Ekonomide Hissetme Sorunu

Türkiye ekonomisinde son bir yıldır bir “hissetme” sorunu var. Temel ekonomik göstergelerde olumlu değişimler yaşanıyor ama bu olumlu değişimleri hissedemediklerini söyleyen geniş bir kesim mevcut....

1.02.2004 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Türkiye ekonomisinde son bir yıldır bir “hissetme” sorunu var. Temel ekonomik göstergelerde olumlu değişimler yaşanıyor ama bu olumlu değişimleri hissedemediklerini söyleyen geniş bir kesim mevcut.  
 
Bazıları milli gelir verilerinin gösterdiği ekonomik büyümeyi hissedemediklerini söylüyor. Televizyonlarda ve gazete sütunlarında sık sık “Ekonomideki büyüme bize ne zaman yansıyacak” diye soranlara rastlanıyor.  
 
Bazıları tüketici ve toptan eşya fiyat endekslerinin gösterdiği enflasyondaki düşüşü hissedemediklerini iddia ediyor. Enflasyon oranının açıklandığı günlerde televizyon kanallarının mikrofon uzattığı, çarşı pazardaki halkın büyük kısmı “Enflasyonda düşüş falan yok” diyor. Bir kısım iktisatçı, köşe yazarı ve iş dünyası temsilcisi de aynı şeyi iddia edince kafalar iyice karışıyor.  
 
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) gümrüklerden aldığı, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) ise ihracatçı birliklerinin kayıtlarından yola çıkarak hazırladığı verilerde görülen yüzde 30’un üzerindeki ihracat artışını hissedemediklerini söyleyenlere de rastlanıyor. İhracattaki gerçek artışın resmi verilerin gösterdiğinden çok az olduğunu söyleyenler arasında bizzat ihracatçı örgütlerinin temsilcileri de yer alınca, insan neye inanacağını şaşırıyor.  
 
Hissizleşmenin nedenleri  
 
Ekonomi kamuoyunun temel ekonomik göstergelerdeki iyileşmelere karşı hissizleşmesinin nedenlerine bakıldığında, bunların bir kısmını makul bulmak ve anlayışla karşılamak mümkün görünüyor. Ancak his kaybının nedenleri arasında düpedüz cehaletten ve ekonomiye kara gözlüklerle bakılmasından kaynaklananlara da rastlanıyor.  
 
Ekonomideki büyümenin neden hissedilmediğini analiz ettiğimizde, anlayışla karşılanabilecek nedenlere daha fazla rastlıyoruz. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz:  
 
* Birincisi ekonomideki büyüme önceki yıllarda alıştığımız gibi iç talebin artmasından değil, ihracattaki rekor artıştan kaynaklanıyor. DİE’nin verilerine göre, 2003 yılının ilk üç çeyreğinde ekonomide yaşanan büyüme oranı yüzde 5.4 oldu. Yaptığımız hesaplar, eğer ihracattaki artış olmasaydı söz konusu dönemde büyüme değil yüzde 1.4 oranında, küçülme yaşanacağını gösteriyor. Bu durumda ihracata çalışan sektörlerin dışında kalanların ekonomideki büyümeyi hissetmesinin zor olduğunu kabul etmek gerek.  
 
* İç talepteki artışın düşük olması, mevcut talebin de daha çok dayanıklı tüketim eşyalarına yönelik bulunması, diğer alanlarda faaliyet gösteren küçük esnaf ve tüccarın işlerinin açılmasını önlüyor. Bu nedenle bu kişiler haklı olarak “Ekonomi canlanıyor diyorlar ama biz hala sinek avlıyoruz” diye şikayet ediyor.  
 
Dengesiz büyümenin etkisi  
 
* Ekonominin genelinde kayda değer bir büyüme yaşanıyor ama sektörlerdeki duruma bakıldığında küçülenler de olduğu görülüyor. Küçülen sektörler arasında istihdam deposu olan tarım ve inşaat da yer alıyor. İstihdam edilen her 10 kişiden 4’ü, kendi işlerinde küçülme ile karşılaştıkları için ekonominin genelindeki büyümeyi tabii ki hissedemiyor.  
 
* Ekonomide son 2 yıldır yaşanan büyümenin istihdama bir faydası olmadı. DİE’nin geçen yılın üçüncü çeyrek dönemine ait son işgücü piyasası verileri, söz konusu dönemdeki istihdamın 2002’nin aynı dönemindeki istihdamdan daha düşük olduğunu gösteriyor. Son bir yılda işini kaybeden 400 bini aşkın kişiyi, hala iş bulamayan milyonları ve onların ailelerini ekonominin büyüdüğüne inandırmak zor tabii.  
 
* Ücretli olarak çalışan kesimden hala işini koruyanları da ekonominin büyüdüğüne ikna etmek zor. Çünkü kriz geride kalmasına rağmen, işletmelerin çoğu hala çalışanlarının ücret artışlarını belirlerken cimri davranıyor. İşletmelerinin yeniden kâra geçmesinden pay alamayan bu kitle de ekonomide işlerin açıldığına inanmakta zorluk çekiyor.  
 
Enflasyondaki düşüş hissedilmeliydi  
 
Enflasyondaki düşüşün neden hissedilmediğini analiz ettiğimizde ise pek öyle makul nedenlerle karşılaşamıyoruz. Enflasyonun düştüğü o kadar açık ki bunun hissedilmemesini ancak enflasyon konusundaki cehalete veya ekonomiye kara gözlüklerle bakılmasına bağlayabiliriz.  
 
İnsanlar sadece her ay evlerine ve işyerlerine gelen elektrik faturalarını inceleseler bile enflasyonun düştüğünü anlayabilirler. Daha birkaç yıl öncesine kadar her ay yüzde 5 zam yapılan elektriğe son bir yıldır zam yapılmadı. Akaryakıt, doğalgaz gibi pek çok temel ürün de uzun zamandır zam görmedi. Günlük alışverişe konu olan ürünlerin birçoğunda da fiyat artışlarının önceki yıllara göre düşük kaldığını kolayca fark etmek mümkün.  
 
Halkın enflasyondaki düşüşü hissetmemesinin gerisinde enflasyonun düşmesi ile fiyatların gerilemesi olgularını birbirine karıştırması yatıyor gibi. Fiyatların hala arttığını görenler, artış hızının yavaşlayıp yavaşlamadığına bakmak yerine hemen “Enflasyonun düştüğü falan yok” diye düşünmeye başlıyor. Ücret zamlarının enflasyonun altında kalması nedeniyle gelirlerinin giderek daha az mal ve hizmet almaya yetmesinin yarattığı kızgınlık da bu kişilerin enflasyon konusunda peşin hükümlü olmalarına yol açıyor.  
 
Kara gözlüklüler çetesi  
 
Ancak bazı iş dünyası temsilcilerinin neden enflasyonun gerçekte düşmediğini, hükümetin ve DİE’nin halkı aldattığını iddia ettiklerini anlayamıyoruz. Ekonomiye kara gözlüklerle bakmayı alışkanlık haline getiren bu kişiler, zaman zaman hiçbir bilimsel dayanağı olmayan hesaplarla kameraların karşısına geçip enflasyonun düşmediğini kanıtlama yarışına giriyor. Bu arada farklı endekslerin içerdiği malları birbirine karıştırmak gibi gerçekleri çarpıtma yollarına başvurmaktan da çekinmiyor.  
 
İktidardaki siyasi otoriteye karşı peşin hükümlü olan bazı köşe yazarları ve iktisatçılar da bu bilimsel dayanaktan yoksun hesaplara itibar gösterince, enflasyondaki düşüşe zaten kuşkuyla bakan halk yanlış bilgilendirilmiş oluyor. Bu durum enflasyonun düştüğünü hissetmediklerini söyleyenlerin sayısını artırıyor.  
 
Kur ve ihracat ilişkisi  
 
İhracattaki yüksek oranlı artışın hissedilememesinin nedenlerine gelince… Bu his kaybının ardında da yanlış bilgilerin, önyargıların ve çarpıtmaların etkisi var.  
 
Öncelikle 2003’te kurların gerilediğini hatırlatalım. Kurların gerilediği bir ortamda ihracatta rekor artış yaşanması, 1980 sonrasında geliştirilen ve zihinlerimize iyice yerleşen argümanlarla çelişiyor. 20 yıldan uzun bir süredir ihracatın artması için kurların mutlaka yükselmesi gerektiğine inanan insanlar, kurlar gerilerken ihracatın artmasına kuşkuyla bakıyor. Bunların arasında ihracatçıların önemli bir kısmı da var.  
 
Kurlar düşerken ihracatın artamayacağına iman edenler, 2003 yılındaki artışın gerçeği yansıtmadığını kanıtlamak için yarış ediyor. Dolar cinsinden hesaplanan ihracattaki artışın bir kısmının euronun dolar karşısında değer kazanmasından kaynaklanması bu kişilere yardım ediyor. Bu kişiler tüm ihracatı euro ile hesaplama yoluna gidiyor. Bu hesabın sonucunda çıkan düşük ihracat artış oranını da görüşlerinin kanıtı olarak sunuyor.  
 
İhracatta doğru hesap  
 
Oysa bu hesap doğru değil. Doların euro karşısında değer kaybetmesi, euro ile yapılan ihracatı dolar ile hesaplandığında nasıl olduğundan yüksek gösteriyor ise, dolar ile yapılan ihracatı da euro ile hesaplandığında olduğundan düşük gösteriyor. Doğru hesap, euro ile yapılan ihracatı önceki yılki euro/dolar paritesi üzerinden dolara çevirerek parite etkisini ortadan kaldırmaktan geçiyor. Bu hesap 2003 yılında ihracattaki artışın yüzde 20’nin üzerinde olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin ihracatındaki normal artış oranının yüzde 10 dolayında olduğu dikkate alınırsa bunun hissedilebilir bir oran olduğu gayet açık.  
 
Kurlardaki artış tabii ki ihracatı artırmayı kolaylaştırıyor. Ancak ekonomiye de başta enflasyon olmak üzere bir sürü maliyet çıkarıyor. Yıllardır kur artışına dayanarak kolay yoldan ihracat yapmaya alışmış olanlar, üretimde kaliteyi artırmak, katma değeri yüksek ürünlere yönelmek, yeni pazarlara açılmak gibi yollara başvurmak yerine eski rahat günlerine dönme uğraşını sürdürüyor. Bu kişiler sürekli yakınarak enerji fiyatlarında indirim, vergi indirimi gibi avantajlar elde etmenin de yolunu arıyor. Ancak onların yakınmalarını görenler, ihracattaki artıştan gerçekten de kuşku duyuyor.  
 
Hislerin dönüşü  
 
Ekonomide büyümenin geniş halk kitleleri tarafından hissedilmemesinin makul nedenleri olduğunu yukarıda belirttik. Büyümenin hissedilmesi için bu nedenlerin ortadan kalkması gerekiyor.  
 
Ekonomide ve siyasette sağlanan istikrarın ve faizlerin düşmesinin etkisiyle yatırımlarda yükseliş başladığında, büyümenin hissedilmesinin de yolu açılacak. Artan yatırımlar iç talepte hareket yaratacak. İnşaat sektöründeki küçülme duracak. Yeni istihdam imkanları açılacak. İşsizler iş bulmaya başlarken, artan işgücü talebi nedeniyle işletmeler çalışanlarını elde tutmak için ücret artışlarında cimri davranmayı bırakacak. Bütün bu gelişmeler ekonomideki büyümenin daha fazla kişi tarafından hissedilmesini sağlayacak.  
 
Tabii ekonomideki değişen şartlara uyum gösteremeyen ve eski alışkanlıklarına devam edenler, ekonomi şaha kalksa bile büyümeyi hissetmekte her zaman zorlanacak.  
 
Tek haneye inince  
 
Enflasyondaki düşüşün hissedilmesi ise an meselesi. Fiyatlardaki artış hızının iyice kesilmesi daha şimdiden halkın bir bölümünün “Enflasyon gerçekten düşüyor” diye düşünmeye başlamasını sağladı bile. Enflasyon yüzde 10’un altına düştüğünde ve mal ve hizmetlerin zam görme sıklığı bir yılın üzerine çıktığında, böyle düşünenlerin sayısı daha da artacak. Enflasyondaki gelişmeleri kara gözlüklerini çıkarmadan değerlendirmeye devam edenler, bir süre sonra kendilerini ciddiye alacak çok fazla kimseyi bulamayacak. Onlar da ister istemez enflasyonun düştüğünü kabul etmek zorunda kalacak.  
 
İhracattaki artışın hissedilmeye başlaması ise 2004 yılında yaşanacaklara bağlı gibi görünüyor. İhracattaki artış bu yıl da sürdüğü takdirde “İhracatın artması için kurun da artması şart” görüşü beyinlerden silinmeye başlayacak. Kurlarda yükseliş olmazsa 4-5 ay sonra ihracatın çökeceğini iddia eden, bu iddiaları gerçekleşmeyince vadeyi 4-5 ay daha uzatan sektör temsilcileri ise ağızlarını açmaktan utanacak. Dalgalı kur öncesine dönüş istekleri yavaş yavaş gündemden düşecek. Yakınmayı alışkanlık haline getirenler ciddiyetini kaybederken, sessiz sedasız işini yapan, yeni ürünlerle yeni pazarlara açılan ihracatçılar ön plana çıkacak. İhracatçılardan gelen yakınma mesajlarının sona ermesi ise ihracattaki artış konusundaki kuşkuları ortadan kaldıracak.  
 
Bir başka senaryo  
 
İhracattaki artışın 2004 yılında devam etmemesi ise kur ve ihracat ilişkisi hakkındaki 20 yıllık argümanların hakimiyetini sürdürmesine yol açabilir. Sürekli yakınan ihracatçıları haklı çıkaracak böyle bir durum dalgalı kur sisteminden geriye dönüş isteklerine hükümetin de kulak vermesine yol açabilir.  
 
Kurların yeniden yapay olarak yükseltilmeye başlaması belki ihracatta hissedilir yükselişlere yol açabilir ama enflasyon ve büyüme konusundaki olumlu gelişmelerin tersine dönmesine yol açma ihtimali çok daha yüksek.  
 
“Ne kadar enflasyon o kadar devalüasyon” politikasına geri dönüş enflasyondaki ataletin sürmesine yol açacak. Enflasyon, kamu ürünlerinin fiyatlarına zam, dünya petrol fiyatlarında sıçrama gibi şok gelişmelerle bir üst patikaya sıçradığında tekrar eski seviyesine düşürmek imkansızlaşacak.  
 
Bu olumsuz gelişmeler, ekonomideki büyümeyi bir türlü hissedemeyenlerin bu kez iliklerine kadar hissedecekleri küçülmeler ile karşılaşmalarına da yol açacak.  
 
ENFLASYONDA 27 YIL ÖNCEYE DÖNDÜK  
 
2003 yılı başlarken enflasyonda bir miktar düşüş bekleniyordu ama doğrusu hükümetin hedefinin tutacağına pek inanan bulunmuyordu. 2002 yılını yüzde 29.7 düzeyinde bitiren tüketici enflasyonu için hükümetin 2003 sonu hedefi yüzde 20 iken, ekonomik kamuoyundaki beklentiler yüzde 25 dolayındaydı.  
 
Ancak gerçekleşme hedeflenenden de daha iyi oldu ve enflasyon geçen yılın sonunda yüzde 18.4’e kadar geriledi. Böylece enflasyon tam 27 yıl aradan sonra yeniden yüzde 20’nin altına inmiş oldu. Enflasyonun yüzde 20’nin altında olduğu son yıl 1976 idi. 1976 yılı sonunda enflasyon yüzde 19.3 düzeyinde bulunuyordu.  
 
Enflasyonun 2003’teki seyri  
 
2003 yılının ilk yarısında enflasyonda düşüş yaşanmadı. Esasında 2002 yılının ilk yarısındaki aylık oranlar çok düşük olduğu için, 2003’ün ilk yarısında enflasyonun yatay bir seyir izlemesini önceden bekliyorduk. Ancak Irak tedirginliğinden ve yeni hükümetin politikalarının netleşmemesinden kaynaklanan nedenlerle kurlarda yükseliş yaşanınca 2003’ün ilk aylarında enflasyon oranları beklenenden de yüksek çıktı. Bu durum ilk yarıyılın bizim tahmin ettiğimizden 1-2 puan daha yüksek bir enflasyon oranıyla kapanmasına yol açtı.  
 
Irak savaşının çabuk sona ermesi ve yeni hükümetin istikrar programına dört elle sarılmasından sonra kurların düşüşe geçmesi, bu arada iç talebin de çok fazla canlanmaması sonucunda yaz aylarından itibaren ise enflasyonda ricat başladı. 1990 yılından bu yana ilk kez yaz ayları eksi enflasyona sahne oldu. Sonbahar aylarında da mevsim normallerinin çok altında enflasyon oranları gerçekleşince, yıl sonunda hedefin altına inilmesi mümkün oldu.  
 
2004 tahminleri  
 
Enflasyon iki yıldır hedeflerin altında çıkınca, ekonomik kamuoyunun 2004 tahminleri hedeflere iyice yaklaştı. Hükümetin 2004 sonunda enflasyonu indirmeyi hedeflediği düzey yüzde 12. Büyük şirket grupları ile holdinglerin çoğu hesaplarını yıl sonunda enflasyonun bu hedef dolayında olacağı varsayımına göre yaptı. Özel sektör fiyatlama kararlarını yıl sonu enflasyon beklentilerine göre verdiği için, bu durum enflasyon hedefinin tutmasını kolaylaştırıcı bir faktör olacak.  
 
Bizim enflasyonun 2004 yılı içindeki seyri için öngörülerimiz ise geçen yılın tam tersi. Bu kez yılın ilk yarısında yıllık enflasyonun hızla gerilemesini, ikinci yarıyılda ise yatay seyretmesini hatta bir miktar yükselmesini bekliyoruz.  
 
Geçen yılın ilk yarısında enflasyon oranları yüksek olduğu için, bu yılın aynı döneminde daha düşük aylık oranların çıkması ve aritmetiğin verdiği bu avantajla yıllık enflasyonun hızla gerilemesi mümkün olacak. Hatta yaz aylarına doğru enflasyonun tek haneye inmesi olasılığı bile mevcut.  
 
Yılın ikinci yarısında ise geçen yılın aynı döneminde gerçekleşenlerden daha düşük aylık oranları yakalamak zor olacak. Bu durum yıllık enflasyonun yönünün yukarı dönmesine yol açacak. Ancak yıl sonunda enflasyon hükümetin hedeflediği düzeyin yakınında bir yerlerde olacak.  
 
Esasında bu yılı tek haneli bir enflasyon oranıyla kapatma ihtimali de yok değil. Önümüzdeki aylarda enflasyonist beklentilerde yeni bir kırılma yaşanırsa, yılın ikinci yarısında geçen yılın aynı aylarındakinden daha düşük enflasyon oranlarını görmemiz pekala mümkün olabilir.  
 
Yukarıda yaptığımız analizler tüketici enflasyonu ile ilgili. İstikrar programında dikkate alınan enflasyon göstergesi tüketici enflasyonu olduğu için biz de onu dikkate alıyoruz. Ancak toptan eşya enflasyonundan da bir iki cümleyle söz etmekte fayda var. 2003 yılını yüzde 13.9 düzeyinde bitiren toptan eşya enflasyonunun, daha 2004’ün ilk ayında tek haneli düzeye inmesini mümkün görüyoruz. Geçen yılın ocak ayında toptan eşya enflasyonu çok yüksek ve yüzde 5.6 olarak çıkmıştı. Bu yılın ocak ayında yüzde 2’nin altında bir oran çıkması, yıllık toptan eşya enflasyonunu yüzde 10’un altına çekmeye yetecek.  
 
EKONOMİ YATIRIM ATAĞINA HAZIR  
 
2003 yılında verilen teşvikli yatırım belgelerindeki toplam yatırım tutarı, ekonominin bir yatırım atağına hazır olduğunu gösteriyor. Geçen yıl teşvik belgesine bağlanan yatırımların tutarı, 2002 yılına göre reel olarak yüzde 32.5 oranında artış göstermiş durumda. 2003 yılındaki teşvikli yatırım tutarı, reel olarak son 5 yılın en yüksek değerini de oluşturuyor.  
 
Hazine Müsteşarlığı, 2003 yılında 3 bin 876 adet yatırım teşvik belgesi düzenledi. Bu belgelerin kapsadığı yatırımların toplam tutarı ise 25.9 katrilyon lira olarak gerçekleşti. 2002 yılında düzenlenen 3 bin 1 adet belgenin kapsadığı yatırımların toplam tutarı ise 15.7 katrilyon lira idi. 2002 yılındaki teşvikli yatırımların 2003 yılı fiyatlarıyla karşılığı 19.6 katrilyon lira ediyor. Bu hesap geçen yıl teşvikli yatırımlarda reel olarak da önemli bir artış yaşandığını gösteriyor.  
 
Tabii 2003 yılında teşvik belgesine bağlanan yatırımların değeri, yatırım patlaması yaşanan 1995-97 dönemine göre çok az. Sadece 1995 yılında bugünün fiyatlarıyla tam 143.8 katrilyon liralık yatırım teşvik belgesine bağlanmıştı. Bugünün fiyatlarıyla 1996 yılında 61, 1997 yılında ise 48.9 katrilyon liralık yatırım için teşvik belgesi alınmıştı. 1996 yılında gerçekleştirilen Gümrük Birliği, o dönemde yatırımların patlamasına yol açmıştı.  
 
Ancak altın dönemin yanına yaklaşamasa da 2003 yılındaki teşvikli yatırım tutarı düşük sayılmaz. 2003 yılındaki teşvikli yatırım tutarının reel olarak son 5 yılın en yüksek düzeyine sahip olması, yatırımcının bu dönemde yaşadığı iki krizin tedirginliğini üzerinden atmaya başladığını düşündürüyor. Ekonomideki ve siyasetteki istikrar bozulmazsa, geçen yıl teşvik belgesine bağlanan yatırım kararlarının önemli bir bölümü bu yıl hayata geçmeye başlayabilir. Bu gerçekleştiğinde yaklaşık 182 bin kişi yeni bir işe kavuşmuş olacak.  
 
DIŞ BORÇ 142 MİLYAR DOLARA ULAŞTI  
 
Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre, Türkiye’nin dış borç stoku 2003 yılı eylül ayı sonunda 142 milyar dolara ulaştı. Dış borç, üçüncü çeyrekte önceki üç aylık döneme göre 4.1, 2002 yılı sonuna göre ise 10.7 milyar dolarlık artış gösterdi.  
 
Ancak geçen yılın ilk 9 ayında dış borçta yaşanan artışta doların euro ve diğer para birimleri karşısında değer kaybetmesinin de önemli bir etkisi var. Söz konusu 9 ayda dış borçta yaşanan artışın neredeyse yarısına karşılık gelen 5.2 milyar dolarlık bölümü, kur etkisinden kaynaklandı. Dolar değer kaybettikçe diğer para birimleri cinsinden olan borçların dolar olarak değeri yükseliyor ve bu da dolar cinsinden hesaplanan dış borç stokunda fiktif bir artışa yol açıyor. Türkiye’nin dış borçları içinde dolar cinsinden olanların payı yüzde 47 iken, euro cinsinden olanların oranı yüzde 31 düzeyinde bulunuyor.  
 
Son iki yılda IMF’den alınan kredilerin de etkisiyle dış borç stokunda önemli bir artış yaşanmasına karşılık, bu borçların vade yapısında olumlu bir değişim göze çarpıyor. Daha 2000 yılı sonunda kısa vadeli dış borçların toplam dış borca oranı yüzde 24 iken, bugün bu oran yüzde 13’e kadar düşmüş durumda. İktisatç��lar, kısa vadeli dış borcun payının yüzde 25’i aşmasını tehlike işareti olarak kabul ediyor.    
 
Kısa vadeli dış borçlarda sadece oransal olarak değil mutlak değer olarak da azalış var. 2003 yılı eylül ayı sonunda 18.6 milyar dolarlık kısa vadeli dış borç vardı. 2000 yılı sonunda ise kısa vadeli dış borçların tutarı 28.3 milyar doları bulmuş durumdaydı. 2001 krizi sonrasında başta bankalar olmak üzere özel sektör kuruluşlarının açık pozisyonlarını kapatmaları, kısa vadeli dış borcu hızla aşağı çekti.  
 
2001 krizi sırasında dış borcun milli gelire oranı hızla yükselmiş ve yüzde 59’dan yüzde 79’a sıçramıştı. Ekonomi yeniden büyümeye başlayınca 2002 yılında bu oran yüzde 72’ye indi. 2003 yılında ise dış borçların milli gelire oranı yüzde 65’in altına geriledi gibi.  
 
2003 DOLARIN EN KÖTÜ YILI OLDU  
 
Türkiye’nin sabit kur sistemini terk edip esnek kur sistemine geçtiği 1981 yılından bu yana, kurların sürekli yukarıya doğru hareket etmesine alışmıştık. Bazı yıllarda artış oranı enflasyonun altında kalsa da kurlarda sürekli bir yükseliş eğilimi söz konusuydu.  
 
2003 yılında yaşananlar bu açıdan çok şaşırtıcı oldu. Esnek kur sistemine geçtiğimizden bu yana ilk kez dolar kuru önceki yılki düzeyinin altında kaldı. Yaptığımız hesaplara göre, 2003 yılının ortalama dolar kuru 1 milyon 495 bin lira olarak gerçekleşti. 2002 yılında ise ortalama dolar kuru 1 milyon 505 bin lira düzeyindeydi.  
 
Tabii bu durum 2001 krizi sonrasında esnek kur sisteminde en uç nokta olan dalgalı kura geçmemizden kaynaklandı. Önceki yıllarda uygulanan sistemde hükümetlerin kurlara zaman zaman epey yoğunlaşan müdahalesi söz konusuydu. Genelde de hükümetler ihracatta bir sorun yaşamamak için kurları enflasyona paralel götürmeyi tercih ediyordu. Dalgalı kur sisteminde bu tür müdahaleler ortadan kaldırılıp iş sadece arz ve talebe bırakılınca, doların TL karşısında gerilediğini görmek de nasip oldu.  
 
Doların TL karşısında gerilemesi, 1980 öncesinde uygulanan sabit kur sisteminde bile nadir olarak gerçekleşirdi. Dövizin değerinin hükümetlerin kararlarıyla belirlendiği o dönemde genelde kurların değeri yıldan yıla pek değişmezdi. Yalnız sık sık devalüasyonların yapıldığı 1970’li yıllarda doların değerinin düşürüldüğü de olmuştu. 1972 ve 1974 yıllarında ortalama dolar kuru, önceki yıldaki düzeyinin altında kalmıştı.  
 
Yalnız 2003 yılında TL’nin tüm dövizler karşısında değer kazanması gibi bir durum söz konusu değil. Uluslararası piyasalardaki gelişmelerin etkisiyle, TL dolar karşısında değer kazanırken euro karşısında değer kaybetmeye devam etti. Geçen yıl ortalama euro kuru yüzde 18.1 oranında artış gösterdi. 1 dolar ve 0.77 eurodan oluşan döviz sepetinde ise yüzde 7.3’lük artış gerçekleşti.  
 
2004 BEKLENTİLERİ HEDEFLERE YAKIN  
 
Türkiye’de bugüne kadar uygulanan istikrar programlarının başarılı olamamalarının önemli nedenlerinden biri de ekonomik kamuoyunun hükümetlerin koydukları hedeflere pek güvenmemesidir. Genelde gerçekleşmelerin hedeflerden kötü olmasının getirdiği deneyimle, iş dünyasının ve halkın beklentileri hep hükümetlerin koydukları hedeflerden uzak olmuştur. Ekonomideki aktörlerin hesaplarını farklı beklentilere göre yapmaları da tabii ki hedeflere ulaşma yolunda ek bir zorluk yaratmıştır.  
 
Ancak son 2 yılda gerçekleşmelerin hedeflere uygun hatta daha iyi olmasının etkisiyle, bu yıl belli başlı makroekonomik büyüklükler ile ilgili beklentiler hükümetin hedeflerine daha yakın. Merkez Bankası’nın ayda iki kez düzenlediği beklenti anketlerinin 2004 yılında yapılan ilkinin sonuçlarına baktığımızda şu saptamaları yapabiliyoruz:  
 
* Merkez Bankası’nın anketine göre yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 13.1 düzeyinde. Bu oran hükümetin hedefinin sadece 1.1 puan üzerinde. Oysa geçen yıl beklenti hedeften 4.9, 2002 yılında ise 13.3 puan daha yüksekti.  
 
* Hükümetin yüzde 5 olarak hedeflediği büyüme oranı için beklenti anketinde çıkan sonuç yüzde 4.8.  
 
* Beklenti anketine yanıt veren uzmanların yıl sonu dolar kuru tahmini 1 milyon 601 bin lira. Hükümet dalgalı kur sistemi nedeniyle bir hedef belirlememekle beraber 2004 yılı hesaplarını 1 milyon 600 bin liralık ortalama dolar kuruna göre yapmıştı. Beklenti anketinde aynı düzeyin yıl sonu için ortaya çıkması, yıllık ortalama dolar kuru beklentisinin hükümetin hedefinden daha düşük olduğunu gösteriyor.  
 
* Hükümetin 7.6 milyar dolarlık hedef koyduğu cari açık için de beklentiler daha olumlu ve 7 milyar dolar düzeyinde.  
 
Ekonomik kamuoyunun 2004 yılı beklentilerinin hedeflerden daha olumlu olması hükümetin işini kolaylaştıracak.  
 
ERDOĞAN’IN İLK YIL KARNESİ İYİ  
 
İktidara gelir gelmez ekonomiyi şaha kaldırmak tüm liderlerin hayalidir. Çünkü halkın gönlünde yer etmenin ve tekrar seçilmenin yolunun bundan geçtiğini herkes bilir. Sonraki yıllarında çok başarılı olamayan liderler bile ilk yıllarının yüzü suyu hürmetine hep gündemde kalır. Halk bu liderlere tekrar tekrar şans vermekten kaçınmaz. İlk yıllarında başarıya ulaşamayanlar ise genelde uğursuz damgasını yer ve iktidara yeniden gelme şansını da pek bulamaz.  
 
Örneğin iktidarı döneminde yaşanan 1954-58 krizine rağmen, ilk yıllarında gerçekleşen hızlı büyüme nedeniyle Adnan Menderes halk arasında hala bir efsane olarak anılıyor. Süleyman Demirel ilk yıllarındaki kalkınma hamlesi nedeniyle, daha sonra 6 kez daha iktidara gelme şansı buldu. Turgut Özal da son iki yılında yaşanan ekonomik durgunlukla değil, ilk yıllarında yaşanan hızlı büyüme ile hatırlanıyor.  
 
İlk iktidar yıllarında ekonomiyi durgunluktan kurtaramayan Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz ise siyasette iyi bir kariyer yapma imkanını bulamadı. İkinci yılında ekonomide krizle karşılaşan Tansu Çiller için de aynı şey geçerli.  
 
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidardaki ilk yılı olan 2003’e baktığımızda, ekonomide başarılı bir tablo çizdiğini görüyoruz. Henüz milli gelir verileri açıklanmadı ama eldeki veri ve bilgiler 2003 yılının yüzde 5-5,5 arasında bir büyümeye sahne olduğu sinyalini veriyor. Enflasyonun 27 yıllık bir aradan sonra yeniden yüzde 20’nin altına düşmesi de Erdoğan’ın ilk yıl karnesinin başarılı olmasını sağlıyor.  
 
1950’den bu yana Türkiye’yi yöneten 8 liderin ilk yıl karnelerine baktığımızda, Adnan Menderes’ten bu yana en başarılısı Recep Tayyip Erdoğan gibi görünüyor. Erdoğan da Menderes gibi ilk yılında hem büyüme hem de enflasyon konusunda başarılı bir grafik çizdi.  
 
İlk iktidar yıllarında hızlı büyüme sağlayan Demirel, Özal, Çiller ve Erbakan enflasyon konusunda başarılı olamamışlardı. Ecevit ve Yılmaz ise hem büyüme hem de enflasyon açısından başarısız bir ilk yıl geçirmişti.  
 
Devamlılık önemli  
 
Erdoğan ilk yılındaki başarısını 2-3 yıl daha sürdürürse, Menderes, Demirel ve Özal gibi efsane liderler arasına girebilecek. Beklendiği gibi enflasyon bu yıl ya da 2005’te tek haneye inerse, enflasyon kahramanı olarak da tarihteki yerini alacak.  
 
Ancak ikinci ya da üçüncü yılında bir kriz ile karşılaşırsa, önümüzdeki seçimlere kadar bile dayanması zor görünüyor. Bu takdirde örtülü bir koalisyon görünümünde olan partisinin parçalara ayrılması ve bir erken seçimin gündeme gelmesi söz konusu olabilecek.  
 
Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk’ten bu yana gelmiş geçmiş en başarılı lider olma şansı da var esasında. İstikrar programından sapılmaz ve enflasyon tek haneye düşürülebilirse, Türkiye 7-8 yıllık bir hızlı büyüme döneminin kapısını açabilecek. Böyle bir hızlı büyüme dönemi Türkiye’yi gelişmiş ülkeler düzeyine yaklaştıracak. Bunu başaran lider de tabii ki başarının meyvelerini toplayacak.  
 
Geçmişte iktidara iyi bir giriş yapan liderlerin hiçbiri başarısını uzun süre koruyamadı. Türkiye ekonomisinin tarihinde ilk kez 4 yıl üst üste hızlı büyümesini sağlayan Menderes, 1954 yılında krizin kapıyı çalmasına engel olamadı. Süleyman Demirel’in kalkınma hamleleri de hep kısa ömürlü oldu. Bütün kaynakları büyüme için kanalize eden Demirel, her seferinde ekonomide dengeleri bozdu ve enflasyonu rayından çıkardı. Turgut Özal, büyüme konusundaki başarısını 4 yıldan öteye taşıyamadı. Ayrıca enflasyonun gemi azıya almasına da engel olamadı.  

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz