Capital’in geçen mayıs ayı sayısının Konjonktür bölümünün başlığı “Büyümenin Rotası” idi. O yazıda özetle ilk çeyrekte “baz etkisi” sayesinde büyümenin yüksek çıkacağını belirtmiş, ama yılın kalan ...
Capital’in geçen mayıs ayı sayısının Konjonktür bölümünün başlığı “Büyümenin Rotası” idi. O yazıda özetle ilk çeyrekte “baz etkisi” sayesinde büyümenin yüksek çıkacağını belirtmiş, ama yılın kalan dönemi için karamsar bir tablo çizmiştik. Bu karamsarlığımızın da başlıca 2 nedeni vardı: Birinci neden, ABD’deki resesyon ve dünya ekonomisindeki yavaşlama beklentileri nedeniyle ihracatta performansın düşeceği endişesiydi. İkinci neden ise mart ayında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davasının iyice ağırlaştırdığı siyasi belirsizliğin, tüketim ve yatırım kararlarını olumsuz etkileyeceği düşüncesiydi.
Her ne kadar ABD’de beklenen resesyon gerçekleşmese de yılın ikinci çeyreğinde Avrupa Birliği (AB) ekonomisinin iyice durgunlaşması, ilk karamsarlık nedenimizde fazla bir değişiklik olmadığını gösteriyor. Fakat Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatma davasında işleri hızlandırması ve temmuz ayının son günlerinde de bu davayı, söz konusu partinin kapatılmaması şeklinde sonuçlandırmasıyla ikinci karamsarlık nedenimizde önemli bir değişiklik yaşanmış bulunuyor. Bu değişiklik de ekonomide hafif de olsa bir rota düzeltmesi ihtiyacını ortaya çıkardı gibi görünüyor.
İlk Yarının Seyir Defteri
Fakat rota düzeltmesine geçmeden önce yılın ilk yarısında ekonominin önceki beklentilerimize uygun bir seyir izlediğini belirtelim. İlk çeyrekte ekonomi beklediğimiz gibi yüksek oranlı bir büyüme gösterdi. Bu dönemde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’daki reel büyüme oranı yüzde 6,6 olarak gerçekleşti. Yalnız hatırlatalım geçen ayki yazımızda, bu hızlı büyümede iş günü farkından kaynaklanan baz etkisinin büyük rolü olduğunu belirtmiştik. O yazıda, iş günü farkına göre bir düzeltme yapıldığında ekonomideki yavaş büyüme eğiliminde, gerçekte bir değişiklik olmadığı sonucunu veren hesaplarımızı da sizlere iletmiştik.
Yılın ikinci çeyreğine ilişkin milli gelir verileri 10 Eylül’de açıklanacak. Fakat bu dönemdeki büyümeye ilişkin tüm öncü göstergeler halihazırda elimize geçmiş bulunuyor. Konjonktür’ün ikinci sayfasındaki kutuda işlediğimiz gibi bu öncü göstergeler, ikinci çeyrekte büyümenin yeniden yavaşladığına işaret ediyor. Dolayısıyla ikinci çeyrekte de ekonominin önceki beklentilerimize uygun bir seyir izlediğini söylemek mümkün görünüyor.
İkinci Yarı Değişir mi?
Üçüncü çeyrek döneme ilişkin olarak elimizde çok az sayıda gösterge var. Bu göstergeler de pek iç açıcı değil. Bu nedenle ekonominin yılın ikinci yarısına da önceki beklentilerimize uygun bir giriş yaptığını söyleyebiliriz.
Fakat Anayasa Mahkemesi’nin AKP’ye açılan kapatma davasını, bu partinin kapatılmaması şeklinde sonuçlandırmasıyla bu noktadan sonra ekonominin rotasında bir miktar değişiklik yaşanması ihtimal dahiline girdi. Esasında Anayasa Mahkemesi daha kararını açıklamadan önce bile ekonominin rotasında finansal piyasalar eliyle bir düzeltme başlamıştı. Mahkeme’nin kararının AKP’yi kapatmama yönünde olacağını öngören finansal piyasalarda aylardır süren düşüş eğilimi yerini yükselişe bırakmıştı. Finansal piyasaların bu öngörüsünün doğru çıkmasından sonra aynı yükselişin reel ekonomiye de yansıması ihtimali var.
İki Sinyal
Siyasi belirsizliğin azalmasının reel ekonomiye olumlu yansımaları olacağına ilişkin bazı sinyalleri de şimdiden almış durumdayız. Mesela yılın ilk yarısında büyük bir erozyonun yaşandığı Tüketici Güven Endeksi’nde, temmuz ayında yüzde 2,7’lik artış gerçekleşti. Türkiye’de tüketici güveni finansal piyasalardaki gelişmelerden önemli ölçüde etkileniyor. Anlaşıldığı kadarıyla Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmayacağı öngörüsüyle finansal piyasalarda yaşanan coşku temmuz ayında tüketiciyi de etkisi altına almış. Mahkeme kararının beklendiği gibi çıkması tüketici güvenindeki artışın sonraki aylarda da devam etmesini sağlayabilir. Tüketici güvenindeki bu artış da tüketicilerin daha önce askıya aldıkları bazı satınalma kararlarını devreye sokmalarını ve böylece iç talebin olumlu etkilenmesini gündeme getirebilir.
Elimizde siyasi belirsizliğin azalmasının yatırım eğilimine de olumlu yansıdığını düşündüren bir sinyal daha var. O da 4 aydır düşüş eğiliminde olan şirket kuruluşlarının, temmuz ayında yeniden yükselişe geçmesi. Bu yükseliş girişimcinin de Anayasa Mahkemesi kararı hakkında finansal piyasalarda yapılan öngörülere katılmış olabileceğini düşündürüyor. Mahkeme kararının beklendiği gibi çıkmasından sonra ise yılın kalan döneminde yatırım eğiliminde de bir miktar canlanma yaşanması mümkün görünüyor.
Son tahlilde yurtiçi gelişmeler açısından 4 ay önceki öngörülerimizden daha iyi bir durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunun, yılın ikinci yarısında büyümeyi bir miktar yukarıya taşımasını bekleyebiliriz.
Yurtdışı Kötü
Yurtdışı gelişmeler açısından ise durum 4 ay öncesindekinden çok farklı gibi görünmüyor. ABD’de beklenen resesyon gerçekleşmedi, ama AB ekonomisinde durgunluk kapıyı çaldı. İkinci çeyrekte AB ekonomisinde yüzde 0,1’lik küçülme görüldü. AB’nin lokomotif ülkesi olan Almanya’da küçülme oranı yüzde 0,5’e kadar çıkıyor. İhracatımızın yarısından fazlasını AB ülkelerine yaptığımız için bu bölgedeki ekonomik durum bizim için daha önemli. AB’deki ekonomik durgunluk, ihraç ürünlerimize olan talebin düşmesine yol açabilir. Bu da yılın ikinci yarısında dış talebin büyümeye katkısını azaltabilir.
Bu gelişmeler ışığında yıl sonunda büyümenin yüzde 4-5 arasında gerçekleşmesini mümkün görüyoruz. Yalnız yurtdışında işlerin daha da kötüye gitmesi olasılığının mevcut olması nedeniyle büyümede risklerin aşağı yönlü olduğunu da belirtmeden geçemiyoruz. AB’deki durgunluk derinleşir ve bir resesyon halini alırsa dış talebin büyümeye katkısı beklediğimizden de düşük olabilir. Bu da Türkiye ekonomisindeki büyümeyi yüzde 4’ün altına çekebilir.
Hükümet Göreve
Yurtdışındaki olumsuz ekonomik gelişmeleri engelleme konusunda hükümetin yapabileceği bir şey olmadığı açık. Fakat bu olumsuz gelişmelerin, Türkiye’ye yansımasını azaltma konusunda alınabilecek önlemler mevcut.
Hükümete düşen birinci görev, yurtiçinde siyasi gerginliğin tekrar tırmanmaması için çaba harcamak olmalı. Eğer yeniden bir siyasi belirsizlik ortamı doğar ise ekonominin rotasında tekrardan ama bu kez olumsuz yönde bir düzeltme yapma ihtiyacı ortaya çıkabilir.
Hükümete düşen ikinci görev ise kamu maliyesinde işleri sıkı tutmaya devam etmek olmalı. Bütçenin yılın ilk yarısında fazla vermiş olması bu açıdan olumlu görünüyor. Fakat yaklaşan yerel seçimler nedeniyle hükümetin kesenin ağzını açabileceği düşüncesi mali disiplinin sürdürülebilirliği konusunda kuşku yaratıyor.
Yurtdışındaki olumsuz gelişmelerin Türkiye ekonomisine yansıma derecesini azaltabilecek bir önlem de uzun süredir dillendirilen yeni program ihtiyacını karşılamak olabilir. 2001 krizinden sonra uygulanan ve büyük ölçüde başarılı olan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”nın artık miadını doldurduğu ve yerini mikro reformları içerecek bir yenisinin alması gerektiği 1-2 yıldır ekonomik kamuoyunun gündeminde yer alıyor. Böyle bir yeni ekonomik programın açıklanması, kamuoyunda ekonominin geleceğine ilişkin güven duygusunu güçlendirebilir.
Bu ekonomik program çerçevesinde IMF ile yeni bir anlaşmanın yapılması da global olumsuz gelişmelerin Türkiye ekonomisine yansıma derecesini azaltabilir. Dış açığın finansmanında herhangi bir sorunla karşılaşılması halinde IMF’nin desteğinin alınabileceğinin bilinmesi yeni programın gücünü artırabilir.
İkinci Çeyrekte Yavaşlama Sinyalleri Var
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ikinci çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerini 10 Eylül’de açıklayacak. Bu açıklama öncesinde büyümeye ilişkin öncü göstergelere baktığımızda, ikinci çeyrekte büyümenin yeniden yavaşladığı yönünde sinyaller alıyoruz. İlk çeyrekte yüzde 6,6 olarak gerçekleşen Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) büyüme oranı, ikinci çeyrekte yüzde 2-4 arasına inecek gibi görünüyor.
İkinci çeyrekte ekonominin yeniden yavaşladığı yönünde sinyal veren en önemli gösterge sanayi üretimi. İlk çeyrekte yüzde 6,9 olarak gerçekleşen sanayi üretimindeki artış, ikinci çeyrekte yüzde 3,1’e indi. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişimle GSYİH büyüme oranları arasında büyük bir paralellik var. Bu nedenle sanayi üretimindeki yavaşlamanın mutlaka ekonominin genelindeki büyüme oranına da yansımasını bekliyoruz.
CNBC-e Tüketim Endeksi ve otomobil satışları gibi bazı göstergeler, ikinci çeyrekte tüketim harcamalarında da bir yavaşlama olduğunu gösteriyor. CNBC-e Tüketim Endeksi’ndeki artış, ilk çeyrekte yüzde 11,1 iken ikinci çeyrekte yüzde 9’a indi. İlk çeyrekte yüzde 35,1 olan otomobil satışlarındaki artış ise ikinci çeyrekte yüzde 7,2’ye kadar geriledi.
İkinci çeyrekte yatırım harcamalarındaki artışın da ilk çeyrekteki hızını epey kaybetmiş olduğunu tahmin ediyoruz. Bu konuda en önemli sinyali, sermaye malı ithalatından alıyoruz. Sermaye malı ithalatındaki reel artış, ilk çeyrekte yüzde 24,1 iken ikinci çeyrekte yüzde 4,3’e kadar indi. Bu arada sermaye malı ithalatında ikinci çeyrekte yaşanan reel artışın, geçen yılın ikinci yarısındakinden bile düşük olduğu dikkatimizi çekiyor.
İkinci çeyrekte dış talebin büyümeye katkısı da ilk çeyrekteki kadar yüksek olmadı gibi görünüyor. Çünkü reel ihracattaki artış, yarı yarıya düşerek yüzde 18,6’dan yüzde 9,1’e gerilemiş durumda. Bu arada reel ithalattaki artışın da yüzde 13,4’ten yüzde 4,8’e gerilemiş olması, net ihracattan büyümeye yine de pozitif bir katkı gelebileceğini düşündürüyor.
Bu arada reel ithalattaki artışın yavaşlamasının, üretim cephesi için de yavaşlamaya işaret ettiğini ve sanayi üretiminden aldığımız sinyali güçlendirdiğini belirtelim.
Enflasyonda Yaz Molası Kısa Sürdü
Enflasyon haziran ayında beklenenden düşük çıkmış ve yıllık enflasyondaki yükseliş de durmuştu. Fakat bu yaz molası çok kısa sürdü. Temmuz ayında enflasyon, geçen yılki düzeyinin epey üzerinde çıktı ve yıllık enflasyonda da 1,5 puanlık bir sıçrama gerçekleşti.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, temmuz ayında Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) enflasyonu yüzde 0,58 olarak gerçekleşti. Oysa geçen yılın aynı ayında enflasyon “eksi” çıkmış ve yüzde -0,73 olmuştu. Bu yılki temmuz enflasyonunun çok daha yüksek olması, haziran ayı sonunda yüzde 10,6 düzeyinde bulunan yıllık enflasyonu temmuz ayı sonunda yüzde 12,1’e taşıdı.
Temmuz ayında enflasyonun yüksek çıkmasında, bu ay içinde gerçekleşen yüzde 19,9’luk elektrik zammının büyük etkisi var. Merkez Bankası uzmanlarının yaptıkları hesaplara göre, elektrik zammının enflasyona katkısı 0,5 puanı buluyor. Bu hesaba göre eğer elektrik zammı olmasaydı temmuz ayındaki enflasyon sıfıra yakın çıkacaktı.
Temmuz ayında enflasyonun yüksek çıkmasında gıda fiyatlarındaki artış da etkili oldu. Yazlık meyve ve sebzelerin piyasada olması, temmuz aylarında genelde gıda fiyatlarında düşüş yaşanmasına neden olur. Fakat bu yıl mevsimsel eğilimlerin aksine temmuz ayında gıda fiyatlarında yükseliş görüldü.
Yalnız temmuz ayında enflasyonda bu sıçrama olurken önümüzdeki aylar için umut veren bazı gelişmeler de yaşandı. Bu gelişmelerin başında dünya petrol fiyatlarındaki düşüş yer alıyor. Bir ara 150 dolara kadar dayanmış olan petrolün varil fiyatı, temmuz ayı ortalarından itibaren hızla gevşemeye başladı. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada bir varil petrolün fiyatı, 110 dolar civarına kadar düşmüştü. İkinci gelişme ise kurlarda yaşandı. Geçen nisan ayında 1,30 YTL’nin üzerine kadar çıkmış olan dolar kuru, yılbaşındaki seviyesi olan 1,20 YTL’nin altına indi. Petrol fiyatlarındaki ve kurlardaki bu düşüş kalıcı olduğu takdirde önümüzdeki aylarda enflasyona düşüş yönünde etkide bulunabilir.
Herkesin Derdi Aynı
Bu arada son yıllarda petrol ve gıda fiyatlarında yaşanan artışın, sadece bizde değil, tüm dünyada enflasyonu şirazesinden çıkardığını da belirtelim. Son aylarda sadece gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde bile enflasyon uzun yıllardır görülmemiş düzeylere çıktı. Mesela ABD’de temmuz ayında enflasyon yüzde 5,5’e ulaştı. ABD’de enflasyonda bu seviyeleri, en son 17 yıl önce görmüştü. Avrupa Birliği’nde de (AB) enflasyon benzeri bir geçmişe dönüş yaşamış durumda. AB’de haziran ayında yüzde 4’e ulaşan enflasyon, temmuz ayında da bu seviyesini korudu. AB’de enflasyon yüzde 4 seviyesini en son 1992 yılında görmüştü.
Cari Açıkta Finansman Kalitesi Bozuluyor
Türkiye’nin cari işlemler dengesi, yılın ilk yarısında 27,3 milyar dolar açık verdi. Bu tutar, geçen yılın aynı döneminde verilen açığın yüzde 41,9 üzerinde bulunuyor. 2007’nin ilk yarısında cari açık 19,3 milyar dolar düzeyindeydi.
Haziran ayı itibarıyla son bir yıllık dönemdeki cari açık ise 45,8 milyar doları bulmuş durumda. Bu gidişle cari açık yıl sonunda 50 milyar dolara ulaşacak gibi görünüyor. 2007 yılında cari açık 37,7 milyar dolar olmuştu.
Türkiye’de cari işlemler dengesinin en önemli kalemi mal ticaretidir. Hizmetler dengesindeki fazla ile yatırım geliri dengesindeki açık, genelde birbirini götürdüğünden cari açık mal dengesindeki açığa paralel seyreder. Bu durumun 2008’in ilk yarısında da değişmediği ve cari açığın büyük ölçüde mal ticaretindeki açıktan kaynaklandığı görülüyor.
Bu arada yılın ilk yarısında mal ticaretinde görülen açığın da büyük ölçüde dış ticaret fiyatlarındaki gelişmelerle ilgili olduğunu belirtelim. Yılın ilk yarısında hem ihracatta hem ithalatta çok yüksek oranlı artışlar görülüyor, ama bu artışların büyük bölümü fiyat hareketlerinden kaynaklanıyor. Bu dönemde nominal ithalattaki artış, yüzde 36,9 olarak görülürken reel ithalattaki artış yüzde 9’da kalıyor. İhracatta da nominal olarak yüzde 38,7 olarak hesaplanan artışın, reel olarak yüzde 13,7’ye indiği görülüyor. Yılın ilk yarısında ithalat fiyatları yüzde 25,5 dolayında, ihracat fiyatları ise yüzde 22 civarında artış gösterdi. İthalat fiyatlarındaki artış, büyük ölçüde petrol ve emtia fiyatlarındaki yükselişten kaynaklanıyor. İhracat fiyatlarındaki artışta ise doların Euro karşısındaki değer kaybı önemli rol oynuyor.
Finansman Kalitesi
Türkiye petrol ithalatçısı bir ülke olduğuna göre bu üründeki fiyat artışlarının, ödemeler dengesi açığını büyütmesinden kaçma imkanı pek yok. Ayrıca işsizlikle mücadele ve AB’ye yakınsama gibi hedefler nedeniyle hızlı büyüme ihtiyacının olması da Türkiye’yi cari açıklara katlanma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıyor. Uzun vadede ekonominin, ithalata bağımlılığını azaltarak üstesinden gelinebilecek bu sorunla kısa vadede başa çıkmanın yolu ise cari açığın finansman kalitesini yüksek tutmaktan geçiyor.
İşte yılın ilk yarısında bu açıdan olumsuz gelişmeler yaşanmış durumda. Önceki 3 yılda hızla yükselerek cari açığın finansman kalitesini artıran doğrudan yabancı yatırımlarda, bu yıl düşüş var. Portföy yatırımlarında da düşüş yaşanırken cari açığın finansmanı büyük ölçüde diğer yatırımlar kaleminin üstüne yıkılmış görünüyor. Bu diğer yatırımlar kalemi büyük ölçüde özel sektörün yurtdışından yaptığı uzun vadeli borçlanmalardan oluşuyor. Bu borçlanmalar kısa vadeli portföy yatırımlarına göre daha kaliteli bir finansman biçimi olsa da doğrudan yatırımlara kıyasla düşük kaliteli bulunuyor. Ayrıca dış borcunun giderek yükselmesi özel sektörün kur riskini de artırıyor.
Turizmde İlk Yarı Bilançosu İyi
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen ay açıkladığı verilere göre, ikinci çeyrekte turizmden elde ettiğimiz gelir 4,7 milyar dolar oldu. Bu tutar, geçen yılın aynı dönemindeki turizm gelirini yüzde 25,9 aşıyor. 2007’nin ikinci çeyrek döneminde turizm gelirimiz 3,7 milyar dolar düzeyindeydi.
Turizm gelirimiz ilk çeyrekte de yüzde 28,4’lük artışla 2,2 milyar dolardan 2,8 milyar dolara çıkmıştı. Yılın ilk yarısına bir bütün olarak bakıldığında ise turizm gelirlerinin, yüzde 26,8 artış gösterdiği ve 5,9 milyar dolardan 7,5 milyar dolara çıktığı görülüyor.
İlk yarıyılda turizm gelirlerinde görülen bu artışın bir bölümü, ülkemize gelen ziyaretçi sayısının yüzde 17,2 yükselişle 9,7 milyondan 11,3 milyona çıkmasından kaynaklanıyor. Turizm gelirlerindeki artışın kalan bölümünün kaynağı ise bu yıl ülkemize gelen ziyaretçilerin daha fazla para harcaması. TÜİK’in istatistikleri, geçen yılın ilk yarısında 608 dolar olan ziyaretçi başına harcama tutarının, bu yıl 658 dolara çıktığını gösteriyor. Yalnız ziyaretçi başına harcamadaki bu artışta, dolardaki değer kaybının rolü büyük. Doların diğer ülkelerin paraları karşısındaki değer kaybı, bu ülkelerden gelen ziyaretçilerin harcadığı para istatistiklere dolar olarak geçirildiğinde suni bir artışın ortaya çıkmasına yol açıyor.
İstihdama Tarımdan Destek Geldi
Geçen yılın ikinci çeyreğinde ekonomide başlayan yavaşlama, işsizlikte de yavaş bir yükseliş eğilimine yol açmıştı. Ekonomideki yavaş büyüme eğiliminde bir değişiklik olmadığı halde bu yılın ikinci çeyreğinde ise işsizlikteki yükseliş durmuş görünüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), mayıs ayına ait iş gücü piyasası verilerini geçen ay yayımladı. Mayıs ayına ilişkin veriler nisan, mayıs ve haziran aylarında düzenlenen anketlerle toplandığı için aynı zamanda ikinci çeyrek dönemine de ait oluyor. Bu veriler, mayıs ayındaki işsizlik oranının geçen yıla göre değişmediğini ve yüzde 8,9’da kaldığını gösteriyor. Tarım dışı işsizlik oranının da değişmeyerek yüzde 11,5’te kaldığı dikkati çekiyor.
İş gücü piyasası verilerinin ayrıntılarına bakıldığında, işsizlik oranının sabit kalmasının gerisinde daha çok tarımsal istihdamda yaşanan gelişmelerin rol oynadığı görülüyor. Ekonomideki yapısal değişim nedeniyle Türkiye’deki iş gücü piyasasının özelliklerinden biri tarımsal istihdamın sürekli bir çözülme içinde olmasıdır. Fakat mayıs ayında bu çözülmenin durduğu ve tarımsal istihdamda sadece 8 bin kişilik bir düşüş yaşandığı dikkati çekiyor.
Tarımsal istihdamdaki çözülmenin durması ikinci çeyrekte tarımsal üretimde artış yaşanabileceğini düşündürüyor.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?