Kıbrıs şartına bağlansa da 17 Aralık’ta Avrupa Birliği’nden (AB) üyelik için müzakere tarihinin alınmasıyla, Türkiye için yeni bir dönem başladı. Üyelik müzakerelerinin yapılacağı bu dönemin yaklaş...
Kıbrıs şartına bağlansa da 17 Aralık’ta Avrupa Birliği’nden (AB) üyelik için müzakere tarihinin alınmasıyla, Türkiye için yeni bir dönem başladı. Üyelik müzakerelerinin yapılacağı bu dönemin yaklaşık 10 yıl sürmesi bekleniyor. Biz ne kadar daha kısa sürmesini arzu etsek de ilgili tüm çevreler Türkiye’nin üyeliğinin en erken 2014’te gerçekleşebileceğini savunuyor.
Ancak 16-17 Aralık tarihlerinde yapılan zirve sırasında da iyice su yüzüne çıktığı gibi, AB Türkiye’yi üyeliğe kabul etmeye çok da gönüllü değil. Kalabalık bir nüfusa, eğitim düzeyi yetersiz büyük bir işsizler ordusuna, düşük bir kişi başına gelir düzeyine ve istikrarsız bir ekonomiye sahip olmamız, AB kamuoyunun Türkiye’yi bir yük olarak görmesine neden oluyor. Bu durum müzakereler sırasında ekonomide yaşanacak en ufak bir tökezlemede üyeliğin 2014’ün de ötesine atılabileceğini düşündürüyor.
Bu durumda üyeliğin 2014’te gerçekleşebilmesi için ekonomide bir “AB projesi”nin geliştirilmesi şart görünüyor. Bu projenin 10 yılda Türkiye ekonomisini bugünkü konumundan epey ileriye taşıyacak ve AB kamuoyunun endişelerini azaltacak hedefleri içermesi gerekiyor. Bu hedeflerin gerçekleşmesi ise milletçe çok çalışmamıza bakıyor.
Esasında ekonomi için üç temel hedef bizzat AB tarafından önümüze konulmuş durumda. Maastricht Kriterleri adı verilen bu hedefleri artık hemen herkes biliyor. Ancak, Maastricht Kriterleri’ni yerine getirmenin Türkiye için yeterli olmayacağı da açık seçik görülüyor. Türkiye’nin 2014’te AB’ye üye olabilmesi için hızlı büyüyüp milli gelirini AB düzeyine yaklaştırması, işsizler ordusunun önemli bir bölümünü terhis etmesi, nüfusunun eğitim düzeyini yükseltmesi ve nüfus artış hızında yaşanan gerilemeyi sürdürmesi gerekiyor.
İsterseniz şimdi AB projesinin bu temel hedeflerini ve gerçekleşmesi halinde ne gibi etkileri olacağını sırayla ele alalım.
Refah farkı azaltılmalı
AB kamuoyunun Türkiye’ye soğuk davranmasının temel nedenlerinden birini kişi başına milli gelir düzeyimizin çok düşük olması oluşturuyor. Cari dolar kuruna göre kişi başına milli gelirimiz, son genişleme öncesindeki 15 AB ülkesinin ortalamasının ancak yüzde 12.5’ine denk geliyor. Daha gerçekçi bir ölçü olan satın alma gücü paritesini kullandığımızda da AB ile aramızda epey refah farkı olduğu gerçeği değişmiyor. Bu ölçüye göre kişi başına milli gelirimizin AB ortalamasına oranı yüzde 26.5 düzeyinde bulunuyor.
Bu oran AB’ye yeni üye olan 10 ülkenin ve bizden önce üye olması neredeyse kesinleşen Romanya ve Bulgaristan’ın gerisinde. AB’de gelir düzeyi düşük ülkelere kalkınmaları için fon aktarılması söz konusu olduğundan, çoğu kişi haklı olarak Türkiye’nin büyük bir yük olacağını düşünüyor.
Bu düşünceyi değiştirmemiz ancak gelecek 10 yılda kişi başına milli gelirimizin AB ortalamasına oranını en az 10 puan artırmamız halinde mümkün olacak. 10 yılda bu kadar yol almamız, Türkiye’nin AB’ye yük olacağı algılamasını azaltacak.
Türkiye pazarının cazibesi
Kişi başına milli gelirimizin düşüklüğüne karşın toplam milli gelir açısından dünyada sayılı ülkelerden biriyiz. Bu durum Türkiye’yi her ülke için cazip bir pazar haline getiriyor. AB’nin Türkiye’ye kesin bir hayır cevabı verememesinin gerisinde yatan faktörlerden birini de bu oluşturuyor.
Satın alma gücü paritesine göre Türkiye’nin toplam milli geliri 515 milyar dolar düzeyinde. Bu tutarın AB’nin toplam milli gelirine oranı yüzde 5 olarak hesaplanıyor.
Satın alma gücü paritesine göre hesaplanan toplam milli gelirimizin gelecek 10 yılda iki katına çıkması halinde Türkiye pazarının AB nezdindeki cazibesi daha da artacak. Bu durumda Türkiye AB’ye girdiğinde Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya’dan sonra beşinci büyük ekonomi olacak. Nüfus artış hızının durması nedeniyle iç pazarı daralan ve ihracatta da rekabet sorunları yaşayan AB’ye böyle büyük bir ekonominin üye olması ilaç gibi gelecek. Bugün işgücümüz ile rekabete girmekten korkan AB emekçileri de, işlerini korumaları yeni pazarların yaratacağı talebe bağlı olduğu için, Türkiye’nin üyeliğine koydukları vetoyu kaldıracak.
Büyüme ikiye katlanmalı
Türkiye son 10 yıllık dönemde yüzde 3.8’lik bir büyüme hızı tutturabildi. Aynı dönemde AB’nin yıllık ortalama büyüme hızı ise yüzde 2 olarak gerçekleşti. Söz konusu dönemde AB’nin nüfusu yılda ortalama yüzde 0.5 oranında artarken bizim nüfusumuzun yılda ortalama yüzde 1.6 artması ise aradaki refah farkının çok az kapanmasına neden oldu.
Türkiye AB’ye girdikten sonra da bu hızla büyümeye devam ederse, kişi başına milli gelirinin AB ortalamasını yakalaması ancak 193 yıl sonra mümkün olabilecek. Kalkınma süreci bu kadar uzun süren bir üye ise elbette AB’nin bütçesini epey hırpalayabilecek.
Oysa Türkiye’nin yılda yüzde 7’lik bir büyüme oranı tutturması halinde kişi başına milli gelirinin AB ortalamasını yakalaması 32 yılda mümkün olacak. Bu performans önümüzdeki 10 yılda yakalanabilirse üyelikten sonraki kalkınma süreci epey kısalacak. Bu durum Türkiye’nin üyeliğinin AB için bir yük değil bir fırsat olduğunu düşünenlerin sayısını artıracak ve ellerini de iyice güçlendirecek.
İşsizlikle mücadele
AB kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğine negatif yaklaşmasının bir başka nedeni Türkiye’nin yaklaşık 2.5 milyonluk bir işsizler ordusuna sahip olması. Türkiye’nin nüfusundaki yükseliş nedeniyle 10 yıl sonra işsiz sayısının daha da artacağını düşünen AB emekçileri, serbest dolaşımla birlikte bu işgücün ülkelerine akmasından ve kendilerini işsiz bırakmasından korkuyor. O halde bu korkuyu yenmek için 10 yıl içinde işsiz sayısını mümkün olduğunca azaltmak gerekiyor.
İşsiz sayısının işgücüne bölünmesiyle hesaplanan işsizlik oranı halen yüzde 9.5 düzeyinde. Bu işsizlik oranı AB standartlarına göre de epey yüksek. AB kamuoyundaki korkuyu azaltmak için işsizlik oranını 10 yıl içinde en azından yüzde 5 dolayına geri çekmek şart gibi görünüyor.
Yapılan hesaplar, Türkiye’de işgücü piyasasına yeni girişleri emmek için gerekli büyüme oranının yüzde 6 olduğunu gösteriyor. Bu durumda işsizlik oranını mevcut düzeyinin altına indirmek için her yıl yüzde 6’nın üzerinde bir büyüme şart. Yukarıda sözünü ettiğimiz minimum yüzde 7’lik büyüme oranının gerekliliği burada da kendini gösteriyor.
Eğitim şart
İşsizlik oranını ne kadar azaltırsak azaltalım AB ülkelerine akacak belli bir işgücü olacak. Bunlar gittikleri ülkelerde iş için şirketlerin kapısını çalacak. Türkiye’ye yatırım yapacak AB şirketleri de burada Türk çalışanlar bulmak durumunda kalacak. Bu AB şirketleri nitelikli işgücüne gereksinim duyacak.
Türkiye’de 25 yaş üstü nüfusun ortalama eğitim süresi 6 yıl dolayında. Yani henüz ilköğretim mezunu bile değiliz. Bu durum işgücümüzün AB ekonomisinin gerektirdiği niteliklerden biraz uzak olduğu anlamına geliyor. Bu da AB’nin yaşlanan nüfusu karşısında Türk işgücünün stepne olacağı iddiamızı biraz zayıflatıyor. Bu iddiamızı güçlendirmemiz için nüfusun ortalama eğitim süresini 10 yıl içinde mümkün olduğunca artırmamız ve en azından ilköğretimden mezun etmemiz gerekiyor.
Türkiye’nin üyeliğine karşı AB kamuoyunda gözlenen bir endişe de nüfus artış hızımızın yüksekliği. AB’de pek çok kişi nüfus artış hızımızı olduğundan da yüksek sanıyor ve 100 milyona yakın bir nüfus ile üye olacağımızı düşünüyor.
Esasında Türkiye’nin nüfus artış hızı giderek geriliyor. Halen yüzde 1.4 olan nüfus artış hızı 2014 yılında yüzde 1.1 düzeyine kadar inecek. AB kamuoyunun bu konudaki endişesini dağıtmak için 100 milyonluk bir Türkiye’nin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini iyice anlatmak ve nüfus artış hızındaki gerilemenin sürmesi için de doğum kontrol yöntemlerinin kullanımını yaygınlaştırmak gerekiyor.
Maastricht Kriterleri ne diyor?
Enflasyon, bütçe açığı ve kamu borcu konusundaki Maastricht Kriterleri’ne uyum da AB üyeliğinin 2014’te gerçekleşmesi için gerekli şartlar arasında. Enflasyonda Maastricht Kriteri’nin yakalanması, AB kamuoyunu, Türkiye ekonomisinin artık istikrara kavuştuğuna ikna edecek. Bütçe açığında Maastricht Kriteri’nin yakalanması, kamunun ekonomideki dengeleri bozma olasılığının azaldığını gösterecek. Kamu borcunda Maastricht Kriteri’nin yakalanması da Türkiye’nin dış şoklara karşı dayanıklılığını artıracak ve Türkiye’nin her an iflas bayrağını çekebilecek bir ülke olduğu algılamasını silecek.
EKONOMİ FREN YAPTI
2004 yılının ilk yarısını olağanüstü bir büyüme hızıyla geçiren ekonominin üçüncü çeyrekte hız kesmesini herkes bekliyordu. İlk çeyrekte yüzde 12.4, ikinci çeyrekte yüzde 14.4 olan GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) büyüme oranı için yapılan üçüncü çeyrek tahmini yüzde 8 dolayındaydı.
Üçüncü çeyrekte ekonomi gerçekten de yavaşladı ama bu yavaşlama tahmin edilenden çok daha fazla oldu. Söz konusu dönemde büyüme oranı sadece yüzde 4.7 olarak gerçekleşti.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verileri incelendiğinde, üçüncü çeyrekte ekonominin sert bir fren yapmasına yol açan nedenlerin başında tarımdaki sürpriz küçülmenin geldiği anlaşılıyor. Pek çok üründe hasat zamanı olması ve tarımsal üretimin yarısından fazlasının gerçekleşmesi, üçüncü çeyrekte tarımın performansının büyüme üzerindeki etkisini artırıyor. Üçüncü çeyrek döneme ilişkin büyüme tahminleri yapılırken, tek yıl-çift yıl olgusunun da etkisiyle, tarımsal üretimin artacağı düşünülüyordu. İkinci çeyrekte tarımsal üretimin artış göstermesi de bu yönde sinyal veriyordu.
Fakat üçüncü çeyrekte tarımsal üretim artmak yerine yüzde 1.6’lık bir azalma gösterdi. Bu durum ekonominin büyüme oranının en az 1 puan daha düşük çıkmasına neden oldu. Üçüncü çeyrekte tarımsal üretim örneğin yüzde 3’lük bir artış gösterseydi, ekonominin genelindeki büyüme oranı yüzde 5.7 olacaktı.
Üçüncü çeyrekte ekonominin sert fren yapmasına yol açan bir başka faktör sanayinin performansının epey düşmesi oldu. İkinci çeyrekte yüzde 14.9 olan sanayi üretimindeki artış oranı, üçüncü çeyrekte yüzde 6.6’ya geriledi. Oysa üç aylık endeks aynı dönemde sanayi üretiminin yüzde 7.6 arttığını gösteriyordu. Milli gelir istatistiklerindeki oranın 1 puan daha düşük çıkması, büyüme tahminlerinin yanlış çıkmasının nedenlerinden de birini oluşturdu.
Ticaret sektöründeki yavaşlama ve inşaat sektöründe yaşanan küçülme de üçüncü çeyrekte ekonominin fren yapmasının nedenleri arasında.
Ekonominin talep cephesine bakıldığında ise üçüncü çeyrekteki yavaşlamanın nedenleri olarak şunlar dikkati çekiyor. Birincisi, dayanıklı tüketim malı harcamalarındaki artış hız kesti. İkincisi, dayanıksız tüketim malı harcamaları beklendiği kadar artmadı. Üçüncüsü, özel sektörün yatırım harcamalarında da epey bir hız kesme mevcut.
Yavaşlama sürecek
2004’ün son çeyreğine ilişkin olarak elimize geçen ilk göstergeler, ekonomideki yavaşlamanın bu dönemde de sürdüğüne işaret ediyor. Ekim ayında sanayi üretiminde sadece yüzde 1.5’lik bir artış yaşandı. Aynı ayda hem ihracat hem de ithalat önemli ölçüde hız kesti. İç talepte de belirgin bir yavaşlama gözlendi.
Şu an için elde olan bilgiler, son çeyrekteki büyüme oranının üçüncü çeyrektekine yakın hatta biraz daha düşük çıkabileceğini düşündürüyor. Bu durumda 2004 yılı büyüme oranı da yüzde 8-9 arasında bir değer alacak gibi görünüyor.
Ekonominin üçüncü çeyrekte sert bir fren yapması, bu kez de durgunluğa mı sürükleniyoruz endişesine yol açtı. Gerçi bu endişe henüz net bir şekilde ifade edilmiyor ama yapılan yorumların satır aralarında varlığı dikkati çekiyor. Hükümetin 2005 yılına ilişkin yüzde 5’lik büyüme hedefi de yavaş yavaş sorgulanmaya başlıyor.
2004 yılının ilk yarısında büyüme çok yüksek olduğu için, 2005 yılının ilk yarısında yüksek büyüme oranlarının görülmesi zor. Ertelenmiş talebin doygunluğa ulaşması ve düşük reel ücretler nedeniyle iç talep zayıf olacağından, ikinci yarıyılda da büyümenin düşük kalması riski var. Fakat iktisatçıların çoğu, AB ve IMF cephelerinde sağlanan olumlu gelişmelerin etkisiyle yatırımlarda artış yaşanacağını ve böylece büyümede hedefin tutacağını düşünüyor.
İSTİHDAMDAKİ ARTIŞ İŞSİZLİĞİ AZALTMAYA YETMEDİ
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) işgücü piyasası ile ilgili verileri, 2004’ün üçüncü çeyreğinde önceki yılın aynı dönemine göre istihdamda önemli bir artış olduğunu gösteriyor. Ancak buna rağmen işsiz sayısında ve işsizlik oranında bir gerileme göze çarpmıyor. DİE’nin verilerine göre, 2004’ün üçüncü çeyreğinde istihdam 2003’ün aynı dönemine kıyasla 463 bin kişilik artış gösterdi. Bu artışın büyük bölümü hizmetler sektöründen kaynaklandı. Bu sektördeki istihdam artışı 400 bini buldu. Sanayide 154 bin ve inşaatta 77 bin kişilik istihdam artışı olurken, tarımda ise çalışanların sayısı 167 bin kişi azaldı.
İstihdamın arttığı üçüncü çeyrekte işsiz sayısı da artış gösterdi. 2004’ün üçüncü çeyreğindeki işsiz sayısı 2003’ün aynı dönemindekinden 62 bin kişi daha fazla. Söz konusu dönemler içinde işsizlik oranının da 0.1 puan arttığı ve yüzde 9.5’e yükseldiği görülüyor.
İstihdamın ve işsiz sayısının birlikte artmasının altında, işgücü piyasasına yeni girişlerin istihdamdaki artıştan daha fazla olması yatıyor. 2004’ün üçüncü çeyreğinde işgücünün 2003’ün aynı dönemine göre 526 bin kişi arttığı görülüyor.
Çalışma çağındaki nüfusun giderek yükselmesi, işgücü piyasasına yeni girişlerin de yüksek olmasına yol açıyor. Çalışma çağındaki nüfustaki yükselişin daha en az 10 yıl devam etmesi bekleniyor. Bu durum işsizlik oranını geriletmek için söz konusu dönemde Türkiye’nin hızlı bir büyüme ivmesi yakalaması gerektiği anlamına geliyor. Yapılan çalışmalar işgücü piyasasına yeni girişlerin emilmesi için gerekli büyüme oranının yüzde 6 olduğunu gösteriyor.
2004’ün üçüncü çeyreğinde kayıt dışı istihdamın da arttığı görülüyor. 2003’ün üçüncü çeyreğinde yüzde 54.4 olan kayıt dışı istihdam oranı, 2004’ün üçüncü çeyreğinde yüzde 55.4’e çıktı. Kayıt dışı istihdamın yaygınlaşması önemli bir vergi kaybına yol açıyor.
İÇ GÖÇ HIZINI KORUYOR
1995-2000 dönemine ilişkin iç göç istatistikleri, iç göçte önceki dönemlere göre bir yavaşlama olmadığını gösteriyor. Ancak, yerleşim yerleri arasında göç eden nüfusta bazı çarpıcı değişiklikler olduğu gözleniyor.
1995-2000 döneminde iller arasında göç eden nüfus 4 milyon 788 bin kişi oldu. Bu, göç istatistiklerinin tutulmaya başladığı dönemden bu yana görülen en yüksek göçe işaret ediyor. 1985-1990 döneminde göç eden nüfus 723 bin kişi daha azdı.
Göç edenlerin sayısının daimi ikametgah nüfusuna bölünmesi ise iller arasındaki göçün hızının 1985-1990 dönemine göre biraz gerilediğini gösteriyor. Ancak bu gerileme kayda değer bir düzeyde değil.
Yerleşim yerleri arasında göç eden nüfusta dikkati çeken husus, şehirlerden köylere taşınanların sayısının neredeyse ikiye katlanması. 1985-1990 döneminde 981 bin kişi olan bu sayı, 1995-2000 döneminde 1 milyon 343 bine çıktı. Bu gelişmede emekli olanların kırsal kesime taşınma eğiliminin önemli etkisi olduğu tahmin ediliyor.
Söz konusu dönemler itibariyle köylerden şehirlere göç edenlerin sayısı 970 bin kişiden 1 milyon 168 bin kişiye çıktı. Şehir merkezlerinden şehir merkezlerine göç edenlerin sayısı 3 milyon 359 bin kişiden 3 milyon 868 bin kişiye yükseldi. Köylerden köylere göç edenlerin sayısı ise 393 bin kişiden 313 bin kişiye indi.
1995-2000 döneminde İstanbul’a göç ise hız kesti. 1985-1990 döneminde İstanbul’un aldığı net göç 657 bin kişi olmuş, net göç hızı ise binde 107.6 olarak hesaplanmıştı. 1995-2000 döneminde net göç sayısı 407 bin kişiye, net göç hızı ise binde 46.1’e geriledi.
1999’da yaşanan büyük Marmara depreminin etkisinin iç göçe yansıdığı dikkati çekiyor. Önceki dönemlerde net göç hızında hep birinci çıkan Kocaeli’nin, 1995-2000 döneminde sadece binde 0.2’lik bir net göç aldığı görülüyor.
2005 YILININ EKONOMİ TAKVİMİ
TL’NİN SIFIRLARDAN KURTULUŞU
OCAK
Yeni yılın en önemli olayı Yeni Türk Lirası’nın (YTL) hayatımıza girmesi olacak. 1 Ocak 2005’ten itibaren YTL kupürleri cüzdanlarımızın baş köşesine kurulacak.
3 Ocak 2005’te 2004 yılı enflasyon oranları açıklanacak. Aralık ayı tüketici enflasyonu için beklentiler yüzde 1 dolayında. Bu durumda kasım sonunda yüzde 9.8 olan enflasyon 2004’ü buna yakın bir düzeyde kapatacak.
Bazı şirketlerin yeni yıla fiyat ayarlamalarıyla girmeleri ve YTL’nin çıkışıyla “yuvarlama enflasyonu”nun gündeme gelmesi, ocak ayında enflasyonun yükselmesine yol açacak. 2004’ün ilk ayında yıllık enflasyon yeniden çift haneli düzeye yükselebilecek.
Kamuda çalışan işçi ve memurlar ile özel sektörde çalışanların büyük bölümünün ücret zamlarını almaları iç talebe olumlu yansıyacak.
ŞUBAT
Eski stand-by anlaşmasının süresi dolacak ve 3 yıllık yeni stand-by anlaşması uygulamaya girecek. Yeni stand-by anlaşmasının devreye girmesi, Türkiye’yi ağırlaşan dış borç ödemeleri konusunda rahatlatacak.
8 Şubat 2005’te, aylık sanayi üretim endeksine göre, 2004 yılında sanayi üretiminin ne kadar arttığı açıklanacak. Bu açıklamayla birlikte 2004 büyüme oranı ile ilgili ilk gerçekçi tahminler yapılmaya başlayacak.
2004 yılının dış ticaret bilançosu açıklanacak. İthalat ve ihracattaki durum ile cari açığın düzeyi, 2005’e yönelik tahminlerin gözden geçirilmesi için zemin oluşturacak.
MART
2004’ün ilk aylarında enflasyon oranları çok düşüktü. Bu nedenle 2005’in ilk aylarında daha yüksek oranların gerçekleşmesi ve yıllık enflasyonun yükselmesi söz konusu olabilecek. Ekonomi yönetiminin bunun geçici bir durum olduğunu kamuoyuna iyi anlatması şart.
Kış koşulları, iç talepteki zayıflama ve yeni yatırımların devreye girmek için baharı beklemesi nedeniyle, yılın ilk aylarında ekonominin faaliyet hacmi düşük olacak. 2004’ün aynı döneminde yaşanan büyük canlanma nedeniyle baz etkisi de büyümeyi engelleyici bir işlev görecek. İlk çeyrek dönemde büyüme oranı yüzde 4’ün altına düşebilecek.
2005 yılının büyüme oranı mart ayının son gününde açıklanacak. Bu oran büyük ihtimalle yüzde 8-9 arasında çıkacak.
ENFLASYONDA KRİTİK YOL AYRIMI
NİSAN
KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Denktaş’ın aday olmayacağını açıkladığı bu seçimden sonra Kıbrıs’ta çözüm çabaları yeniden başlayacak. Böylece dış politika yeniden hareketlenecek. Bu hareketlenme mali piyasalara da yansıyacak.
Olumsuz hava koşullarının ortadan kalkmasıyla ekonomide bahar canlılığı başlayacak. AB konusunda yaşanan olumlu gelişmeler ve reel faizlerdeki düşüşün etkisiyle yatırımlarda canlanma görülebilecek. Yabancılar Kıbrıs’ta çözümü bekleyeceği için, ilk etapta daha çok yerli yatırımlarda artış olacak.
Nisan ayındaki yağış düzeyi hava koşullarına aşırı bağımlı olan tarımsal üretimin 2005 yılındaki kaderi açısından belirleyici olacak.
MAYIS
Yılın ilk aylarını yükselişle geçiren enflasyon mayısta bir yol ayrımına gelecek. Aylık enflasyonda yaz rehavetinin başlamasıyla yıllık enflasyon da yeniden gerileme eğilimine girerse yüzde 8’lik yıl sonu hedefinin tutması imkan dahiline girecek. Yıllık enflasyondaki yükselişin yaz aylarında da devam etmesi halinde ise hedefe ulaşmak biraz zor olacak.
İlk çeyrek dönemin dış ticaret verileri belli olacak. Bu dönemde cari açığın ne düzeyde çıkacağı dikkatle izlenecek. Cari açık rakamları geçen yılın üzerinde çıkarsa yeni bir endişe dönemi başlayacak. İlk çeyrekte cari açığın gerilemesi ise piyasaları rahatlatacak.
Turizmde hareketlenme başlayacak. Döviz girişlerinin artması kurlar üzerindeki baskıyı artıracak.
HAZİRAN
2004’ün ikinci çeyreğinde ekonomi yüzde 14.4 gibi rekor bir büyüme hızı yakalamıştı. 2005’in aynı döneminde bunun çok üzerinde bir üretim hacmine ulaşmak zor. Bu nedenle ikinci çeyrekte de büyüme hızı düşük çıkacak.
Aylık enflasyon yılın en düşük düzeyine inecek. 2005 yılı hedefinin tutması için haziran ayı enflasyonunun eksi çıkması ve yüzde -1 dolayında gerçekleşmesi gerekiyor.
İlk çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri haziran sonunda açıklanacak. 2005’ten itibaren milli gelir hesaplama yönteminde bazı değişiklikler yapılacak. Yöntem değişikliği nedeniyle milli gelirde ekstra bir yükseliş yaşanabilecek.
BÜYÜMEDE ÜÇÜNCÜ ÇEYREĞE DİKKAT
TEMMUZ
Kamudaki işçi ve memurlar ile özel sektörde çalışanların çoğu ücret ve maaşlarına yarıyıl zamlarını alacak. 2005’te iç talebin zayıf olması bekleniyor. Ücret ve maaş zamları enflasyonun üstünde tutulursa iç talepte bir kıpırdanma yaşanabilir. Bu da ikinci yarıyılda büyümeye olumlu yansıyabilir.
Enflasyonda hedefe ve son 10 yılın mevsimlik eğilimlerine uygun bir gidişat olursa, ilk yarıyılın çift haneli enflasyonla kapanması ihtimali var. İkinci yarıyılın başı olan temmuz ayında ise yeniden tek haneye dönüş olacak. Yalnız bunun için aylık enflasyonun temmuz ayında da eksi çıkması gerekiyor.
AĞUSTOS
Dış ticarette ilk yarıyıl bilançosu açıklanacak. Cari açığın düzeyi mali piyasalardaki işlem hacmi ve volatilite üzerinde etkili olacak. Cari açıkta yükseliş olursa piyasalarda tedirginlik yaşanacak. Ancak ağustosta turizmde en parlak dönem yaşanacağı ve döviz girişi 3 milyar doları aşacağı için bu tedirginlik paniğe yol açmayacak.
Tarımda birçok üründe hasat üçüncü çeyrekte ve özellikle de ağustos ayında yapılacak. Yıllık tarımsal üretimin yarısından fazlası üçüncü çeyrekte gerçekleşecek. Bu nedenle tarımsal üretimin düzeyi üçüncü çeyrek büyüme oranı üzerinde epey etkili olacak. Tek yıl-çift yıl olgusu nedeniyle 2005’te tarımsal üretimde artış yaşanması zor görünüyor. Fakat 2004’ün üçüncü çeyreğinde küçülme olduğu için, hava koşullarının da iyi gitmesi halinde, 2005’te artış yaşanması mümkün olabilir.
EYLÜL
Okulların açılmasıyla eğitim harcamalarının başlaması, kışlık giysilerin vitrinlere çıkması ve yakacak talebinin artması enflasyonda mevsimlik bir sıçrama yaratacak. Enflasyon hedefe uygun seyretse bile, eylül ayında yüzde 2 dolayında bir oran görülebilecek.
Üçüncü çeyrekte büyüme oranının ne kadar olacağı yüzde 5’lik hedefin kaderini çizecek. Hedefin tutması için, ilk yarıyılda düşük çıkması beklenen büyümenin üçüncü çeyrekte büyük bir sıçrama göstermesi gerekiyor. 2004’ün üçüncü çeyreğinde büyüme oranının düşük olması buna zemin hazırlayabilir. Tabii bunun için yatırımlarda bir canlanma yaşanması şart.
Mali piyasalar, 3 Ekim 2005’teki AB randevusu öncesinde pozisyon almaya başlayacak. Eğer bu zamana kadar Kıbrıs sorununda bir ilerleme olmazsa mali piyasaların ateşi yükselebilir.
AB İLE RANDEVU
EKİM
AB ile üyelik müzakereleri başlayacak. Yalnız müzakerelerin başlaması Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ni gümrük birliğine dahil etmesine bağlı. Rumlar’ın daha fazlasını talep etmesi bu dönemde tansiyonu yükseltebilir. Fakat hem AB hem de Türkiye ilişkileri kesip atmak istemediği için müzakerelerin başlamasını sağlayacak bir orta yol bulunabilir.
2006 yılı için bütçe ve program çalışmaları sonuçlandırılacak. 2006 yılı bütçe tasarısı en geçen 17 Ekim tarihinde TBMM’ye sunulacak. “2005 Yılı Programı” ise ekim veya kasım ayında Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayınlanacak.
Mevsimlik talebin etkisiyle ekim ayı enflasyonu da yüksek çıkacak. Ekim ayı enflasyonu eylül enflasyonuna yakın olacak.
KASIM
İç talepteki sonbahar ateşinin düşmesiyle aylık enflasyonda gerileme yaşanacak. Kasım ayı enflasyonu yüzde 1’in altında çıkacak. 2005 yılında enflasyon hedefe uygun bir seyir izlerse, kasım sonunda yıllık enflasyon ise yüzde 9 dolayında çıkabilecek.
Turizm gelirlerinde azalmanın başlaması döviz piyasalarında arzı kısıcı yönde etki yapacak. Yıl sonu pozisyon kapatma eğiliminin başlaması da dövize olan talebi artıracak. Fakat AB ile üyelik görüşmelerinin başlaması yabancı sermaye girişini artıracağı için, döviz piyasalarında önemli bir sıkıntı yaşanmayacak.
ARALIK
TBMM’deki 2006 yılı bütçe tasarısına ilişkin görüşmelere son nokta konulacak. 2006 yılı bütçe yasası, yılın son gününe kadar Resmi Gazete’de yayınlanacak ve yılbaşında yürürlüğe girecek.
AB ile üyelik görüşmelerin başlaması yılın son çeyreğinde yabancı sermaye yatırımlarını artırabilecek. Buna yerli yatırımlardaki artışın da eklenmesiyle son çeyrekte yüzde 5’in üzerinde bir büyüme yaşanabilecek. 2005 yılı büyüme hedefinin tutması da ancak böyle mümkün olabilecek.
Artık kimse alışverişte TL kabul etmemeye başlayacak. Piyasada tek tük kalan TL’ler de ortadan kaybolacak ve bol sıfırlı dönem tamamen tarihe karışacak. TL’lerin YTL’ler ile değişimi sonraki 10 yılda Merkez Bankası şubelerinden yapılabilecek.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?