Ekonomide “Umut” Sorunu

Umut, kişisel olarak geleceğimize yön vermekte ne kadar önemliyse, ülke ekonomisinin geleceğine yön vermek konusunda da o kadar öneme sahip. Toplumda geleceğe yönelik bir umut yoksa, şartlar ne kad...

1.03.2002 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Umut, kişisel olarak geleceğimize yön vermekte ne kadar önemliyse, ülke ekonomisinin geleceğine yön vermek konusunda da o kadar öneme sahip. Toplumda geleceğe yönelik bir umut yoksa, şartlar ne kadar elverişli olursa olsun ekonomide durumun parlak olması ihtimali de yok. Çünkü, gelecekten umutsuz olan insanlar tüketimlerini, şirketler ise yatırımlarını kısıyor. Hal böyle olunca, ekonomi gerçekten de umutsuz bir vaka haline gelebiliyor.

 

İçinde yaşadığımız günlerde bunun bir örneğini yaşıyoruz. Toplumda geleceğe yönelik derin bir umutsuzluk var. Son üç yılda iki ekonomik kriz yaşayan insanlar, her an bir üçüncüsünün gelmesini bekliyor. Bu psikoloji nedeniyle tüketici elini cebine atmıyor, şirketler yatırım projelerini raflardan bir türlü indirmiyor.

 

Umutsuzluk tacirleri!

 

Maşallah yazılı ve görsel basın da bu umutsuzluğu körüklemek için elinden geleni yapıyor. Daha ortada fol ve yumurta yokken, gazeteler ve televizyonlar ABD’nin Irak’a nasıl gireceğine, bunun ekonomimizi nasıl batıracağına yönelik çarşaf çarşaf haberler yayınlıyor. Anlı şanlı ekonomi yazarlarımız, daha çiçeği burnunda olan yeni istikrar programının nasıl çökeceğini yazıp duruyor.

 

Hayrettir, bu duruma hükümetin bir müdahalesi de görülmüyor. Ne Başbakan Bülent Ecevit ne de hükümetten başka bir bakan insanların içine su serpecek açıklamalar yapmıyor. Tam tersine bakanlar kurulu toplantılarından, ekonomi yönetiminin bürokratlarla yaptığı görüşmelerden sızan bilgiler insanların içini daha da sıkıyor. Koalisyon ortaklarının her konuyu kamuoyu önünde tartışmaları, hükümetin istifasına ve erken seçime yönelik beklentileri sürekli canlı tutuyor.

 

Milyonerlik umudu

 

Oysa Türkiye’nin yakın tarihine bakıldığında, ekonominin atağa kalktığı her dönemin bir umut dalgasıyla başladığı görülüyor.

 

1950’li yılların başında yaşanan hızlı büyüme dönemi, Demokrat Parti iktidarının yarattığı kalkınma umuduyla başlamıştı. Adnan Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti’nin “her mahallede bir milyoner yaratma” hedefi, bu amacına ulaşamasa da ekonomiye belirli bir ivme kazandırmıştı.

 

1950-53 döneminde ekonomi 4 yıl üst üste hızlı büyümeyi başardı, ki bu Türkiye tarihinde bir ilkti. Sonraki yıllarda da bu uzunlukta bir hızlı büyüme dönemi yaşanmadı.

 

Söz konusu dönemde ekonomi toplam olarak yüzde 53.6 oranında büyüdü. 1953 yılında her vatandaşımız 1949 yılına göre yüzde 38.5 oranında daha zengindi.

 

Demirel rüzgarının etkisi

 

1960’lı yıllarda ekonomide umut rüzgarını estiren ise Süleyman Demirel olmuştu. Giriştiği altyapı yatırımları sayesinde “Barajlar Kralı” lakabını alan bu genç mühendisin liderliğindeki Adalet Partisi Hükümeti, 1960’lı yılların ikinci yarısında bir kalkınma hamlesi başlatmıştı.

 

1966-68 döneminde ekonomi toplam yüzde 24.5 oranında büyüdü. Türkiye ekonomisinin düşük enflasyon ile hızlı büyümeyi bir arada götürdüğü son dönem bu yıllarda yaşandı.

 

“Karaoğlan” lakaplı Bülent Ecevit’in 1970’lerde yarattığı umut rüzgarı ise biraz kısa sürdü. 1970’li yılların ikinci yarısında, bir taraftan ekonomik sorunlar bir taraftan da giderek tırmanan ideolojik terör toplumda geleceğe yönelik umut bırakmadı. Bu 10 yılın sonunda ekonomi 25 yıl aradan sonra yeni bir krize yuvarlandı.

 

Turgut Özal dönemi

 

1990’lı yıllarda ekonomide yeni bir umut rüzgarı estiren ise Turgut Özal oldu. Özal’ın liderliğindeki Anavatan Partisi Hükümeti, ekonomiyi dışa açan, ihracata ivme kazandıran icraatlarıyla yeni bir kalkınma hamlesine imza atmıştı. 1984-87 döneminde ekonomi toplam olarak yüzde 31 oranında büyümeyi başarmıştı.

 

Anavatan iktidarının umut olmaktan çıktığı 1990’lı yılların başında devreye bir kez daha Süleyman Demirel girdi. 1970’li yıllardaki uzlaşmaz tutumunu bıraktığı izlenimini vermeyi başaran Demirel, “Enflasyonu 500 günde yüzde 10’a indiririm”  sözüyle yeniden iktidara gelmesini bildi. Ancak, Demirel’in 500 gün programıyla başlattığı umut rüzgarı fazla uzun sürmedi.

 

1993 ortasında Özal’ın ölümü ve Demirel’in Çankaya’ya çıkmasıyla Başbakan olan Tansu Çiller’in yarattığı umut rüzgarı ise daha iktidarının altıncı ayında kriz çıkarınca doğru dürüst esemeden dindi.

 

Gümrük Birliği rüzgarı

 

Son 10 yılda yaşadığımız en şiddetli umut rüzgarı 1995 yılında esmeye başlamıştı. 1996 başında Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği’nin başlayacak olması, ihracatta patlama beklentisini gündeme getirmişti. Bu beklenti ile işletmelerin yatırıma hız vermesi, Türkiye ekonomisinin üç yıl üst üste hızlı büyümesini sağladı. 1995-97 döneminde ekonomi toplam yüzde 25.3 oranında büyüdü.

 

Ancak, beklenen ihracat patlamasının gerçekleşmemesi, sonunda bu rüzgarın da dinmesine neden oldu. Asya ve Rusya krizleriyle dış dünyadan esen ters rüzgarlar ve bunun üstüne gelen deprem felaketi ekonomiyi krize sürükledi.

 

2000 yılı başında ise IMF’nin maddi desteğiyle başlatılan istikrar programı ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi aday ülke olarak kabul etmesi ekonomide güçlü bir umut rüzgarının esmesine neden olmuştu. Ancak, hükümetin istikrar programının gereklerine uygun davranmaması, daha dokuzuncu ayında bu rüzgarın dinmesine neden oldu.

 

Umut malzemeleri

 

Ekonomide canlanmanın başlaması için toplumda yeni bir umut rüzgarının estirilmesi gerekiyor. Esasında bu umut rüzgarını estirmek için elde yeterince malzeme de var:

 

* Faizler geçen ay yüzde 70’in de altına düştü, ki bu son 10 yılda görülen en düşük oran. Özel sektörün enflasyon beklentisi yüzde 50 dolayında olduğuna göre beklenen reel faiz yüzde 10 dolayında. Son yıllarda reel faizler yüzde 20’nin altına nadiren indi.

 

* Geçen yıl ekonomideki en önemli şikayet konusu olan kurlardaki istikrarsızlık artık sona erdi gibi. Dolar kuru son 1 aydır 1 milyon 350 bin lira dolayında seyrediyor.

 

* IMF’nin maddi desteği sürüyor. Yeni istikrar programıyla IMF ile 16 milyar dolarlık bir kredi anlaşması daha yapıldı.  

 

* Dünya ham petrol fiyatları uygun bir düzeyde, 18-20 dolar arasında seyrediyor.

 

* Aritmetik nedenlerle mart ayından itibaren enflasyonun düşüş sürecine girecek olması da ekonomide bir umut rüzgarının estirilmesi için uygun ortam yaratıyor.

 

Hükümet ne yapmalı?

 

Hükümetin bu malzemelerden yararlanarak, topluma ekonominin geleceği konusunda bir umut aşılaması gerekiyor. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, genelde ekonominin durumunun ne kadar nazik olduğuna yönelik mesajlar veriyor. İstikrar programına toplumsal destek sağlamaya yönelik bu tutum, ekonomide canlanma için pek yardımcı olmuyor. Derviş’i dinleyenler, “Madem durum bu kadar kritik biraz daha bekleyelim” diyerek tüketim ve yatırım kararlarını ertelemeyi sürdürüyor. Ekonominin canlanması isteniyorsa, Derviş’in işlerin düzelmekte olduğuna yönelik yüksek sesli mesajlar vermesi şart.

 

Başbakan Bülent Ecevit, ekonomiyle yeterince ilgilenmiyor. Irak konusunda olduğu gibi, topluma verdiği mesajlar ise genelde insanları daha da umutsuzluğa sevkedecek yönde oluyor. Ecevit’in insanların yüreklerine su serpecek mesajlara ağırlık vermesi gerekiyor.

 

Koalisyonun diğer iki ortağı Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli de davranışları ve mesajlarıyla ekonominin canlanmasını geciktiriyor. Bu liderlerin koalisyonda çatlak işareti veren mesajlar vermeyi bırakıp, ekonominin önünü açacak düzenlemelerin hızlanmasını sağlamaları şart.

 

<b>Medyanın kritik görevi

 

Ekonomide yeni bir umut rüzgarının esmesi için basına ve ekonomi yazarlarına da görev düşüyor tabii.

 

Basının her kötü sinyali aşırı abartarak okuyucularına aktarmaktan vazgeçmesi gerekiyor. Örneğin hiçbir müttefikinden destek bulamayan ABD’nin Irak’a müdahale edeceği kesinmiş gibi haberler yapılması, bugünlerde ekonominin canlanmasının önündeki en önemli engeli oluşturuyor. Irak’a üç vakte kadar müdahale edileceği beklentisi, insanların canlanmadan giderek umut kesmesine neden oluyor. Basının bu konuda ayağı yere daha sağlam basan ve daha soğukkanlı haberlere yer vermesi gerekiyor.

 

Ekonomi yazarlarının bu istikrar programının da sonu kesin krizmiş gibi değerlendirmeler yapmaktan vazgeçmeleri şart. İstikrar programı daha doğru dürüst başlamadan idam hükmü yazmak doğru değil. İstikrar programı uygulamasının en az 6 aylık sonuçlarını görmeden sağlıklı değerlendirmeler yapmak da mümkün değil zaten.

 

Hükümet, basın ve iktisatçılar elbirliğiyle toplumda umutsuzluğun yayılmasına hizmet etmeye devam ederlerse, ekonominin yeniden canlanması uzun bir süre için hayal olarak kalacak.

 

HAYDİ HAYIRLISI...

 

Türkiye geçen ayın başlarında yeni bir istikrar programını başlattı. 2000 yılında uygulanmaya başlayan ve geçen yıl bu sıralarda rafa kalkan istikrar programı gibi bu da 3 yıl vadeli. 18 Ocak’ta IMF’ye verilen niyet mektubunun 4 Şubat’ta bu kurum tarafından onaylanmasıyla start alan yeni programın başlıca hedeflerini ve bu konudaki değerlendirmelerimizi şöyle özetlemek mümkün:

 

* Yeni istikrar programının da temel hedefi, 3 yılın sonunda enflasyonu makul bir düzeye indirmek. Ancak, bu kez “makul” kabul edilen oran biraz daha yüksek. Geçen yıl duvara çarpan eski istikrar programının hedefi enflasyonu tek haneli düzeye düşürmekti. Yeni istikrar programının hedefi ise 3 yılın sonunda enflasyonu yüzde 12’ye çekmek.

 

* Yeni program bir yandan enflasyonu düşürürken bir yandan da ekonominin büyüme hızını normale döndürmeyi hedefliyor. Bu yıl yüzde 3 olması planlanan büyüme hızı için 2002 ve 2003 yılı hedefleri yüzde 5 düzeyinde bulunuyor.

 

* Ancak, yeni programın büyüme hedeflerinin tutması bile eski programın yarıda kalmasıyla çıkan krizin yol açtığı refah kaybını telafi edemeyecek. 2001 yılında kişi başına milli gelirimiz reel olarak yüzde 10 dolayında geriledi. Yeni programın büyüme hedefleri tutarsa, 3 yılda kişi başına milli gelirimiz reel olarak yüzde 7.5 dolayında artış gösterebilecek.

 

* Dalgalı kur sistemi uygulaması nedeniyle, yeni programda açıkça ilan edilmiş kur hedefleri yok. Ancak, IMF’ye verilen niyet mektubunda yer alan dolar ve TL cinsinden milli gelir verilerinden, hükümetin yıllık ortalama dolar kuru tahminleri hesaplanabiliyor. Bu hesap sonucunda ortalama dolar kurları 2002 için 1 milyon 710 bin, 2003 için 2 milyon 30 bin, 2004 için ise 2 milyon 190 bin lira olarak çıkıyor. Dolar kurundaki artış oranları GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) deflatörünün altında kalıyor. Bu durum yeni programın da TL’nin değerlenmesini öngördüğünü gösteriyor.

 

* Eski programda faizlerin aniden yüzde 30’lara düşmesi sorun yaratmıştı. Bu kez faizlerin tedricen düşürülmesi planlanıyor.

 

* Enflasyonu düşürme konusunda en önemli rol yine maliye politikasına veriliyor. Sıkı bütçe uygulamasına devam edilmesi ve kamunun borçlarının makul bir düzeye geriletilmesi hedefleniyor.

 

* Cari işlemler dengesinin 3 yıl boyunca GSMH’nin yüzde 1.2’si kadar açık vermesi planlanıyor. Eski programın çökmesinde cari açığın GSMH’nin yaklaşık yüzde 5’ine tırmanması büyük rol oynamıştı. Yeni programın başarısı için cari denge hedeflerinin tutması büyük önem taşıyor.  

 

<b>OCAK AYI ENFLASYONU MEVSİM NORMALLERİNİN ALTINDA

 

Son yıllarda ekonomi yönetiminin enflasyonu düşürmeye odaklanması, her ay enflasyon oranlarının açıklanmasının heyecanla beklenmesine yol açtı. Enflasyon oranları açıklanmadan önce mali piyasalarda tahminler yapılıyor. Açıklanan oran, bu tahminlere yakın veya altında çıkarsa piyasalarda iyimser bir hava esiyor. Açıklanan oran tahminleri aştığında ise tersi oluyor.

 

Ocak ayı enflasyonu açıklanmadan önce piyasalarda yapılan tahminler hem TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) hem de TEFE (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) enflasyonu için yüzde 4 dolayındaydı. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ocak ayı enflasyonunu TEFE’de yüzde 4.2, TÜFE’de yüzde 5.3 olarak açıklayınca ortalık karıştı. Aslında TEFE enflasyonu beklentilere yakın çıktı ama TÜFE enflasyonunun bekleneni epey aşması moralleri bozmaya yetti. Daha yılın başında olmamıza rağmen artık hükümetin yıl sonu hedeflerinin tutmasının imkansız olduğunu iddia edenler bile ortaya çıktı.

 

Oysa, ocak ayı enflasyon verileri hemen umutsuzluğa kapılmaya neden olacak kadar yüksek değil:

 

* Ocak ayı enflasyon oranları, 2001 yılının aynı ayında gerçekleşen oranlara göre çok yüksek. Döviz çapalı istikrar programının hala sürdüğü geçen yılın ocak ayında TEFE enflasyonu yüzde 2.3, TÜFE enflasyonu ise yüzde 2.5 olarak çıkmıştı.

 

* Ancak, son 10 yıllık verilerin ortalaması alındığında ocak ayı için normal enflasyon oranlarının TEFE’de yüzde 6.5, TÜFE’de yüzde 6 düzeyinde olduğu görülüyor. Geçen ocak ayında gerçekleşen enflasyon oranları, hesapladığımız bu mevsim normallerinin altında kalıyor.

 

* Hükümetin yıl sonu hedefleri TEFE’de yüzde 31, TÜFE’de yüzde 35 düzeyinde. Mevsimlik trendleri dikkate alarak yaptığımız hesaplar, bu hedeflerin tutması için ocak ayında TEFE enflasyonunun yüzde 4.5, TÜFE enflasyonunun ise yüzde 4.1 olması gerektiğini gösteriyor.

 

Buna göre, ocak ayında gerçekleşen TEFE enflasyonu yıl sonu hedefine uygun. TÜFE enflasyonu ise yıl sonu hedefine göre biraz yüksek kalıyor.

 

Yaptığımız analiz, enflasyon hedefleri konusunda daha ilk aydan paniğe kapılmanın yersiz olduğunu gösteriyor. Enflasyonda yıl sonu hedeflerinin tutma ihtimali aralık ayı sonunda ne kadar idiyse bugün de hemen hemen aynı. Söz konusu hedefler epey iddialı ama ulaşılamayacak düzeyde de değil. Ayrıca, yıl sonunda enflasyonun bu hedeflerin biraz üzerinde çıkması bile enflasyonla savaşta epey yol almamızı sağlayacak.

 

<b>Capital’in tahminleri isabetli

 

Ocak ayı enflasyonunun açıklanmasından sonra yaşanan moral bozukluğunun bir nedeni de piyasaların enflasyon tahminlerinin çok düşük olmasıydı. Bu durum, banka ve aracı kurumlarda çalışan ekonomistlerin, enflasyon tahmini yaparken mevsimlik trendleri iyi analiz edemediklerini düşündürüyor. Bu analiz yapılsa, ocak aylarında enflasyonun aralık aylarına göre 2 puan kadar sıçrama gösterdiği görülecekti. Böylece aralık ayında yüzde 3.2 olan TÜFE enflasyonunun ocakta yüzde 5.3’e sıçraması paniğe yol açmayacaktı.

 

Capital uzmanları, enflasyon konusunda tahmin yaparken, mevsimlik trendleri mutlaka dikkate alıyor. Bu nedenle tahminlerimizdeki sapma da çok fazla olmuyor.

 

Nitekim yandaki kupürde ve tabloda gördüğünüz gibi, Capital’in Kasım 2001 sayısında yer alan TÜFE enflasyonu tahminlerimizdeki sapma, piyasaların enflasyon oranları açıklanmadan hemen önce yaptıkları tahminlerdeki sapmadan düşük gerçekleşti. Bizim kasım, aralık ve ocak aylarına yönelik tahminlerimizdeki sapma 0.1 ile 0.3 puan arasında değişirken, piyasaların tahminlerindeki sapma 0.6 ile 1.2 puan arasında oldu.

 

<b>BÜTÇE UYGULAMASI BAŞARILI MI?

 

2001 yılına ilişkin bütçe uygulama sonuçları geçen ay belli oldu. Maliye Bakanı Sümer Oral, bu konuda açıklama yaparken, gerçekleşmelerin hedeflere yakın olduğunu söyleyerek bütçe uygulamasının başarılı olduğunu iddia etti.

 

Şubat krizi sonrasında revize edilen hedefler dikkate alındığında bütçe uygulaması başarılı olarak görülebilir tabii. Çünkü, bu durumda bütçe açığının hedefin altında kaldığı, faiz dışı fazlanın ise hedefi aştığı görülüyor. Aslında harcamalar revize hedefi de aşmış durumda ama gelirlerin de revize hedefin üzerinde olması durumu kurtarıyor.

 

Ancak, 2001 yılı bütçe uygulaması için ölçü olarak alınması gereken esas hedefleri, 2000 yılı sonbaharında belirlenenler oluşturuyor. Bu hedefler dikkate alındığında ise 2001 yılı bütçe uygulamasının başarılı olmadığı ortaya çıkıyor.

 

Çünkü, 2001 yılı sonunda gerçekleşen bütçe açığı, orijinal hedefi 5.5 kat aşıyor. Harcamaların orijinal hedefi yüzde 66.2 oranında aştığı görülüyor. Harcamalar kontrolden çıkarken gelirlerin ise ilk belirlenen hedefin sadece yüzde 20.1 üzerine çıktığı görülüyor.

 

2001 yılı bütçesi için belirlenen hedeflere ilk olarak Kasım 2000 krizi darbe vurmuştu. Şubat 2001 krizi ise bu hedeflere ulaşmayı iyice imkansız hale getirmişti. Yükselen faizlerle birlikte faiz ödemelerinin de sıçraması, yeni hedeflerin belirlenmesini zorunlu kılmıştı.

 

<b>İÇ BORCUN MİLLİ GELİRE ORANI YÜZDE 60’I AŞTI

 

2001 yılında yaşadığımız krizin devlete çıkardığı ağır faturayı iç borç stokunda yaşanan gelişmeler gösteriyor. Geçen yıl iç borç stokunda 3.4 katlık artış yaşandı. İç borçların GSMH’ye (Gayri Safi Milli Hasıla) oranı da yüzde 29’dan yüzde 66.1’e sıçradı.

 

İç borç stoku 2000 yılı sonunda 36.4 katrilyon liraydı. 2001 yılı sonunda ise iç borç stokunun tutarı 122.2 katrilyon liraya ulaştı.

 

İç borçların GSMH’ye oranı daha 1990’ların ilk yarısında yüzde 20’nin altındaydı. 1996-98 arasında yüzde 21 düzeyine oturan bu oran, 1999’da yüzde 29’a çıktı. 2000 yılında faizlerin gerilemesiyle, iç borçların GSMH’ye oranı yerinde saydı. 2001 yılında ise tam anlamıyla bir patlama yaşandı.

 

2001 yılında yaşanan bu sıçramada, faiz oranlarındaki yükselişin yanında yapılan bankacılık operasyonunun etkisi de var. Hazine, geçen yıl kamu bankalarının görev zararlarının tasfiyesi ve TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) bünyesine alınan bankaların mali durumlarının düzeltilmesi için özel tertip tahviller çıkarma yoluna gitti. Böylece özellikle yılın ilk yarısında iç borç stokunda büyük bir sıçrama yaşandı.

 

İç borçların dolar olarak karşılığı, 2001 yılı sonunda 84.5 milyar dolara ulaştı. Buna göre kişi başına iç borç 1.236 dolar olarak hesaplanıyor. Bu tutar 2000 yılında 804 dolar düzeyindeydi. Daha 5 yıl önce ise kişi başına iç borç tutarı sadece 468 dolardı.

 

<b>SANAYİ ÜRETİMİ 4 YIL ÖNCEKİ DÜZEYE GERİ DÖNDÜ

 

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) aralık ayı sanayi üretim endeksi verilerini açıklamasıyla, sanayi üretiminde 2001 yılı bilançosu da belli oldu. Bu bilançoyu şöyle özetlemek mümkün:

 

* Sanayi üretimi geçen yıl 4 yıl önceki düzeyine geri döndü. DİE’nin 1997=100 bazlı aylık sanayi üretim endeksinin 2001 yılındaki ortalama değeri 92. Sanayi üretim endeksinin değeri 1999 krizinde 95.2 olarak gerçekleşmişti. 1998 ve 2000 yıllarındaki değer ise 100’ün üzerindeydi. 2001 yılındaki endeks değeri 1996 yılındaki 90.3’lük düzeyin biraz üzerinde gerçekleşti.

 

* Önceki yıl 101 olan endeks değerinin geçen yıl 92’ye düşmesi, üretimin yüzde 8.9 oranında gerilediğini gösteriyor. Bu oran son yıllarda görülen en şiddetli daralmaya işaret ediyor. Sanayi üretimi 1994 krizinde yüzde 6.2, 1999 krizinde ise yüzde 5.2 oranında gerileme göstermişti.

 

* İmalat sanayinde yaşanan çöküş sanayinin genelinde yaşananın üzerinde. Geçen yıl imalat sanayi üretiminde gerçekleşen gerileme yüzde 9.9’u buldu. Madencilik sektörü üretiminde yaşanan gerileme yüzde 7.9 oldu. Elektrik-gaz-su sektörü üretiminde yaşanan gerilemenin sadece yüzde 1.5 oranında gerçekleşmesi, sanayinin genelindeki çöküşün imalat sanayindekinden düşük olmasını sağladı.

 

* Önceki yılı en parlak geçiren sektör olan otomotiv, geçen yıl ise krizden en ağır hasar gören sektör oldu. Geçen yıl otomotiv sanayinin üretimi yüzde 42.6 oranında azaldı. Otomotivciler ihracata yönelmese, üretimdeki gerileme oranı yüzde 50’yi aşabilecekti.

 

* 2001 yılını hasarsız kapatan tek sektör ise 1999’da yaşanan depremin İzmit Rafinerisi’nde yol açtığı hasar nedeniyle 2000’deki canlanmadan pay alamayan petrol ürünleri sanayi oldu. Geçen yıl petrol ürünleri sanayinin üretimi yüzde 9.4 oranında yükseliş gösterdi.

 

Sanayide son durum

 

Biz aralık ayında sanayi üretiminin sıfır dolayında bir büyüme göstermesini bekliyorduk. Bu beklentimizin nedeni ise son aylarda sanayi üretim endeksinin 98 dolayına oturmasıydı. Ancak aralık ayında sanayinin üretim düzeyi şubat-nisan arasındaki kriz dönemindekine yakın bir düzeye gerileyince bu beklentimiz gerçekleşmedi. Aralık ayında sanayi üretimi yüzde 9.4 oranında gerileme gösterdi.

 

Sanayi üretiminde yılın son çeyreğinde yaşanan düşüş ise yüzde 12.6’yı buldu. Bu oran geçen yılın diğer üç aylık dönemlerinde gerçekleşenden daha yüksek. Sanayi üretimindeki düşüş ilk çeyrekte yüzde 2, ikinci çeyrekte yüzde 9.7, üçüncü çeyrekte ise yüzde 10.3 olmuştu.

 

Bu durum yılın son çeyreğinde ekonominin büyüme oranının yüzde -10 dolayında çıkabileceğini düşündürüyor.

 

2002 yılına yönelik olarak ise elimizde henüz sadece ocak ayı imalat sanayi kapasite kullanım oranı verisi var. Ocak ayında imalat sanayi yüzde 74.2 oranında kapasiteyle çalıştı. Bu oranın geçen yılın ayın ayında gerçekleşen oranın 3.7 puan üzerinde olması ümit veriyor. Sanayi üretiminde 11 aydır süren gerileme dönemi, ocak ayıyla birlikte yerini yeniden yükselişe bırakmış olabilir.

 

<b>KRİZİN İSTİHDAMA FATURASI

 

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) yılın son çeyreğine ilişkin işgücü piyasası verilerini açıklamasıyla, yaşanan krizin istihdama çıkardığı fatura da netleşti:

 

* DİE’nin verilerine göre, kriz en ağır darbeyi inşaat sektöründe çalışanlara vurdu. 2000’in son çeyreği ile 2001’in ilk çeyreği arasında inşaat sektöründe çalışanların sayısı 447 bin kişi azaldı.

 

* Aynı dönemler itibariyle tarım sektöründeki istihdam ise 196 bin kişilik azalma gösterdi. 2000’in son çeyreğinde 6 milyon 628 bin olan tarımda çalışanların sayısı, 2001’in aynı döneminde 6 milyon 432 bine geriledi.

 

* DİE’nin verileri, sanayi ve hizmetler sektöründe ise istihdamın arttığını gösteriyor.

 

* Sanayi ve hizmetler sektöründeki istihdam artışı nedeniyle toplam istihdamdaki gerileme 440 binde kalıyor.

 

* İşgücü piyasasına yeni girip de iş bulamayanlarla birlikte ise işsiz sayısında 969 bin kişilik bir artış olduğu görülüyor.

 

* DİE’nin verileri işsiz sayısını 2 milyon 335 bin kişi olarak gösteriyor. İşsizlerin işgücüne oranı yüzde 10.6’yı buluyor. İşsizlik oranında önceki yılın aynı dönemine göre 4.3 puanlık artış olduğu dikkati çekiyor.

 

* Eksik istihdamda olanların sayısında ve oranında ise fazla bir artış yok.

 

* İşsizler ile eksik istihdamda olanların toplam sayısı 3 milyon 689 bin, işgücüne oranı ise yüzde 16.7 olarak hesaplanıyor. Çalışma ekonomistlerinin çoğu, atıl işgücü oranı adı verilen bu göstergenin ekonomideki işsizlik durumunu daha iyi yansıttığını söylüyor.

 

<b>TAŞIT SAYISINDA SON 25 YILIN EN DÜŞÜK ARTIŞI

 

Ekonomideki krizin en ağır darbeyi otomotiv sektörüne vurduğunu sanayi üretimi konusundaki değerlendirmelerimizde belirtmiştik. Otomotiv sanayinin krizden yediği darbenin şiddeti, trafiğe kayıtlı araç sayısında yaşanan gelişmeler incelendiğinde de görülüyor.

 

DİE’nin verilerine göre, 2001 yılı sonu itibariyle trafiğe kayıtlı araç sayısı 7 milyon 343 bin. Bu sayı 2000 yılı sonunda 7 milyon 161 bindi. Buna göre geçen yılki artış oranı yüzde 2.5 olarak gerçekleşti.

 

Trafiğe kayıtlı araç sayısındaki artış, son 25 yılda hiç bu kadar düşük gerçekleşmemişti. Söz konusu dönemde yaşanan kriz ve durgunluklar, trafiğe kayıtlı araç sayısındaki artışın yavaşlamasına neden olmuştu tabii. Ancak bu artış oranı hiçbir zaman yüzde 5’in altına inmemişti.

 

1979-80 krizinde trafiğe kayıtlı araç sayısındaki artış yüzde 7’nin üzerindeydi. 1989 durgunluğunda yüzde 8’in, 1991 durgunluğunda ise yüzde 10’un üzerinde artış yaşanmıştı. 1994 krizinde yüzde 7.6 olan bu oran 1999 krizinde ise yüzde 5.8 olarak gerçekleşmişti.

 

Trafikteki araç sayısının yüzde 62’sini otomobiller oluşturuyor. Geçen yıl otomobil sayısındaki artışın da yüzde 2.5 olduğu görülüyor. En hızlı artışın yüzde 4.9 ile kamyonette yaşandığı dikkati çekiyor. Minibüs sayısındaki artış yüzde 1.5 olurken, otobüs sayısındaki artış yüzde 0.7’de, kamyon sayısındaki artış ise yüzde 0.6’da kalıyor.

 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz