Faiz Artırımında FED Ilımlı Olacak

Bir süredir dünya ekonomisinde hareketli günler yaşanıyor. Hareketin çeşitli nedenleri var. Ancak, en önemlisi FED’in faiz artırımına gideceğine yönelik beklentiler. Bütün piyasalarda ne zama...

1.06.2004 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Bir süredir dünya ekonomisinde hareketli günler yaşanıyor. Hareketin çeşitli nedenleri var. Ancak, en önemlisi FED’in faiz artırımına gideceğine yönelik beklentiler. Bütün piyasalarda ne zaman, hangi oranda hesabı yapılıyor. “Deflation” (Deflasyon) adlı yeni kitabıyla dikkatleri çeken BusinessWeek dergisi editörü Chris Farrell, fazla kaygı edilmemesi gerektiğini söylüyor. Dünyada temel trendin “deflasyon” olduğuna dikkat çekiyor ve FED’in faiz artırımı konusunda agresif olmayacağını belirtiyor. Farrell, “FED, 1994’deki hızlı faiz artırımından ders aldı. 1 yılda 8 kez faiz artırdı ve ekonomiyi krize sürükledi. Şimdi ılımlı politika izleyecek” diye konuşuyor.  
 
Bütün dünyada gözler ABD ekonomisinde. Bunun nedeni, yeni bir döneme girildiğine dair güçlü işaretlerin gelmesi. Her zaman olduğu gibi, ABD ekonomisindeki yeni gelişmelerin zincirleme olarak bütün ülkelerin kaderini de etkilemesi bekleniyor. ABD’de yeni dönemin ana unsurları yüksek büyüme, üretkenlikte ve enflasyonda artış olacak. Yılın ilk çeyreğinde başlayan tüketim artışı sürecek, fiyatlar yükselmeye devam edecek. Merkez Bankası’nın kısa bir süre sonra başlayacağı faiz operasyonları ise bütün bunlar üzerinde belirleyici olacak.  
 
Bugünlerde üzerinde en çok tartışılan başlık, fiyatlardaki seyir. Bunun nedeni, ekonomik durgunluk ve fiyat düşüşlerinin son dönemlere kadar ABD’nin en büyük sıkıntısı olması.  
ABD Merkez Bankası (FED) Başkanı Alan Greenspan’in deflasyon riskine dikkat çektiği “kara gün“ün üzerinden bir yıl geçti. Gerçekten de çekirdek enflasyonun yüzde 1,6 olarak gerçekleştiği mart ayına kadar ABD ekonomisi hayli düşük enflasyon oranlarıyla ilerledi. 2004’ün ilk aylarında ise tablo birden değişti. İlk çeyrek rakamları, TÜFE’de yıllık yüzde 5,1’e denk düşen bir oran ortaya koydu. Geçen yıl ise bu oran yüzde 1,9’du.  
 
Şimdi herkes fiyat artışlarını dikkatle izliyor. Otelcilik, havayolları gibi uzun süredir fiyatlarını artırmayan sektörlerde fiyat artışları başladı. Petrol fiyatlarının dünya çapında rekor seviyelere çıkması, her yerde olduğu gibi ABD’de de enflasyonu körüklüyor.  
 
FED’in atacağı adımlar ise merakla bekleniyor. Bankanın son 46 yılın en düşük düzeyine inen faiz oranlarını kısa süre sonra kademeli olarak yukarıya çekmeye başlamasına kesin gözüyle bakılıyor. Alan Greenspan yönetimindeki Fed’in bu adımın zamanlamasına dair kimi tereddütleri var. Muazzam bütçe ve dış ticaret açığının yanısıra ülkenin yeniden deflasyonist bir döneme girmesi, en büyük endişeler.  
 
ABD’de şimdi bu konuda her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Bazıları, faiz artırımı sonrasında deflasyonun ülkenin başına yeniden çöreklenebileceğini öne sürerken, özellikle Wall Street çevreleri ekonominin enflasyonist bir spiralin eşiğinde olduğu konusunda feryatlar koparıyor.  
 
Bu konudaki argümanları ve gelişmeleri en iyi takip eden yayınlardan birisi, BusinessWeek dergisi. BusinessWeek’in ekonomi editörlerinden Chris Farrell, enflasyon riskinin abartıldığını ve aslında buna Wall Street’tekiler dışında kimsenin inanmadığını öne sürüyor. Mayıs ayında piyasaya çıkan “Deflasyon; Fiyatlar Düştüğünde Neler Olur“ (Deflation; What Happens When Prices Fall) adlı bir kitap yazan Farrell, fiyatlar konusunda dünyadaki uzun vadeli trendin deflasyon yönünde olduğunu öne sürüyor.  
25 yılı aşkın süredir ekonomi ve finans basınında görev yapan Farrell, Stanford ve The London School of Economics mezunu. Chris Farrell ile ABD’de fiyatlar konusundaki son gelişmeler ve yeni kitabı üzerine konuştuk.  
 
Geçen ay Alan Greenspan, dezenflasyon trendinin sona erdiğini açıkladı. Bu görüş iktisatçılar ve diğer piyasa aktörleri tarafından paylaşılıyor mu?  
 
Ekonomistlerin çoğu, deflasyon ya da genel fiyat düzeyinde düşüş tehditinin geri çekildiğinde Greenspan ile hemfikir. Bunların çoğu TÜFE’deki artışa ve TEFE’de son dönemde gözlenen canlanmaya dikkat çekiyor. Ayrıca, ABD işgücü piyasasındaki olumlu gelişmeler sayesinde deflasyon korkusu giderek azalıyor.  
 
Öte yandan, bazı kesimler yüksek enflasyon riskine de dikkat çekiyor. Bu argümanın temeli var mı? Göstergeler bu riski doğruluyor mu?  
 
Enflasyon korkusu Wall Street’te yoğunlaşıyor. Aslında enflasyon belirtileri son derece açık. Petrol fiyatları muazzam düzeylerde. Benzin fiyatları yeni rekorlara doğru gidiyor. Disneyland’de bilet fiyatları yükseldi. Kereste, çelik, kahve ve diğer mallarda fiyatlar tavana vurdu. Procter&Gamble, Kimberly Clark ve Motorola gibi şirketlerin yönetimleri, yıllardır ilk kez bazı ürünlerde fiyat artışına gidiyor. TÜFE giderek yükseliyor.  
 
Wall Street ekonomistlerinin çoğu, güçlü ekonomik büyüme ve sağlıklı işgücü piyasasının, genel fiyat düzeyinin yükselmesine neden olduğuna inanıyor. Bütün bunlar üst üste konduğunda, “enflasyon hayaleti”nin geri geldiğine dair korku hikayeleri anlatmak çok kolay. Şu anki enflasyon korkusunun fazla dayanağı yok. Yaşananlar, hızla kaybolacak birtakım sıkıntı sinyallerinden ibaret. Taşımacılıkta yaygın olarak izlenen ve global emtia fiyatlarındaki trendlerin habercisi olan Baltık Taşımacılık Endeksi düşüşe geçti. Bakır ve diğer bazı emtialarda da durum aynı.  
 
Yüksek fiyatların bir başka temel nedeni de Çin ekonomisindeki ısınma. O da şimdi soğumaya başlıyor. Çin Merkez Bankası, spekülatif taşkınlığı ortadan kaldırmak için para politikasını sıkılaştırıyor.  
 
Şirketlerin fiyat artışları epeyce endişe yaratıyor. Ücretler de yeniden artmaya başladı. Bunlar enflasyona nasıl yansıyacak?  
 
Son 30 yıl içinde yaşanan fiyat patlamaları boyunca, Amerikan şirketleri ürün fiyatlarını ortalama yalnızca yüzde 13 yükseltebildiler. Gazete başlıkları, bu açıdan gerçeği yansıtmıyor.  
İşgücü maliyetleri de aslında kontrol altında. Şirketler büyük oranda taşeronlaştırmaya gidiyor. Hindistan, Çin ve Malezya gibi ülkelerdeki beyaz ve mavi yakalı ucuz, nitelikli işgücü sayesinde, ABD’deki nitelikli işgücüne ödenen ücretler baskı altında tutuluyor.  
Verimlilik, 1995’ten bu yana yılda ortalama yüzde 3 artıyor. Son 5 yıl içinde bu ortalama yılda yüzde 3,6 oldu. Bu, 1973 ile 1995 arasındaki performansın 2 katından fazla. Ücretler artsa bile, kar marjlarının korunması ve fiyatların istikrarlı bir seviyede tutulması için yeterli olanak var.  
 
Öte yandan, ekonominin ve işgücü piyasasının gücü çok da abartılmamalı. Cesareti kırılmış çalışanları yeniden işgücü havuzuna sokmak ve onların her birine istikrarlı bir maaş kazandırmak epeyce zaman alabilir. Bunun için istihdamın tempolu bir şekilde artması gerekir. Yüksek petrol ve benzin fiyatları da tüketicilerin cebinden epeyce bir parayı alarak ekonomik aktivite üzerinde aşağıya doğru basınç oluşturuyor.  
 
Belki de en önemlisi, hızlı ekonomik büyüme ve düşük işsizlik oranının doların değerini düşürmemesi. Şöyle düşünelim, daha fazla insanın istihdam edilmesi doların değerini nasıl düşürebilir? Kuşkusuz, düşürmez. Nobel Ödülü sahibi Milton Friedman, bir iktisatçı kuşağa enflasyonun her zaman ve her yerde para politikasıyla ilgili olduğunu öğretti. Para arzı, makul bir hızla, yüzde 4 ile 6 arasında bir oranda genişliyor.  
 
Geçen yıl birçok iktisatçı ABD’de “deflasyon sarmalı” riskinden bahsederken şimdi “enflasyon sarmalı” riskine işaret edenler var. Alan Greenspan’in “Önümüzde ciddi bir deflasyon riski var” açıklamasının üzerinden bir yıl bile geçmedi. Bu durumda bir tuhaflık yok mu? Sanki argümanlar biraz uçta ifade ediliyor.  
 
Enflasyon son yıllarda çok düşük seviyelerde seyretti. Bugünlerde gözlenen canlanmaya kadar ekonomide yaşanan durgunluk, deflasyonist bir döneme girileceği endişesini yarattı. Akıllardaki imaj Japonya’ydı. Japon borsası ve gayrimenkul balonu 1990’ların sonlarında çöktü. Ekonomi durgunluğa girdi ve son yıllarda genel fiyat düzeyi düştü. Bu nedenle ABD’de borsa balonunun patlamasının da deflasyonist bir durgunluğa neden olabileceği düşünüldü.  
 
Şimdi ise şirket karları artıyor, yatırımlarda toparlanma var ve şirketler çalışanlarına zam yapmaya başladı. Dolayısıyla bu kaygı azaldı. Yine de haklısınız. Enflasyon riski konusunda Wall Street çevreleri abartılı tepkiler veriyor.  
 
FED’in fiyatlar üzerindeki kontrolüne dair neler düşünülüyor?  
 
FED’in genel fiyat düzeyinde kalıcı bir artışa izin vermeyeceğine herkes inanıyor. İktisatçıların bir kısmı FED’in bir ay once sıkı para politikasına geçmesi gerektiğini söylerken bir kısmı da daha aylarca beklemesi gerektiğini öne sürüyor. Yine de herkes FED’in enflasyonla mücadelede ehliyetinin sağlam olduğunu düşünüyor.  
 
FED’in yakın gelecekte faiz oranlarını artırmaya başlaması bekleniyor. Zaten buna dair sinyaller de geldi. Bu, doğru bir adım olacak mı?  
 
FED temkinli hareket ediyor, çünkü ekonomik genişleme döneminde kredi maliyetleri artıyor. Piyasa zaten faiz oranlarını yükseltti. FED, bunu arkadan takip edecek. Bunun fiyatlar üzerindeki etkisine dair kaygı duymasına gerek yok. Merkez Bankası, temkinli hareket etmekte haklı.  
 
1994 yılında faiz oranlarının agresif bir şekilde yükselmesinden gerekli dersler çıkarıldı. O zaman, şimdi olduğu gibi tam da resesyon hatıralarda kalmaya başlamıştı. Fiyatlar hızla yükselmeye başladı. Çin ekonomisi büyük bir ivme kazanmıştı. ABD’de üretim sağlıklı bir şekilde artıyordu. İşsizlik düzeyi geriliyordu. Wall Street ekonomistleri ve yatırım danışmanları, bütün bunlar üstüste konduğunda, enflasyonun kaçınılmaz olduğunu düşündüler. FED de aynı şekilde düşündü. Bu nedenle Şubat 1994-Şubat 1995 arasında faiz oranlarını 8 kez artırdı. Peki ne oldu? Sıkı para politikası bono piyasasında kriz çıkmasına neden oldu. Ekonomi neredeyse krize sürüklendi. Birçok kişi işsiz kaldı, şirketler genişleme planlarını ertelediler. Enflasyon konusunda yanlış alarm verilmişti. Genel fiyat düzeyi kaçınılmaz olarak düştü.  
 
Dolayısıyla, FED, bono piyasasında yükselen faiz oranlarını kendi belirlediği faiz oranlarına yansıtmak zorunda bence. Fakat paniğe kapılmasına veya çok agresif davranmasına gerek yok. Zaten bütün göstergeler FED’in ılımlı ve yavaş bir politika izleyeceğine işaret ediyor.  
 
Yeni kitabınızda “deflasyon bir çöküş habercisi değil, yeni dönemin ana trendi” diyorsunuz. Bunu açıklar mısınız?  
 
Bugünkü ortamda, enflasyon korkuları, hatta enflasyonda ani çıkışlar her zaman olabilir. Fakat yüksek teknolojiyle entegre olmuş rekabetçi bir global ekonomide fiyatlar üzerindeki basınç hep aşağıya doğru olacak. ABD’de 19’uncu yüzyıldaki deneyimler, hızlı ekonomik büyüme ile deflasyonun elele gidebileceğini gösteriyor. Birçok mal ve hizmette fiyatların düşmesi yönündeki trend, ekonomik genişleme olgunlaştıkça ve işsizlik oranı tek haneye doğru yol aldıkça sürecek. Efsanevi CEO Jack Welch’in yıllar önce dediği gibi, “Enflasyon, ekonomiyi şekillendiren güç olarak yerini deflasyona bırakıyor.”  
 
Yani geçen yıl ABD ekonomisine damga vuran deflasyon sürpriz değildi diyorsunuz.  
 
Birçok kişi tarafından sürpriz olarak görüldü. Oysa yıllardır fiyatlar üzerinde basınç vardı. Deflasyonun gelmekte olduğuna dair birçok işaret görülebiliyordu. Merkez Bankası’nı, enflasyon konusunda uzman iki kişinin Paul Volcker ve Alan Greenspan’in yönetmesi; perakende devi Wal-Mart’ın ve onun düşük fiyat stratejisinin yükselişi; internetin ticari alanda yükselişi; 1990’ların sonlarında Japonya’da yaşanan deflasyon; Asya krizinden sonra dünya çapında yaşanan fiyat savaşları; Çin’in muazzam ve ezici bir güç kazanması bu işaretlerden bazılarıydı.  
 
Deflasyon trendinin arkasında neler var?  
 
Deflasyon konusundaki basınç üç temel değişimi yansıtıyor: Pazar ekonomisinin hem ABD hem de dünya genelinde daha çok benimsenmesi; bilgi teknolojilerinin yaygınlaşması; ve en önemlisi, gelecek yarım yüzyılda ekonomiyi yönlendirecek güç olan finansın zaferi. Bu temel güçlerin fiyatların düşmesine neden olması yeni bir şey değil. Şaşırtıcı olan, her birinin diğerini güçlü bir şekilde etkilemesi ve geçici olmaması.  
 
Söylediklerinizi biraz açar mısınız?  
 
İlk faktör, pazar ekonomisinin yaygınlaşması. Doğu Avrupa ve eski SSCB’de sosyalizmin çözülmesi, Çin ekonomisinin liberalleşmesi ve gelişmekte olan ülkelerde baskıcı hükümetlerin yerini piyasa dostu güçlere bırakması, küresel ticaret, uluslararası yatırımlar ve göçlerde muazzam artışlara neden oldu.  
 
Örneğin, 1980 yılında gelişmekte olan ülkelerin ancak dörtte birinde imalat sanayi vardı. 1990’ların sonlarında bu oran yüzde 80’e yükseldi. Pazar payı, kar ve iş kapmak için süren rekabet, yaratıcılığı ve verimliliği olumlu etkiledi ve fiyatları düşürdü. Böylelikle, Hindistan, Çin ve Malezya gibi gelişmekte olan ülkelerde düşük maliyetli ve nitelikli işgücü, eski kalifiye beyaz ve mavi yakalıların yerini aldı.  
 
İNTERNET VE YENİ TEKNOLOJİ ENFLASYONUN DÜŞMANI MI?  
 
Bilgi teknolojilerinin gelişimine dikkat çekiyorsunuz. Size gore, teknoloji ve internet, fiyatları düşürücü etki yapıyor. Neden böyle düşünüyorsunuz?  
 
1990’larda internet ticari olarak gelişti ve şirketler yüksek teknolojiden nasıl yararlanabileceklerini keşfettiler. Global ekonomideki fiyat rekabeti, şirketleri verimliliği artırmak üzere yüksek teknolojiye yatırım yapmaya yöneltti. Kişi başına üretim miktarındaki artış, fiyatların düşmesini ve kalitenin artmasını sağladı. Bu, fiyatlar üzerindeki aşağıya doğru basıncı da artırdı.  
 
Yüksek teknolojinin iyi tarafı, fiyatlar düştükçe, enflasyonun da düşmesine neden olması. Fiyat düşüşleri, teknoloji sektöründe bir yaşam biçimi. İnternet, temel olarak deflasyonist bir teknoloji.  
 
Bahsettiğim üçüncü faktör ise, yeni uluslararası para sistemi. Dünya çapında merkez bankaları ortak bir amacı paylaşıyor. Hepsi, temel işlerinin enflasyonu önlemek olduğu konusunda uzlaşıyor. Teknik ve zamanlama açısından fikir birliği içinde olmayabilirler fakat temel hedefleri aynı. Zaten başka şansları da yok. Global yatırımcılar enflasyondan nefret ediyor. Enflasyon, yatırımların değerinin düşmesine neden oluyor. Sermaye piyasaları, dünya çapında uydu bağlantılarıyla ve fiber optik iletişim ağlarıyla birbirine bağlı. Finans uzmanları, bir ülkede enflasyon işaretleri görüldüğü anda hemen o para birimini terk ediyor.  
 
“EKONOMİDE ÖNCELİKLER DEĞİŞTİ”  
 
ABD’de ekonomi yönetiminin öncelikleri nasıl sıralanabilir?  
 
Eski Öncelik Büyümeydi  
 
Şimdiye kadarki öncelik, istihdamın artmasını sağlamak için hızlı bir ekonomik büyüme sağlamaktı. Maliye ve para politikaları ekonomiyi destekledi. Doların değerinin düşük olması, imalat sanayinin işine yaradı. Şimdi, ekonomi yönetiminin önceliklerinde bir değişiklik var.  
 
Mali Politika Belirsiz  
 
Ekonominin kazandığı ivme sürdürülebilir gözüktüğü için Fed faiz oranlarını yükseltecek. En büyük soru işareti mali politikaya ilişkin. Aralarında ABD’nin başekonomisti Alan Greenspan’in de bulunduğu birçok iktisatçı, Bush yönetiminin vergi kesintilerinin neden olduğu büyük açıktan endişeli. Bu açık, ekonomik büyüme sayesinde devletin gelirlerinin artması ya da vergi toplama alanında etkin adımlar atmasıyla bile kapatılamayacak.  
 
Ticarette Serbestleşme Gündemde  
 
Şu anda en önemli politika, ticaretin serbestleştirilmesi ve sınırların kaldırılması yönünde atılan adımların sürdürülmesi. Bush yönetimi serbest ticareti destekleyen yönde hareket ediyor gibi gözükmesine rağmen bu konuda kararsız.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz