Geçen yıl şubat ayında yaşanan gelişmeler, ekonomide çöküşün başlangıcı olmuştu. Kasım ayında yaşanan öncü depremle temelleri sarsılan ekonomi, şubat ayında gerçekleşen ikinci depremin sarsıntısına...
Geçen yıl şubat ayında yaşanan gelişmeler, ekonomide çöküşün başlangıcı olmuştu. Kasım ayında yaşanan öncü depremle temelleri sarsılan ekonomi, şubat ayında gerçekleşen ikinci depremin sarsıntısına dayanamamıştı.
Haftalardır beklenen kritik bir Hazine ihalesi öncesinde, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı sırasında birbirine girmesi, zaten diken üstünde duran piyasaların karışmasına neden olmuştu.
Bir anda milyarlarca dolarlık döviz talebiyle karşılaşan Merkez Bankası bu şoka dayanamamış, 22 Şubat’ta kurlar serbest bırakılmıştı. İstikrar programının çökmesi anlamına gelen bu tablo, fiili bir devalüasyona da yol açmıştı.
Devalüasyon enflasyonu sıçratırken, yükselen faizler de ekonominin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemin en derin krizini yaşamasına neden oldu. Henüz 2001 yılının büyüme oranı açıklanmış değil ama tahminlere göre bu oran yüzde -8 dolayında olacak.
Ekonominin, Cumhuriyet tarihinin en derin krizlerinden birini yaşaması, elbette moralleri iyice bozdu. Bu moral bozukluğuyla yeni yıla giren ekonomik kamuoyu, 2002’den çok umutlu değil. Bu yıl için yapılan büyüme tahminleri genelde yüzde 2-3 arasında değişiyor. Ekonominin ancak yılın ikinci yarısında toparlanabileceği düşünülüyor. Tatmin edici bir büyüme oranına ise gelecek yıl ulaşılabileceği tahmin ediliyor.
Oysa krizin birinci yılına yaklaştığımız bugünlerde, ekonomide toparlanmayı sağlayacak gelişmeler görülüyor. Ekonominin, halen içinde bulunduğumuz ilk çeyrek dönemde toparlanması ihtimali bulunuyor. Yılın ikinci çeyreğinde ise büyümenin yeniden başlaması mümkün görünüyor.
Ekonominin ilk çeyrekte toparlanması için zemin hazırlayan faktörleri şöyle sıralayabiliriz:
* Ekonomik büyüme açısından en önemli göstergeyi faiz oranları oluşturur. Gelişmiş ülkelerde merkez bankaları ekonomiyi faiz oranlarını kullanarak yönlendirir. Ekonomide aşırı canlanma halinde faizler yükseltilir. Durgunluk halinde ise faizler indirilir.
<b>Faizler canlanma için uygun
* Bu açıdan bakıldığında, şu sıralarda Türkiye’de faizlerin ekonominin canlanması açısından uygun bir düzeyde olduğu görülüyor. Enflasyon yüzde 90’a dayanmışken, Hazine ihalelerinde gerçekleşen faiz oranları yüzde 70 dolayına oturmuş durumda. Bankaların kredi ve mevduat faizleri de bu temel faiz oranı dolayında, yani enflasyonun altında. Reel faizin negatif olması, kriz nedeniyle ertelenen yatırım ve tüketim kararlarının yavaş yavaş devreye girmesini sağlayabilir.
*Son 3 aydır döviz kurlarında yaşanan gelişmeler de ekonominin toparlanması için uygun bir ortam yaratmış durumda. Bir ara 1 milyon 600 bin lirayı aşan dolar, biz “Konjonktür” bölümünü hazırladığımız sırada 1 milyon 350 bin lira dolayına kadar düşmüştü.
* Dolardaki bu düşüş, ekonominin çarklarının yeniden dönmesi için şart olan hammadde ve ara malı ithalatını kolaylaştıracak. Çünkü, dolar kurunun düşmesi, ithal hammadde ve ara mallarının TL cinsinden fiyatlarının gerilemesini sağlayacak.
* Geçen yıl ekonomiyi krize sürükleyen siyasi gerginlikler son aylarda iyice azaldı. Devletin zirvesinde, piyasaları karıştıracak ölçüde büyük tartışmalar yaşanmıyor. Bakanların yerli yersiz çıkışlarına da pek rastlanmıyor. Yapısal reformlar, demokrasinin izin verdiği normal tartışma çerçevesi içinde bir bir gerçekleştiriliyor.
* Bu durum ekonomik kamuoyunun da sinirlerini yatıştırıyor. Siyasetçilerin istikrar programını yarım bırakıp bir çuval inciri berbat edecekleri korkusu giderek azalıyor. Bu korkunun azalması, tüketicinin “Ne olur ne olmaz” kaygısıyla tasarrufta tuttuğu parayı yeniden tüketime yönlendirmesini sağlayabilir. Sanayici de işine yeniden dört elle sarılıp yeni üretim ve yatırım planları hazırlamaya başlayabilir.
* Verilen sözlerin yerine getirilmesi ve yapısal reformlar konusunda ilerleme kaydedilmesi sayesinde, Türkiye’ye olan dış destek sürüyor. IMF ve Dünya Bankası, Türkiye’ye maddi kaynak aktarmaya devam ediyor. 3 yıllık yeni bir istikrar programının hazırlıkları son aşamaya gelmiş durumda. Bu program çerçevesinde IMF’ye verilen niyet mektubunun şubat ayı içinde onaylanması bekleniyor.
* Dış desteğin sürmesi, iç borçların döndürülmesi konusundaki endişeleri azaltıyor. Geçen yıl yoğun olarak tartışılan bu konu artık eskisi kadar gündemde değil. İç borçların döndürülmesi konusundaki korkuların ortadan kalkması, ekonominin canlanması için hayati önem taşıyan faiz oranlarının yeniden yükselmesini engelliyor.
* Devalüasyonun etkisiyle, dünya ekonomisinde yaşanan durgunluğa rağmen, geçen yıl ihracatta bir yükseliş ivmesi yakalandı. TL’nin reel olarak değer kazanması ve dünya ekonomisindeki durgunluğun sürmesi, bu yıl ihracatta yüksek bir artış oranı tutturulmasını engelleyecek gibi. Ancak, mevcut ivme ihracattaki yükselişin yılın ilk aylarında da süreceğini düşündürüyor. İhracattaki artış sanayi üretimine olumlu yansıyıp ilk çeyrekte ekonominin toparlanmasına yardım edebilir.
* Dünya ekonomisinde yaşanan durgunluğun bir yararı, petrol fiyatlarını düşürmesi oldu. Geçen yıl bu sıralarda 26-28 dolar arasında seyreden ham petrolün varil fiyatı, bugünlerde 18-20 dolar arasında bulunuyor. Bu durum ithalat faturamızı azaltıp dış dengeyi olumlu etkiliyor. Ekonomi toparlanırken dış dengede kaçınılmaz olarak bir bozulma yaşanacak. Petrol fiyatlarındaki gerileme, bu bozulmanın makul düzeyde kalmasını sağlayabilir.
* Dünya ekonomisindeki durgunluk uluslararası faiz oranlarını da düşürdü. Bu durum Türkiye’nin daha düşük maliyetle dış borç bulmasını ve iç borca fazla yüklenmemesini sağlayacak. Böylece faizler düşük kalmayı sürdürebilecek.
* Ekonominin ilk çeyrekte toparlanmasını sağlayacak bir faktör de aritmetikten kaynaklanıyor. Siyaset cephesinden yaşanan depremle birlikte faizlerin yükselmesi ve doların fırlaması, geçen yılın ilk çeyreğinde talebin bıçak gibi kesilmesine neden olmuştu. Bu durum doğal olarak üretimi de geriletmişti. Ekonominin üretim hacmi normal düzeyinin altına inmiş, 1999 krizindekine yakın bir seviyeye düşmüştü.
* Sanayide ve hizmetler sektöründe son aylarda yaşanan gelişmeler, bu yılın ilk çeyreğinde ekonominin üretim hacminin normal düzeyine yaklaşabileceğini düşündürüyor. Bu durum ilk çeyrek büyüme oranının sıfır dolayında gerçekleşmesine imkan verebilir. Ekonomide 4 çeyrek dönemdir süren gerileme dönemi, 2002’nin ilk çeyreğinde sona erebilir.
Ekonominin yılın ilk çeyreğinde toparlanması, canlanmanın ekonomik kamuoyunun beklediğinden daha önce ve ikinci çeyrekte başlamasını sağlayabilecek.
Geçen yılın ikinci çeyreğinde ekonomi dibe vurmuş ve üretim hacmi neredeyse 1996 yılındaki düzeyine kadar düşmüştü. Ekonomi normal performansına ulaştığı takdirde, bu yılın aynı döneminde yüzde 7’nin üzerinde bir büyüme yaşanabilecek.
Yılın tamamındaki büyüme oranının da tahminlerin üzerinde gerçekleşmesi mümkün. Yaptığımız hesaplar, ekonominin normal performansına ulaşmasının bile bu yıl büyüme oranının yüzde 4.5’i bulmasını sağlayacağını gösteriyor. Türkiye ekonomisinin her kriz yılından sonra hızlı büyümeyi başardığı dikkate alındığında ise 2002 yılı büyüme oranının yüzde 6’yı aşmasının olanaksız olmadığı ortaya çıkıyor.
Tabii hükümetin istifa etmesi, erken seçim kararı alınması gibi bugünden öngörülmesi zor olan gelişmeler yaşanırsa ekonominin üretim hacmi yine normal düzeyinin altında kalabilir. Bu durumda 2002 için yapılan kötümser tahminler gerçekleşebilir.
Türkiye ekonomisinin küçülme yaşadığı her yılın sonrasında olduğu gibi, ekonomik kamuoyu 2002 yılına da umutsuz girdi. Yapılan en iyimser büyüme tahminleri bile yüzde 2-3’e ancak ulaşıyor. Çoğunluk ekonominin bu yılı da durgun geçireceğini, tatmin edici bir büyümenin ancak 2003 yılında gerçekleşebileceğini düşünüyor.
Oysa ekonominin son aylarda izlediği seyir, 2001’in ilk yarısında yaşadığımız depremin şokunu atlattığı sinyalini veriyor. Ekonominin performansı hala normal düzeyinin altında ama 2001’in ikinci çeyreğindeki gibi en dip noktada da değil. Ekonomi yuvarlandığı çukurdan yavaş yavaş çıkıyor.
Bu durum ve büyüme aritmetiğinin cilvesi, içinde bulunduğumuz ilk çeyrek dönemde ekonominin toparlanmasının mümkün olduğunu düşündürüyor. İkinci çeyrekten itibaren ise büyümenin yeniden başlaması olasılığı bulunuyor.
Biz bu olasılığı rakamlara dökebilmek için, son 5 yılın milli gelir verilerini inceledik ve bazı hesaplar yaptık.
Tabloda gördüğünüz gibi, 2001 yılında ekonominin üretim hacmi, önceki 5 yılın ortalamasının çok altında kaldı. Bu yılki gerçekleşmeler söz konusu 5 yıllık ortalamalar düzeyinde olursa, ilk çeyrekte ekonomi sıfır noktasına aşıp yüzde 1.3 oranında bir büyüme oranı tutturabilecek.
Yine bu varsayım altında ikinci çeyrek büyüme oranı yüzde 7.1’i bulabilecek.
İkinci yarıyılda ise biraz yavaşlama yaşanması ve yılın tamamındaki büyüme oranının yüzde 4.5 olarak gerçekleşmesi söz konusu olabilecek. Büyüme aritmetiğinin cilvesi, ekonominin üretim düzeyi 1997 düzeyini aşmamasına rağmen, geçen yıla göre normal bir büyüme oranının sağlanmasına imkan verecek.
Tabii gerçekleşmelerin aynen bu hesaptaki gibi olması çok zor. Ancak siyaset cephesinde yeni bir depremin yaşanmaması halinde, ekonominin izleyeceği yolun aşağı yukarı bu şekilde olması mümkün. Yeni bir siyasi deprem elbette ekonominin bir kez daha dibe vurmasına yol açabilir. İşlerin beklenenden iyi gitmesi ise yıllık büyüme oranının yüzde 4.5’in de üzerinde gerçekleşmesini sağlayabilir.
Uygulanan döviz çapalı istikrar programı sayesinde 2000 yılında yüzde 30’lara gerileyen enflasyon, geçen yıl adeta intikam aldı. Programın çökmesi ve kurların serbest bırakılmasıyla zincirinden kurtulan enflasyon canavarı, 2001 yılı sonunda eski günlerine geri döndü.
TEFE (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) enflasyonu 2001 yılını yüzde 88.6 oranıyla kapattı. Oysa 2000 yılı sonunda TEFE enflasyonu yüzde 32.7’ye kadar düşmüştü. Geçen yıl yaşanan sıçrama TEFE enflasyonunu, 4 yıl önceki düzeylerine geri götürdü.
TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonu ise 2001 yılını yüzde 68.5 oranıyla kapattı. TÜFE enflasyonu 2000 yılı sonunda yüzde 39 düzeyindeydi. Geçen yıl yaşanan sıçrama TÜFE enflasyonunu, döviz çapalı istikrar programı uygulaması öncesindeki düzeyine geri taşıdı.
TÜFE enflasyonundaki sıçramanın TEFE enflasyonundan düşük olması, ekonomideki kriz nedeniyle talebin gerilemesinden kaynaklandı. Tüketiciler alımlarını iyice azaltınca, işletmeler, maliyetlerindeki artışın tamamını fiyatlara yansıtamadı.
2001 yılında enflasyondaki yükseliş eğilimi mart ayında başlamıştı. 10 aydır süren bu yükseliş eğilimi bu yılın ilk 2 ayında da sürecek gibi. Geçen yılki yüksek oranlar yerine düşük oranların devreye girmesiyle, mart ayından itibaren ise enflasyonda düşüş görülecek.
<b>2001’İN ORTALAMA DOLAR KURU 1 MİLYON 223 BİN LİRA
Şubat ayında kurların serbest bırakılmasıyla birlikte yükselişe geçen dolar, 2001 yılını 1 milyon 447 bin liralık değerle kapattı. 2000 yılı sonundaki dolar kuru 672 bin liraydı. Buna göre dolar kuru geçen yıl yüzde 115.3 oranında artış gösterdi.
365 günün her birinde oluşan kur değerlerinin ortalamasını aldığımızda ise 2001 yılı ortalama dolar kuru 1 milyon 223 bin lira olarak hesaplanıyor. 2000 yılının ortalama dolar kuru 623 bin liraydı. Yıllık ortalama dolar kuru geçen yıl yüzde 96.3 oranında artış gösterdi.
Hükümet ekonomik göstergelerde 2001 yılına yönelik son tahminlerini hazırlarken, 1 milyon 333 bin liralık bir ortalama dolar kuru tahmini yapmıştı. Kurların yılın son 2 ayında gerileme göstermesi, 2001 yılı ortalama dolar kurunun hükümetin tahmininden biraz düşük çıkmasına neden oldu.
Artık hayatta olmayan mark 2001 yılını 559 bin liralık ortalama değer ile kapattı. Ortalama mark kurunda önceki yıla göre gerçekleşen artış yüzde 90.2 olarak gerçekleşti.
2002 yılı başında 12 Avrupa Birliği ülkesinde dolaşıma çıkarılan euronun geçen yılki ortalama kuru ise 1 milyon 93 bin lira oldu. Ortalama euro kurunda önceki yıla göre yaşanan artış da yüzde 90.2 olarak hesaplanıyor.
Her kriz yılında olduğu gibi, 2001’de de Türkiye ekonomisinde düzelen tek gösterge dış denge oldu. Devalüasyon sayesinde ihracatta artış yaşanırken, ekonomideki küçülme ithalatı azalttı. Bu durum dış ticaret dengesindeki açığın azalmasını, cari işlemler dengesinin ise fazla vermesini sağladı.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verileri, 2001 yılının ilk 10 aylık döneminde dış dünyaya 25.8 milyar dolarlık mal sattığımızı gösteriyor. Bu tutar önceki yılın aynı dönemindeki ihracat tutarını yüzde 13.1 aşıyor. 2000 yılının ocak-ekim dönemindeki ihracat 22.8 milyar dolar düzeyindeydi.
2001’de ihracattaki ilk sıçrama mayıs ayında görüldü. Yaz aylarında ivme biraz düşer gibi oldu ama ağustos ve ekim aylarında iki kez daha sıçrama yaşanması yüzleri güldürdü.
Esasında 2001 yılı dış pazarlarımız açısından iyi geçmedi. Dünya ekonomisi durgunluğa girdi. Bu ortamda ihracatımızın yüzde 10’un üzerinde artış göstermesini, yaşanan devalüasyon sayesinde ihraç ürünlerimizin fiyatlarının ucuzlaması sağladı. Dünya ekonomisinde canlılık yaşansaydı, ihracatımızdaki artış yüzde 20’nin üzerine çıkabilecekti.
Türkiye’nin ihracatı son 4 yıldır 26-28 milyar dolar arasına sıkışmış kalmış, 30 milyar doların aşılması saplantı haline gelmişti. Ay sonları itibariyle 12 aylık ihracat verileri incelendiğinde, 30 milyar dolarlık bu psikolojik sınırı ağustos ayında aştığımız görülüyor. Ekim sonunda 30.7 milyar dolara çıkan 12 aylık ihracat tutarı, yıl sonunda 31 milyar doları aşmış olabilir. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) kayıtlarının 2001 yılı ihracatını 31.1 milyar dolar olarak göstermesi de bu yönde sinyal veriyor.
DİE’nin verilerine göre, 2001’in ilk 10 aylık döneminde yapılan ithalat 33.7 milyar dolar oldu. Oysa önceki yılın aynı döneminde yapılan ithalat 44.7 milyar dolardı. Buna göre ithalatta yüzde 24.5 oranında gerileme yaşandığı ortaya çıkıyor.
İthalattaki bu gerileme, büyük ölçüde, ekonominin çarklarının durması nedeniyle hammadde ve ara malı ithalatının azalmasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin ithalatının yüzde 90’a yakın bir bölümünü bu mallar oluşturuyor. Kriz yıllarında sanayi üretimi gerileyince, doğal olarak hammadde ve ara malı ithalatı da geriliyor.
İthalattaki gerilemede, devalüasyon nedeniyle pahalı hale gelen tüketim mallarının ithalatının azalmasının da etkisi var tabii.
DİE’nin verileri, 12 aylık ithalat tutarının ekim ayı sonunda 43.5 milyar dolara gerilediğini gösteriyor. İthalattaki gidişat, bu tutarın 2001 yılı sonunda 41 milyar doların altına inmiş olabileceğini düşündürüyor.
<b>2002 beklentileri
Geçen yılın ikinci yarısında yakalanan ivme sayesinde, ihracattaki artış 2002’nin ilk aylarında da sürebilir. Ancak TL’nin reel olarak değer kazanması ve dünya ekonomisinde yaşanan durgunluk, bu artışın yılın tamamına yansımasını engelleyecek gibi. Dünya ekonomisi yeniden canlanmazsa, ihracat yaz aylarından itibaren rölantiye girebilir.
Ekonominin bahar aylarından itibaren yeniden canlanması halinde ise ithalattaki düşüş duracak ve yeniden yükseliş başlayacak. Bu yükselişin derecesini, ekonomideki canlanmanın düzeyi belirleyecek.
2002 yılı hedeflerinde bu olasılıkların dikkate alındığı görülüyor. Hükümet, bu yıl ihracatın 32, ithalatın ise 45.5 milyar dolar olmasını hedefliyor.
<b>ŞİRKET KURULUŞLARINDA KAN KAYBI BÜYÜK
Türkiye’de girişimciliğin yıldızı 1990’lı yılların ortasına doğru parlamıştı. Bir yılda kurulan şirket sayısı ilk kez 1993 yılında 40 bini aşmış, 1994 krizi bile girişimcilerin hızını kesememişti. Ekonominin hızlı büyüdüğü 1995-97 döneminde, bir yılda kurulan şirket sayısı 50 binin üzerindeydi. Ekonominin durgunluğa doğru sürüklendiği 1998 yılında da kurulan şirket sayısı 50 binden fazlaydı.
Ekonominin kriz ortamından bir türlü kurtulamadığı son 3 yıllık dönemde ise şirketleşme eğilimi dibe vurdu. Kriz yılı 1999’da 27 bin 83 şirket kurulmuştu. 2000’de 33 bin 161’e yükselen yeni kurulan şirket sayısı, ekonomi yeniden krize yuvarlanınca, 2001’de yine geriledi. Geçen yıl 29 bin 665 şirket kuruldu.
Geçen yıl şirketleşme eğiliminde en büyük gerileme inşaat sektöründe yaşandı. Emlakçılık, mali-aracı kuruluşlar, otel-lokanta ve imalat sanayi alanlarında da yeni kurulan şirket sayısı epey geriledi.
Buna karşılık en fazla şirketin kurulduğu toptan ve perakende ticaret alanındaki kan kaybının fazla olmadığı dikkati çekiyor. Geçen yıl bu sektörde kurulan şirket sayısındaki düşüş binde 4 düzeyinde kalıyor.
Ekonomide beklenen canlanma gerçekleşirse, kurulan şirket sayısı bu yıl yükselebilir. Ancak eski parlak günlerin geri gelmesi, ekonominin tam olarak istikrara kavuşmasından sonra mümkün olacak gibi.
Yaşanan devalüasyon nedeniyle, 2001’de en yüksek getiriyi döviz yatırımının sağladığı sanılabilir. Ancak Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verileri, altının getirisinin dövizi aştığını gösteriyor. Söz konusu verilere göre, bazı yatırım araçlarının 2001’deki getiri durumu şöyle:
<b>ALTIN: 2001 yılında külçe altın fiyatları yüzde 121.9 oranında arttı. TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonu kullanılarak yapılan hesap, 2001 yılı başında parasını altına yatıranların, yıl sonunda yüzde 31.7 oranında reel getiri elde ettiğini gösteriyor.
<b>DÖVİZ: DİE’nin hesaplarına göre, 2001 yılında dolar kurundaki artış yüzde 113.6, mark kurundaki artış ise yüzde 113 oldu. Bu yatırım enstrümanlarındaki reel artış ise yüzde 26 dolayında. Buna göre dövize yatırım yapanlar, altın yatırımcıları kadar para kazanamadı. Tabii dövizini yastık altında tutmak yerine bankada vadeli mevduat hesabı açanlar hariç.
<b>BORSA: Geçen yıl parasını borsada değerlendirmeyi seçenler hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü borsa endeksi reel olarak yüzde 18 oranında düştü.
<b>MEVDUAT FAİZİ: Genelde enflasyonun biraz üzerinde bir getiri sağlayan banka mevduatı da yatırımcısına hayal kırıklığı yaşattı. Çünkü 2000 yılında vadeli mevduat faizleri yüzde 30’lara inmişti. 2001 yılı başında parasını bu faizlerle 1 yıl vadeli olarak bankaya yatıranlar, reel olarak yüzde 20 oranında zarar etti.
Yılan hikayesine dönen 2000 yılı nüfus sayımının ilk sonuçları, üzerinden yaklaşık 15 ay geçtikten sonra geçen ay açıklandı. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) açıkladığı sayım sonuçlarını ve bu konudaki değerlendirmelerimizi şöyle özetleyebiliriz:
* 22 Ekim 2000’de yapılan sayımın sonucuna göre, nüfusumuz 67 milyon 845 bin kişi çıktı. Bu durum 1997 yılında yapılan nüfus tespitinde nüfusun eksik sayıldığını ve sonuçların gerçeği yansıtmadığını öne sürenlerin görüşlerini güçlendirdi. Çünkü söz konusu nüfus tespitinin sonuçlarına göre yapılan hesaplar, Ekim 2000’deki nüfusumuzun 65.8 milyon kişi çıkması gerektiğini gösteriyordu. Oysa sayım sonucunda nüfusumuz 2 milyon kişi daha fazla çıktı.
* 1997 nüfus tespiti, 1990-97 döneminde yıllık ortalama nüfus artış hızının yüzde 1.51’e düştüğü sonucunu vermişti. Zaten bu tespite en büyük eleştiri de bu nedenle gelmişti. 1985-90 döneminde yüzde 2.17 olan yıllık ortalama nüfus artış hızının, bu kadar keskin bir düşüş göstermesi pek inandırıcı bulunmamıştı. Yapılan demografik araştırmalar nüfus artış hızının en fazla yüzde 1.7-1.8 düzeyine kadar düşebileceğine işaret ediyordu.
* 2000 yılında yapılan sayım, 1990-2000 döneminde yıllık ortalama nüfus artış hızının yüzde 1.83 olarak gerçekleştiğini gösterdi. Bu oran demografik araştırmaların sonuçlarıyla uygun. Ancak bu uyum, ilk başta 71.9 milyon çıkan sayım sonucunun, hile yapıldığı gerekçesiyle, söz konusu araştırmalar kullanılarak düzeltilmiş olmasından da kaynaklanmış olabilir.
* Sayım sonucunda nüfusumuzun beklenenden yüksek çıkması, Türkiye’nin zaten pek iyi olmayan refah göstergelerinde kötüleşmeye neden olacak. Çünkü söz konusu göstergeler, 1997 nüfus tespitinin sonuçlarına dayanan nüfus projeksiyonları kullanılarak hesaplanıyordu. Yeni nüfus sayımının sonuçları, bu hesaplarda kullanılan nüfus tahminlerinin yükselmesine neden olacak.
* Biz sizlere bir fikir verebilmek için, 2001 yılına ait bazı refah göstergelerini yeni nüfus tahminlerini kullanarak hesapladık. Mevcut refah göstergeleri, 2001 yılı nüfusu 66 milyon 275 bin kişi alınarak hesaplanıyor. Oysa bizim yaptığımız hesaba göre, şimdi 2001 yılı nüfusunun 68 milyon 670 bin kişi olarak alınması gerekiyor. Bu durum örneğin kişi başına milli gelirin 80 dolar gerilemesine, bin kişiye düşen otomobil sayısının 68’den 66’ya inmesine, doktor başına nüfusun 677’den 702’ye çıkmasına, bin kişiye düşen cep telefonu sayısının 258’den 249’a düşmesine neden oluyor.
70’i devirmeye az kaldı
* Nüfus sayımının sonuçlarını kullanarak yaptığımız hesaplar, bugün itibariyle nüfusumuzun 69 milyon 400 bin kişi dolayında olduğunu gösteriyor. Nüfusumuz ayda ortalama 100 bin kişilik artış gösteriyor. Buna göre yaz aylarında nüfusumuz 70 milyonu aşacak.
* Nüfus sayımının sonuçları, köyden kente göçün son 10 yılda da sürdüğüne işaret ediyor. Çünkü köylerdeki yıllık ortalama nüfus artış hızı yüzde 3.9’da kalırken, kentlerdeki oran yüzde 2.7’yi buluyor.
* Sayım sonuçlarına göre nüfusumuzun yüzde 65’i kentlerde, yüzde 35’i ise köylerde yaşıyor. 10 yıl önce kentlilerin oranı yüzde 59.6, köylülerin oranı ise yüzde 40.4’tü.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?