Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş sık sık, Türkiye’nin yüzde 7-8’lik büyüme hızını yakalaması gerektiğinden söz ediyor. Dergimizi eskiden beri takip edenler, bu yaklaşımı Capital’in de ...
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş sık sık, Türkiye’nin yüzde 7-8’lik büyüme hızını yakalaması gerektiğinden söz ediyor. Dergimizi eskiden beri takip edenler, bu yaklaşımı Capital’in de yıllardır kullandığını bilir. Bir hızlı büyüme döneminin Türkiye’ye açacağı yeni ufuklara, yazılarımızda sık sık dikkat çekeriz. Böylece ekonomideki yapısal sorunları neden çözmemiz gerektiğine dair okuyuculara bir ipucu vermeyi hedefleriz.
Esasında bunu Türkiye’yi yöneten hükümetlerin de yapması gerekir. Çünkü, uygulanan istikrar programları çerçevesinde toplumsal uzlaşma sağlamanın yolu, ekonomideki sorunlar çözüldüğünde nasıl bir Türkiye’ye kavuşacağımızın halka iyi anlatılmasından geçiyor.
Bugüne kadar hükümetler bunu başaramadığı için toplumsal uzlaşma da bir türlü sağlanamıyor. Katlanılan sıkıntılardan sonra nelere kavuşacağını bilemeyen halkımız, herhangi bir istikrar programına destek vermektense sorunlarla birlikte yaşamayı kabulleniyor.
Oysa bir süre sıkıntıya katlanmayı göze alıp ekonomideki yapısal sorunları halledebilsek ve enflasyonu yenip ekonomide istikrarı sağlayabilsek, Kemal Derviş’in sözünü ettiği yüzde 7-8’lik büyüme oranlarına gerçekten de ulaşabileceğiz. Ekonomide geleceği görüş mesafesinin uzamasıyla, yerli ve yabancı yatırımların artması, bu hızlı büyüme oranlarının 7-8 yıllık periyotlarda gerçekleştirilmesi olanağını da verecek.
Bu konuda önümüzde birçok örnek var. 1980’lerin başında bizim ayarımızda bir ülke olan Güney Kore, gelişmiş ülkeler arasına böyle uzun süreli hızlı büyüme dönemleri sonrasında katıldı. İspanya ve İtalya’da da benzer sıçrama dönemleri yaşandı. Şu sıralarda İrlanda da aynı şekilde bir hızlı büyüme dönemi yaşıyor. Çin de hızlı büyüme oranlarını yıllardan beri sürdürüyor.
Ekonomide istikrarı sağlama sorunu olmayan gelişmiş ülkelerde yüksek büyüme oranlarına pek rastlanmıyor ama büyüme dönemlerinin 7-8 yıl sürdüğü görülüyor. Örneğin, halen resesyonda olan ABD’de, bundan önceki resesyon 1991’de yaşanmıştı. ABD’de bir önceki resesyonun tarihi ise 1982 yılıydı.
Üç farklı senaryo var
Türkiye de önümüzdeki 20 yıl içinde gelişmiş ülkeler arasına katılmak istiyorsa, bir “7x7 formülü”nü hayata geçirmek zorunda. 7 yıl boyunca, ortalama yüzde 7’lik büyüme oranının gerçekleştirildiği 3 periyot, bizi Cumhuriyet’in 100’üncü kuruluş yıldönümünde gelişmiş ülkelerin son vagonuna yeti��tirebilecek. Bunu hayata geçiremediğimizde ise 20 yıl sonra da bugünkü tartışmaları yapıyor olacağız. Belki de bugünkü durumumuzu bile arayacağız.
Türkiye, 1995-2001 arasını kapsayan son 7 yıllık dönemi çok kötü geçirdi. Bu dönemin ilk 3 yılında hızlı büyümüştük ama bu büyümenin devamı gelmedi. 1998’de yavaşlayan ekonomi, 1999’da krize saplandı. 2000’deki büyümeyle yeniden umutlandık ama geçen yıl ikinci kriz kapıyı çaldı.
Sonuç olarak, ekonomi son 7 yılda ortalama yüzde 2.5’lik büyümeyi ancak tutturabildi. 7 yıllık dönemdeki toplam büyüme yüzde 18.9’da kaldı. 1994’te 130.9 milyar dolar olan GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) tutarı, 2001 yılında ancak 149.9 milyar dolara yükselebildi. 1994’te 2 bin 195 dolar olan kişi başına milli gelirimiz ise sadece 66 dolarlık artışla 2001’de 2 bin 261 dolara çıkabildi.
Böyle giderse neler olacak?
Önümüzdeki 7 yılda da benzer bir performans gösterirsek, 2008 yılında bugünkünden çok farklı bir durumda olmayacağız. Evet, toplam milli gelirimiz kentilyonla ifade edilmeye başlayacak, kişi başına milli gelirimiz 100 milyar liranın üzerinde olacak ama bu zenginlik sadece kağıt üzerinde kalacak.ve 1 doların değeri 50 milyon liranın üzerine çıkacağı için, dolar olarak toplam milli gelirimiz 170 milyar doları ancak aşabilecek. Kişi başına milli gelirimiz 2 bin 400 dolara bile ulaşamayacak.
Bu arada diğer ülkelerin eli armut toplamadığı için, uluslararası refah karşılaştırmalarında biraz daha gerilere düşeceğiz. Dünya Bankası’nın sıralamasında, düşük orta gelirli ülkeler grubuna iyice demir atacağız.
Ama beterin beteri de var. Bir de önümüzdeki yıllarda sorunların daha da ağırlaştığını, kriz ve durgunluk yıllarının peş peşe geldiğini düşünelim. Önümüzdeki 7 yıllık dönemde yıllık ortalama büyüme oranının sadece yüzde 1’de kalacağını varsayalım. Ek olarak yıllık ortalama enflasyonun yüzde 100, dolar kurundaki artışın ise enflasyonun 20 puan üzerinde olduğu varsayımlarını da yapalım.
Beterin beteri de var!
Böyle bir durumda 2008 yılında kağıt üzerindeki zenginliğimiz daha görkemli olacak. Toplam milli gelirimiz 25 kentilyon lirayı, kişi başına milli gelirimiz 350 milyar lirayı aşacak.
Ancak dolar kuru da 300 milyon liranın üzerine çıkacağı için, dolar olarak hesaplanan milli gelirimiz bugünkünden de düşük olacak. Toplam milli gelirimiz 82 milyar dolar dolayına kadar inerken, kişi başına milli gelirimiz 1.100 doların biraz üzerinde bir değer alabilecek. Böylece dünya refah liginde küme düşüp yoksul ülkeler arasında boy gösterebileceğiz.
İran’ın kişi başına milli geliri 1985 yılında 4 bin 210 dolar iken bugün 2 bin doların altında seyretmesi, bu kara senaryonun gerçekleşmesinin hiç de imkansız olmadığını gösteriyor. Sorunları çözme konusunda irade göstermeyi geciktirdikçe, böyle kara senaryoların gerçekleşmesi ihtimalini de artırıyoruz.
Pembe senaryoda ne var?
“7x7 formülü”nü hayata geçirebilmemiz halinde ise 2008 yılında ulaşacağımız nokta bugünkünden çok farklı olacak. Yılda ortalama yüzde 7’lik büyüme, 7 yılda toplam yüzde 60.6’lık büyüme sağlayacak.
Enflasyonu peyderpey düşürüp dört yıl sonra yüzde 10’un altına çekebilirsek, önümüzdeki 7 yıllık dönemdeki ortalama enflasyon yüzde 15 dolayında kalabilecek. Böylece 7 yıllık toplam enflasyon yüzde 160-170 arasında olabilecek.
“7x7 formülü” ile dünya refah liginde üst sıralara tırmanabilmemiz için kurda istikrarın sağlanması da şart. Çünkü kurlar enflasyonun üzerinde artış gösterirse, ekonomideki reel büyüme dolar cinsinden hesaplanan ekonomik büyüklüklere yeterince yansıyamayacak. Kurlardaki artışın enflasyonun altında tutulabilmesi ise ekonomik büyüklüklerin dolar cinsinden karşılığının daha yüksek olmasını sağlayacak. Kurların enflasyonun altında artış göstermesiyle dış pazarda yaşanan rekabet kaybı, ekonomideki verimlilik artışıyla telafi edilebilecek.
Bu varsayımlar gerçekleştiğinde 2008 yılında toplam milli gelirimiz 370 milyar doları, kişi başına milli gelirimiz ise 5 bin doları aşabilecek. Böylece dünya refah liginde en üst kümeye yükselmek için bir şans elde edeceğiz.
Arjantin dersleri alınacak dersler
Bu şansı değerlendirebilmek için Arjantin’in bugün yaşadıklarından önemli bir ders almamız da şart tabii. Arjantin, para kurulu uygulamasına geçip 1 pesoyu 1 dolara eşitlediği 1991 yılından sonra enflasyonu sıfıra indirdi. 1991’den sonraki 7 yılda ortalama yüzde 6.1’lik bir büyüme oranı tutturmayı da başardı. Ancak bu süre zarfında ekonominin yapısal sorunlarını çözemediği ve şartlar değiştiğinde sabit kur uygulamasını da değiştirmediği için, sıfır enflasyonda da ekonomisini krize girmekten kurtaramadı.
Ekonominin doğal çevrimi gereği, bugünkü yapısal sorunlarımızı halletsek de 7-8 yılda bir ekonominin durgunluğa girmesini önlememiz zor. Ancak ekonomik politikalarda gerekli esnekliği gösterir ve zamanında tedbir alırsak, kısa bir resesyon döneminden sonra yeni bir 7-8 yıllık hızlı büyüme dönemi başlayabilecek. Bu dirayeti gösteremediğimizde ise sonumuzun Arjantin’in bugünkü durumuna benzemesi söz konusu olabilecek.
SİZ HANGİ YOLU SEÇERSİNİZ?
İşte size Türkiye ekonomisinin önümüzdeki 7 yıllık dönemde izleyebileceği muhtemel yolları gösteren 3 ayrı senaryo. Birincisi, ekonominin önümüzdeki 7 yılda, son 7 yıldakine benzer bir performans göstermesini, yani ancak bir arpa boyu yol alabilmesini içeriyor. İkincisi, işlerin daha da kötüye gitmesi halinde olabilecekleri sergiliyor. Üçüncüsü ise yılda ortalama yüzde 7 büyümenin gerçekleşmesi halinde ulaşacağımız noktayı gösteriyor.
Aklından zoru olmayanların bu senaryolardan üçüncüsünü seçeceği kesin tabii. Ancak, bunu gerçekleştirmek kolay değil. Bunun için toplum olarak kenetlenmemiz ve bir süre sıkıntılara katlanıp ekonomideki yapısal sorunları çözmemiz gerekiyor. Enflasyonu yenerek ekonomide istikrarı sağlamamız bu senaryonun gerçekleşmesi için birinci şart. Çünkü, ancak bu durumda ekonomideki görüş mesafesi uzayacak ve yerli ve yabancı sermaye yatırımları artacak.
Lafa gelince bunların yapılmasına kimsenin itirazı yok ama biraz sıkışınca hemen mızıkçılık yapıyoruz. Enflasyonu düşürmek için kurlardaki artış kısıldığında, ihracatçılar şikayete başlıyor ve her söze devalüasyon isteğiyle giriyor. Canavar, talebin kısılması yoluyla ehlileştirilmek istendiğinde, sanayici ve tüccar canlanma için enflasyondan fedakarlık yapılmasını istemeye başlıyor. Ücret artışları hedef enflasyona göre belirlendiğinde, çalışanlar itiraz ediyor ve zamların geçmiş enflasyona göre yapılmasını istiyor. Ücretlere hedef enflasyona göre zam yapma teklifine balıklama atlayan iş dünyası ise sıra sattığı ürünlerin fiyatını belirlemeye geldiğinde hedefin en az 15-20 puan aşılacağı varsayımına göre hareket ediyor. Siyasetçiler de sıra popülist harcamaların kısılmasına gelip işin ucu kendilerine dayandığında, teknik olarak en sağlam kurulmuş istikrar programlarından bile çark etmekten geri durmuyor.
“7x7 formülü”nün hayata geçmesi ancak bu davranışlarımızın bizi nereye sürüklediğini farkedip bir toplumsal uzlaşmaya imza atmamız halinde mümkün olacak. Şu sıralarda bu yönde olumlu bir gidiş var ama henüz böyle bir uzlaşmayı gerçekleştirmiş de değiliz.
2002 YILININ EKONOMİ TAKVİMİ
ENFLASYONDA TIRMANIŞIN SONU
OCAK
* KİT ürünleri, ilaç, sağlık hizmetleri gibi alanlarda fiyat ayarlamaları yapıldığı için, ocak ayındaki aylık enflasyon, aralık ayındakinden yüksek ve yüzde 4-5 arasında olabilecek. 2001’i yüzde 69-70 arasında tamamlamasını beklediğimiz TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi), enflasyonundaki tırmanış sürecek ve yüzde 70 düzeyi aşılabilecek.
* Yaz döneminde personel ücretlerine zam yapmayan şirketler, büyük olasılıkla yılbaşında beklenen zammı gerçekleştirecekler. Çalışanların satın alma gücündeki kaybın bir bölümünü telafi edecek bu uygulama, talebe olumlu yansıyacak.
* Hazırlıkları süren yeni stand-by anlaşması, IMF’de görüşülecek. IMF, büyük ihtimalle gerekli onayı verecek ve uygulama başlayacak..
ŞUBAT
* Sanayi üretiminin aralık ve ocak aylarında yükseliş göstermesi ihtimali var. Ancak, bu aylarda yükseliş olmasa bile, şubat ayında üretimin yükselmesi neredeyse kesin. Geçen yılın şubat ayında sanayi üretim endeksinin değeri 88.5’e inmişti. İşler böyle giderse, 2002 şubat ayında endeks değeri her halükarda 90’ın üzerinde bir değer alacak.
* Yılbaşı zamlarına vergi iadesi ve nema ödemelerinin de eklenmesiyle, kurban bayramı öncesinde tüketimde yükseliş görülebilecek.
* Enflasyonda 2001’in mart ayında başlayan yükseliş eğilimi sürecek. Aylık enflasyon ocak ayına göre gerilese de geçen yılın aynı ayındaki yüzde 1.8’lik düzeyi aşacak. 12 aylık enflasyon, yüzde 75’e yaklaşabilecek.
MART
* Enflasyonda 12 aydır süren yükseliş eğilimi sona erecek. Yapılan devalüasyon geçen yıl mart ayında enflasyonu sıçratmış, aylık oran yüzde 6.1 çıkmıştı. Siyaset cephesinde yeni bir gerginlik ve kurlarda yeni bir yükselme olmazsa, bu yıl mart enflasyonu yüzde 4’ün altında kalabilecek. 12 aylık enflasyon da 5-6 puanlık gerilemeyle yüzde 70’in altına inebilecek.
* Mart ayı sonunda 2001’in son çeyreği ile yılın tamamına ilişkin büyüme oranları açıklanacak. 2001’de ekonominin yüzde 8 dolayında ve 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en derin şekilde küçüldüğünün ortaya çıkması, kötümserlere malzeme çıkarabilecek. Ancak bu arada ekonomiden gelen toparlanma işaretleri artacağı için, moralleri çok fazla bozmaya gerek yok.
EKONOMİDE CANLANMA ZAMANI
NİSAN
* Ekonomide 15 aydır süren gerileme dönemi nisan ayıyla birlikte geride kalacak. Ekonomi geçen yılın ikinci çeyreğinde dibe vurmuş ve yüzde 11.8 küçülmüştü. Ekonomideki mevcut gidişat sürerse, 2002’nin ilk çeyreğinde sıfır dolayında bir büyüme oranı görülebilecek. İkinci çeyrekte ise ekonomi sıfır noktasını aşacak ve yüzde 3-5 arasında bir büyüme yaşanabilecek.
* Aritmetiğin cilvesiyle, nisan ayında enflasyonda da olumlu bir gelişme yaşanacak. Geçen yılın nisan ayındaki yüzde 10.3’lük çok yüksek oranın hesaptan çıkıp yerine yüzde 3-4 arasında bir oranın girmesi, 12 aylık TÜFE enflasyonunda 10 puanın üzerinde bir düşüşe yol açabilecek. Böylece enflasyon yüzde 60’ın altına gerileyebilecek.
MAYIS
* Enflasyondaki gerilemenin mayıs ayında da sürmesi mümkün. Çünkü, devalüasyonun etkisiyle geçen yılın mayıs ayında da enflasyon yüksek çıkmış ve yüzde 5.1 olmuştu. Bu yılın aynı ayında daha düşük bir oranın gerçekleşmesi, 12 aylık enflasyon oranını yüzde 55’in altına çekebilir.
* Turizm sezonunun açılması, inşaat sektörünün hareketlenmesi ile ekonomideki canlanma belirtileri artmaya başlayabilir.
* Halen yüzde 70’ler düzeyinde bulunan faizlerde, enflasyondaki büyük düşüşle birlikte bahar aylarında yeni bir kırılma eğilimi yaşanabilir. Bu durum tüketim eğilimini olumlu etkilemesi yanında, yatırım projelerinin de tozlu raflardan yavaş yavaş indirilmesini sağlayabilir.
HAZİRAN
* Yıl içindeki en düşük enflasyon oranı genelde haziran ayında görülür. Gıdada fiyatların düşmesi ve giyimde fiyat artışlarının hız kesmesi enflasyonu geriletir. Geçen yıl haziran enflasyonu yüzde 3.1 olmuştu. Bu yıl aynı ayda sıfır dolayında veya eksi değer taşıyan bir oran görülürse, 12 aylık enflasyonun yüzde 50’nin altına inmesi mümkün olabilir.
* Yılın en düşük kur artışı da genelde haziran ayında gerçekleşiyor. Turizm sayesinde döviz gelirlerinin artması ve enflasyonun gerilemesi, kurların artış hızını kesiyor. Bu yıl da aynı eğilim görülebilir.
* İlk çeyreğe ilişkin büyüme oranı haziran sonunda açıklanacak. Bu oranın sıfır dolayında açıklanması, resesyonun sona erdiğini herkese gösterecek.
YAZ REHAVETİ
TEMMUZ
* Enflasyonda yaz rehaveti iyice etkisini gösterecek. Enflasyondaki hız kesme, hükümete yeni tedbirler almak için zaman kazandıracak. Bu dönem iyi değerlendirilip sonbahardaki kaçınılmaz sıçramanın boyutu düşük tutulursa, enflasyonda yüzde 35’lik hedefe yaklaşılması imkan dahiline girecek.
* Kurlarda da yaz rehavetinin sürmesi işleri kolaylaştıracak. Turizm gelirleri sayesinde aylık kur artış oranları, kasıma kadar düşük kalacak.
* Temmuz ayında hem kamu çalışanları hem de özel sektör çalışanlarının büyük bölümü, ücretlerine yarıyıl zamlarını alacak. Ücret zamları çalışanların satın alma gücündeki erozyonu önleyecek düzeyde tutulursa, talebin güçlenmesi ve ekonomideki canlanmanın hızlanması mümkün olabilecek.
AĞUSTOS
* Üçüncü çeyrek ekonomik faaliyet hacminin en yüksek olduğu dönemdir. GSMH’nin (Gayri Safi Milli Hasıla) üçte birlik bölümü üçüncü çeyrekte yaratılır. Buna da daha çok ağustos ve eylül ayları katkıda bulunur.
* Üçüncü çeyrekte ekonominin faaliyet hacminin yüksek olmasında, tarımsal üretimin yüzde 60’a yakın bölümünün bu dönemde gerçekleşmesinin etkisi büyüktür. Tarımsal üretim çift yıllarda genelde yükseldiği için, bu yıl bereket yaşanması ihtimali var. Bahar aylarında yağış düzeyi yeterli olur ve bu ihtimal gerçekleşirse, üçüncü çeyrekte büyüme hızlanabilir.
* İkinci çeyrek büyüme oranı bu ay açıklanacak. Ekonominin 15 ay aradan sonra pozitif büyüme gösterdiğinin açıklanması, moralleri yükseltecek.
EYLÜL
* Her yıl olduğu gibi, bu yıl da enflasyon için en kritik ayı eylül oluşturacak. Kışlık giysi, yakıt ve eğitim harcamalarının başlaması, eylül ayında enflasyonda mutlaka bir sıçrama yaratacak. Hükümetin yüzde 35’lik yıl sonu hedefinin tutması için, eylüldeki bu sıçramanın boyutunun düşük kalması ve aylık oranın yüzde 4’ün çok fazla üzerine çıkmaması şart.
* Eylülün ikinci yüzü ise ekonominin bu ayda yaz rehavetinden iyice kurtulup yeniden canlanmasıdır. Yeni bir kriz yaşanmazsa, bu yıl da eylül ayında talebin canlandığı, satışların artıp işlerin açıldığı görülebilir.
* Ekonomi yönetimi 2003 yılı programının hazırlanması çalışmalarına başlayacak. Bunun için öncelikle 2002’nin bir değerlendirmesi yapılacak.
HESAP-KİTAP DÖNEMİ
EKİM
* 2003 yılı programına ilişkin çalışmalar ay ortasına kadar sonuçlanacak. 2003 yılı bütçe tasarısı en geç 17 Ekim’de TBMM’ye sunulacak. Anayasa gereği bu sunumun yeni mali yılın başlamasından en az 75 gün önce yapılması şart. Bu arada 2002 yılı tahminleri ile 2003 yılı hedefleri de açıklanacak.
* Enflasyon yüksek düzeyini sürdürecek. Hedefin tutması, ekimdeki oranın da yüzde 4’ü çok aşmaması halinde mümkün olacak. İşler hükümetin hedeflediği gibi giderse, ekimde 12 aylık enflasyon yüzde 40’ın altına inecek.
* Dış ticaret son çeyrekte önceki dönemlere göre daha canlıdır. İhracat ve ithalat değerleri ekim ayından itibaren yükselmeye başlayacak. Ancak, dünya ekonomisindeki durgunluk nedeniyle bu yıl ihracatın çok fazla artması zor.
KASIM
* Eylül ve ekim aylarında yüksek olan enflasyon oranları, kasımdan itibaren yeniden gerileyecek. Bu yıl yüzde 35’lik hedefin tutması için, kasım ayındaki enflasyon oranının yüzde 3’ün altında kalması gerekiyor.
* Özel sektör hükümetin hedeflerini de dikkate alarak, yeni yıla ilişkin planlarını hazırlamaya başlayacak. Bu planlar hükümetin hedeflerine ne kadar uygun olursa, hedeflerin tutması ihtimali o kadar artacak.
* Üçüncü çeyreğe ilişkin büyüme oranı kasım ayı sonunda açıklanacak. Hükümetin yüzde 4’lük yıllık büyüme hedefi tutarsa, bu oran yüzde 7’ye yakın çıkacak. Ekonominin beklenenden daha iyi bir performans tutturması halinde ise üçüncü çeyrek büyüme oranı yüzde 8’i aşabilecek.
ARALIK
* TBMM genel kurulunda 2003 yılı bütçesine ilişkin yapılan görüşmeler bu ay içinde tamamlanacak ve tasarı yasalaşacak. 2003 yılı bütçe yasası, yılın son gününe kadar Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayınlanacak.
* 2002 yılı hedeflerinin tutup tutmayacağı büyük ölçüde belli olacak. Enflasyon hedeflenen düzeyin yakınına indirilebilirse, yeni stand-by anlaşmasının ikinci yılına daha büyük bir şevkle girilecek. Enflasyon düşerken ekonomide canlanma da sağlanabilmişse, moraller iyice yükselecek.
* Dördüncü çeyreğe ve 2002 yılının tamamına ilişkin büyüme oranı, gelecek yılın mart ayının sonunda açıklanacak. Hükümetin yüzde 4’lük yıllık büyüme hedefi tutarsa, son çeyrekteki büyüme oranı yüzde 4-5 arasında çıkacak.
EKONOMİDE DURUM SANILDIĞI KADAR KÖTÜ DEĞİL
2001’in üçüncü çeyreğine ilişkin olarak yapılan büyüme tahminleri genelde yüzde -10 dolayındaydı. Söz konusu dönemde sanayi üretiminin yüzde 10 düştüğünü göz önüne alarak biz de aynı yönde tahmin yapmıştık.
Ancak Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) kasım ayı sonunda açıkladığı veriler, ekonominin 2001’in üçüncü çeyreğinde gösterdiği performansın sanıldığı kadar kötü olmadığını gösterdi. DİE’nin verilerine göre, üçüncü çeyrekte GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) yüzde 8.5 oranında geriledi.
Üçüncü çeyrekte GSYİH (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) bazındaki büyüme oranı ise yüzde -7.1 oldu. GSYİH’deki küçülme için yapılan tahminler de daha yüksek ve yüzde 8-10 arasındaydı.
Hizmetler sektörünün etkisi
Ekonominin üç ana sektöründeki büyüme oranları incelendiğinde, üçüncü çeyrekte ekonominin beklendiği kadar kötü performans göstermemesinin nedeninin hizmetler sektöründe yaşanan gelişmeler olduğu anlaşılıyor. Tarım ve sanayideki küçülme oranları üçüncü çeyrekte biraz daha hızlanırken, hizmetler sektöründeki küçülmenin hız kestiği görülüyor.
Tarım sektöründe ikinci çeyrekte yüzde 3.2 olan küçülme oranı, üçüncü çeyrekte yüzde 4.5’e yükseldi. Sanayide ikinci çeyrekte yüzde 8.5 olan küçülme oranı, üçüncü çeyrekte yüzde 9.2 olarak gerçekleşti. Hizmetler sektöründe ikinci çeyrekte yüzde 9.9 olan küçülme oranı ise üçüncü çeyrekte yüzde 7.3’e geriledi.
Hizmetler sektöründeki küçülmenin hız kesmesinde en önemli rolü ticaret ve ulaştırma-haberleşme alt sektörlerinde yaşanan gelişmeler oynadı. İkinci çeyrekte yüzde 11.3’ü bulan ticaret sektöründeki küçülme, üçüncü çeyrekte yüzde 7.3’e indi.
Son çeyrekte ne olur?
Sanayi üretiminin ekim ayında yüzde 13.5 oranında gerilemesi, 2001’in son çeyreğindeki büyüme için olumsuz değerlendirmelerin yapılmasına neden oldu. Ancak 2000 yılının ekim ayında sanayi üretimi rekor bir düzeye tırmandığı için, 2001’in aynı ayında böyle yüksek bir gerileme yaşanması normal. Ekim ayında üretimin önceki aylara göre yükselmeye devam etmesi ise olumlu.
Sanayi üretimi kasım ayında da yüksek oranlı bir gerileme gösterebilir. Çünkü sanayi üretim endeksinin 2000’in kasım ayındaki düzeyi de yüksekti.
Ancak aralık ayında sanayi üretimindeki değişim sıfıra yakın hatta pozitif çıkabilir. Çünkü 2000 yılının aynı ayında, kasım krizinin etkisiyle, sanayi üretim endeksinde keskin bir düşüş görülmüştü. Sanayideki mevcut gidişat sürerse, 2000’in aralık ayındaki düzey aşılabilir.
Son çeyrekte sanayi üretimi yüzde 8-10 arasında bir küçülme gösterecek gibi. Vergi indirimleri nedeniyle ticaretteki durum biraz daha düzeldiğinden, son çeyrekte ekonomideki küçülme yüzde 8’in altına inebilir.
Bu beklentilerimizin gerçekleşmesi halinde, 2001 yılının tamamındaki küçülme oranı hükümetin yüzde 8.5’lik tahmininin biraz altında çıkabilecek. Bu durumda ekonomi 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en derin küçülmeyi yaşayacak. Ancak ekonominin dip noktasında olduğu günlerde bazı iktisatçıların yaptığı ve moralleri daha da bozan yüzde 10-12’lik küçülme oranları gerçekleşmemiş olacak.
IMF’DEN 11 EYLÜL REVİZYONU
IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) geçen ekim ayında yayınladığı “World Economic Outlook” (Dünya Ekonomisinin Görünümü) adlı raporunda yer alan dünya ve Türkiye ekonomisi ile ilgili tahminlerine, Capital’in Kasım 2001 sayısındaki “Konjonktür” bölümünde yer vermiştik. Ancak bu raporun 11 Eylül’de ABD’ye yapılan terörist saldırıdan önce hazırlandığını ve dolayısıyla tahminlerin gerçekçi olmadığını da belirtmiştik.
IMF, aralık ayında ek bir rapor yayınlayarak, söz konusu tahminlerini revize etti. Tabloda gördüğünüz gibi, eski ve yeni tahminler arasında epey fark var. Daha önce dünya ekonomisinin 2002 yılında toparlanacağını öngören IMF, şimdi durgunluğun 2002’de de süreceğini tahmin ediyor.
IMF uzmanlarının tahminlerine göre, dünya ekonomisindeki durgunluk dünya ticaret hacmindeki artışın da iyice yavaşlamasına neden olacak.
Bu durum ihracat ve turizm gelirlerimizi olumsuz etkileyeceği için, IMF’nin Türkiye’ye ilişkin tahminlerinde de önemli revizyon var. Daha önce yüzde 5.9 olarak öngörülen 2002 yılı büyüme oranı şimdi yüzde 4.1, yüzde 32.7 olarak öngörülen ortalama enflasyon ise şimdi yüzde 46.4 olarak bekleniyor.
IMF’nin tahminlerine göre, dünya ekonomisindeki durgunluk ham petrol fiyatları ile uluslararası faiz oranlarının ise daha önce öngörülenden daha düşük gerçekleşmesine neden olacak. Bu durum Türkiye’yi olumlu etkileyecek.
İŞSİZ SAYISI 2 MİLYONA YAKLAŞTI
2001’de ekonomide yaşanan kriz işgücü piyasasını çok olumsuz etkiledi. Kriz nedeniyle kapanan veya faaliyet hacmini daraltan şirketlerin işçi çıkarma yoluna gitmesi, yüz binlerce kişinin işini kaybetmesine neden oldu. Zaten kabarık olan işsizler ordusunun mevcudu biraz daha arttı.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) geçen ay açıkladığı verilere göre, 2001’in üçüncü çeyreğinde işsiz sayısı 1 milyon 907 bin kişiye ulaştı. 2000 yılının aynı dönemine göre işsiz sayısı 612 bin kişi arttı. Aynı dönemler itibariyle işsizlik oranı ise yüzde 5.6’dan yüzde 8’e çıktı.
Gözlemlerle çeliştiği için, çalışma iktisatçıları DİE’nin işsizlik verilerine pek itibar etmiyor. Ancak ortada başka veri de olmadığından, pratik yoldan gerçekçi bir işsizlik oranına ulaşmak için eksik istihdamdakiler ile işsizlerin sayısının toplanması yoluna gidiliyor. İşsizler ile eksik istihdamdakilerin toplamına “atıl işgücü” adı veriliyor.
Bu işlemi yaptığımızda, 2001’in üçüncü çeyreğindeki atıl işgücü sayısını 3 milyon 258 bin kişi olarak buluyoruz. Bu kişilerin işgücüne oranı ise yüzde 13.7 ediyor. 2000’in üçüncü çeyreğindeki atıl işgücü sayısı 2 milyon 577 bin, atıl işgücü oranı ise yüzde 11.2 olarak hesaplanıyor. Eksik istihdamdakilerin oranının yerinde sayması, atıl işgücü oranındaki artışın işsizlik oranındaki artış kadar yüksek olmamasına yol açıyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?