Enflasyon Ve Büyüme

Türkiye’de ne zaman bir istikrar programı uygulamasıyla enflasyonda düşüş yaşanmaya başlasa aynı tartışma gündeme gelir. Enflasyondaki düşüş genelde ekonomide yavaşlamaya neden olduğu için, başlang...

1.04.2002 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Türkiye’de ne zaman bir istikrar programı uygulamasıyla enflasyonda düşüş yaşanmaya başlasa aynı tartışma gündeme gelir. Enflasyondaki düşüş genelde ekonomide yavaşlamaya neden olduğu için, başlangıçta istikrar programına destek veren kesimler bir süre sonra “Enflasyonu bırak, büyümeye bak” demeye başlar. Bu görüş, ekonomi yönetiminde de taraftar bulmakta zorluk çekmez. Bu nedenle uyguladığımız en iddialı istikrar programları bile en fazla 18 ay sürdükten sonra rafa kaldırılır.

 

Enflasyonun yeni bir düşüş eğiliminin arifesinde olduğu bugünlerde “Enflasyon mu, büyüme mi?” tartışmasını yine yaşamaya başladık. Şubat ayı verileri enflasyonun düşüşe geçmek üzere olduğunu bariz bir şekilde ortaya koyarken, ekonomide hala bir canlanma belirtisi yok. Bu durum önemli bir kesimin, hükümetin enflasyona odaklanmayı bırakıp ekonomiyi canlandıracak tedbirler alması gerektiğini savunmaya başlamasına yol açtı.

 

Buna karşılık sağlıklı bir büyümeye kavuşmak için öncelikle enflasyon canavarının yenilmesi gerektiğini düşünenlerin sayısı da az değil. Bu kesim, enflasyon düşürülmeden ekonomide sağlanacak bir canlanmanın geçici olacağını ve arkasından yeni bir krizin sökün edeceğini düşünüyor. Bu nedenle ekonomi bu yılı da durgun geçirse bile enflasyonla mücadeleden taviz verilmemesi gerektiğini savunuluyor.

 

Örtük varsayım var mı?

 

Hükümetin enflasyonu boş verip ekonomiyi canlandırmaya çalışmasını isteyen görüş, enflasyonla büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki bulunduğu yönünde örtük bir varsayım içeriyor. Bu varsayıma göre, hükümet canlanmaya yönelik politikalar izlediğinde ekonominin büyüme oranıyla birlikte enflasyon da kaçınılmaz olarak yükseliyor. Enflasyonu düşürmeye yönelik politikalar ise enflasyonla birlikte ekonominin büyüme oranını da aşağıya çekiyor.

 

Ancak enflasyonla büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki bulunduğu varsayımı ne kadar doğru, o belli değil. İktisat literatüründe bu konuda yapılmış sayısız çalışma var. Ancak bu çalışmalar sonucunda kesin bir görüş birliğine varılabilmiş değil.

 

Esasında yüksek enflasyonun uzun dönemde büyümeyi olumsuz etkilediği genel kabul görüyor. Ancak, kısa dönemdeki ilişkinin yönü konusunda görüş birliği yok. Ayrıca, enflasyonun hangi düzeyden itibaren büyümeyi olumsuz etkilemeye başladığı konusunda da tartışmalar sürüyor.

 

İki çalışmanın mesajı

 

Dünya Bankası uzmanları Michael Bruno ve William Easterly, 1995 yılında yaptıkları "Inflation Crises and Long-Run Growth" (Enflasyon Krizleri ve Uzun Dönemde Büyüme) adlı çalışmada, yıllık enflasyonun yüzde 5'i aşmasının bile büyümeyi yavaşlattığı sonucuna varmışlardı. 127 ülkenin 1960-1992 dönemi verileriyle yapılan bu çalışma, enflasyon yüzde 30'u aştığında ise ekonomide küçülmenin başladığı sonucunu veriyordu.

 

IMF uzmanları Mohsin S. Khan ve Abdelhak S. Senhadji'nin, 2000 yılında, 140 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin 1960-1998 dönemi verilerini kullanarak yaptıkları "Threshold Effects in the Relationspip Between Inflation and Growth" (Enflasyon ve Büyüme İlişkisinde Eşik Etkileri) adlı çalışma da enflasyonun belli bir düzeyi aştıktan sonra büyümeyi olumsuz etkilemeye başladığını gösteriyor. Khan ve Senhadji, bu çalışmada, enflasyonun gelişmiş ülkelerde yüzde 1-3, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 7-13 eşiğini geçtikten sonra büyümeyi olumsuz etkilemeye başladığını ortaya koyuyor.

 

Türkiye istisna mı?

 

Türkiye ekonomisi, birkaç yıl öncesine kadar, bu çalışmaların bulgularına bir istisna oluşturuyor gibiydi. Çünkü, 1970'lerden bu yana yüksek enflasyon yaşandığı halde, ekonomide hızlı büyüme oranları da pek eksik olmuyordu.

 

Sadece son 15 yıla göz attığımızda bile yüksek enflasyonla hızlı büyümeyi bir arada yaşadığımız dönemleri görüyoruz.

 

Yıllık ortalama TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) enflasyonunun yüzde 38.9 olduğu 1987 yılında GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) büyüme oranı yüzde 9.8'i bulmuştu. Enflasyonun yüzde 60.3 olduğu 1990 yılında yüzde 9.4 büyümüştük. Enflasyonun yüzde 65'in üzerinde seyrettiği 1992-93 döneminde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 7.2 olmuştu. Yüzde 80'nin üzerinde enflasyonla yaşadığımız 1995-97 dönemindeki yıllık ortalama büyüme oranı ise yüzde 7.8'i bulmuştu. 2000 yılında ise enflasyon düşüşe geçmekle beraber yüzde 54.9 olurken büyüme oranı yüzde 6.3 olarak gerçekleşmişti.

 

Uzun dönemde durum

 

Ancak, enflasyon ve büyüme oranlarını uzun dönemli olarak incelediğimizde Türkiye'nin de yukarıda belirttiğimiz çalışmaların sonuçlarına bir istisna oluşturmadığı anlaşılıyor. 1951-2000 dönemine ait veriler, beşer yıllık dönemler itibariyle incelendiğinde, enflasyon yükseldikçe büyüme hızının yavaşladığı ortaya çıkıyor.

 

1951-1955 döneminde yıllık ortalama enflasyon yüzde 6.1 iken büyüme oranı yüzde 8 olmuştu. 1954'te başlayan kriz süreci ve 1958 devalüasyonunun etkisiyle 1956-1960 döneminde yıllık ortalama enflasyon yüzde 13.3'e çıkarken büyüme oranı yüzde 4.6'ya geriledi.

 

Enflasyonun yüzde 10'un altında olduğu 1960'lı yıllarda büyüme oranı yüzde 5'in üzerindeydi.

 

Enflasyonun çift haneli hale geldiği ve ortalama yüzde 16.9 olduğu 1971-1975 döneminde Türkiye yüzde 6'nın üzerinde büyümeyi sürdürdü. Ancak, 1976-1980 döneminde enflasyon yüzde 50'ye yakın bir düzeye sıçrarken büyüme oranı yüzde 2'nin altına düştü.

 

1980'den sonra ne oldu?

 

24 Ocak 1980 sonrasında ve askeri yönetim döneminde uygulanan istikrar programı, 1981-1985 döneminde yıllık ortalama enflasyon oranının yüzde 30'lara düşmesini sağladı.

 

Enflasyondaki bu düşüşle birlikte yıllık ortalama büyüme oranı yükseldi ve yüzde 5'e yaklaştı.

 

1986-1990 döneminde ise enflasyon yüzde 50'nin üzerine çıktı. Ancak, enflasyondaki bu yükselişe rağmen büyüme oranı da yükseldi ve yüzde 6'ya yakın bir düzeyde gerçekleşti.

 

Fakat bu mucize 1990'lı yıllarda devam etmedi. 1991-1995 döneminde yıllık ortalama enflasyon yüzde 78.8'e çıkarken büyüme oranı yüzde 3.2'ye geriledi. 1996-2000 döneminde ise yıllık ortalama enflasyon yüzde 73.6, yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 3.8 düzeyinde gerçekleşti.

 

Etki mekanizmasına dikkat

 

Enflasyonun büyümeyi olumsuz etkilemesi daha çok yatırımları azaltması yoluyla ortaya çıkıyor. Yüksek ve dalgalı enflasyon, yatırımların azalmasına neden olan bir ortam yaratıyor.

 

Öncelikle yüksek ve dalgalı enflasyon geleceğe yönelik belirsizlikleri artırıyor. İşletmeler, yapacakları yatırım sonucunda elde edecekleri reel gelirin bugünkü değerini sağlıklı bir şekilde tespit edemiyor. Bu nedenle de yatırım yapmak konusunda daha çekingen davranıyor.

 

Yüksek ve dalgalı enflasyonun yatırımları olumsuz etkilediği bir kanalı da göreli fiyat değişikliklerini tespit etmeyi zorlaştırması oluşturuyor. Serbest piyasa ekonomilerinde girişimciler hangi alanlarda yatırım yapacaklarına karar verirken fiyatlardaki değişimleri takip ediyor. Fiyat istikrarının olduğu ekonomilerde, bir ürünün fiyatındaki artış o ürüne olan talebin arttığına işaret ediyor. Ancak, yüksek enflasyonun yaşandığı ekonomilerde bir ürünün fiyatındaki artış talep yükselmesinden değil de genel fiyat seviyesine yetişme çabasından kaynaklanabiliyor.

 

Tüketime de zararlı 

 

Enflasyonun göreli fiyat değişimlerini izlemeyi zorlaştırması yalnızca yatırımların azalması sonucunu vermekle kalmıyor. Bu durum aynı zamanda yapılan yatırımların yanlış alanlara yönlendirilmesi riskini de artırıyor. Girişimciler fiyat değişimlerini yanlış yorumlayıp üretim kapasitesinin zaten fazla olduğu alanlara yatırım yapabiliyor. Bu durum atıl kapasiteye yol açıp ekonominin verimlilik seviyesini düşürüyor.

 

Yüksek enflasyonun yaşandığı ülkelerde genelde finansal hizmetlerin getirileri diğer sektörlere göre daha yüksek oluyor. Bu durum yatırımların reel sektörden finans sektörüne yönlendirilmesine yol açıyor ve uzun vadede büyümeyi olumsuz etkiliyor.

 

Enflasyon yatırımların yanında tüketimi olumsuz etkileyerek de büyümeye zarar verebiliyor. Enflasyonun yüksek ve dalgalı olduğu ortamlarda gelecekte elde edeceği reel geliri tam olarak öngöremeyen tüketici, otomobil ve dayanıklı tüketim eşyası gibi büyük para gerektiren tüketim kararlarını erteleme yoluna gidebiliyor.

 

Gelir dağılımına etkisi

 

Enflasyonun büyüme üzerindeki bir olumsuz etkisi de gelir dağılımını bozmasıyla ortaya çıkıyor. Yüksek enflasyon reel ücretlerin erimesine neden oluyor. Çünkü, nominal ücretlerin enflasyona uyarlanması belli bir zaman alıyor. Hatta son 2 yılda yaşadığımız gibi, nominal ücretlerdeki artış uzun süre enflasyonun altında kalabiliyor. Bu durum çalışan kesimin milli gelirden aldığı payın azalmasına neden oluyor. Gelir düzeyleri düşen bu kesim tüketimini kısınca da ekonomi ister istemez hız kesmek durumunda kalıyor.

 

Türkiye’de, yukarıda özetlediğimiz enflasyonun büyümeye zarar verme mekanizmalarının hepsi gözleniyor. Yatırımlar, kalkınma için ihtiyaç duyduğumuz düzeyin çok altında kalıyor. Zaten kıt olan kaynaklarımız reel ekonomideki yatırımlara değil, finans ve gayrimenkul gibi verimsiz alanlara yönlendiriliyor. Enflasyonda volatilitenin arttığı dönemlerde, yatırımlar yanında tüketim kararları da erteleniyor. Türkiye’de gelir dağılımının da giderek bozulduğu dikkati çekiyor.

 

Enflasyonun maliyeti

 

Enflasyonun uzun dönemde Türkiye’ye ne kadar maliyet çıkardığını kabataslak hesaplamak mümkün.

 

Türkiye ekonomisi, enflasyonun sürekli yüzde 10’un üzerinde olduğu 1971-2001 döneminde ortalama yüzde 3.8’lik bir büyüme oranı tutturdu. Bu büyüme oranıyla ekonomi 31 yılda toplam olarak yüzde 218 oranında büyüyebildi. Aynı dönemde nüfusumuz yüzde 94 arttığı için kişi başına milli gelirdeki reel artış yüzde 64 olarak gerçekleşti.

 

Oysa 4 yıl hariç enflasyonun yüzde 10’un altında olduğu 1951-1970 dönemindeki yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 6 düzeyindeydi. Bu büyüme oranı korunabilseydi, 1971-2001 dönemindeki toplam büyüme yüzde 509’u bulacaktı. Kişi başına milli gelirdeki reel artış ise yüzde 214 olacaktı.

 

Bu durumda 2001 yılında toplam milli gelirimiz 151 milyar dolar değil, 290 milyar dolar olacaktı. Kişi başına milli gelirimiz de 2.200 dolarda kalmayacak, 4.220 doları bulacaktı. Böylece dünya refah liginde daha üst sıralarda yer bulabilecektik.  

 

Enflasyonu yenmek şart

 

Yaptığımız inceleme, Türkiye ekonomisinin hızlı ve istikrarlı bir büyüme dönemine girebilmesi için enflasyonun tek haneli düzeylere indirilmesinin ve orada tutulmasının şart olduğunu gösteriyor.

 

Enflasyon yüksek düzeyini sürdürdüğü takdirde halen yüzde 3’lerde olan yıllık ortalama büyüme hızımızın daha da gerilemesi mümkün görünüyor. Bu ise kalkınma yarışında iyice geride kalmamız anlamına geliyor. Türkiye’nin son 30 yılda kaybettiği zamanı telafi edip makul bir sürede gelişmiş ülkeler seviyesine yükselebilmesi için yılda yüzde 7-8’lik büyüme oranlarını tutturması gerekiyor.

 

Ancak, enflasyonu düşürmek uğruna ekonominin birkaç yılı daha küçülmeye geçirmesine razı olmak da pek doğru değil. Çünkü, böyle bir gelişmenin toplumsal huzursuzluklara yol açması ve ekonominin üretim kapasitesini iyice tahrip etmesi tehlikesi bulunuyor.

 

Enflasyonla savaşta, 2000 yılında uygulanana benzer ılımlı bir stratejinin benimsenmesi daha iyi olacak gibi görünüyor. Ekonominin büyüme hızını makul bir düzeyin altına düşürmeden, enflasyonu 3-4 yılda yavaş yavaş aşağıya çekecek bir istikrar programı herkes açısından en iyi yöntemi oluşturuyor.

 

Toplumda mevcut umutsuzluk havasının kırılması, ekonomide geleceğe yönelik bir güvenin oluşturulması, kurlarda aşırı dalgalanmaya izin verilmemesi halinde bunu başarmak imkansız gibi görünmüyor.

   

<b>İHRACATTA PSİKOLOJİK SINIRI AŞTIK

 

Türkiye’nin ihracatı son 4 yıldır 26-28 milyar dolar arasına sıkışmış, 30 milyar dolarlık düzey psikolojik bir sınır haline gelmişti. Yaşanan devalüasyonun ve iç pazarın daralmasının etkisiyle, 2001 yılında bu psikolojik sınırı nihayet aştık.

 

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, geçen yıl ihracatımız 31.2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Böylece ihracat önceki yıla göre yüzde 12.3 oranında artış gösterdi.

 

<b>Beklediğimiz gibi

 

2001 yılı ihracatı, Capital uzmanlarının devalüasyondan sonra yaptıkları değerlendirmelere uygun olarak gerçekleşti. Şubat ayında kurların serbest bırakılmasından sonra, ekonomik kamuoyunda ihracatta yüzde 25 dolayında bir artış olabileceği beklentisi doğmuştu. Biz ise Mayıs 2001 tarihli Capital’in “Konjonktür” sayfalarında yer alan değerlendirmemizde, daha önce ulaşılması zor olan hükümetin 31 milyar dolarlık ihracat hedefinin şimdi ulaşılabilir hale geldiğini yazmıştık. Nitekim gerçekleşme de bu şekilde oldu.

 

2001 yılında ihracatımızı daha çok geleneksel pazarlara yüklenerek artırdık. Devalüasyon sayesinde ihraç ürünlerimizin dolar cinsi fiyatının ucuzlaması, Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığımız ihracatın 1 milyar 568 milyon dolar artmasını sağladı. AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerine olan ihracatımız 372 milyon dolar arttı. Ortadoğu ülkelerine olan ihracatımız ise 984 milyon dolar artış gösterdi.

 

<b>İthalatta tarihi düşüş

 

2001 yılında ithalat ise 40.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. İthalat önceki yıla göre yüzde 25.7 oranında geriledi. Böylece ithalatta 1940 yılından bu yana görülen en şiddetli daralma gerçekleşmiş oldu.

 

İthalatın böyle tarihi bir düşüş göstermesinin en büyük nedeni ekonominin da tarihi bir küçülme yaşaması oldu tabii. Türkiye ekonomisi geçen yıl 1945 yılından bu yana görülen en derin küçülmeyi yaşadı. Bu durum ithalatımız içinde yüzde 90 dolayında paya sahip olan hammadde ve ara mallarının dış alımını azalttı. Yüzde 10 dolayında payı olan tüketim mallarının ithalatı da hem devalüasyon yüzünden TL cinsinden fiyatlarının pahalanması hem de tüketicinin alım gücünün düşmesi nedeniyle geriledi.

 

İhracat artarken ithalatın gerilemesi, dış ticaret açığında düzelme sağladı. 2000 yılında 26.7 milyar doları bulan dış ticaret açığı, geçen yıl 9.3 milyar dolara indi. 2000 yılında yüzde 51’e kadar inen ihracatın ithalatı karşılama oranı ise geçen yıl yüzde 77’ye yükseldi.

 

Cari denge fazla verdi

 

Dış ticaretteki gelişmeler geçen yıl cari işlemler dengesinin de düzelmesine imkan verdi. Ülkenin tüm döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki farkı gösteren cari işlemler dengesi, 2000 yılında 9.8 milyar dolarlık rekor bir açık vermişti. Geçen yıl ise cari işlemler dengesi tam tersi yönde bir rekor kırdı ve 3.3 milyar dolar fazla verdi.

 

Esasında 2001 yılında toplam döviz gelirlerimiz azaldı. İhracat ve turizm dışındaki döviz gelirlerinin düşüş göstermesi, 2001 yılında toplam döviz gelirlerimizin yüzde 3.7 azalışla 57 milyar dolar olarak gerçekleşmesine neden oldu. Ancak ithalattaki büyük düşüş nedeniyle döviz giderleri de yüzde 22.2 azalışla 53.7 milyar dolara indi. Böylece gelirlerdeki azalışa rağmen cari işlemler dengesi fazla verdi.

 

İhracatta son durum

 

Hükümet, dünya ekonomisindeki durgunluk nedeniyle 2002 yılı ihracat hedeflerini mütevazı düzeyde belirledi. 2002 yılı ihracat hedefi 32 milyar dolar düzeyinde. Ekonomideki sınırlı canlanma beklentisi nedeniyle ithalat hedefi ise 45.5 milyar dolar olarak belirlenmiş durumda.

 

2002 yılına yönelik olarak elimizde henüz sadece Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) ihracat verileri var. TİM verileri ocak ayında ihracatın yüzde 4.6 arttığını göstermişti. Yine aynı kuruluşun verilerine göre şubat ayında ise ihracatta yüzde 6.9 oranında azalma yaşandı.

 

2002 yılı dış ticareti için sağlıklı değerlendirmeler yapmak, ilk 3-4 ayın verilerini gördükten sonra mümkün olacak.

 

ENFLASYONDA DÜŞÜŞ ZAMANI

 

Ocak ayı enflasyonu tahminlerin biraz üzerinde çıkınca, yıl sonu enflasyon hedefleri konusunda hemen kuşkular oluşmuştu. Bu durum bazı kişilerin daha ilk aydan “Artık hedefler tutmaz” demesine neden olmuştu.

 

Sürekli okuyucularımız hatırlayacaktır, biz ise geçen ay bu sayfalarda ocak ayı enflasyonunun mevsim normallerinin altında olduğunu yazmıştık. Ayrıca, ocak ayı TEFE (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) enflasyonunun hükümetin yıl sonu hedefleriyle uyumlu olduğunu da belirtmiştik. Bu nedenle daha ilk aydan pes etmenin yanlış olduğuna işaret etmiştik.

 

Nitekim şubat ayında enflasyon beklenenin çok altında gerçekleşti ve karşımıza bambaşka bir tablo çıktı. Şubat ayı için en iyimser enflasyon tahminleri bile yüzde 3 dolayındayken, gerçekleşme TÜFE’de (Tüketici Fiyatları Endeksi) yüzde 1.8, TEFE’de yüzde 2.6 oldu. İlginç bir tesadüf, bu oranlar geçen yılın şubat ayında gerçekleşen oranların aynısı.

 

Doğrusu şubat ayı enflasyonu bizi de yanılttı. Biz yıllık enflasyondaki yükselişin şubat ayında da devam edeceğini, mart ayından itibaren ise düşüşün başlayacağını tahmin ediyorduk. Ancak, şubat ayı enflasyonu geçen yılın şubat ayındakiyle aynı çıkmasına rağmen, yuvarlamalar nedeniyle yıllık enflasyonda cüzi bir gerileme yaşandı. Böylece enflasyondaki düşüş bizim beklediğimizden bir ay önce başlamış oldu.

 

Yine de enflasyonda esas düşüş mart ayında başlayacak. Tabloda gördüğünüz gibi, geçen yıl mart, nisan ve mayıs aylarında, devalüasyon nedeniyle enflasyon oranları olağanüstü yüksek çıkmıştı. Bu yılın aynı aylarında daha düşük oranlar devreye girince, yıllık enflasyonda 20-30 puanlık düşüş yaşanabilecek.  

 

SANAYİDE TOPARLANMA ZAYIF

 

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, sanayi üretimi ocak ayında yüzde 3.1 oranında geriledi. Geçen yılın son 9 ayında sanayi üretiminin yüzde 9’un üzerinde düşüş gösterdiği dikkate alınınca, bunu bir toparlanma belirtisi olarak yorumlamak mümkün.

 

Ancak, ocak ayında yaşanan bu toparlanma beklendiği kadar güçlü değil. Sanayiinin geçen yılın sonbahar aylarında yakaladığı performans, toparlanmanın aralık ayında başlayacağını düşündürüyordu. Ocak ayından itibaren ise üretimde bir yükseliş yaşanabileceği izlenimi ediniliyordu.

 

Ancak aralık ayından itibaren sanayiinin performansı kriz günlerindekine yakın bir düzeye geriledi. Hal böyle olunca aralık ayında beklenen toparlanma gerçekleşmedi. Ocak ayında da üretimin yükselişe geçmesi mümkün olmadı.

 

Sanayi üretim endeksinin ocak ayındaki düzeyi, geçen yılın şubat ayındakiyle hemen hemen aynı. Sanayi mevcut performansını korursa, üretimde şubat ayında yaşanan değişim sıfır dolayında olacak. Sanayiinin performansının biraz olsun yükselmesi ise şubat ayında üretimin artmasını sağlayabilecek.

 

Ancak, şubat ayında imalat sanayi kapasite kullanım oranı ocak ayına göre geriledi. Ocak ayında yüzde 74.1 olan kapasite kullanım oranı, şubat ayında yüzde 72.3’e indi. Bu durum sanayi üretiminin şubat ayında da yükselişe geçememiş olabileceği sinyalini veriyor.

 

ENFLASYONDA VE BÜYÜME TAHMİNLERİ DÜŞÜYOR

 

Merkez Bankası, 2001 yılı ağustos ayından bu yana “Beklenti Anketi” adıyla bir anket düzenliyor. Ayda iki kez düzenlenen bu anketle mali ve reel sektörde yönetici ve uzman konumunda bulunan kişilerin başlıca ekonomik göstergeler konusundaki tahminleri derleniyor.

 

Merkez Bankası, bu anketin ilk sonuçlarını geçen ay içinde açıkladı. Bu sonuçlara göz atıldığında, ekonomik kamuoyunun enflasyon beklentisinin gittikçe düştüğü görülüyor. Ocak ayında düzenlenen ilk ankette, yıl sonu enflasyonu için yapılan tahminlerin ortalaması yüzde 48.3 çıkmıştı. Mart ayında yapılan son ankette ise yıl sonu enflasyon tahminlerinin ortalaması yüzde 43.5 olarak hesaplandı. Özellikle şubat ayı enflasyonunun beklenenden düşük çıkmasının enflasyon beklentilerini düşürdüğü dikkati çekiyor.

 

Ancak, enflasyon beklentileriyle birlikte büyüme beklentileri de aşağı çekiliyor. Ocak ayında yapılan ilk ankette, 2002 yılı GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) büyüme oranı tahminlerinin ortalaması yüzde 2.7’ydi. Son ankette ise büyüme oranı beklentisi yüzde 2.2 olarak çıktı.

 

Dolar kuru tahminlerinde de sürekli bir düşüş var. Yıl sonu dolar kuru beklentisi, yıl başında yapılan ankette 2 milyon liranın üzerindeydi. Son ankette ise bu değer 1 milyon 900 bin liranın altına indi.

 

İç borçlanma faizi tahminlerinde fazla bir değişiklik göze çarpmıyor.

 

Cari denge konusunda ise büyük bir belirsizlik yaşanıyor. Mart ayında yapılan son ankette cari işlemler dengesi için yapılan tahminlerin ortalaması -4 milyar dolar ile +7 milyar dolar arasında değişiyor. Aradaki uçurum nedeniyle, bu tahminler konusunda sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün olmuyor.

 

TURİZMDE 11 EYLÜL’E RAĞMEN REKOR KIRDIK

 

Turizm, Türkiye’nin her yıl rekor kırmaya alıştığı bir alan. Genelde ülkemize gelen turist sayısı her yıl önceki yıldan yüksek oluyor. Buna paralel olarak, turizm gelirlerimiz de sürekli yükselen bir trend çiziyor. Son 12 yılın verilerine bakıldığında, turist sayısı ile turizm gelirlerinde düşüş yaşanmasının istisnai durumlar olduğu görülüyor.

 

Türkiye 2001 yılını da bu genel trende uygun olarak turizmde rekorla kapattı. Geçen yıl ülkemize gelen turist sayısı, önceki yıla göre yüzde 11.4 oranında artış göstererek 11 milyon 620 bine ulaştı. Turizm gelirlerimiz ise önceki yıla göre yüzde 5.9 oranında arttı ve 8 milyar 90 milyon dolar olarak gerçekleşti.

 

Esasında 2001 yılında turizmdeki rekorlarımızı daha da geliştirmemiz mümkündü. Ancak 11 Eylül’de ABD’ye karşı düzenlenen büyük terör saldırısı sonrasında dünya turizm hareketlerinde görülen yavaşlama buna engel oldu. Bu gelişme olmasa geçen yıl turist sayısı 12 milyonu aşabilecek, turizm gelirimiz ise 8.5 milyar dolara yaklaşabilecekti.

 

Son durum

 

Turizmde 2002 yılına iyi başlayamadık. Turist sayısında ekim ayında başlayan gerileme ocak ayında da sürdü.

 

Ancak, şubat ayı verileri, turizmde bir toparlanmanın başladığını düşündürüyor. Çünkü Turizm Bakanlığı’nın verileri, şubat ayında turist sayısının geçen yılın aynı ayına göre yüzde 5 oranında arttığını gösteriyor.

 

YABANCI SERMAYEDE FİİLİ GİRİŞ İZİNLERİ AŞTI

 

Türkiye’de fiili yabancı sermaye girişi genelde verilen yabancı sermaye izinlerinin yarısı dolayında olur. 1990’lı yıllarda fiili yabancı sermaye girişi, verilen izinlerin en fazla yüzde 58’i dolayına kadar çıkabilmişti.

 

Ancak, 2001 yılı bu açıdan çok istisnai bir yıl oldu. Geçen yıl Türkiye’ye yatırım için gelen yabancı sermaye tutarı, verilen izinleri aştı.

 

Hazine Müsteşarlığı, 2001’de 2 milyar 739 milyon dolarlık yabancı sermayeye Türkiye’de yatırım yapması için izin verdi. Merkez Bankası’nın verilerine göre, geçen yıl yatırım için fiilen giriş yapan yabancı sermaye tutarı ise 3 milyar 288 milyon dolar oldu. Böylece fiili yabancı sermaye girişinin izinlere oranı yüzde 120 olarak gerçekleşti.

 

Geçen yıl yabancı sermaye izinleri önceki yıla göre yüzde 10.5 oranında geriledi. Buna karşılık fiili yabancı sermaye girişinde yüzde 92.6 oranında artış yaşandı.

 

Ekonomide yaşanan krize rağmen fiili yabancı sermaye girişinde gerçekleşen bu olağanüstü artışın başlıca nedeni, İş-Tim’in İtalyan ortağının üçüncü GSM lisans bedeli için Hazine’ye yaptığı ödeme oldu. Üçüncü GSM hattının faaliyete başlaması için yapılan altyapı yatırımları da yabancı sermaye girişinde rekor kırılmasına yardım etti.

 

Yabancıların geçen yıl yurtdışına çıkardıkları sermaye tutarı ise sadece 22 milyon dolar olarak gerçekleşti. Böylece yabancı sermayede 2001 yılı bilançosu, net 3 milyar 266 milyon dolar giriş şeklinde ortaya çıktı.

 

ABD EKONOMİSİ BEKLENENDEN ÖNCE CANLANACAK GİBİ

 

ABD ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payı yüzde 30’u buluyor. ABD, 1 trilyon doları aşan ithalatıyla birçok ülke için önemli bir pazar konumunda bulunuyor. Bu nedenle ABD ekonomisinin yavaşlaması dünya ekonomisi açısından her zaman için tehdit oluşturuyor.

 

İşte bu yüzden dünya ekonomisinde geçen yıl en büyük endişe konusu ABD ekonomisinde görülen yavaşlamaydı. ABD ekonomisi tam durgunluğa sürüklenmişken 11 Eylül saldırısı da bunun üzerine geldi. Bu saldırıdan sonra gerek ABD gerekse dünya ekonomisi konusundaki endişeler iyice arttı. Dünya ekonomisinin 2002 yılını durgun geçireceğini hemen herkes kabul etmeye başladı.

 

Ancak, ABD’den gelen son haberler, bu dev ekonominin sanıldığından daha kısa sürede kendini toparlamasının mümkün olduğu yönünde. Çünkü 2001’in son çeyreğinde ABD ekonomisi beklenenin üzerinde bir büyüme gösterdi. Dördüncü çeyrek için, bir önceki döneme göre mevsimsel düzeltilmiş ve yıllığa getirilmiş büyüme oranı tahminlerin üzerinde ve yüzde 1.4 düzeyinde gerçekleşti.

 

İkinci çeyrekteki yüzde 1.3’lük küçülmeden sonra gelen bu büyüme, ABD ekonomisinin geleceği açısından umut verdi. 2002 yılı için yapılan büyüme tahminleri yavaş yavaş yükseltilmeye başladı.

 

ABD ekonomisinin toparlanmaya başlaması dünya ekonomisi açısından da iyi haber tabii. Ekonomisindeki büyüme yeniden hızlanırsa ABD’nin yaptığı ithalat artacak. Bu durum dünya ticaret hacmine ve dolayısıyla dünya ekonomisinin büyümesine olumlu yansıyacak.

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz