Enflasyon Hedeflemesi

1990 yılında Yeni Zelanda’da başlayan uygulamayla iktisat literatürüne giren enflasyon hedeflemesi sistemi, aradan 11 yıl geçtikten sonra Türkiye’de de gündeme geldi. IMF’ye (Uluslararası Para Fo...

1.09.2001 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

1990 yılında Yeni Zelanda’da başlayan uygulamayla iktisat literatürüne giren enflasyon hedeflemesi sistemi, aradan 11 yıl geçtikten sonra Türkiye’de de gündeme geldi.

IMF’ye (Uluslararası Para Fonu) verilen son niyet mektubuna göre, Merkez Bankası sonbahar aylarından itibaren para politikasını enflasyon hedeflemesi sistemine göre uygulamaya başlayacak. Merkez Bankası’ndan bu konuda yapılan bir açıklamada ise enflasyon hedeflemesine geçiş tarihi olarak 2002 yılı başı gösterildi. Bu açıklamaların hangisi doğru olursa olsun, çok yakında bu sistemle tanışacağımız kesin.

Gönülsüz başlangıç

Ancak Türkiye’de iktisatçıların çoğu, enflasyon hedeflemesi sistemine geçiş için henüz erken olduğu görüşünde. Bu iktisatçılar, enflasyon hedeflemesi sisteminin sağlıklı bir şekilde uygulanabilmesi için gerekli görülen şartların Türkiye’de mevcut olmadığını düşünüyor.

Esasında hükümet de enflasyon hedeflemesine geçiş için çok gönüllü gibi görünmüyor. Hükümetin esas niyeti, 2000 yılında uygulamaya konulan döviz çapalı ve 3 yıllık istikrar programı ile enflasyonu tek haneye düşürdükten sonra bu sisteme geçmekti. Ancak söz konusu program iflas edip elde ekonomi gemisini kıyıda tutacak bir çapa da kalmayınca, mecburiyetten, bizzat enflasyonun çapa olarak kullanıldığı enflasyon hedeflemesi gündeme geldi.

Hükümetin enflasyon hedeflemesine geçiş konusunda gönülsüz olduğu sezilmesine karşılık, IMF bu sisteme geçilmesini istiyor. Hatta bu konuya IMF’nin bir dayatması olarak bakanlar da var.

Ecevit açıklamıştı

Esasında enflasyon hedeflemesine geçileceği açıklaması daha 22 Şubat’ta, bizzat Başbakan Bülent Ecevit tarafından, kurların serbest bırakıldığı açıklamasıyla birlikte yapılmıştı. Krizin yoğun olarak yaşandığı o günlerde açıklamanın bu kısmıyla pek ilgilenen olmamıştı.

Biz ise bu konuda bir araştırma yapmış ve Capital’in Nisan 2001 tarihli sayısının “Konjonktür” bölümünde yayınlamıştık.

İş ciddiye binip hükümet enflasyon hedeflemesi sistemine geçiş için bir tarih verince bu konuyu daha etraflı olarak bir kez daha araştırdık.

Enflasyon hedeflemesi sistemini uygulayan ülkelerdeki gelişmeleri inceleyen çalışmalar, bu sistemin başarısı için gerekli bir takım şartları ortaya koymuş durumda. Bu şartları ve Türkiye’nin bunlar karşısındaki mevcut durumunu aşağıda bulacaksınız.

Elimizde neler var?

Enflasyon hedeflemesine geçiş için olmazsa olmaz olarak kabul edilen şartların başında Merkez Bankası’nın özerk olması geliyor. Esasında Merkez Bankası’nın yasal olarak özerk olması şart değil. Örneğin enflasyon hedeflemesi uygulayan ülkelerden Avustralya’da Merkez Bankası’nın yasal özerkliği yok. Ancak para politikasının etkin bir şekilde uygulanabilmesi için en azından uygulamada Merkez Bankası’nın bağımsız olması gerekiyor.

Türkiye’de 1994 yılından bu yana Merkez Bankası uygulamada büyük ölçüde bağımsız hareket ediyordu. Geçen mayıs ayında yapılan yasal düzenlemeyle Merkez Bankası yasal özerkliğine de kavuştu. Kısacası Türkiye’nin bu konuda bir sorunu bulunmuyor.

Olmazsa olmaz kabul edilen şartlardan biri de Merkez Bankası’nın tek hedefinin fiyat istikrarını korumak olarak belirlenmesi. Yeni yasada Merkez Bankası’nın en önemli görevinin fiyat istikrarını korumak olduğu belirtilerek, bu konudaki sorun da halledildi.

Mali piyasa sığ

Enflasyon hedeflemesi sisteminin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için, mali piyasaların gelişmiş ve yeterli derinliğe sahip olması gerektiği kabul ediliyor. Ayrıca mali piyasalarda devletin ağırlığının olmaması da gerekiyor. Çünkü bu şartlar yerine getirilmediğinde, Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikaları etkili olamıyor.

İşte Türkiye’de enflasyon hedeflemesine geçiş konusundaki en büyük engeli mali piyasaların durumu oluşturuyor. Ülkemizde mali piyasalar yeterince derinliğe sahip değil. Ayrıca mali piyasada devletin ezici ağırlığı da var.

Genelde mali derinlik ölçüsü olarak M2 para arzının GSYİH’ye (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) oranı kullanılıyor. Türkiye’de bu oran 2000 yılı için yüzde 26.3 olarak hesaplanıyor. Enflasyon hedeflemesini başarıyla uygulayan ülkelerde ise M2/GSYİH oranı yüzde 75 dolayında bulunuyor. Söz konusu oran Yeni Zelanda��da yüzde 90’ı, İngiltere’de ise yüzde 100’ü aşıyor.

Devletin hakimiyeti

Devletin mali piyasalardaki ağırlığını ölçmek için ise bütçe açığının GSYİH’ye oranı kullanılıyor. Çünkü bütçe açığının büyük olması devletin iç borç için mali piyasalara yüklenmesine yol açıyor.

Türkiye’de bütçe açığının GSYİH’ye oranı 2000 yılında yüzde 10.3 olarak gerçekleşti. Enflasyon hedeflemesini başarıyla uygulayan ülkelerde ise söz konusu oran yüzde 2-3’ü aşmıyor. Hatta Yeni Zelanda, İngiltere, İsveç gibi bazı ülkelerde bütçe fazla bile veriyor.

İhraç edilen menkul kıymetler içinde devlet tahvilleri ile hazine bonolarının payının yıllardır yüzde 90’ın altına pek düşmemesi de ülkemizde mali piyasalarda devletin ezici ağırlığı olduğunu gösteriyor. Bu yılın ilk beş ayında ihraç edilen menkul kıymetlerin de yüzde 96.3’ü devlet kağıtlarından oluşuyor.

Kısacası devletin mali piyasalarda ağırlığı olmaması şöyle dursun, Türkiye’de mali piyasalar adeta sadece kamu açıklarını finanse etmek amacıyla çalışıyor.

Alınan yol yeterli değil

Yapılan açıklamalar Merkez Bankası yetkililerinin, bankacılık operasyonu ile mali piyasaların enflasyon hedeflemesi sistemine geçişe uygun hale geldiğini düşündüğünü gösteriyor. Ancak bu operasyon henüz mali piyasaları tam olarak sağlığına kavuşturabilmiş değil. Bankacılık sistemi yeniden yapılanma çalışmalarını halen sürdürüyor.

Ayrıca kamunun büyük finansman ihtiyacı da hala ortada duruyor. İç borçların çevrilmesi konusunda yaşanan problemler dururken devletin mali piyasalardaki ağırlığının ortadan kaldırılması pek mümkün görünmüyor.

Alınan mali önlemlerin başarılı olması halinde bile devletin finansman ihtiyacının azaltılması en az 2-3 yılı bulabilir. Mali piyasaların sağlıklı bir yapıya kavuşması da ancak bundan sonra mümkün olabilir.

Kur problemi

Enflasyon hedeflemesi sisteminde, Merkez Bankası’nın sadece fiyat istikrarına odaklanabilmesi için kurların serbest bırakılması gerektiği savunuluyor. Türkiye de bu amaçla 5 aydan bu yana esnek döviz kuru sistemini uyguluyor. Ancak bu sistemin hala tam olarak oturmadığı ve ekonomik kamuoyunca da benimsenmediği görülüyor.

Türkiye’de kurların serbest bırakılmasını zorlaştıran nedenlerin başında kur artışları ile enflasyon arasındaki güçlü ilişki yatıyor. Üretimde ithal hammadde ve ara mallarının payı yüksek olduğu için, döviz kurlarındaki artış mutlaka enflasyona yansıyor.

Bu nedenle döviz kurlarında bir istikrar sağlanmadan enflasyon hedeflemesini uygulamak zor görünüyor. Çünkü kurlarda yaşanacak spekülatif bir yükselişin konulan enflasyon hedeflerine ulaşılmasını engellemesi tehlikesi bulunuyor.

Enflasyonun düzeyi

Enflasyon hedeflemesi sistemini başarıyla uygulayan ülkeler önce para ve maliye politikalarıyla enflasyonu makul bir düzeye düşürüp sonra enflasyon hedeflemesine geçmişlerdi. Çünkü enflasyon hedeflemesi sistemi enflasyonu düşürmeye yönelik değil, düştüğü noktada tutmaya yönelik bir yöntem olarak görülüyor. Bu nedenle literatürde enflasyon hedeflemesine geçiş için enflasyonun yüzde 10’un altına düşürülmesi gerektiği savunuluyor.

Türkiye’de ise enflasyon halen yüzde 55’in üzerinde bulunuyor. Enflasyon hedeflemesi sistemi enflasyonu bu yüksek düzeyinden, 2 yılda tek haneye düşürecek sihirli bir değnekmiş gibi algılanıyor.

Oysa enflasyon yüksekken enflasyon hedeflemesine geçen ülkelerin deneyimleri bunun zor olduğunu gösteriyor. Örneğin 1991 yılında enflasyon yüzde 19’ken bu sisteme geçen İsrail, enflasyonu tek haneye ancak 1997 yılında düşürebildi. 1996 yılında enflasyon yüzde 50’nin üzerindeyken bu sisteme geçen Meksika’da da enflasyonun tek haneye düşmesi 4 yıl sürdü.

Güven olmadan asla!

Halen Türkiye’de yaşanan büyük güven krizi de enflasyon hedeflemesi sistemine geçiş için engel oluşturuyor. Çünkü enflasyon hedeflemesi sisteminde ekonomik kamuoyunun konulan hedeflere güvenip planlarını buna göre yapmasının büyük önemi bulunuyor. Zaten direkt olarak enflasyonun hedef alınmasının gerisinde de halkın daha önce kullanılan parasal büyüklüklerle ilgili hedefleri iyi algılayamaması yatıyor.

Üstelik Türkiye’de hükümete karşı duyulan güvensizlik yavaş yavaş ekonomi yönetimine ve Merkez Bankası’na doğru da kayıyor. Kamuoyu daha önce Devlet Bakanı Kemal Derviş’in başkanlık ettiği ekonomi yönetimini hükümetten soyutlamıştı. Ancak kurların istikrara kavuşması, piyasaların açılması geciktikçe Derviş’e ve ekonomi yönetimine duyulan güven de giderek erozyona uğruyor. 

Ne yapmalı?

Türkiye’nin enflasyon hedeflemesi sistemini başarıyla uygulayabilmesi için öncelikle ekonomideki güven sorununu aşması gerekiyor. Tabii bunu gerçekleştirmek pek kolay değil. Bugünlerde hükümet ağzıyla kuş tutsa bile halkın güvenini tekrar kazanamazmış gibi görünüyor. Ancak TBMM tatilden döndüğünde hızlı bir reform hareketine girişilmesi bunu sağlayabilir.

Esnek kur sistemi uygulamasına devam edilse bile aşırı dalgalanmaların önüne geçilmesi şart. Tabii bunun için yeterli döviz rezervine ihtiyaç var. Belki de Merkez Bankası elindeki dövizi düzenli ihaleler yerine spekülatif hareketler sırasında satsa çok daha iyi olacak.

Kaybolan güvenin yeniden kazanılması ve kurlarda istikrarın sağlanmasından sonra uygulanacak para ve maliye politikalarıyla enflasyonu düşürme konusunda yol alınabilir. Kamuda dengeler sağlandıktan, mali piyasalar sağlığına kavuşturulduktan ve enflasyon makul bir düzeye çekildikten sonra, enflasyon hedeflemesi yeniden gündeme getirilebilir.

HEDEFLERDE KISMİ REVİZYON

Geçen ay yapılan 9’uncu gözden geçirme dolayısıyla IMF’ye (Uluslararası Para Fonu) verilen niyet mektubu, uygulanan istikrar programının bazı hedeflerinin revize edildiğini gösterdi:

* Daha önce ekonominin bu yıl yüzde 3 oranında küçülmesi bekleniyordu. İkinci çeyrekte ekonominin performansı beklenenden daha fazla düşünce, ekonomideki küçülme hedefi yüzde 5.5’e yükseltildi.

* Yüzde 52.5 olan yıl sonu TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonu hedefi, yüzde 58 olarak değiştirildi.

* Önceki hedef cari işlemler dengesinin 1 milyar dolar açık vermesini öngörüyordu. Ekonominin beklenenden daha hızlı daralması yüzünden ithalatın düşmesi, ihracat ve turizm gelirlerinde ise artış yaşanması nedeniyle şimdi cari dengenin 5 milyar dolar fazla vermesi bekleniyor.

* Makro ekonomik hedeflerin değiştirilmesi bazı mali ve parasal hedeflerin de değiştirilmesine yol açtı. Konsolide bütçe kümülatif faiz dışı harcamalarında 30 Eylül ve 31 Aralık için konulan ve performans kriteri niteliğinde olan hedefler yükseltildi. Daha önce faiz dışı harcamaların yıl sonunda 34 katrilyon 230 trilyon lira olması hedefleniyordu. Yapılan revizyona göre şimdi bu tutar 35 katrilyon 460 trilyon lira olacak.

* Net iç varlıklarda performans, parasal tabanda gösterge niteliğinde olan 31 Ağustos, 31 Ekim ve 31 Aralık hedefleri de revize edilip yükseltildi.

SANAYİDE DİPTEN DÖNÜŞ SÜRÜYOR

Ekonominin genelinde olduğu gibi sanayi sektöründe de yılın ikinci çeyreğinde dibe vuruş yaşanmıştı. Sanayinin yılın üçüncü çeyreğinde nasıl bir performans göstereceğine yönelik ilk sinyal, geçen ay temmuz ayı kapasite kullanım oranı verilerinin yayınlanmasıyla ortaya çıktı.

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, imalat sanayi temmuz ayında yüzde 72.5 oranında kapasite ile çalıştı. Bu oranın geçen yılın aynı ayında gerçekleşen orandan 3.9 puan düşük olması sanayideki üretim düşüşünün üçüncü çeyrekte de sürdüğünün sinyalini veriyor.

Ancak temmuz ayı kapasite kullanım oranı, bu yıl içinde gerçekleşen en yüksek oran. Nisan ayında yüzde 68.5’e kadar düşen kapasite kullanım oranının son üç aydır yükseliş eğiliminde olması, üretimde geçen yıla göre düşüş sürmekle birlikte, sanayinin dipten döndüğünü düşündürüyor.

Ancak kapasite kullanım oranını kamu kuruluşlarının yukarıya çektiğini dikkate almakta da fayda var. Temmuz ayında kamu işyerlerindeki kapasite kullanım oranı yüzde 82.9 olarak gerçekleşti. Özel işyerlerinin ortalama kapasite kullanım oranı ise yüzde 65.4 düzeyinde kaldı.
Temmuz ayında giyim, kağıt, petrol ürünleri ve çimento-cam-seramik sektörleri yüzde 80’nin üzerinde kapasiteyle çalışmayı başardı. Kapasite kullanımının dibe vurduğu sektör ise yüzde 44.2 ile otomotiv oldu.

ENFLASYONDA EYLÜL BARAJI YÜZDE 4...

Enflasyonda en korkulu ay geldi çattı. Enflasyonun yıl sonunda ulaşacağı düzeyi büyük ölçüde eylül ayında yaşanacak fiyat artışları belirleyecek.

Okulların açılması ve kış hazırlıklarının başlaması talebi canlandırdığı için, ne tür bir istikrar programı uygulanırsa uygulansın, her eylül ayında enflasyonda sıçrama yaşanıyor. Eğitim hizmet ve araçlarında bütün yıl sıfır veya sıfıra yakın seyreden fiyat artışlarının ağustos ve eylülde sökün etmesini hiçbir istikrar programı engelleyemiyor. Kışlık yakacak ve giysi fiyatlarının artması da yaz aylarında uyuklayan enflasyon canavarının hazan mevsimiyle birlikte uyanıp gerinmeye başlamasına yol açıyor.

Hükümetin TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonu için yıl sonu hedefi yüzde 58 düzeyinde. Yaptığımız hesaplara göre, bu hedefin tutması için eylül ayı enflasyonunun yüzde 4’ü aşmaması gerekiyor. Ekim ayında da benzer bir oran çıktıktan sonra, kasım ve aralık aylarında enflasyonun yüzde 3’ün altına inmesi de şart görünüyor.

1990-99 döneminde eylül ve ekim aylarında yaşanan enflasyon yüzde 7’ye yakın olurdu. Ciddi bir istikrar programının uygulandığı geçen yıl ise eylül ve ekim enflasyonları yüzde 3.1 olarak gerçekleşmişti. Bu yıl eylül ve ekim aylarında yaşanacak enflasyon geçen yılkinden yüksek olacak gibi. Ancak satın alma gücündeki büyük düşüş nedeniyle talepte canlanmanın sınırlı kalması ve bu sayede yüzde 4 barajının aşılmaması mümkün görünüyor.

CARİ DENGEDE “FAZLA”YA DÖNÜŞ BAŞLADI

Hedeflendiği gibi 5 milyar doları bulup bulamayacağını değerlendirmek için henüz erken ama cari işlemler dengesinin bu yıl fazla vereceği artık kesin. Geçen yıl her ay büyük açıklar veren cari işlemler dengesinde, mart ayından bu yana “fazla” var. Merkez Bankası’nın verilerine göre, cari işlemler dengesi ocak-mayıs döneminde 319 milyon dolar fazla verdi. Geçen yılın aynı döneminde 4 milyar 234 milyon dolarlık açık söz konusuydu.

Cari işlemler dengesinin fazla vermeye başlaması, daha çok döviz giderlerindeki azalmadan kaynaklanıyor. Geçen yılın ocak-mayıs döneminde 26.7 milyar dolar olan döviz giderlerimiz, bu yılın aynı döneminde 22.3 milyar dolara düştü. Aynı dönemler itibariyle döviz gelirleri ise 22.5 milyar dolardan ancak 22.6 milyar dolara yükselebildi.

Döviz giderlerindeki düşüş esas itibariyle ithalattaki kısılmadan kaynaklanıyor. Ocak-mayıs döneminde yapılan ithalat, geçen yılın aynı dönemindekinden 3.9 milyar dolar düşük gerçekleşti.

Esasında ocak-mayıs döneminde ihracat, turizm ve faiz gelirlerinde yaşanan artış fena değil. İhracat 13 milyar dolardan 14.1 milyar dolara, turizm gelirleri 1.8 milyar dolardan 2.1 milyar dolara, faiz gelirleri de 1 milyar dolardan 1.3 milyar dolara yükseldi. Ancak işçi dövizi ve navlun, taşımacılık gibi diğer gelirlerde yaşanan düşüş bu artışları alıp götürdü.

TARIMDA HAYVANCILIĞIN PAYI ÇOK DÜŞÜK

Türkiye, OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) üyeleri içinde, tarımsal üretimde hayvancılığın payının en düşük olduğu ülkelerden biri. OECD’nin “OECD in Figures” adlı yayınında yer alan verilere göre, Türkiye’de tarımsal üretimde hayvancılığın payı yüzde 32.1 düzeyinde.

Esasında 30 yıl önce hayvancılığın tarımsal üretimdeki payı yarıya yakındı. Hayvancılık konusunda yaşanan sorunlar, son yıllarda bu payı iyice azalttı.

Türkiye’deki oran sadece iki OECD ülkesindekinden, komşumuz Yunanistan ve Japonya’dakinden daha yüksek. İtalya’daki oran bizdekine çok yakın. İspanya, Portekiz ve Fransa’da da yüzde 30’lar düzeyinde olan hayvancılığın tarımsal üretimdeki payı, diğer OECD ülkelerinde ise yüzde 40’ın üzerinde.

Avrupa Birliği ülkelerinde hayvancılığın tarımsal üretim içindeki payı yüzde 41 olarak hesaplanıyor. G-7 olarak bilinen 7 zengin ülkede hayvancılığın tarımsal üretim içindeki payı ise yüzde 46.4’ü buluyor.

Zengin ülkelerde hayvancılığın gelişmiş olması, halkın bu ürünleri ucuza ve bol miktarda alıp tüketmesini sağlıyor. Türkiye’de ise arz yetersiz olduğundan hayvansal ürünler epey pahalı. Bu nedenle hayvansal gıda tüketimimiz yetersiz kalıyor. Bitkisel ürün çeşidi bakımından zengin olmamız, hayvansal gıda açığını kapatıp yeterli kaloriyi almamızı sağlıyor. Ancak hayvansal gıda tüketimimiz yetersiz kaldığı için, yeterli beslensek bile dengeli beslenemiyoruz.

13 MİLYON ÖĞRENCİ DERSBAŞI YAPIYOR

İlk ve ortaöğretim kademesindeki okullar, 10 Eylül’de yeni öğretim yılını açıyor. Okul öncesi eğitim kademesindekiler de dahil edildiğinde, bu yıl öğrenci sayısının 13 milyona yaklaşması bekleniyor.

Eldeki son bilgi ve veriler incelendiğinde, eğitimde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:

* 1997-98 sezonunda başlatılan sekiz yıllık zorunlu temel eğitim uygulaması yavaş yavaş meyvelerini veriyor. 2000-2001 öğretim yılında yüzde 97.1’e çıktığı tahmin edilen ilköğretim kademesindeki okullaşma oranının, bu öğretim yılında yüzde 99’a yaklaşması mümkün görünüyor.

* Ancak ilköğretimde kaliteli eğitim için gerekli şartlar henüz tam olarak sağlanabilmiş değil. Bu kademede 252 bin derslik var ve sınıf başına öğrenci sayısı 41’i buluyor. Şehirlerdeki okullarda bu sayı 50’yi de aşıyor. Öğretmen başına öğrenci sayısı da standartların üzerinde. Bu sorunlar nedeniyle okulların yüzde 22’sinde ikili eğitim (sabahçı-öğlenci) sistemi uygulanıyor.

* Ortaöğretimde derslik ve öğretmen sorunu fazla ağır değil. Bu nedenle ikili eğitim uygulanan okulların oranı da düşük ve yüzde 7 düzeyinde.

* Ancak bu kademede de yanlış yapılanma sorunu var. Ortaöğretimde, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda eleman yetiştirecek mesleki ve teknik okulların yerine, öğrencileri üniversiteye hazırlayan genel liselerin ağırlığı bulunuyor.

 


 
    
 
 

  
 


 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz