediyor.
Her iki kurumun uzmanları da 2002 yılında Türkiye ekonomisinin yeniden büyümeye başlayacağı görüşünde. Enflasyonda da düşüş beklentisi var. Ancak OECD uzmanlarının enflasyondaki düşüş beklentisi, IMF uzmanlarınınkine göre daha ılımlı düzeyde bulunuyor.
GÜMRÜK BİRLİĞİ NE GETİRDİ, NE GÖTÜRDÜ?
Avrupa Birliği (AB) ile 1996 yılında gerçekleştirdiğimiz Gümrük Birliği´nin (GB) ekonomimizi nasıl etkilediği merak edildiğinde genelde dış ticaret göstergelerine bakılıyor. Aradan geçen dönemde AB ülkeleri ile olan dış ticaretimizde verdiğimiz açık iki kattan fazla arttığı için, bu incelemenin sonucu tabii ki GB´nin bizden çok AB´nin işine yaradığı oluyor.
Oysa GB´nin kısa vadedeki etkisinin AB ile dış ticaretimizdeki dengeyi bozucu yönde olacağı zaten belliydi. Çünkü AB ülkeleri Türkiye´den yaptıkları ithalata uyguladıkları gümrük vergilerini daha 1973 yılında sıfırlamışlardı. Türkiye ise AB´den yaptığı ithalata uyguladığı gümrük vergilerini, GB´nin başlamasından hemen önce, 1995 yılı sonunda minimum düzeye indirdi. Bu durumda AB´den yaptığımız ithalatın ihracattan daha hızlı artması kaçınılmazdı.
Amaç kargaşası
Ancak Türkiye´nin AB ile GB´ni gerçekleştirmekteki amacı bu ülkelerle olan dış ticaret açığını küçültmek değildi. GB´ni gerçekleştirirken güdülen siyasi amaç AB üyeliği konusunda yol alabilmekti. Ekonomik amaç ise ekonomimizin rekabet gücünü artırmak, güçlendirmek ve uzun vadede halkımızın refah seviyesini artırabilmekti.
Bu nedenle GB´nin sonuçlarını bu amaçlar açısından değerlendirmek gerekiyor.
Türkiye´nin Aralık 1999´da AB´ye 13´üncü aday ülke olarak kabul edilmesi, güdülen siyasi amaç yolunda aşama kaydedildiğini gösteriyor.
İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti (İFMC) tarafından aylık olarak yayınlanan İktisat Dergisi’nin Aralık 2000 tarihli sayısında yer alan bir makale, ekonomik amaç konusunda da gidişatın iyi olduğunu gösteriyor. Prof. Dr. Osman Küçükahmetoğlu imzasını taşıyan ``Türkiye-AB Gümrük Birliği´nin İktisadi Etkileri'' isimli çalışmanın bulgularını şöyle özetlemek mümkün:
Rekabet gücümüz arttı
* GB´nin Türkiye´nin rekabet gücündeki artışa olumsuz bir etkisi yok. Tam tersine GB Türkiye´nin endüstriyel ürünlerdeki rekabet gücünü artırmış durumda. Türkiye´nin AB ülkelerine göre karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu endüstriyel nitelikteki ürün grubu sayısı 1984´te 27, 1990´da 31 iken, GB´nin ilk yılı olan 1996´da 41´e yükseldi.
* GB, endüstri içi ticareti artırarak da Türkiye´yi olumlu etkiledi. Küçükahmetoğlu´nun hesaplarına göre, endüstri içi ticaret endeksindeki yıllık ortalama artış oranı 1989-95 döneminde yüzde 5.3 iken, 1995-98 döneminde yüzde 8´e yükseldi. Endüstri içi ticaret, belirli bir endüstri kapsamında birbirinden farklılaştırılmış yapıdaki ürünlerin eşzamanlı olarak ihraç ve ithal edilmesi anlamına geliyor. Endüstri içi ticarette dış ticaretten sağlanan kazanç, tüketicilere sağlanan tercih çeşitliliği ve üretimde gerçekleşen ölçek ekonomilerinden kaynaklanıyor. Ekonomik entegrasyonun endüstri içi ticareti artırması ise ticaret engellerinin ortadan kaldırılması, üretim maliyetlerinin azalması ve yabancı sermaye yatırımlarının yükselmesi gibi etkenlerle ortaya çıkıyor.
* Türkiye AB ile GB´ni gerçekleştirirken bir endişe konusu, gümrük vergilerinin ortadan kalkması nedeniyle toplam vergi gelirlerinin azalmasıydı. GB döneminde gümrük vergileri gerçekten de azaldı ama ithalden alınan KDV arttı. Böylece bir bütün olarak dış ticaretten alınan vergilerin GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) içindeki payı da yükseldi.
* Küçükahmetoğlu´nun çalışması da GB´nin AB ile dış ticaretimizde olumsuz bir değişime neden olduğunu gösteriyor. Ancak Küçükahmetoğlu bu durumu tek başına GB´ye değil, ihracatımızın tekstil, giyim, demir-çelik gibi standart teknoloji, ithalatımızın ise makine, bilgisayar gibi ileri teknoloji ürünlerinden oluşmasına bağlıyor. İleri teknoloji ürünlerinin fiyatları daha yüksek olduğundan, ihracatı ağırlıklı olarak standart teknoloji ürünlerinden oluşan ülkeler dünya ticaretinden olumsuz yönde etkileniyor. Bu durumu değiştirmek için Türkiye´nin ileri teknoloji ürünlerine yatırım yapması gerekiyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?