Ekonomide Dalga Etkisi

Türkiye’nin finansal piyasaları mayıs ayını oldukça dalgalı geçirdi. Biz Konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada dolar kuru nisan ayı sonuna göre yüzde 14 yükselmiş ve 1.5 YTL’yi aşmış durumdaydı...

1.06.2006 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Türkiye’nin finansal piyasaları mayıs ayını oldukça dalgalı geçirdi. Biz Konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada dolar kuru nisan ayı sonuna göre yüzde 14 yükselmiş ve 1.5 YTL’yi aşmış durumdaydı. Aynı dönemde ikinci el piyasasındaki gösterge tahvil faizi 2 puandan fazla bir artışla yüzde 16’ya dayanmıştı. Borsa endeksinde de düşüş söz konusuydu. Henüz bu dalgalanmanın sona erdiğine yönelik bir işaret de ortada görünmüyordu.

Esasında geçen ay sadece Türkiye’nin finansal piyasaları dalgalanmadı. Uluslararası likiditeye yönelik endişeler ve petrol fiyatlarındaki yükselişin etkisiyle gelişmekte olan ülkelerin çoğunda piyasalarda türbülans yaşandı. Fakat en yüksek dalgalanmanın ülkemizde görülmesi, Türkiye’deki dalgalanmada yurtiçi faktörlerin de rol oynadığı izlenimini verdi.

Dalganın nedenleri
Bu yurtiçi faktörler arasında hem ekonomiden kaynaklananlar hem de siyasetçiler tarafından yaratılanlar var.

Ekonomiden kaynaklanan nedenlerin başında enflasyonun Merkez Bankası’nın öngördüğü rotadan çıkma eğilimi göstermesi geliyor. Enflasyon yılın ilk üç ayında hafif bir yükseliş eğilimi göstermiş fakat bu daha önce Merkez Bankası tarafından öngörülen bir gelişme olduğu için piyasalarda endişe yaratmamıştı. Ancak Merkez Bankası nisan ayından itibaren enflasyonun düşüşe geçmesini beklerken tam tersine önceki üç aydakinden daha fazla bir yükseliş yaşanınca işler değişti. Bu yıl enflasyonda hedefin tutmayacağı zaten daha önce belli olmuştu ama bu gelişme enflasyonun Merkez Bankası’nın tahminini de aşacağı izlenimini yarattı. Bu da hemen bekleyişlere yansıdı ve yıl sonu enflasyon tahminlerinde 0.5 puanlık yükseliş yaşandı. Merkez Bankası tarafından ayda iki kez düzenlenen beklenti anketlerinin nisan ayında yapılan ikincisinde yüzde 5.79 çıkan yıl sonu enflasyon beklentisi, mayıs ayında yapılan ilk ankette yüzde 6.27’ye tırmandı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi
Siyasetten kaynaklanan nedenlerin başında ise yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde iktidar ile muhalefet arasındaki gerilimin giderek tırmanması yer alıyor. İktidardaki AKP’nin, TBMM’de, istediği kişiyi cumhurbaşkanı seçtirmeye yetecek bir çoğunluğu var. Bu durum Çankaya’ya AKP’nin ideolojisini benimsemiş bir kişinin çıkma ihtimalini artırıyor ve bu da laik kesimleri ürkütüyor. CHP’nin başını çektiği muhalefet buna engel olmak için normalde cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yapılması gereken genel seçimi öne aldırmaya çalışıyor. AKP’nin buna direnmesi ve cumhurbaşkanı seçimi konusunda laik kesimlerin kaygılarını azaltacak bir adım da atmaması siyasi ortamı giderek geriyor.

Geçen ay yaşanan Anayasa Mahkemesi’ne silahlı saldırı da bu ortamın üzerine geldi ve gerginliği iyice artırdı. Bu gerginlik gerek yurtiçindeki gerekse yurtdışındaki yatırımcıyı Türkiye’nin yakın geleceği konusunda kaygılandırıyor.

Sonuçlar daha önemli
Geleceğe yönelik bekleyişleri bozan nedenler arasında cari açığın yükselmeye devam etmesi, hükümetin ekonomi yönetiminde vurdumduymaz bir tavır takınması (Merkez Bankası’na başkan seçimin uzaması, IMF ile ilişkilerin sona erdirileceğinin ima edilmesi gibi), yapısal reformların savsaklanması ve AB ile ilişkilerin tavsaması gibi nedenler de var. Fakat geçen ay piyasalarda yaşanan dalgalanmanın esas tetikleyicisi yukarıda anlattığımız gelişmeler oldu gibi görünüyor. Bu gelişmeler bir düzeltme hareketi olarak başlayan dalganın büyümesine ve kurlarda ciddi bir yükselişin yaşanmasına neden oldu.

Fakat bugün için bizi bu dalgalanmanın nedenlerinden çok sonuçları ilgilendiriyor. Bu sonuçlar ise bu dalgalanmanın ne kadar süreceği ve kurdaki yükselişin kalıcı olup olmayacağına bağlı. Hükümetin bu arada atacağı adımlar da kuşkusuz dalgalanmanın sonuçları üzerinde etkili olacak.

Enflasyona geçiş etkisi
Türkiye’de kur değişimleri her zaman enflasyonun önemli nedenlerinden biri olmuştur. Yapılan araştırmalar dalgalı kur döneminde kurdan enflasyona geçiş etkisinin (pass-through effect) zayıfladığını gösteriyorsa da bu etki tamamen ortadan kalkmış değil. Bu durumda kurdaki son sıçrama eğer kalıcı olursa, önümüzdeki aylarda enflasyonda ekstra bir y��kseliş eğilimi yaşanması mümkün görünüyor. Bazı otomobil firmalarının zam hazırlığında olduklarını açıklamaları da bu yöndeki endişemizi güçlendiriyor.

Kurdaki yükselişin getirdiği fiyat artışları tüketici satın alma gücünde nispi bir düşüşe yol açıp iç talebi kısıcı bir rol oynayabilecek. Buna ek olarak piyasa faizlerindeki yükselişin kredi faizlerine yansıması da iç talebin kısılmasına yol açacak. Bu da iç talepteki düşüşün ihracatla telafi edilememesi halinde üretime ve dolayısıyla büyümeye olumsuz yansıyacak. Böylece enflasyondan sonra yüzde 5’lik büyüme hedefinin tutturulması da zora girebilecek.

Bu dalgalanma daha farklı
2001 krizinden sonra girdiğimiz dalgalı kur döneminde kurların kısa sürede yükseldiği başka dönemlere de tanık olduk. Bunlardan sonuncusu 2004’ün nisan ve mayıs aylarında yaşanmıştı. Fakat o dönemlerde hem kurlardaki yükseliş kalıcı olmamış hem de iç talebin zayıf olması işletmeleri ürünlerine zam yapmaktan alıkoymuştu.

Son yükselişin kalıcı olup olmayacağı konusunda henüz bir şey söylemek zor olsa da iç talebin o dönemlere göre daha canlı olduğu açıkça ortada. Bu canlılık işletmelere ürünlerine daha kolay zam yapma imkanını verecek gibi görünüyor. Bu da finansal piyasalardaki son dalgalanmanın geçmiş dalgalanmalardan daha ciddi ekonomik sonuçlar doğurma potansiyeli olduğunu gösteriyor.

Siyasi gerginlik azalmalı
Bu olumsuz potansiyelin harekete geçmemesi için hükümetin öncelikle siyasi gerginliği azaltacak adımlar atması gerekiyor.

Bu aşamada erken seçim kararı alınmasını pek yararlı görmüyoruz. Çünkü erken seçim, seçim ekonomisi gibi, ekonomiyi zora sokacak başka sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir. Fakat iktidarın yeni cumhurbaşkanının seçimi için muhalefet ile şimdiden bir diyaloga girmesinin ve bir isim üzerinde uzlaşılmasının çok yararlı olacağını düşünüyoruz. Hükümet, Merkez Bankası başkanı seçimini uzatmasının sonuçlarını iyi değerlendirdiyse, çok daha önemli olan cumhurbaşkanı seçimi konusunda böyle bir adım atmanın yararlarını kavrayabilir. Böyle bir adım geleceğe yönelik belirsizliklerinin önemli bir bölümünü silip atabilir.

Hükümetin IMF ile ilişkileri güçlendirmesi, yapısal reformları hızlandırması, AB ile ilişkiler konusunu daha fazla gündemine alması gibi adımlar da geleceğe yönelik beklentilerdeki bozulmayı engelleyebilir.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı
Ekonomi konusunda ise Merkez Bankası’nın hükümetin vesayeti altında olduğu izlenimini ortadan kaldıracak adımların atılması gerekiyor. Hükümetin Süreyya Serdengeçti’yi yeniden başkanlığa atamaması ve yeni yönetimin de ilk Para Politikası Kurulu toplantısında hükümetin istediği faiz indirimini gerçekleştirmesi, doğru ya da yanlış, bu tür bir izlenimin doğmasına yol açtı. Bu izlenim Merkez Bankası’nın ekonomideki gelişmelere hakim olduğu konusunda son beş yılda yavaş yavaş oluşan güveni zayıflattı.

Bu izlenimin ortadan kaldırılmasında iş hem hükümete hem de yeni başkan Durmuş Yılmaz’a düşüyor. Hükümetin Merkez Bankası’nın bağımsızlığına halel getirecek davranışlardan kaçınması şart. Yılmaz’ın da icraatlarıyla hükümetin yörüngesinde bir başkan olmadığını göstermesi gerekiyor.

Yeni program ihtiyacı
Merkez Bankası’nın son beş yıldaki başarısında damgası olan eski başkan yardımcısı Fatih Özatay ve Para Politikası Kurulu üyeliği sona ermek üzere olan Güven Sak, bir süredir gazetelerindeki köşe yazılarında, kriz sonrasında temeli atılan mevcut programın miadını doldurduğunu ve yeni bir programa ihtiyaç duyulduğunu savunuyor. Bu iki isim bu yeni programın da makro reformlardan çok mikro reformlara dayanması gerektiğini iddia ediyor. Bu reformlar şirketlerin rekabet gücünü artırmak, yatırım yapmanın önündeki engelleri azaltmak gibi konularda alınacak önlemleri içeriyor. Özatay’a göre bu tür önlemlerin bir takvime bağlanıp açıklanması, programı sürdüreceğiz demekten daha etkili olabilir.

Ekonomi yönetiminin bu önerilere kulak vermesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.

BÜYÜME ROTASINA GİRİYOR
Sanayi üretiminin ocak ayında önemli bir gerileme göstermesi, ekonomideki büyümenin 2006’daki seyri konusunda iktisatçıları biraz endişelendirmişti. Çünkü, her ne kadar bu gerilemede ocak ayındaki uzun bayram tatilinin, ağır kış koşullarının ve yaşanan enerji sıkıntısının etkisi olsa da, sanayinin sonraki aylarda bu gerilemeyi telafi edecek bir performans gösterememesi halinde, büyüme yüzde 5’lik hedefin altında kalabilecekti. Neyse ki sanayi izleyen iki ayda hızla toparlandı ve büyüme yeniden hedefle uyumlu bir rotaya girdi.

Özellikle mart ayında sanayi üretimi beklenenin çok üzerinde bir performans gösterdi. Beklentiler mart ayında sanayi üretiminin yüzde 4 dolayında artacağı yönündeyken gerçekleşme yüzde 8.9’u buldu. Mart ayındaki bu yüksek performans ilk iki ayda geçen yılın altında kalan sanayi üretiminin, ilk çeyrek itibariyle geçen yılki düzeyini yüzde 3.1 aşmasını da sağladı.

İç talep epey canlı bir görünüm çizdiğinden ilk çeyrekte ekonominin genelinde gerçekleşen büyüme hızı sanayi üretimindeki artış oranının biraz üzerinde çıkabilir. Fakat ilk çeyrekteki büyüme oranının yüzde 5’in üzerinde çıkması da zor görünüyor. Bu nedenle ilk çeyrek yüzde 5’lik yıl sonu büyüme hedefi ile uyumlu olmayan bir büyüme ile kapandı gibi görünüyor.

Fakat gözlemlerimiz gerek sanayide gerekse de ekonominin genelinde ikinci çeyreğin ilk çeyrektekinden daha iyi geçtiği yönünde. Nisan ayında kapasite kullanım oranının geçen yılki düzeyinin 2.5 puan üzerinde çıkması ve yüzde 82.3 olarak gerçekleşmesi de bunu gösteriyor. Eğer finansal piyasalarda yaşanan son dalgalanma uzun sürmez ve reel ekonomiye de yansımazsa, büyüme yılın kalan döneminde ilk çeyrektekinden daha yüksek gerçekleşebilecek gibi görünüyor. Bu da yüzde 5’lik büyüme hedefinin tutması ihtimalini güçlendiriyor.

Ancak finansal piyasalardaki dalgalanmanın reel ekonomiye yansıması halinde önümüzdeki aylarda büyümenin yavaşlaması söz konusu olabilecek. Bu durumda da büyüme hedefinin tutturulması tehlikeye girebilecek.

ENFLASYON PATİKADAN SAPMAYA BAŞLADI
Enflasyonun yılın ilk üç ayında yükseliş eğiliminde olması ekonomik kamuoyunda önemli bir endişe yaratmamıştı. Çünkü Merkez Bankası, yıl başında enflasyon hedeflemesi sistemine geçerken, ilk üç ayda enflasyonda böyle bir gelişme beklediğini açıklamıştı. Fakat Merkez Bankası aynı açıklamada nisan ayından itibaren enflasyonun yeniden düşüş eğilimine girmesini beklediğini de beyan etmişti.

Ancak Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen ayın başında açıkladığı veriler Merkez Bankası’nın bu beklentisine uygun çıkmadı. Nisan ayında enflasyon gerilemek şöyle dursun önceki üç aydakinden de daha fazla bir yükseliş gösterdi. 2005 yılı nisan ayında yüzde 0.71 olan enflasyon bu yıl aynı ayda yüzde 1.34 olarak çıkınca, mart sonunda yüzde 8.16 düzeyinde olan yıllık enflasyon nisan sonunda yüzde 8.83’e yükseldi.

İç talebin etkisiNisan ayında enflasyonun neden yüksek çıktığına baktığımızda karşımıza gıda, eğlence-kültür ve çeşitli mal ve hizmet gruplarındaki fiyat artışları çıkıyor. Bu harcama gruplarındaki fiyat artışlarının geçen yıla göre epey yüksek gerçekleştiği görülüyor. 2005’in nisan ayında yüzde 0.96 gerileyen gıda fiyatlarının bu kez yüzde 0.61 arttığı dikkati çekiyor. Geçen yıl nisan ayında yüzde 0.80 gerileyen eğlence-kültür fiyatlarının bu yıl aynı ayda yüzde 2.37 arttığı görülüyor. Geçen yıl nisan ayında yüzde 1.03 olan çeşitli mal ve hizmet grubundaki fiyat artış oranının ise yüzde 2.92’ye çıktığı göze çarpıyor.

Nisan ayında enflasyonun yüksek çıkmasının nedenini giyimdeki fiyat artışlarına bağlayanlar da oldu. Fakat gerçekte bu sektörün enflasyondaki yükselişe katkısı o kadar yüksek olmadı. Çünkü bu sektörde yazlık ürünlerin vitrine çıkması nedeniyle her yıl nisan ayında fiyat artışları yüksek oluyor. Bu yılki fiyat artışı da (yüzde 9.19) geçen yılın nisan ayındaki fiyat artışının (yüzde 8.60) çok üzerinde değil. Fakat mart ayında tekstilde yapılan KDV indirimi nedeniyle giyim fiyatlarındaki artışın düşük çıkması beklenirken bunun gerçekleşmediği görülüyor.

Çeşitli mal ve hizmet grubunda fiyat artışlarının hızlanmasının nedeni dünya altın fiyatlarındaki artışın Türkiye’ye yansıması oldu gibi. Gıda ve eğlence-kültür gruplarında fiyat artışlarının hızlanmasını ise iç talepteki canlılığa bağlamak mümkün. Tekstildeki KDV indiriminin tüketiciye yansıtılmamasına da iç talepteki canlılığın katkı yaptığını düşünüyoruz.

Merkez Bankası’nın hesabı şaştı
Merkez Bankası, enflasyon hedeflemesi sistemine geçerken, yıl sonu enflasyon hedeflerine ek olarak “hedefle uyumlu patika” adıyla üçer aylık dönemler için de hedefler açıklamıştı. Fakat enflasyonda nokta hedefleri tutturmanın imkansızlığı nedeniyle bu hedeflerin etrafına da 1’er puanlık iç ve 2’şer puanlık dış belirsizlik aralığı eklemişti. İç belirsizlik aralığının aşılması halinde konuyu IMF ile müzakere etme, dış belirsizlik aralığının aşılması halinde ise kamuoyuna hesap verme yükümlülüğü altına girmişti.

Enflasyon mart sonunda üst iç belirsizlik aralığının hafif altında kalmıştı. Fakat nisan ayındaki yükseliş ile enflasyon hedefle uyumlu patikanın epey dışına çıktı. Bu durum haziran sonunda enflasyonun belirsizlik aralığının dışına düşme ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Böyle bir gelişme Merkez Bankası’nı epey sıkıntıya sokacak. Merkez Bankası, nisan ayı sonundaki Para Politikası Kurulu toplantısında üç aylık bir aradan sonra faiz indirmişti. Enflasyon patikanın dışında kalmaya devam ederse bu kez faiz artırımlarının gündeme gelmesi söz konusu olacak.

Merkez Bankası nisan ayı sonunda ikinci “Enflasyon Raporu”nu yayınlamıştı. Bu raporda 2007 Eylül sonuna kadarki enflasyon ve çıktı açığı öngörülerini, iki senaryo çerçevesinde, kamuoyuna açıklamıştı. Bu tahminler Merkez Bankası’nın artık 2006 enflasyon hedefinin tutmayacağını iyice kabullendiğini gösteriyor. Fakat 2007’de enflasyonun hedefe doğru yaklaşacağı öngörüsünü koruyor. Ancak bu öngörünün nisan ayından itibaren enflasyonun yeniden düşüşe geçeceği tahminine dayandığını ve bunun gerçekleşmediğini düşündüğümüzde, önümüzdeki dönemde Merkez bankası’nın 2007 hesaplarını yeniden gözden geçirmesi gerekeceğini söyleyebiliriz.

CARİ AÇIK BÜYÜMEYE DEVAM EDİYOR
Mayıs ayında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmanın ikincil sebeplerinden biri de cari açıktaki yükselişin bu yıl da devam etmesi. Merkez Bankası’nın yayınladığı ödemeler dengesi verileri, yılın ilk üç ayında cari açıkta bir hız kesme olmadığını gösteriyor.

Söz konusu verilere göre cari işlemler dengesi ocak-mart döneminde 8.6 milyar dolarlık açık verdi. Cari açık geçen yılın aynı döneminde 6.2 milyar dolar düzeyindeydi. İlk üç ayda cari açıkta yaşanan artış yüzde 39.2’yi buluyor.

12 aylık kümülatif verilere baktığımızda ise mart sonu itibariyle yıllık cari açığın 25.5 milyar doları bulduğu görülüyor. Bu tutar nisan ayı sonunda 24.9 milyar dolar düzeyindeydi.

Cari açıktaki artış dış ticaret açığından kaynaklanıyor. İthalattaki artışın ihracattaki artışın üzerinde olması nedeniyle ilk üç ayda dış ticaret açığında yüzde 39.6 oranında artış yaşanmış durumda. Hizmet dengesi ile yatırım dengesinde ise durum geçen yıla göre çok fazla değişiklik göstermiş değil. Hizmet dengesindeki fazlada yüzde 3.7’lik, yatırım dengesindeki açıkta ise yüzde 1’lik düşüş görülüyor.

Cari açıktaki yükselişin sürmesi ekonomik kamuoyundaki tedirginliği artırıyor ama bu açığın finansmanı konusunda hala bir sorun görünmüyor. Tam tersine finansman kalitesinin giderek arttığı dikkati çekiyor.

İlk üç ayda sermaye ve finans hesabında 14.7 milyar dolarlık bir fazlanın ortaya çıktığı görülüyor. Bu tutar cari açığın üzerinde olduğu için rezervlerde de 7.1 milyar dolarlık bir artış yaşanmış durumda.

Sermaye ve finans hesabının ana kalemleri olan portföy yatırımları geçen yıla göre gerilerken doğrudan yatırımların yüzde 102.6 ve diğer yatırımların yüzde 118.5 artması cari açığın finansman kalitesinin arttığına işaret ediyor. Diğer yatırımlardaki artış büyük ölçüde özel sektörün dış dünyadan temin ettiği uzun vadeli kredilerden kaynaklanıyor.

REEL KURDA GERİLEME DÖNEMİ
Mayıs ayında kurlarda yaşanan sıçraanın bir faydası, ihracatçıların en büyük şikayeti olan YTL’deki değerlenmeyi önemli ölçüde azaltması olacak. Merkez Bankası’nın hesapladığı reel kur endekslerinde, mayıs ayında 5 ile 10 puan arasında bir düşüş yaşanabilecek.

Merkez Bankası, 1995=100 bazlı olan reel kur endekslerini, TÜFE ve ÜFE için ayrı ayrı hesaplıyor. TÜFE’ye dayanan reel kur endeksi 19, ÜFE’ye dayanan reel kur endeksi ise 17 ülkenin verileri dikkate alınarak hesaplanıyor.

Dalgalı kur dönemindeki ters dolarizasyon süreci YTL’nin değerlenmesini sağlamış ve reel kur endeksleri bu yılın başında 25 yıl önceki değerlerine kadar yükselmişti. Değerlenme özellikle TÜFE bazlı reel kur endeksinde çok belirgindi. TÜFE bazlı reel kur endeksinin geçen şubat ayında ulaştığı 174.6 düzeyi, serinin hesaplanmaya başladığı Ocak 1980 tarihindeki 176.4 değerinden sonraki ikinci en yüksek düzeydi.

Mart ve Nisan aylarında enflasyonun beklenenden yüksek çıkması reel kur endeksinde bir miktar gerileme sağladı. Yayınlanan son verilere göre, nisan sonunda TÜFE bazlı reel kur endeksinin değeri 171.9’a indi.

Bizim Konjonktür bölümünü hazırladığımız ana kadar mayıs ayı ortalama dolar kuru nisan ayı ortalama dolar kurunun yüzde 3.6 üzerindeydi. Fakat hesaplarımız dolar kurunun 24 Mayıs’ta ulaştığı 1.5173 YTL’lik değerinin altına inmemesi durumunda, mayıs ayındaki ortalama kur artışının yüzde 6’yı bulacağını gösteriyordu. Kurların ayın son haftasında da yükselmeye devam etmesi durumunda bu oran biraz daha yükselecek. Bu yükseliş de reel kur endeksine düşüş olarak yansıyacak.

Kurlarda bundan önceki son sıçramanın yaşandığı ve ortalama dolar kurunun yüzde 11.1 arttığı Mayıs 2004’te TÜFE bazlı reel kur endeksinde 14.3 puanlık bir düşüş yaşanmıştı.

İŞSİZLİK YAVAŞ YAVAŞ YÜKSELİYOR
2005 yılında tarımsal istihdamda yaşanan hızlı çözülme, tarım dışı sektörlerde büyük bir istihdam artışı gerçekleşmesine rağmen, işsizlik oranının gerilemesine engel olmuştu. Bu yılın ilk iki ayına ilişkin veriler bu eğilimin devam ettiğini gösteriyor. Hatta işsizlik oranının yavaş yavaş yükselmekte olduğu görülüyor.

TÜİK işgücü piyasası verilerini aylık olarak yayınlamaya ilk kez 2005’in ocak ayından itibaren başlamıştı. Capital’in geçen sayısının baskıya verilmesinden sonra bu yılın önce ocak sonra da şubat ayı verileri yayınlandı.

Şubat ayına ilişkin son verilere baktığımızda tarım dışı istihdamda geçen yılın aynı ayına göre 829 bin kişilik bir artış olduğunu görüyoruz. Buna karşılık tarımsal istihdamda ise 1 milyon 63 bin kişilik düşüş var. Tarım dışı sektörlerdeki istihdam artışı tarımdaki istihdam düşüşünü karşılamaya yetmediği için toplam istihdamda da 234 bin kişilik bir düşüş söz konusu.

TÜİK’in verileri şubat ayında işgücü sayısının da geçen yıla göre azaldığını gösteriyor. Bu gelişme işsiz sayısındaki artışın istihdamdaki düşüşten daha sınırlı kalmasını sağlıyor. Buna rağmen işsiz sayısının yine de 2 milyon 796 bini bulduğu ve ciddi bir büyüklüğe ulaştığı görülüyor.

Geçen yılın şubat ayında yüzde 11.7 olan işsizlik oranının ise bu yıl aynı ayda 0.2 puanlık yükselişle yüzde 11.9’a çıktığı görülüyor. İşsizlik oranı ocak ayında da geçen yılki düzeyinin 0.3 puan üzerinde ve yüzde 11.8 olarak gerçekleşmişti.

Tarım dışı sektörlerde ise işsizlik oranında düşüş yaşanıyor. Geçen yılın şubat ayında yüzde 15.4 olan işsizlik oranı, bu yılın aynı ayında yüzde 14.8’e indi.

YATIRIM EĞİLİMİ GÜÇLÜ
Ekonomide dört yıldır süren hızlı büyümenin son iki yılında yatırımlardaki patlamanın önemli etkisi olmuştu. Yatırım eğilimine ilişkin göstergeler yatırımlardaki yükselişin bu yıl da devam ettiğini gösteriyor. Bu da yüzde 5’lik büyüme hedefine ulaşılması açısından iyi bir haber oluşturuyor.

Türkiye’de yatırım eğiliminin en önemli göstergesi Hazine Müsteşarlığı tarafından verilen yatırım teşvik belgeleridir. Bu belgelerle teşvike bağlanan yatırımların hepsi olmasa da önemli bölümü izleyen birkaç yıl içinde gerçekleşir.

Hazine Müsteşarlığı’nın teşvik belgesine bağladığı yatırımların tutarı bu yılın ilk üç ayında geçen yıla göre olağanüstü bir artış gösterdi. İlk üç ayda teşvik belgesine bağlanan yatırım tutarı 8.3 milyar YTL olarak gerçekleşti. Geçen yılın ilk üç ayında bu tutar 4.3 milyar YTL idi. Buna göre ilk üç ayda yaşanan artış yüzde 94’ü buluyor.

Teşvikli yatırımların yatırım türlerine göre dağılımına baktığımızda yüzde 76’sının komple yeni yatırım türünde olduğunu görüyoruz. Bu oran geçen yılın aynı döneminde yüzde 69, 2004’ün aynı döneminde ise yüzde 40’tı. Yatırımlar içinde komple yeni yatırımların payının yükselmesi istihdam açısından sevindirici bir gelişme. Çünkü komple yeni yatırımlar yenileme yatırımlarına göre daha fazla istihdam yaratılmasını sağlıyor.

Nitekim ilk üç ayda teşvik belgesine bağlanan yatırımların hayata geçmesi halinde yaratılacak istihdama baktığımızda geçen yılki düzeyinin yüzde 3.6 üzerinde olduğunu görüyoruz. Bu sayı yatırımların daha çok yenileme yatırımlarından oluştuğu 2004’e göre ise yüzde 34.3’lük bir artışa tekabül ediyor.

Dış ticaret verileri de yatırım eğiliminin gücünü koruduğunu teyit ediyor. Bu verilere göre ilk üç ayda yatırım malı ithalatının yüzde 18.2 arttığı görülüyor.

ŞİRKET KURULUŞLARI ARTIYOR
Son iki yıldır yükseliş eğiliminde olan şirket kuruluşları bu yıl da aynı eğilimini sürdürüyor. Bu eğilim devam ederse şirket kuruluşları sekiz yıllık bir aradan sonra bu yıl yeniden 50 binin üzerine çıkabilecek gibi görünüyor.

TÜİK’in verilerine göre ilk dört ayda kurulan şirket sayısı 19 bin 623 olarak gerçekleşti. Bu sayı geçen yılın aynı döneminde kurulan şirket sayısının yüzde 17.2 üzerinde. Geçen yılın ilk dört ayında kurulan şirket sayısı 16 bin 738 adetti.

Esasında şirket kuruluşlarında 2006 yılı pek iyi başlamamış ve ocak ayında kurulan şirket sayısı 2005’in aynı ayına göre sadece yüzde 2.9 yükselmişti. Fakat bu durumun ocak ayındaki uzun bayram tatili ile ağır kış koşullarından kaynaklandığı izleyen aylarda şirketleşme eğiliminin güçlenmesiyle anlaşıldı. Şubat ve mart aylarında yüzde 25.7 olarak gerçekleşen şirket kuruluşlarındaki artış oranı nisan ayında da yüzde 16’yı buldu.

Geçen yıl kurulan şirket sayısı 47 bin 401 olarak gerçekleşmişti. İlk dört aydaki eğilim devam ederse bu yıl bu sayı 55 binin üzerine çıkabilecek.

Bir yılda kurulan şirket sayısı 1995-1998 döneminde de 55 binin üzerinde gerçekleşmiş ve hatta 1997’de 67 bin 898’e kadar çıkarak rekor kırmıştı. Fakat izleyen yıllarda yaşanan iki kriz girişimcileri uzun bir uykuya daldırmıştı. Girişimci bu uykudan ekonominin yeniden bir hızlı büyüme dönemine girdiğinin anlaşıldığı 2004’te uyanabildi.

Ancak son üç yıldır şirket kuruluşları yükselirken kapanan şirket sayısı da yükseliyor. İlk dört ayda kapanan şirket sayısı 3 bin 728 oldu ve geçen yılın aynı dönemindeki düzeyini yüzde 28.5 aştı. Geçen yıl 8 bin 886 olan kapanan şirket sayısı bu yıl 10 bini aşacak gibi görünüyor. Oysa 10 yıl önce bir yılda kapanan şirket sayısı 1.000’in altındaydı. 2001 krizi sonrasında ekonomide yaşanan yapısal dönüşüm günümüzde iş dünyasında ayakta kalmayı zorlaştırmış bulunuyor.

BU YIL TURİZMDE REKOR TEHLİKEDE
Türkiye turizmde her yıl yeni rekorlar kırmaya alışmış bir ülke. Son 10 yılda bunun tek istisnası 1999 yılı olmuştu. O yıl yaşanan terör olayları ve büyük deprem ülkemize gelen turist sayısını ve turizm gelirlerini düşürmüştü. Fakat bu yıl turizmde rekor tehlikede gibi. Yılın ilk üç ayı turizm açısından pek iyi geçmedi. Yaz sezonunda durum değişmezse, altı yıl aradan sonra turizm gelirlerimizde düşüş yaşanması mümkün.

TÜİK, ilk üç ayın turizm gelirlerini geçen ay içinde açıkladı. Açıklanan veriler bu dönemde turizm gelirlerinin geçen yıla göre sadece yüzde 0.4 oranında arttığını gösteriyor. Bu düşük oranlı artış da yurtdışında yaşayan ve anavatanı ziyarete gelen gurbetçilerimizden kaynaklanıyor. İlk üç ayda gurbetçilerden elde edilen turizm geliri yüzde 19.6 artarken, yabancı ziyaretçilerden elde edilen turizm gelirinde yüzde 6.5 düşüş görülüyor.

Esasında ilk üç ayın turizm gelirleri yine de iyi çıktı sayılır. Çünkü daha önce açıklanan veriler ilk üç ayda ülkemize gelen ziyaretçilerin sayısının yüzde 0.3 oranında azaldığını göstermişti. Yabancı ziyaretçilerin sayısındaki azalış yüzde 11.5’i bulurken, gurbetçi ziyaretçilerin sayısının yüzde 18.3 artması, toplam ziyaretçi sayısının daha fazla düşüş göstermesini engellemişti.

Hem turizm gelirleri hem de ziyaretçi sayısı içinde yabancıların ağırlığı gurbetçilere göre daha yüksek. Bu ağırlık yaz sezonunda daha da artıyor. Bu nedenle ilk çeyreği kurtaran gurbetçilerin yılın kalan döneminde de aynı şeyi yapması pek mümkün görünmüyor. Yabancı ziyaretçilerin sayısı yeniden artmaya başlamazsa önümüzdeki aylarda turizm gelirlerinin azalması kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz