Türkiye ekonomisi, yılın ilk yarısını çift haneli büyümeyle kapattı. Fakat yılın ikinci yarısında büyümenin yavaşlayacağı konusunda neredeyse herkes hemfikir. Biz de benzer yöndeki görüşümüzü, iki ay önce bu sayfalarda yazmıştık (bkz. Ekonomide Yavaşlama Zamanı, Capital Ağustos 2010, Sayı 2010/8). Bu konudaki son değerlendirmemiz de Konjonktür’ün ikinci sayfasındaki kutuda yer alıyor. Yılın ikinci yarısında ekonominin yavaşlayacak olması, ilk yarıyılda büyümeye büyük destek veren “baz etkisi”nin ortadan kalkacak olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle son çeyrekte büyümenin yüzde 3-4 dolayına kadar düşeceği yönünde beklentiler var. İşin kötüsü, gelecek yıla ilişkin büyüme beklentileri de genelde yüzde 4-5 arasında bulunuyor. Bu civardaki bir büyüme ise Türkiye’nin, işsizlikle mücadele ve gelişmiş ülkelerin refah seviyelerini yakalama gibi iki temel ekonomik amacına ulaşabilmesi açısından yeterli görünmüyor.
BİR İHTİMAL DAHA VAR
Fakat ülkemizde yaşanan son siyasi gelişmeler, büyümenin geleceği konusunda yeni bir fırsat ortaya çıkarmış durumda. Bildiğiniz gibi geçen ay Anayasa’nın bazı maddelerinin değiştirilmesiyle ilgili bir referandum düzenlendi ve bu referandumdan iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) istediği yönde güçlü bir sonuç çıktı. Referandumdan yüzde 58 oranında “evet” sonucunun çıkması, AKP’nin gelecek yıl yapılacak genel seçimden yine tek başına iktidar olarak çıkacağı yönünde bir algı yarattı. Siyasi ve toplumsal sonuçlarını bir tarafa bırakalım bu, ekonomi açısından mevcut politikaların devamı, yani istikrar anlamına geliyor. İstikrarın devamına yönelik beklentilerin ise ekonomiyi olumlu etkileyecek bazı sonuçlarının ortaya çıkması ihtimali bulunuyor. Genel seçim sonuçları konusunda belirsizliğin olması, hele de iktidarın el değiştirmesiyle ekonomi politikalarında köklü değişiklikler yapılabileceği beklentisi ortaya çıkarsa hemen her zaman yatırımcıların “bekle-gör” politikasına girmesine yol açar. Böyle durumlarda yeni yatırım projeleri, seçimlerin yapılıp durumun netleşmesine kadar raflara kaldırılır. Seçim sonuçları konusunda bu tür bir belirsizliğin olmaması ise yatırım eğiliminin normal seyrini takip etmesini sağlar.
YATIRIM ETKİSİ
Bu açıdan gelecek yıl yapılacak genel seçimin sonuçları konusundaki belirsizliğin azalmasının, önümüzdeki aylarda yatırım eğiliminde yaşanacak olası bir zayıflamanın önüne geçebileceğini söyleyebiliriz. Hatta istikrarın devamına yönelik beklentiler, resesyon sonrasında toparlanma eğiliminde olan yatırım eğiliminin biraz daha güçlenmesini de sağlayabilir. Önümüzdeki aylarda, resesyon sırasında ertelenen yatırım projelerinin raflardan indirilmesinin yanında tamamen yeni yatırım projeleri de hayata geçirilebilir. Türkiye’de istikrarın devamına ilişkin beklentiler sadece yerli yatırımları değil yabancı yatırımları da olumlu etkileme potansiyeline sahip. Gelişmiş ülkelerde büyümenin zayıf seyretmesi ve öyle de seyredeceğine yönelik beklentilerin olması, bu ülkelerdeki sermayenin zaten büyüme potansiyeli yüksek ülkelere doğru yönelmesine yol açmış bulunuyor. Mali göstergelerinin sağlamlığı sayesinde, bu sermayenin yönelebileceği aday ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Gelecek yılki genel seçimlerin sonucu konusundaki belirsizliğin azalması, şimdi ülkemizi bu konuda daha da güçlü bir aday konumuna getirebilir. Önümüzdeki aylarda ülkemize yabancı sermaye girişlerinin arttığını görebiliriz. Hem doğrudan yabancı yatırımlarda hem de portföy yatırımlarında yükseliş olabilir.~
TÜKETİCİ GÜVENİ
2011’deki genel seçimin sonuçları konusundaki belirsizliğin azalmasının tüketici güveni üzerinde de olumlu etkisinin görülmesi mümkün. Geleceğe yönelik belirsizliklerin artması, tüketicilerin de özellikle konut ve otomobil gibi büyük montanlı tüketim kararlarını ertelemelerine yol açıyor. Şu sıralarda resesyon sırasında ertelenen bu tür tüketim kararlarının devreye alınması nedeniyle iç talepte bir toparlanma yaşanıyor. Anayasa referandumundan 2011’deki genel seçimin sonuçları konusunda belirsizliğe yol açacak bir sonuç çıksaydı, muhtemelen bu tür tüketim kararlarının yeniden ertelenmeye başladığı bir döneme adım atacaktık. Referandumdan tam tersi bir sonucun çıkması bunun önüne geçmiş olabilir. Hatta ekonomide istikrarın devamına yönelik beklentilerin ortaya çıkması, şimdi tüketicilerin dayanıklı tüketim malı harcamalarının daha da artmasını ve iç talebin biraz daha güçlenmesini beraberinde getirebilir. Yatırımlarda ve iç talepte bu şekilde bir artışın ortaya çıkması ise hem yılın son çeyreğinde hem de 2011’de büyümenin beklenenden daha yüksek gerçekleşmesini sağlayabilir.
RİSK UNSURLARI
Anayasa referandumu sonucunda ekonomide ortaya çıkan bu yeni fırsatın kaçmasına yol açabilecek risk unsurları da elbette var. Bu risk unsurlarından başta gelenini, hükümetin eline geçen bu fırsatı siyasi anlamda iyi değerlendirememesi ve önümüzdeki aylarda izleyeceği politikalarla oylarını azaltarak seçim sonuçlarını yeniden belirsizliğe sürüklemesi oluşturuyor. Bu, ekonomi dışı bir konu olduğu için üzerinde fazla durmayacağız. Esasında 8 yıldır iktidarda olan AKP’nin siyasi kadrolarının oldukça deneyimli olduğunu ve bu tür bir hata yapma olasılıklarının az olduğunu düşünüyoruz. Ancak demokratikleşme konusunda sancılı bir dönem geçiren Türkiye’nin, siyasi konularda her an her türlü gelişmeye açık olduğunu da belirtmeden geçemiyoruz.
İkinci bir risk unsuru da yine hükümetle ama bu kez hükümetin ekonomi politikalarında yapabileceği hatalarla ilgili. Ekonomide istikrarın devamı sadece aynı hükümetin iktidarda kalmasını değil, bu hükümetin ekonomi politikalarında fazla bir değişiklik yapmayacağı konusunda ekonomik birimlere güven vermesini de gerektiriyor.
Ekonomik birimler bu konuda hükümete güven duymak için ise bazı garanti mekanizmaları talep ediyor. 2008’e kadar bu konudaki garanti, IMF ile sürdürülen anlaşmalar olmuştu. Resesyonun ardından ise hükümet bir Mali Kural Yasa Tasarısı hazırlayarak kendisi bir garanti mekanizması oluşturma yoluna gitti. Fakat yasalaşması önce ekim ayına ertelenen bu tasarının geleceği konusunda şimdi ise bir belirsizlik hakim. Bu konuda yeniden adım atılmazsa yatırım eğiliminde beklendiği ölçüde bir toparlanma olmayabilir. Ayrıca önümüzdeki aylarda yoğun bir seçim ekonomisi uygulamasına gidilmesi gibi hataların ortaya çıkması halinde de hükümete duyulan güvenin zayıflaması ve ele geçen bu fırsatın heba olması söz konusu olabilir.
KÜRESEL EKONOMİNİN DURUMU
Hükümetin ödevlerini iyi yapması durumunda dahi Anayasa referandumu sonrasında ekonomide ele geçen bu fırsatın kaçmasına yol açabilecek bir risk unsuru var: O risk unsurunu da küresel ekonomide yaşanabilecek yeni bir resesyon oluşturuyor. 2008-2009 küresel resesyonu sona ereli bir yılı aşkın bir süre geçti ama bazı iktisatçıların “ikinci dip” beklentisi hala bitmedi. Küresel ekonomi gerçekten beklendiği gibi yeni bir resesyona girerse Türkiye’nin de bundan çok olumsuz etkileneceği açık. Esasında biz bu “ikinci dip” beklentisini baştan beri gerçekçi bulmuyoruz ve küresel ekonominin yeni bir resesyona girmesi ihtimalini de düşük görüyoruz. Fakat gelişmiş ülkelerde ve özellikle de Avrupa’da büyümenin yavaş seyretmesi olasılığı var. Avrupa ise en önemli ihracat pazarımızı oluşturuyor. Bu da böyle bir durumda dış talepten büyümeye gelen katkının düşük olacağı anlamına geliyor. Dış talebin zayıf kalması yatırım eğilimini de olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla böyle bir durumda ekonomi sadece iç talebe bağlı bir seyir izlemek zorunda kalabilir. Bu da büyümenin yüzde 7-8 gibi yüksek seviyelere çıkmasının önüne geçebilir.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?