İhracat ve büyüme

Ekonomik kamuoyu reel dış ticarete ilişkin verileri de yakından takip etseydi, herhalde bu beklenti çok daha büyük olacaktı.

1.09.2012 00:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
İhracat ve büyüme
Yılın ilk çeyreğinde ekonomi, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 3,2 büyürken bu büyüme neredeyse tamamen ihracattan kaynaklanmıştı. Bu dönemde mal ve hizmet ihracatı yüzde 13,2 gibi pek rastlanmayan yüksek bir reel artış göstermiş, bu da büyümeye 3 puanlık katkı yapmıştı. İç talebin yerlerde süründüğü bir dönemde ihracatın ulaştığı bu performans ekonominin durgunluğa sürüklenmesinin önüne geçmişti. İkinci çeyrek döneme ilişkin veriler bu dönemde ihracattaki performansın daha da yüksek olduğunu gösteriyor.

Tabloyu görmek için görsele tıklayın.
Ekonomik kamuoyunun yakından izlediği nominal dış ticaret verileri, ilk çeyrekte yüzde 12,4 olan ihracattaki yıllık artış oranının ikinci çeyrekte yüzde 14,3’ü bulduğunu ifade ediyor. Her ne kadar bu performansın gerisinde İran’a yönelik altın ihracatının bulunduğu bilinse de ihracat artışının ikinci çeyrekte de yüksek olması buradan büyümeye yine ilk çeyrekteki gibi yüksek bir katkı geleceği beklentisini doğurmuş durumda. Ekonomik kamuoyu reel dış ticarete ilişkin verileri de yakından takip etseydi, herhalde bu beklenti çok daha büyük olacaktı.   Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) dış ticaret miktar endekslerine göre, ilk çeyrekte yüzde 14,4 olan ihracattaki reel artış ikinci çeyrekte yüzde 23,1 ’i buldu. Bu ise 2003=100 bazlı dış ticaret endekslerinin yayınlanmaya başlamasından bu yana görülen en yüksek artışı oluşturuyor.

CARİ ACIK İLK YARIYILDA 13,6 MİLYAR DOLAR AZALDI
Türkiye'nin cari işlemler dengesi yılın ilk yarısında önemli bir düzelme gösterdi. Geçen yılı 77,1 milyar dolar ile kapatan cari açık, 13,6 milyar dolarlık düşüşle, haziran ayı sonunda yıllık bazda 63,5 milyar dolara kadar indi. Cari açığın milli gelire oranı da 2011 sonunda yüzde 10'u bulmuşken, tahminlerimize göre, haziran ayı sonunda yüzde 8,2'ye geriledi. Cari işlemler dengesindeki bu düzelme, ihracat altın dış satımının etkisiyle de olsa yükselişini sürdürürken, ekonomideki yavaşlama nedeniyle ithalatın gerilemesi sayesinde mümkün oldu. Ödemeler dengesinde yer alan biçimiyle, yılın ilk yarısında yapılan ihracat 79 milyar doları buldu ve geçen yılın aynı dönemindeki seviyesini (68,9 milyar dolar) yüzde 14,7 aştı. Yine ödemeler dengesinde yer alan biçimiyle, ilk yarıyıldaki ithalat ise geçen yılın aynı dönemindeki düzeyinin yüzde 1,7 altında kaldı. Geçen yılın ilk yarısında 115,4 milyar dolar olan ithalat, bu yılın ilk yarısında 113,4 milyar dolara indi. Yılın ilk yarısında epey hızlı gerçekleşen cari işlemler dengesindeki düzelme ikinci yarıyılda yavaşlayacak. Çünkü cari açıktaki yükseliş geçen yılın ikinci yarısında hız kesmişti. Bu nedenle önümüzdeki aylarda cari açık geçen yılki düzeyinin çok altına inemeyebilir. Merkez Bankası'nın iç talepte ince ayar çabaları meyvesini verirse, yılın sonlarına doğru cari açığın yeniden yükselmeye başladığını da görebiliriz. Yılın ilk yarısında cari açığın finansman tarafında da düzelme gördük.~
Hatırlanırsa, geçen yıl temmuz ayından itibaren Türkiye'ye sermaye girişinin yavaşlaması yüzünden cari açığın bir kısmını rezervleri kullanarak finanse etmek zorunda kalmıştık. Bu nedenle geçen yılın temmuz ayı ile bu yılın ocak ayı arasında rezervlerde 14,2 milyar dolarlık bir erime olmuştu. Bu yıl şubat ayından itibaren sermaye girişinin yeniden başlamasıyla, eriyen rezervlerin 9 milyar doları beş ayda yerine konuldu. Fakat bu sermaye girişinin bir kısmı "sıcak para” olarak tabir edilen kısa vadeli sermaye girişlerinden oluşuyor. Cari açığın finansmanında sıcak paranın payı ocak ayında yüzde 26'ya kadar inmişti. Haziran ayında ise yüzde 41 'e kadar çıktı. Bu oran 2010'un sonlarında görülen yüzde 90 civarındaki seviyelerin altında olsa da dikkatle takip edilmesi gerekiyor.

ALTIN ETKİSİ
Bu arada Konjonktür'ün ana yazısında ekonomideki büyümeyi etkilemediğini söylediğimiz altın ihracatının yılın ilk yarısında cari dengeyi olumlu etkilediğini belirtelim. Yılın ilk yarısında 31,1 milyar dolar olan cari açık, net altın ihracatından (altın ihracatı-altın ithalatı) gelen 1,7 milyar dolar olmasa, 32,8 milyar doları bulacaktı. Fakat geçen yılın özellikle sonbahar aylarında da altın ithalatının yüksek olması cari dengeyi olumsuz etkilemişti. Mesela cari açığın geçen ekim ayındaki 78,6 milyar dolarlık zirve düzeyi, negatif bakiye veren yıllık net altın ihracatı çıkarıldığında, 73,4 milyar dolara iniyor. Altın dış ticareti olmasa, cari açığın milli gelire oranı da hiç yüzde 10'u bulmayacaktı. Geçen yılki altın ithalatı patlaması yüzünden, yıllık cari açıkta net altın ihracatının etkisi hala olumsuz. Haziran ayı sonunda 63,5 milyar dolar olan yıllık cari açık, hala negatif bakiye vermeye devam eden yıllık net altın ihracatı olmasa, 61,7 milyar dolar olacaktı.

İRAN'IN ALTINLARI

Ancak ekonomik kamuoyundaki ikinci çeyrekte ihracattan büyümeye büyük katkı geleceği beklentisi pek doğru değil. Daha doğrusu böyle bir etki ikinci çeyrek dönemin milli gelir verileri yayınlandığında istatistiklerde de görülecek ama gerçeği yansıtmayacak. Çünkü bu durum İran’a yönelik altın ihracatından kaynaklanacak. İran’a yapılan altın ihracatı, ikinci çeyrekte mal ve hizmet ihracatının büyümeye katkısının olduğundan yüksek hesaplanmasına yol açacak. Fakat bu altınlar sermaye stokundan çıkarılarak ihraç edildiği için, yatırım harcamalarının büyümeye katkısı da olduğundan düşük hesaplanacak. Bu iki etkinin birbirini götürmesi nedeniyle de büyümede bir değişiklik ortaya çıkmayacak. Milli gelir hesaplarında altın bir sermaye unsuru olarak kabul ediliyor. Şu sıralarda İran’a ihraç edilmekte olan külçe altın, bu nedenle, daha önce ithalat yoluyla geldiğinde sermaye stokuna eklenmişti. Şimdi de sermaye stokundan çıkarılıp ihraç ediliyor. Burada yurtiçindeki üretimle ilişkili bir durum olmadığından büyüme bundan etkilenmiyor. Ekonomi kamuoyundaki altın ihracatının büyümeyi geçici de olsa olumlu etkilediği kanısı, Prof. Dr. Fatih Özatay’ın temmuz ayında yayınlanan birkaç köşe yazısında yer alan ve kendisinden beklenmeyecek yanlış bir hesaba dayanıyor. Hatırlanırsa bundan geçen ay da bu sayfalarda bahsetmiştik. Burada tekrar ayrıntıya girmeyeceğiz. Ayrıntıları merak edenler geçen ayki yazımızdan veya internetteki blogumda (http://orhankaraca.blogspot. com) yayınlanan yazımdan faydalanabilir.

SANAYİDE ÜRETİM ARTISI İKİNCİ ÇEYREKTE DE DÜŞÜK
Geçen ay haziran ayı verilerinin de yayınlanmasıyla sanayi üretiminde ikinci çeyrek dönemin bilançosu ortaya çıkmış oldu. ikinci çeyrekte sanayi üretimi geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 3,4 yükseliş gösterdi. Sanayi üretimindeki yıllık artış ilk çeyrekte yüzde 2,8'di. Buna göre ikinci çeyrekte sanayi üretiminde çok az bir toparlanma yaşandı.~
Fakat ikinci çeyrekteki sanayi üretimi artışı da vasatın altında kaldı. Mayıs ayında sanayi üretimi beklenenin üzerinde ve yüzde 5,9 yükseliş göstermiş, bu da ciddi bir toparlanma umudu doğurmuştu. Ancak haziran ayında sanayi üretimindeki artış yeniden yavaşlayıp yüzde 2,7'ye düşünce bu umutlar boşa çıkmış oldu. Mayıs ayındaki nisbeten yüksek üretim artışı, muhtemelen, bu ayda iç talepte yaşanan kısmi canlanmayı gören sanayicinin önceki aylarda eriyen stoklarının bir kısmını yerine koyma çabasından kaynaklanmıştı. Anlaşılan iç talepteki bu kısmi canlanmanın devamı gelmeyince ve dış talep de giderek zayıflamaya başlayınca, haziranda sanayici yeniden frene bastı. İkinci çeyrekteki sanayi üretimi artışının ilk çeyrektekinden çok farklı olmaması, bu dönemde ekonominin genelinde yaşanan büyümenin de ilk çeyrektekine yakın çıkacağını düşündürüyor. Çünkü sanayi üretimindeki artış ile Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'daki (GSYİH) büyüme arasında güçlü bir korelasyon bulunuyor. Bizim hesaplarımız ikinci çeyrekte GSYİH'deki yıllık büyümenin yüzde 3,5 dolayında çıkacağını gösteriyor. ilk çeyrekte ekonomideki büyüme yüzde 3,2 olmuştu. Sanayi üretimindeki ve GSYiH'deki yıllık büyüme açısından ikinci çeyrekteki durum böyleyken, önceki çeyrek döneme göre mevsimsel düzeltilmiş büyüme açısından ise işler biraz değişik. Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜİK) hesaplarına göre, ilk çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretimi yüzde 1,3 azalmış, GSYİH ise yüzde 0,4 küçülmüştü. ikinci çeyrekte ise mevsimsel düzeltilmiş sanayi üretiminde yüzde 1,4'lük yükseliş yaşandı. Bu durum ikinci çeyrekte GSYİH'deki mevsimsel düzeltilmiş büyümenin de pozitife dönmüş olabileceğini gösteriyor. Bizim hesaplarımıza göre, ikinci çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş büyüme yüzde 1 dolayında çıkacak. Ekonomideki iki çeyrek üst üste küçülmeye resesyon deniyor. İkinci çeyrekte mevsimsel düzeltilmiş büyüme tahmin ettiğimiz gibi çıkarsa, ekonomi ilk çeyrekte geldiği resesyonun kıyısından dönmüş olacak.

İHRACATTA GERÇEK DURUM

Esasında İran’a yönelik altın ihracatı yılın ilk çeyreğinde de ihracatın büyümeye katkısının olduğundan yüksek ve yatırım harcamalarının büyümeye katkısının ise olduğundan düşük hesaplanmasına neden oldu. Fakat ilk çeyrekte altın hariç ihracatta da durum fena değildi ve altın ihracatının bu yanıltıcı etkisi düşüktü. İkinci çeyrekte ise altın ihracatındaki artış daha da yükselirken, altın hariç ihracatta performans iyice düştü. İlk çeyrekte yüzde 9,3 olan altın hariç ihracattaki yıllık artış ikinci çeyrekte yüzde 3,3’e kadar indi. Böylece altın ihracatının yanıltıcı etkisi iyice güçlendi. İkinci çeyrekte ihracattaki performansın gerçekte düşmüş olması, ekonomideki büyümeyi de gerçekte olumsuz etkiledi. Nitekim üretime ilişkin göstergelerde reel ihracattaki olağanüstü yüksek artışın ima ettiği ölçüde bir toparlanma yok. İlk çeyrekte yıllık bazda yüzde 2,8 yükselen sanayi üretimi, ikinci çeyrekte de buna yakın yani yüzde 3,4’lük artış gösterdi. İç talepte durumun ilk çeyrektekinden çok farklı görünmediği bir ortamda, reel ihracattaki artış gerçekten yüzde 14,4’ten yüzde 23,1’e tırmanmış olsa, sanayi üretiminde daha fazla toparlanma görmemiz gerekirdi. Sanayi üretimindeki artışın ilk çeyrektekine yakın olması, ikinci çeyrekte ekonomideki büyümenin de ilk çeyrektekine yakın çıkacağını düşündürüyor. İlk çeyrekte yüzde 3,2 olarak gerçekleşen ekonomideki büyümenin ikinci çeyrekte yüzde 3,5 dolayında çıkacağını tahmin ediyoruz.~


İŞSİZLİK YERİNDE SAYMAYI SÜRDÜRÜYOR

Türkiye istatistik Kurumu'nun (TÜIİK) mevsimsel verilerine göre, mayıs ayında işsizlik oranı yüzde 9 nisan ayında da bu seviyedeydi. Biraz daha geriye gidersek, işsizlik oranının ocak ayından beri bu civarda seyrettiğini görüyoruz. Mayıs ayı iş gücü piyasası verileri, nisan, mayıs ve haziran aylarında düzenlenen anketlerin ortalamasını yansıttığından, aynı zamanda ikinci çeyrek dönemin verilerini oluşturuyor. ikinci çeyrekteki işsizlik oranı ilk çeyrekteki düzeyinin sadece 0,1 puan altında kalıyor. ilk çeyrekte işsizlik oranı yüzde 9,1 'di. ilk çeyrekteki işsizlik oranı da geçen yılın son çeyreğine göre sadece 0,1 puanlık düşüş göstermişti. İşsizlik oranının son üç çeyrektir yerinde sayması, bu dönemde ekonominin de yerinde saymasından kaynaklanıyor. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) yılın ilk çeyreğinde mevsimsel düzeltilmiş olarak yüzde 0,4 küçülmüştü. Ekonomi ikinci çeyrekte yeniden pozitif büyümeye geçti gibi ama çok fazla bir toparlanma da yok. Ekonominin küçüldüğü ilk çeyrekte istihdamda hiç artış olmamıştı. ikinci çeyrekte ise ancak iş gücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar istihdam artışı oldu. Bu nedenle de sadece işsizlik oranı değil işsiz sayısı da yerinde saydı. Ekonomideki mevcut gidiş işsizlikteki yatay seyir eğiliminin yılın ikinci yarısında da süreceğini düşündürüyor. Avrupa'daki resesyon nedeniyle altın hariç ihracatta temponun düşmesi büyümeyi frenlerken, iç talepte bunu telafi edecek bir canlılık da henüz ortada görünmüyor. Fakat Merkez Bankası'nın para politikasında başlattığı gevşeme iç talepte canlılık yaratabilirse, yılın sonuna doğru durum değişebilir.

AVRUPA'NIN ETKİSİ

Altın hariç ihracatta ikinci çeyrekte performansın düşmesi, en önemli dış pazarımız olan Avrupa’da geçen yılın sonlarında başlayan resesyonun derinleşmesinden kaynaklandı. Avrupa Birliği (AB) ekonomisi geçen yılın son çeyreğinde önceki çeyrek döneme göre ve mevsimsel düzeltilmiş olarak yüzde 0,3 küçülmüş, bu yılın ilk çeyreğinde ise “sıfır” büyüme kaydetmişti. İkinci çeyrekte AB ekonomisi yönünü yeniden aşağıya döndü ve yüzde 0,2 küçüldü. Avrupa’da resesyon başladıktan sonra Türkiye bir müddet alternatif pazarlar sayesinde ihracatta durumu idare etti. Fakat Avrupa’da resesyon derinleşmeye başlayınca alternatif pazarlar da durumu kurtarmaz oldu. AB ülkelerine yapılan ihracatta ilk çeyrekte yüzde 1,6 düşüş vardı. İkinci çeyrekte bu düşüş yüzde 11,6’yı buldu. AB dışındaki ülkelere yapılan ihracatta bunu telafi edecek ek bir artış daha gerçekleşmeyince de altın hariç ihracatta performansın düşmesi kaçınılmaz oldu.~

MERKEZ, ENFLASYON TAHMİNİNİ YÜZDE 6,2'YE İNDİRDİ
Merkez Bankası, 2012'nin üçüncü Enflasyon Raporu'nu 26 Temmuz'da yayınladı. Dergimizin ağustos sayısının baskıya gitmesinden sonra yayınlanan bu raporda, Merkez Bankası, enflasyon tahminlerinde biraz indirim yaptı. Daha önce yüzde 6,5 (yüzde 5,3-7,7 aralığının orta noktası) düzeyinde olan yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 6,2'ye (yüzde 5,3-7,1 aralığının orta noktası) çekildi. Daha önce yüzde 5,2 (yüzde 3,4-7,0 aralığının orta noktası) olan 2013 yılı enflasyon tahmini de sınırlı bir düşüşle yüzde 5,1'e (yüzde 3,4-6,8 aralığının orta noktası) indirildi. Petrol fiyatlarında yaşanan düşüş ve gıda fiyatlarının olumlu seyri sayesinde enflasyonun mayıs ve haziran aylarında beklenenin altında kalması nedeniyle, Merkez Bankası'nın bu raporda enflasyon tahmininde indirim yapacağı neredeyse kesindi. Merkez Bankası yine de bu indirimde temkinli davrandı ve yıl sonu enflasyon tahminini çok da fazla aşağıya çekmedi. Enflasyon Raporu'nun tanıtıldığı basın toplantısında yapılan açıklamaya göre, esasında gıda fiyatlarının bahar aylarındaki seyri yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 5,85'e kadar çekmeye imkan veriyordu. Fakat Merkez Bankası uzmanları gıda fiyatlarının yılın ikinci yarısında düzeltme yapacağı öngörüsünde bulunarak, bahar aylarındaki düşüşün tamamını enflasyon tahminlerine yansıtmadı. Nitekim gıda fiyatlarında beklenen düzeltmenin başlamasıyla temmuz ayında enflasyon bir miktar yükseldi. Haziran ayında yüzde 8,87 düzeyinde bulunan yıllık enflasyon temmuz ayında yüzde 9.07'ye çıktı. Son iki ayda petrol fiyatlarının yeniden yükselmesi ve ABD'den gelen kuraklık haberlerinin küresel gıda fiyatları konusunda endişe yaratması da Merkez Bankası'nın enflasyon tahminlerinde temkinli davranmakta haklı olduğunu gösteriyor. Yine de olumlu "baz etkisi”nin devreye gireceği son üç ayda yaşanacak düşüşle enflasyonun yıl sonunda yüzde 6 civarına inmesi hala mümkün görünüyor. Tabii petrol ve gıda fiyatlarındaki yükseliş beklenmedik seviyelere çıkarsa bu hesaplar yeniden değişebilir.

KÜRESEL YAVAŞLAMA
İşin kötü tarafı Avrupa’daki resesyon hala devam ediyor gibi görünüyor. Yılbaşında yapılan tahminler bu resesyonun bahar aylarında sona ereceği yönündeydi ama gerçekleşme öyle olmadı. Bahar aylarında Yunanistan’daki seçimler işleri iyice karıştırınca Avrupa’nın resesyondan çıkış randevusu yaz aylarına atılmıştı. Fakat yaz aylarında da Avrupa ekonomisinden bu yönde bir sinyal almadık. Avrupa’da resesyonun hala devam ediyor olması yüzünden bizim ihracatımızda da işler kötü gitmeye devam ediyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) altın ihracatını kapsamayan ve öncü gösterge niteliğindeki verilerine göre, temmuz ayında ihracatta yüzde 6 düşüş yaşandı. Biz bu yazıyı yazarken bu veriler ağustos ayının ilk 20 gününde de ihracatta geçen yıla göre yüzde 5,2 düşüş olduğunu gösteriyordu. Avrupa’daki resesyon yavaş yavaş küresel ekonomiye de yavaşlama olarak yansımaya başlamış bulunuyor. Bu durum bir müddet sonra alternatif pazarlara yapılan ihracatta da sorun yaşamaya başlayabileceğimizi düşündürüyor. Kısacası, dış talepte yılın ikinci yarısında da işler pek iyi olmayacağa benziyor.~

ÇIKIŞ YOLU İÇ TALEP

Dış talepte durum kötüye gidince ekonomide büyümenin devam etmesi için tek çıkış yolu olarak iç talep kalıyor. Merkez Bankası da bunun farkında olduğundan birkaç aydır iç talebi canlandırmak için para politikası faizini düşürmeye başlamış bulunuyor. Yalnız bu düşüş resmi para politikası faizi olan 1 hafta vadeli repo borç verme faizinde değil, geçen kasımdan beri fiili para politikası faizi haline gelmiş bulunan fonlama faizinde yapılıyor.
Merkez Bankası’nın çeşitli kanallardan piyasaya verdiği fonların ağırlıklı ortalama faizi geçen mayıs ayında yüzde 9,75 düzeyindeydi. Bu oran haziran ayında yüzde 9,14’e, temmuz ayında yüzde 8,05’e indi. Ağustos ayının ilk 17 günündeki ortalaması ise yüzde 6,92’ydi. Merkez Bankası, yılın başlarında çift haneye kadar çıkan enflasyonun mayıs ayından itibaren düşüşe geçmesi ve Türkiye’ye sermaye girişinin yeniden başlamasıyla kurların sakinleşmesi sayesinde, iç talebi canlandırmak için para politikasını gevşetme imkanını buldu. Fakat petrol fiyatlarının yeniden yükselişe geçmesi ve ABD’deki kuraklığın bazı tarımsal ürünlerde fiyatları yükseltmeye başlaması nedeniyle enflasyonda riskler tam olarak ortadan kalkmış değil. Öte yandan iç talepte aşırı bir canlanmanın cari açığı nasıl patlattığını da 2010 ve 2011 yıllarındaki deneyimlerimizden biliyoruz. Bu nedenle Merkez Bankası para politikasını gevşetirken epey temkinli hareket ediyor. Para politikasında, iç talepte bir patlamaya yol açacak değil de hükümetin yüzde 4’lük hedefine ulaşmaya yetecek kadar canlanma yaratacak bir ince ayar tutturmaya çalışıyor. Bu ince ayar başarılı olursa, yılın ikinci yarısında ekonomideki büyümenin bir miktar yükseldiğini görebiliriz.


OLİMPİYATLARDA POTANSİYELİMİZİN YARISINDA KALDIK

Türkiye, 27 Temmuz-12 Ağustos tarihleri arasında Londra'da düzenlenen 2012 olimpiyatlarında beklediği kadar başarılı olamadı. Bu olimpiyatlara tarihimizin en yüksek sporcu sayısıyla katılmamımıza rağmen, sadece 5 madalya kazandık. Oysa 2008'de 8,2004'te ise 10 madalya almıştık. Londra'daki olimpiyatlar sürerken, İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi'nden Doç. Dr. Cem Saatçioğlu ile bir süre önce yaptığımız bir çalışma yayınlandı. "Ekonomi ve Spor: Ekonomik Gelişmenin Uluslararası Sportif Başarı Üzerindeki Etkisi” başlıklı çalışmamız, olimpiyatlarda alınan madalya sayısını nelerin belirlediğini ortaya koyuyor. Ülkelerin uluslararası alandaki sportif başarısını en çok etkileyen faktörler gelişmişlik seviyesi ile nüfus. Kalabalık bir nüfusa sahip olmak, daha çok yetenekli sporcuya sahip olma imkanı veriyor. Yetenekli sporcuların keşfi ve yeteneklerinin geliştirilmesi için gerekli altyapı yatırımlarına ise zengin ülkeler daha fazla kaynak ayırabiliyor. Olimpiyatlarda başarıyı önemli ölçüde etkileyen diğer faktörleri, ev sahibi olmak ve halen ya da geçmişte otoriter rejimlerle yönetilmek oluşturuyor. Ev sahibi olmak, seyirci desteği ve yerel koşullara uyum sağlama gibi avantajları nedeniyle, kazanılan madalya sayısında ekstra bir artış getiriyor.~
Siyasetin sportif başarıyla ilişkisi ise özellikle komünist ülkelerde hükümetlerin uluslararası sportif başarıyı uygulanan siyasi rejimin başarısı olarak göstermeye çalıştıkları ve bunun için de bu alana çok fazla kaynak ayırdıkları gözlemine dayanıyor. 1990'lı yıllarda komünist rejimlerin çoğu çökse de, komünist rejim sırasında oluşturulan sportif altyapı ve yaratılan spor kültürü bu ülkelerin hala başarılı olmasını sağlıyor. Çalışmada son dört olimpiyat üzerinden yaptığımız regresyon analizlerinde bu faktörlerin sportif başarı üzerindeki etkisini ampirik olarak da ortaya koyduk. Bu analizler olimpiyatlarda kazanılan madalya sayısını, kişi başına gelir düzeyindeki yüzde 1 'lik artışın yüzde 0,59-0.63 arasında, nüfustaki yüzde 1 'lik artışın da yüzde 0,430,53 arasında arttırdığını gösterdi. Ev sahibi olmanın ve eskiden veya halen komünist rejimle yönetilmiş bulunmanın da kazanılan madalya sayısını istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttırdığını tespit ettik. Londra 2012'deki madalya dağılımı bu çalışmanın sonuçlarına uyuyor. Londra'da madalya sıralamasının tepesinde dünyanın zengin ülkelerinden biri olan ABD, ikinci sırada ise en kalabalık ülkelerden biri olan Çin yer aldı. Ev sahibi Büyük Britanya, kazandığı madalya sayısını önceki olimpiyatlara göre önemli ölçüde artırdı. Macaristan, Kazakistan, Küba ve Kuzey Kore gibi geçmişte otoriter rejimlerle yönetilen veya hala yönetilmekte olan ülkeler de üst sıralarda yer buldu. Bu çalışmanın sonuçlarını Türkiye'nin Londra'daki başarı düzeyini tespit etmek amacıyla kullanmak da mümkün. Regresyon analizlerinde ortaya çıkan katsayıların ortalaması ile Türkiye'nin 2012 yılı tahmini kişi başına gelir düzeyi ve nüfus verilerini kullanarak hesap yaptığımızda, Londra'da 10 madalya alabileceğimiz ortaya çıkıyor. Oysa sadece 5 madalya kazandık. Yani potansiyelimizin yarısında kaldık. Regresyon analizlerinin örneklem içi tahmin sonuçlarına göre, Türkiye'nin kazandığı madalya sayısı 2004 ve 2008 olimpiyatlarında potansiyelinin az da olsa üzerindeydi. 1996'da ve özellikle 2000'de ise yine potansiyelimizin altında kalmıştık.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz