Türkiye ekonomisi 2004 yılının ilk 9 aylık döneminde yüzde 9.7 oranında büyüdü. İlk yarıyılda epey hızlı olan büyüme üçüncü çeyrekte yavaşladı. Bu yavaşlamanın dördüncü çeyrekte de sürdüğü tahmin e...
Türkiye ekonomisi 2004 yılının ilk 9 aylık döneminde yüzde 9.7 oranında büyüdü. İlk yarıyılda epey hızlı olan büyüme üçüncü çeyrekte yavaşladı. Bu yavaşlamanın dördüncü çeyrekte de sürdüğü tahmin ediliyor. Ancak, bu yavaşlamaya rağmen 2004 yılı büyüme oranı yüzde 8-9 arasında çıkacak gibi görünüyor. Gerçek büyüme oranını Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) mart ayı sonunda yapacağı açıklamadan sonra öğreneceğiz.
2002 yılında büyüme oranı yüzde 7.9, 2003 yılında ise yüzde 5.9 olmuştu. 2004 yılının da yüzde 5’in üzerinde bir büyüme oranıyla kapanması, Türkiye’deki 3 yıl üst üste hızlı büyüme dönemlerine bir yenisini ekledi.
Yandaki tabloda da gördüğünüz gibi, Türkiye’de hızlı büyüme dönemlerinin sayısı pek fazla değil. 4 yıl üst üste hızlı büyümenin gerçekleştiği sadece bir dönem var. 3 yıl üst üste hızlı büyüme dönemlerinin sayısı, son 3 yılda yaşanan büyüme ile ancak üçe çıkabildi. 2 yıl üst üste hızlı büyümenin yaşandığı dönem sayısı ise 8.
Tabloda değişiklik var
Esasında bu tabloyu geçen yıl ocak ayında yayınlanan dergimizin “Üçüncü Büyüme Yılı” başlıklı Konjonktür bölümünde de vermiştik. O zaman 2 yıl üst üste büyüme dönemlerinin sayısı 9, 3 yıl üst üste büyüme dönemlerinin sayısı ise 2 olarak görülüyordu. 2002 ve 2003’teki hızlı büyüme 2004’te de devam edince tablo gördüğünüz şekilde değişti.
Bu tablonun 2005 yılında da değişmesi ihtimali var. 2005 yılı da yüzde 5’in üstünde bir büyüme oranıyla kapanırsa, 4 yıl üst üste büyüme dönemlerinin sayısı ikiye çıkacak. Tabii bu durumda 3 yıl üst üste büyüme dönemlerinin sayısı ise azalacak.
Hükümetin 2005 yılı büyüme hedefi yüzde 5 düzeyinde. Yerli ve yabancı kuruluşların büyüme tahminleri genelde bu hedefe yakın. Esasında 2004’ün ikinci yarısında büyümenin yavaşladığı ortaya çıkmadan önce 2005’te büyümenin yüzde 5’in üzerinde olmasını bekleyenlerin sayısı fazlaydı. Ancak bu yavaşlama görüldükten sonra büyüme tahminleri hedef dolayına geriledi. Hatta büyümenin hedefi bulmasından kuşku duyanlar da ortaya çıktı.
İç talepte artış zor
Bu yıl büyümenin hedefi bulmasından kuşku duyanların en önemli gerekçesini, iç talepte 2004’teki gibi bir artış yaşanmasının zor olması oluşturuyor. Hem 2004’te görülen ertelenmiş talebin doygunluğa ulaşması hem de reel ücretlerde önemli bir artış olmaması, bu yıl iç talebin zayıf kalacağını düşündürüyor.
2004’te yaşanan hızlı büyümede, 2001 krizinden sonra ertelenen talebin devreye girmesi çok etkili olmuştu. Yılın ilk yarısında özellikle otomobil ve dayanıklı tüketim malı harcamalarında büyük artışlar görülmüştü. Ancak, yılın ikinci yarısında bu ertelenmiş talebin doygunluğa ulaştığı yönünde işaretler alındı. Bunda ekonomideki hızlı büyümeyle birlikte yükselen cari açığı kısmak için alınan önlemlerin (otomobilde hurda teşvikinin yarıya indirilmesi, tüketici kredilerinde KKDF kesintisinin yükseltilmesi) ve bahar aylarında mali piyasalarda yaşanan dalgalanmadan sonra faizlerin yükselmesinin de etkisi oldu.
2001 krizinden sonra reel ücretlerde başlayan erime geçen yıl durdu ama önceki yıllarda yaşanan satın alma gücü kaybının telafisi yönünde bir gelişme de görülmedi. İşletmelerin çoğu ücret artışlarını enflasyon hedefine göre belirlediği için, reel ücretlerde önemli bir artış olmuyor. Bu da iç talebin canlanmasını engelliyor.
İhracatta ne olur?
İç talepteki zayıflık 2001 krizinden sonra işletmelerin dış pazarlarla daha fazla ilgilenmesine neden oldu ve ihracatta önemli artışlar görüldü. Özellikle 2003 ve 2004’te ihracatta yaşanan artışlar yüzde 30’un üzerindeydi ve olağanüstüydü. Son 3 yılda yaşanan hızlı büyümede ihracatın ikiye katlanmasının etkisi büyük oldu.
İhracattaki bu olağanüstü artışların 2005’te de sürmesi biraz zor görünüyor. Çünkü dünya ekonomisinde 2004’e göre biraz yavaşlama bekleniyor. Dünya ekonomisindeki yavaşlamayla birlikte dünya ticaret hacmindeki artış da yavaşlayacak.
Ayrıca, son 3 yılda kurlardaki gerilemeye rağmen ihracatın artmasının temel nedenlerinden biri verimlilikte görülen artış olmuştu. Verimlilik artışlarının gerisinde ise daha çok reel ücretlerdeki erime yatıyordu. Reel ücretlerdeki erimenin durması verimlilikte önceki yıllardaki kadar artış olmasının zor olacağını düşündürüyor.
Henüz elimizde kesin veriler yok ama 2004 yılında ihracat 63 milyar dolara yakın gerçekleşti gibi görünüyor. Hükümetin 2005 yılı ihracat hedefi ise 71 milyar dolar. Buna göre, beklenen artış yüzde 13 dolayında kalıyor. Biz bu artışın biraz daha yüksek olabileceğini düşünüyoruz. Bu artış elbette büyümeye belli ölçüde destek verecek ama bu destek ihracatın yüzde 30’un üzerinde arttığı 2003 ve 2004’teki kadar fazla olmayacak.
Umut yatırımlarda
Pek çok iktisatçı 2005 yılında büyüme umudunu yatırımlarda artışa bağlamış durumda. Yatırımlarda artış beklenmesinin temel gerekçesini ise Avrupa Birliği (AB) ile üyelik görüşmelerine 2005’te başlama kararının alınmasının Türkiye’nin geleceğine bakışı pozitif etkilediği düşüncesi oluşturuyor. Bu gelişmenin hem yerli yatırımcıları harekete geçirmesi hem de yabancı sermaye girişini artırması bekleniyor.
Esasında bu beklenti temelsiz değil. Ancak, AB ile üyelik görüşmelerinin başlamasının Kıbrıs’ta çözüm şartına bağlanmış olması, bu yönde bir ilerleme olana kadar yabancıların beklemede kalacağını düşündürüyor. Kıbrıs’ta çözüm konusunda bir ilerleme ise bahar aylarından önce gündeme gelmeyecek gibi. Çünkü, bu arada KKTC’de hem erken seçim hem de cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Kıbrıs’ta çözüm konusunda yeni arayışlar, büyük ihtimalle KKTC’deki yeni yönetimin şekillenmesinden sonra başlayacak.
Bu durumda yatırımlarda beklenen artış ancak yılın ikinci yarısında başlayabilecek gibi görünüyor.
Büyümenin 4 dönemi
2005’e yönelik tüm beklentileri bir arada değerlendirdiğimizde, yılın ilk yarısında büyümenin pek yüksek olmayacağı izlenimini elde ediyoruz. İkinci yarıyılda ise büyümenin yeniden hızlanması ihtimalinin var olduğunu görüyoruz.
İlk yarıyılda büyümenin düşük kalmasının nedeni sadece iç ve dış talepteki yavaşlama ve yabancı yatırımcıların beklemede kalması değil aynı zamanda aritmetikten kaynaklanan bir zorunluluk olacak. 2004’ün ilk yarısında büyüme oranları çift haneli olmuş ve ekonomideki üretim hacmi epey yüksek gerçekleşmişti. 2005’e yönelik beklentiler çerçevesinde, bu yılın aynı dönemlerinde daha yüksek bir üretim hacminin yakalanması zor görünüyor. Bu yüksek baz etkisi, ilk yarıyılda büyümeyi sınırlandıracak ve yüzde 5’in altında kalmasına yol açacak gibi görünüyor.
Yatırımlardaki artış umudunun gerçekleşmesi halinde ise yılın ikinci yarısında ekonomideki büyüme yeniden hızlanacak. 2004’ün ikinci yarısında büyümenin hız kesmesi, bu kez baz etkisinin olumlu yönde çalışmasını sağlayacak. İkinci yarıyılda büyüme oranları yüzde 5’in üzerinde gerçekleşebilecek.
Yüzde 5 büyüme mümkün
Biz 2005 yılının tamamındaki büyüme oranının ise hükümetin hedeflediği gibi yüzde 5 dolayında çıkabileceğini düşünüyoruz. Bu durumda hızlı büyümenin dördüncü yıla sarkıp sarkmayacağı belirsizliğini koruyor. Çünkü, hızlı büyüme için baz aldığımız büyüme oranı da yüzde 5. 2005’te büyüme oranı yüzde 4.9 olsa bile, 3 yıldır süren hızlı büyüme dönemi kesintiye uğrayacak. Bu durumda 1950-1953 yılları arasında yaşanan 4 yıl üst üste hızlı büyüme rekorunun egale edilmesi başka bir zamana kalacak.
Tabii hızlı büyüme dönemi kesintiye uğrasa bile 2005’te büyüme oranının yüzde 4’lerde kalması, durgunluk ya da kriz yaşanmasından iyidir. Türkiye’de ekonominin genelde dur-kalk temposu ile hareket ettiğini göz önüne alırsak, 3 hızlı büyüme yılını bir normal büyüme yılının izlemesini makul kabul edebiliriz.
Ancak, uzun vadede Türkiye’nin mutlaka kesintisiz hızlı büyümeyi sağlayacak şartları oluşturması şart. Yüzde 3-4’lük büyüme oranları gelişmiş ülkeler için yüksek sayılıyor ama Türkiye şartlarında yetersiz kalıyor. Yapılan araştırmalar, sadece her yıl işgücü piyasasına yeni giren gençleri iş sahibi yapabilmek için yüzde 6’lık büyümenin gerçekleştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Buna ek olarak 2.5 milyona yaklaşan işsizler ordusunun sayısını makul bir düzeye çekmek de amaçlandığında ise büyüme oranının yüzde 7’yi geçmesi gerekiyor.
2005’TE BÜYÜMEYİ NELER ETKİLEYECEK?
Büyümeyi sınırlandıracak faktörler:
2004 yılının ilk yarısında hızlı büyümeyi sağlayan ertelenmiş talep, ikinci yarıyılda doygunluğa ulaştı gibi. Bu durum 2005 yılında iç talepte artış yaşanmasını önleyebilir.
İşletmeler ücret artışlarını enflasyon hedefine uygun olarak belirledikleri için reel ücretlerde artış yok. Bu da 2005’te iç talebin durgun olmasına yol açabilir.
Dünya ekonomisinin 2005 yılında biraz yavaşlaması bekleniyor. Bu durum ihracatın hızını kesip büyümeye son 2 yıldaki kadar destek vermesinin önüne geçebilir.
Türkiye’de tarımsal üretim sonu tek sayıyla biten yıllarda genelde geriliyor. 2005 yılında da tarımsal üretim gerilerse bu sektör büyümeye köstek olacak.
Büyümeye destek olacak faktörler:
Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin 2005 yılında başlayacak olması ve IMF ile yeni stand-by anlaşması için mutabakata varılması, Türkiye’nin geleceğine olan güveni artırdı. Bu durum 2005’te gerek portföy yatırımlarında gerekse doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında artış sağlayacak gibi görünüyor. Yabancı sermaye yatırımlarının özellikle yılın ikinci yarısında hızlanması ve büyümeye destek vermesi olası.
2005’te yerli yatırımlarda da artış yaşanabilir. AB süreci ve IMF ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler yerli girişimcilerin de geleceğe bakışını olumlu etkileyecek. Ayrıca, reel faizlerde yaşanan düşüş de üretimi artırmak için artık yeni yatırımlara ihtiyaç duyan işletmeleri teşvik edecek.
ENFLASYONDA DÜŞÜŞ İKİNCİ YARIYILDA OLACAK
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, 2004 yılı yüzde 9.3 düzeyinde bir tüketici enflasyonuyla kapandı. Böylece enflasyon tam 34 yıl aradan sonra yeniden tek haneye dönmüş oldu. Enflasyonun bundan önce tek haneli olduğu son yıl 1970 idi. 1970 yılı sonunda yüzde 6.2 olan tüketici enflasyonu sonraki 34 yılda bir daha tek haneye inmemişti.
Esasında hükümetin hedefi tek haneli enflasyona 2005 yılı sonunda ulaşmaktı. 2003 yılını yüzde 18.4 ile kapatan tüketici enflasyonu için 2004 yıl sonu hedefi yüzde 12 idi. Ancak enflasyon önceki 2 yılda olduğu gibi 2004’ü de hedefin altında kapattı. Geçen yıl şubat ayında bu sayfalarda 2004 yılı öngörülerini yaparken bu olasılığa dikkat çekmiş ve yılı tek haneli enflasyonla kapatabileceğimizi söylemiştik.
2004 yılında enflasyonda esas düşüş yılın ilk yarısında gerçekleşti. 2003’ün ilk yarısında aylık oranlar nispeten yüksek çıkmıştı. 2004’ün aynı döneminde daha düşük aylık oranların gerçekleşmesi yıllık enflasyonu hızla aşağı çekti. Öyle ki enflasyon daha mart ayında hedefin altına indi. Mayıs ayında ise tek haneye geriledi.
Yılın ikinci yarısında ise enflasyonda yatay bir seyir izledik. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi 2003’ün ikinci yarısında aylık enflasyon oranları çok düşük olduğu için daha düşük oranların çıkması pek mümkün olmadı. İkincisi dünya petrol fiyatlarındaki olağanüstü artış akaryakıt ürünlerine ister istemez yansıtıldı ve enflasyonu besledi. Üçüncüsü iç talepte görülen canlanma özellikle eylül ve ekim aylarında işletmelere 2 yıldır bulamadıkları zam yapma fırsatını verdi. Bu gelişmeler enflasyonun daha fazla gerilemesinin önüne geçti.
İlk yarıyılda düşüş zor
Hükümetin 2005 yıl sonu hedefi enflasyonu yüzde 8’e çekmek. 2005’te enflasyonun nasıl bir seyir izleyebileceğini araştırdığımızda ise şu hususlar öne çıkıyor:
Yılın ilk yarısında enflasyonda düşüş yaşanması zor görünüyor. Çünkü, geçen yılın ilk yarısında aylık enflasyon oranları epey düşük çıkmıştı. Enflasyondaki mevcut gidişat, bu yıl aynı aylarda daha düşük oranların gerçekleşmesinin zor olduğunu düşündürüyor. Yılın ilk yarısında enflasyonda bir miktar yükseliş yaşanması bile mümkün. Geçen yılın tersine bu yıl enflasyonda düşüş yılın ikinci yarısında olacak.
2001 krizinden beri ertelenen talebin geçen yıl devreye girmesi ekonomideki büyüme ivmesini yükseltmiş ama özellikle sonbahar aylarında da enflasyonu olumsuz etkilemişti. Bu ertelenmiş talebin artık doygunluğa ulaştığına yönelik işaretler var. Reel ücretlerde de iç talebi canlandıracak ölçüde bir yükseliş görülmüyor. Bu durum enflasyonda hedefe ulaşılmasına yardımcı olacak.
Dünya petrol fiyatlarında 2004’te yaşanan yükselişin bu yıl tekrarlanması beklenmiyor. IMF’nin 2005 için ortalama varil fiyatı beklentisi 2004 ile aynı ve 37.25 dolar düzeyinde. Bugün 40 doların üzerinde olan petrol fiyatı yaz aylarına doğru 30 dolar seviyesine gerileyebilir. Bu da enflasyonu düşürmeyi kolaylaştırır.
AB ile üyelik görüşmelerinin başlayacak olması nedeniyle YTL’ye dönüş sürecinin hızlanması bekleniyor. Bu YTL’nin değerlenmesi ve dolayısıyla ithal hammadde ve ara mallarının fiyatlarının ucuzlaması demek. Bu durum maliyet avantajı yaratarak işletmelerin ürünlerinin fiyatlarını fazla artırmamalarını sağlayacak.
Maliyet hesabının çok iyi yapılamadığı hizmet sektörlerinde fiyatları geçmiş enflasyona endeksleme alışkanlığı yaygın. Bu durum son 3 yılda hizmet sektörlerindeki fiyat artışlarının hep genel enflasyon oranından daha yüksek olmasına yol açtı ve enflasyonla mücadeleyi olumsuz etkiledi. 2005 yılında geçmiş enflasyonla hedef arasındaki farkın çok düşük olması, hizmet sektörlerindeki bu alışkanlığın olumsuz etkisini azaltacak.
2005 yılında enflasyonda düşüşe engel olabilecek 2 temel unsur var. Bunlardan birincisi AB sürecinin kesintiye uğraması. Bu durum kurlarda yükselişe yol açıp maliyet artışı nedeniyle fiyatları yükseltebilir. İkinci unsur ise hükümetin gelir yaratmak için kamu ürünlerinin fiyatlarına aşırı zamlar yapması. Bütçede gelir artış hedefinin çok yüksek olması iktisatçıların bu konuda endişelenmesine yol açıyor.
DOLAR YİNE TUŞ OLDU
Doların 2004 yılı ortalama değeri 1 milyon 422 bin 341 lira oldu. Böylece dolar 2003 yılından sonra 2004 yılını da önceki yıla göre gerileme ile kapattı. Doların 2003 yılındaki ortalama değeri 1 milyon 493 bin 68 lira idi. Buna göre 2004 yılında dolarda yaşanan düşüş yüzde 4.7 olarak hesaplanıyor.
2004 yılında doların TL karşısında gerilemesinin bir nedeni uluslararası piyasalarda yaşanan gelişmeler oldu. ABD’nin büyük cari işlemler ve bütçe açığının yarattığı tedirginlik, doların 2004 yılında euro karşısında yine değer kaybetmesine yol açtı. 2003 yılında 1 dolar 0.89 euro ediyordu. 2004 yılında ise 1 doların değeri 0.80 euroya indi.
Ancak, 2004’te doların TL karşısında değer kaybetmesinin tek nedeni uluslararası piyasalarda yaşanan bu gelişmeler değil. Türkiye’nin istikrar programında gösterdiği başarı ve enflasyonda yaşanan düşüş de TL’nin değer kazanmasında etkili oldu. Bahar aylarında yaşanan dalgalanma dışında dövize çok fazla talep olmadı. Döviz arzı talebinin yine üzerinde gerçekleşti. Hal böyle olunca dünyada değeri dolara karşı yükselen euro bile TL karşısında reel olarak değer kaybetti.
Doların bu yıl da TL karşısında pek şansı olmayacak gibi. 17 Aralık’taki AB zirvesinden Türkiye ile üyelik görüşmelerinin bu yıl başlaması kararı alınmıştı. Bu kararın dövizden TL’ye geçiş sürecini hızlandırması bekleniyor. Döviz arzının yine talebinin üzerinde olması anlamına gelen bu durum doların TL karşısında değer kazanmasının önüne geçebilecek.
Dalgalı kur uygulaması nedeniyle hükümetin bir kur hedefi yok. Fakat hükümet 2005 yılı planlarını 1 milyon 612 bin liralık (ya da 1.612 YTL) ortalama dolar kuru tahminine göre yaptı. Ancak yıl içinde olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde ortalama dolar kurunun 1.5 YTL’nin üzerine çıkması zor görünüyor.
SEZON DIŞI TURİZMDE BAŞARILI DEĞİLİZ
Türkiye’de mayıs ayının başından ekim ayının sonuna kadar olan 6 aylık dönem turizm sezonudur. Turistik tesislerin büyük bölümü bu 6 aylık dönem dışında atıl durumda kaldığı için, 1990’lı yıllardan bu yana sezon dışı turizmi canlandırma yönünde bir çaba var. Ancak bu çabanın başarıya ulaştığı yönünde bir işaret maalesef yok. Sezon dışında gelen turist sayısı artıyor ama bu artış sezon içinde gelen turist sayısındaki artışa paralel seyrediyor. Sezon dışında gelen turistlerin toplam turist sayısına oranı, sezon dışı turizmde canlılık için gerekli yüzde 35’lik başarı oranına bir türlü ulaşmıyor.
Son sekiz yılın verilerine baktığımızda sezon dışında gelen turistlerin toplam turist sayısına oranının yüzde 24 ile yüzde 31 arasında değiştiğini görüyoruz. 1997 yılında bu oran yüzde 28.6 idi. 2004 yılında ise yüzde 27.1 oldu. Söz konusu dönemde en yüksek oran yüzde 31 ile 1999 yılında gerçekleşti. Ancak bu artış da o yıl sezon dışı turizmde yaşanan bir başarıdan değil, 17 Ağustos’ta yaşanan deprem nedeniyle sezonun son 3 ayında turist sayısının gerilemesinden kaynaklanıyor. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra çıkan olaylar nedeniyle o yıl sezon başında da turist sayısında azalma görülmüştü.
Sezon dışında turizmden elde edilen gelirin toplam turizm gelirlerine oranına baktığımızda da benzer bir tablo ile karşılaşıyoruz. Sezon dışında elde edilen turizm gelirlerinin toplam turizm gelirlerine oranı yüzde 25 dolayında seyrediyor. 2003 yılında bu oran yüzde 22’ye kadar düşmüştü. Henüz kesin verilerin olmadığı 2004 yılında ise yüzde 24’ün biraz üzerinde gerçekleştiği tahmin ediliyor.
Sezon dışı turizmde başarı için güneş-kum-deniz dışındaki turizm türlerinin geliştirilmesine biraz daha ağırlık vermek gerekiyor. Bu açıdan yeterince imkanımız da var. Örneğin hava şartları sezon dışı dönemin büyük bölümünde de kültür turları gerçekleştirmeye müsait. Ülkemizin kış turizmine yönelik potansiyeli de henüz yeterince kullanılmış değil.
ÖZELLEŞTİRMEDE PERFORMANS YÜKSELİYOR
Türkiye’de özelleştirme 1980’li yılların ortasından beri gündemde. Bu konu ile ilgili ilk düzenleme 1984 yılında çıkarılan 2983 sayılı Kanun ile yapılmıştı. Ancak aradan geçen 20 yıllık sürede alınan yol çok fazla değil. 1985-2004 döneminde özelleştirmeden elde edilen gelir 9.4 milyar dolardan ibaret. 1985-2004 döneminde özelleştirme kapsamına alınan kuruluşlardan ancak yarısı özelleştirilebildi. Tekel, Tüpraş, Petkim gibi büyük özelleştirmeler hala gerçekleştirilmeyi bekliyor.
Özelleştirmeden en büyük gelir 2.7 milyar dolar ile 2000 yılında elde edilmişti. Bu gelirin elde edilmesinde aslan payı üçüncü GSM lisansının satılmasındaydı. Bu büyük satış özelleştirmede büyük umutların beslenmesine yol açmıştı ama 2001 krizinin araya girmesiyle işler yeniden bozulmuştu.
Ancak, 2004 yılında özelleştirmede performansın yeniden yükseldiği görülüyor. Geçen yıl özelleştirmeden elde edilen gelir 1.3 milyar dolara yaklaştı. Bu tutar 2000 yılı sonrasında özelleştirmeden bir yılda elde edilen en yüksek gelire tekabül ediyor.
2004 yılında toplam 10 kuruluşun blok satışı gerçekleştirildi. 68 tesis ve taşınmazın satışı yapıldı. Biri yurtiçinde biri yurtdışında olmak üzere iki halka arz gerçekleştirildi. 15 tesis ve taşınmazın ise bedelli devri yapıldı.
Bu işlemler içinde en çok gelir getireni Tekel’in alkollü içkiler bölümünün 292 milyon dolara satılması oldu. THY’nin uluslararası halka arzı elde edilen 126 milyon dolar gelir ile ikinci sırayı alırken, Bursagaz’ın 120 milyon dolara satışı da üçüncü sırada yer aldı.
Hükümetin 2005 yılı hedefi 1.6 milyar dolarlık gelir elde etmek. Bu gerçekleşirse 2005 en çok özelleştirme geliri elde edilen ikinci yıl olacak. İstikrar programında başarı ve AB sürecindeki ilerleme gibi nedenlerle Türkiye’ye ilginin artmasını dikkate alırsak, bu yıl özelleştirmede hedefe ulaşmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
KISA VADELİ DIŞ BORCA DİKKAT!
Türkiye’nin dış borç stoku geçen yılın eylül ayı sonunda 153.2 milyar dolara ulaştı. Dış borçlar 2003 yılı sonuna göre 7.4 milyar dolar arttı. 2003 yılı sonunda dış borç stoku 145.8 milyar dolar düzeyindeydi.
Dış borçlar vade yapısına göre incelendiğinde esas önemli artışın kısa vadelilerde olduğu görülüyor. Kısa vadeli dış borçlar 2004’ün ilk 9 ayında 6.3 milyar dolar arttı ve 29.3 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde orta ve uzun vadeli dış borçlardaki artış ise sadece 1.1 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Dış borçlarla ilgili rasyolara bakıldığında kısa vadeli dış borçlarda dikkat edilmesi gereken bir yükseliş yaşandığı görülüyor.
Asya krizi sonrasında popüler olan bir görüşe göre, mali piyasalardaki bir dalgalanma anında dış borç ödemelerinde sorun yaşanmaması için Merkez Bankası’nın kasasında en az kısa vadeli dış borç tutarı kadar döviz rezervi bulunması şart. Türkiye’de döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borçlara oranı 2000 yılında yüzde 78.3’e kadar inmişti. Bildiğiniz gibi bunun ardından 2001 krizi geldi. Kriz sonrasında kısa vadeli dış borçların büyük bölümünün tasfiye edilmesi, bu oranın yükselmesini sağladı. Ancak 2004’ün ilk 9 ayında söz konusu rasyonun hızla gerilediği görülüyor. Eylül ayı sonunda döviz rezervlerinin kısa vadeli dış borçlara oranı yüzde 118.3’e kadar indi.
Bir başka görüş kısa vadeli dış borçların toplam dış borçlara oranının yüzde 25’i geçmesini tehlike işareti olarak kabul ediyor. 2000 yılında bu oran yüzde 23.8’e kadar yükselmiş ve tehlike sınırına çok yaklaşmıştı. Sonraki yıllarda yüzde 15’in altına kadar gerileyen bu oranın 2004’ün ilk 9 ayında yüzde 19.1’e yükseldiği görülüyor. Henüz tehlike sınırından uzak olsak da yükselişin epey hızlı olması bu konuya dikkat edilmesi gerektiğini düşündürüyor.
İNSANİ GELİŞMEDE İLLERİN DURUMU
Uluslararası karşılaştırmalarda ülkelerin gelişmişlik düzeyi genellikle kişi başına milli gelir değerleri ile ölçülür. Ancak aynı milli gelir düzeyine sahip ülkelerde bile insanların yararlandıkları eğitim, sağlık gibi hizmetler nicelik ve nitelik yönünden farklı olabilir. Bu da refah düzeylerinin farklı olmasını getirir. Bu nedenle sadece kişi başına milli gelire dayalı refah karşılaştırmaları güvenilir değildir.
İşte UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) bu nedenle 1990 yılından bu yana insani gelişme endeksi adını verdiği bir endeks hesaplıyor ve ülkelerin gelişmişlik düzeylerini buna göre karşılaştırıyor. Bu endeks satın alma gücü paritesine göre hesaplanan kişi başına milli gelire ek olarak 3 göstergenin daha kullanılmasıyla hesaplanıyor. Bunlardan biri sağlık göstergesi olarak kullanılan doğumda yaşam beklentisi. Diğer ikisi ise eğitim göstergesi olarak kullanılan yetişkin nüfusun okuryazarlık oranı ve toplam okullaşma oranı.
UNDP her yıl düzenli olarak yayınladığı Human Development Report (İnsani Gelişme Raporu) yayınlarında bu endeksin ülkeler bazındaki değerlerine yer verdiği gibi zaman zaman ülkelere özel raporlar da yayınlıyor. Bu raporlarda ülkelerin çeşitli bölgeleri için hesaplanan insani gelişme endeksi değerlerine yer veriliyor ve karşılaştırmalar yapılıyor.
UNDP, bu raporların Türkiye için hazırladığı ilkini 2001 yılında yayınlamıştı. Bu yayında 1997 yılına ilişkin veriler vardı. Türkiye’ye ilişkin ikinci rapor ise geçen ay yayınlandı. “2004 Türkiye İnsani Gelişme Raporu” adı verilen bu yayında 2000 yılına ilişkin veriler yer alıyor.
Tepede Kocaeli var
Bu raporlar Türkiye’de iller düzeyindeki insani gelişme durumunu şöyle ortaya koyuyor:
Türkiye’de yüksek insani gelişme düzeyinde bulunan 9 il mevcut. Bu iller Kocaeli, Yalova, İstanbul, Bursa, İzmir, Muğla, Sakarya, Bolu ve Tekirdağ. Bu illerden ilk 5’i 1997 yılında da yüksek insani gelişme düzeyindeydi. Diğer 4’ü ise bu düzeye 1997-2000 dönemindeki gelişmeleri ile yükseldi.
Kalan 72 il orta insani gelişme düzeyinde. 2000 yılı verileri, düşük insani gelişme düzeyinde bulunan bir il olmadığını gösteriyor. 1997 yılında ise Şırnak düşük insani gelişme düzeyindeydi. 1997-2000 dönemindeki gelişme Şırnak’ı son sıradan kurtaramadı ama düşük insani gelişme düzeyinden orta insani gelişme düzeyine yükseltti. Bu arada o tarihte henüz il olmadığı için 1997’de Düzce’ye ilişkin veri olmadığını da belirtelim.
Kocaeli’nin insani gelişme sıralamasında ilk sırayı alması büyük ölçüde kişi başına milli gelirinin yüksekliğinden kaynaklanıyor. Bu ilde 2000 yılında satın alma gücü paritesine göre kişi başına milli gelir 16 bin 536 dolardı. Bu değer en yakın rakibi olan Bolu’nun bile kişi başına milli gelirinin (12 bin 446 dolar) yüzde 32.9 üzerinde. Kişi başına milli gelir açısından rakipsiz durumda bulunan Kocaeli, sağlık ve eğitim göstergeleri açısından ise bazı illerin gerisinde kalıyor.
Eğitim göstergeleri açısından Kocaeli’nin üzerinde yer alan iller sırasıyla İstanbul, Yalova, Kırklareli ve Tekirdağ. Sağlık göstergeleri açısından ise Bursa ve Sakarya, Kocaeli’nin önünde yer alıyor. Bursa’da 75.2 yıl olan doğumda yaşam beklentisi, Sakarya’da 75.1 yıl, Kocaeli’de ise 73.8 yıl düzeyinde bulunuyor.
Ankara orta insani gelişme düzeyinde bulunuyor ki bu durum bu ilimizin başkent olmanın avantajlarından yeterince yararlanamadığını gösteriyor. 1997-2000 döneminde Ankara’nın insani gelişme açısından aldığı yol da yeterli değil. 1997’de 6’ncı sırada olan Ankara 2000’de 11’inci sıraya düştü. Ankara’nın insani gelişme endeksindeki puanını özellikle doğuşta yaşam beklentisinin epey düşük (66.9 yıl) olması düşürüyor.
İnsani gelişme endeksi sıralamasında en altta yer alan Şırnak’ta doğuşta yaşam beklentisi 57.7 yıla kadar düşüyor. Yetişkin nüfustaki okullaşma oranı da yüzde 62.3 ve 81 il içindeki en düşük değer. Ancak Şırnak’ta okullaşma oranı yüzde 70.6 düzeyinde ve üstünde yer alan bazı illerden yüksek. Bu ilde kişi başına milli gelir de hemen üstünde yer alan 2 ili aşıyor. Bu durum önümüzdeki yıllarda Şırnak’ın son sıradan kurtulabileceğini düşündürüyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?