İhracata Dayalı Büyüme

2006 yılında mayıs ve haziran aylarında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma sonrasında iç talepte çok belirgin bir yavaşlama ortaya çıkmıştı. Biz o zaman iç talepteki bu yavaşlamanın yılın ikin...

1.05.2007 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

2006 yılında mayıs ve haziran aylarında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma sonrasında iç talepte çok belirgin bir yavaşlama ortaya çıkmıştı. Biz o zaman iç talepteki bu yavaşlamanın yılın ikinci yarısında ekonomiyi de yavaşlatacağı tahmininde bulunmuştuk. Esasında geçen aralık ayında yayınlanan üçüncü çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri bu tahminimizin gerçekleşmekte olduğunu göstermişti. Çünkü o veriler yılın ilk yarısında yüzde 7’nin üzerinde olan büyüme oranının üçüncü çeyrekte yüzde 3,4’e düştüğünü gösteriyordu. Fakat Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen ay yayınladığı dördüncü çeyreğe ve 2006 yılının tamamına ilişkin veriler daha değişik bir tablo gösterdi. Daha önce yayınlanan verilerin de revize edildiği bu son verilere göre, 2006’nın ikinci yarısında gerçekten bir miktar yavaşlama olmuş ama büyüme yine de yüzde 5 dolayında gerçekleşmişti.

Özel tüketim harcamalarındaki artışın yılın son çeyreğinde tamamen durmasına ve yatırımlardaki artışın da iyice yavaşlamasına rağmen ekonominin nasıl olup da böyle kayda değer bir büyüme hızı tutturduğunu araştırdığımızda karşımıza mal ve hizmet ihracatındaki artış çıkıyor. 2006’nın son çeyreğindeki yüzde 5,2’lik büyümenin çok büyük bir kısmı mal ve hizmet ihracatındaki artıştan kaynaklanıyor. Büyümeye bir miktar da yatırımlardaki artış katkıda bulunuyor. Özel ve kamu tüketimindeki artışın büyümeye katkısı ise neredeyse sıfır düzeyinde kalıyor.

İhracatın Gücü
Esasında yılın ikinci yarısında ihracatın yeni bir yükseliş ivmesine girdiğini biz de fark etmiştik. Ancak ihracatın henüz ekonomiyi tek başına sırtlayacak güçte olmadığı görüşünde olduğumuz için bunun hızlı büyümenin devam etmesini sağlayabileceğini düşünmemiştik. İç talepteki artışın durduğu bir ortamda ihracattaki yükselişin ekonomide ancak yüzde 2-3 dolayında bir büyümeye imkan verebileceğini sanıyorduk. Fakat bu konuda yanıldık.

Bu konuda yanılmamızın nedeni 2001 krizi sonrasındaki müthiş atak sonucunda ihracatın ekonomideki payının sessiz sedasız önemli bir büyüklüğe ulaşması oldu. Sessiz sedasız diyoruz çünkü sadece ihracat verilerine bakarak bunu anlamak imkansızdı. Zaten bu nedenle olsa gerek bu gelişmeyi fark eden başka bir kişi veya kuruma da rastlamış değiliz. İhracatın büyümeye yansıması TÜİK’in harcamalar yöntemiyle hesapladığı milli gelir verilerinden izlenebiliyor. Burada ise mal ihracatı yanında hizmet ihracatına da yer veriliyor. Ayrıca büyüme sabit fiyatlarla hesaplanan milli gelir verilerine dayandırıldığı için buradaki mal ve hizmet ihracatı kalemi de sabit fiyatlarla hesaplanıyor. Bütün bu faktörler nedeniyle ihracatın milli gelir hesabında görülen ekonomideki payı, bildiğimiz nominal ihracat büyüklüğünün ekonomideki payının epey üzerine çıkıyor.

İhracatın Rolü Arttı
İsterseniz lafı daha fazla uzatmadan rakamlara bakalım. Konjonktür’ün ikinci sayfasında bu konuyla ilgili olarak hazırladığımız bir grafik yer alıyor. O grafikte reel mal ve hizmet ihracatının Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) içindeki payının 2001 krizi sonrasında hızlanan bir yükseliş eğilimi içinde olduğunu görüyoruz. Bu yükseliş ile birlikte 20 yıl önce yüzde 20’nin altında olan ve 2001 krizi öncesinde de yüzde 30 civarına gelmiş bulunan reel mal ve hizmet ihracatının GSYİH içindeki payı yüzde 50’ye yaklaşmış durumda. Bu oranın da büyümede önemli rol oynayan diğer iki faktörden yatırımların milli gelir içindeki oranının epey üzerinde olduğunu, özel tüketim harcamalarının milli gelir içindeki oranına ise yaklaştığını görebiliyoruz.

Yani ihracat 2001 krizi sonrasında yakaladığı yükseliş ivmesi sayesinde bugün büyümede yatırım harcamalarından daha fazla rol oynama aşamasına gelmiş durumda. İhracatın büyümede oynadığı rol özel tüketim harcamalarının oynadığı role ise giderek yaklaşıyor. Bu gelişmeler ise Türkiye ekonomisinin 1980 yılından beri ulaşmaya çalıştığı “ihracata dayalı büyüme” aşamasına nihayet gelebildiği anlamına geliyor.

Potansiyel Büyüme Yükselecek
Ekonominin nihayet ihracata dayalı büyüme aşamasına gelmiş olması, önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin potansiyel büyüme hızını yükseltebilecek bir gelişme. İhracatın ekonomideki payının düşük olduğu geçmiş yıllarda iç talep durduğunda ekonomi de duruyordu. İç talebin durmasıyla bazı işletmelerin dış pazarlara yönelmesi ihracat performansını arttırsa bile, ekonomi durgunluğa düşmekten kurtulamıyordu. İhracatın ekonomideki payının yükseldiği bu yeni aşamada ise iç talep durduğunda ekonominin de mutlaka durması gerekmeyecek. İç talep durduğunda işletmelerin dış pazarlara daha fazla ağırlık vermesiyle ihracatta performansın artması büyümenin sürdürülmesine imkan verecek. Elbette bu durumda ekonomi iç talebin canlı olduğu dönemdeki kadar hızlı büyümeyecek ama bir durgunluğa da düşmeyecek.

Ekonominin ihracata dayalı olarak büyüyebileceği bir aşamaya gelmiş olmasının yaratacağı bazı sakıncalar da var tabii. Bunların başında ekonominin artık dünyadaki gelişmelere daha duyarlı hale gelecek olması yer alıyor. Esasında zaten finansal piyasalar yoluyla son yıllarda dünya ekonomisindeki gelişmelerden daha fazla etkilenir hale gelmiştik. Fakat önümüzdeki dönemde sadece finansal piyasalar yoluyla değil direkt reel ekonomi vasıtasıyla da dünyadaki gelişmelerden etkileneceğiz. Örneğin ihracat pazarlarımızdaki ekonomik durum büyüme hızımızı eskisine göre daha fazla etkiler hale gelecek. İhracat pazarlarımızda talebin canlı olması büyüme hızımızı ortalamanın 3-4 puan üzerine çıkarabilecek. Tabii ihracat pazarlarımızda durgunluk yaşanması da büyüme hızımızın aynı oranda düşmesine yol açabilecek.

2007’de Büyüme
Bu arada ekonominin ihracata dayalı büyüme aşamasına gelmiş olduğunu fark etmemiz 2007 yılına ilişkin büyüme tahminlerimizi de yeniden gözden geçirmemize neden oldu. Daha önce bu sayfalarda sizlere 2007 yılında ekonominin yüzde 5’lik hedef dolayında büyümesini beklediğimizi aktarmıştık. Bu tahminimizi yaparken ekonominin yılın ilk yarısında yavaş (yüzde 3-4 dolayında) büyüyeceği, yılın ikinci yarısında ise yeniden hızlanacağı (yüzde 6-7 dolayında büyüyeceği) şeklinde bir senaryodan hareket ediyorduk. Bu senaryoyu da cumhurbaşkanlığı seçiminin getirdiği tedirginlik nedeniyle hem tüketicinin hem de yatırımcının yılın ilk yarısında temkini elden bırakmayacağı, ama seçimin kazasız belasız atlatılması halinde ikinci yarıyılda iç talebin ve yatırımların canlanacağı varsayımına dayandırıyorduk. Tabii burada dünyada da olağanüstü gelişmeler yaşanmayacağını varsayıyorduk.

Esasında 2007 yılında şu ana kadar yaşanan gelişmeler bu senaryomuza uygun gidiyor. Otomotiv satışları, beyaz eşya satışları, CNBC-e tüketim endeksi gibi göstergeler iç talepteki durumun geçen yılın ikinci yarısındakinden farklı olmadığını gösteriyor. Sermaye malı ithalatı, şirket kuruluşları gibi göstergeler yatırımlardaki zayıflığın da sürdüğü sinyalini veriyor. Dünyada da şu ana kadar ekonomimizi olumsuz etkileyecek ölçüde bir gelişme yaşanmış değil. Bu sayede ihracattaki performans sürüyor ve bu da ekonominin üretim cephesini ayakta tutmaya yetiyor.
Fakat şimdi bu senaryoyu kurduğumuz dönemdekinden farklı olarak ihracatın büyümede daha fazla rol oynamaya başladığını biliyoruz. Bu bilgi de bizi ihracattaki performans sayesinde ekonominin yılın ilk yarısında artık yavaş büyümeyeceği, yüzde 5 dolayında bir büyümenin mümkün olabileceği düşüncesine getiriyor. Sanayi üretiminde yılın ilk iki ayında yaşanan artış da (ocak ayında yüzde 14,9 ve şubat ayında yüzde 7,1) en azından ilk çeyrek dönem için bu düşüncemizi destekliyor. Bu durumda yılın ikinci yarısında iç talepte ve yatırımlarda beklediğimiz canlanma başlar ise 2007’nin tamamındaki büyüme önceki tahminimizdekinden daha yüksek olacak demektir. İşte bu nedenle şimdi 2007 yılında büyümenin yüzde 6 dolayında olabileceğini tahmin ediyoruz.

Hızlı Büyümede Rekoru Kırdık

Türkiye ekonomisi 2006 yılında yüzde 6,1 oranında büyüdü. Böylece ekonomi üst üste beşinci yılda da hızlı büyüme sınırı olarak kabul ettiğimiz yüzde 5’in üzerinde büyümüş oldu. Bu da en uzun süreli hızlı büyüme rekorunun kırılmasını sağladı. Türkiye’de daha önce hızlı büyümenin en fazla devam ettirilebildiği yıl sayısı dörttü. Bu da ta 1950-1953 döneminde sağlanmıştı. Bu rekor aradan ancak 50 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra kırılabildi.

2006 yılında büyüme özellikle yılın ilk yarısında çok hızlıydı. Mayıs ve haziran aylarında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma sonrasında faizlerin yükselmesiyle iç talebin bıçak gibi kesilmesi ise ikinci yarıyılda ekonomiyi yavaşlattı. Ancak bu kez de ihracatta yeni bir yükseliş ivmesinin yakalanması ekonominin durgunluğa sürüklenmesini engelledi. Sonuçta ikinci yarıyıldaki nispi yavaşlamaya rağmen yılın tamamında yüzde 5’lik hedefin üzerinde bir büyüme yaşanabildi.

Temel sektörlerdeki gelişmelere baktığımızda, 2006 yılında büyümeye en büyük katkının sanayiden geldiğini görüyoruz. İnşaat sektöründeki büyüme oranı daha yüksek olsa da, ekonomideki payı düşük olduğundan bu sektörün büyümeye katkısı sanayi kadar fazla değil. Hatta büyüme oranı daha düşük olmasına rağmen ticaret sektörünün büyümeye katkısı da inşaat sektörünün katkısını aşıyor. Yılın ikinci yarısında konut talebi gerilemesine rağmen inşaat sektöründeki olağanüstü büyümenin sürmesi, yapımına daha önce başlanan konutların inşaatının devam etmesinden kaynaklanıyor. Bu arada temel sektörlerden tarımdaki büyüme de dikkatimizi çekiyor. Gerçi tarımdaki büyüme oranı çok yüksek değil ama bu sektörün uzun bir aradan sonra üç yıl üst üste büyümeyi başarmış olması önemli.

Harcamalar yöntemiyle hesaplanan milli gelir verilerine baktığımızda ise özel tüketimdeki artışın yılın ikinci yarısında çok yavaşladığını hatta son çeyrekte tamamen durduğunu görüyoruz. Önceki iki yılda büyümeye çok büyük katkı yapan yatırım harcamalarında da yavaşlama var. Buna karşılık mal ve hizmet ihracatındaki artışın aynen devam ettiğini görüyoruz. Mal ve hizmet ithalatındaki artış ise yavaşladığı için dış ticaretin büyümeye katkısı 2006’da artmış durumda.
 
Dünya Ekonomisinde Büyüme Sürecek

Ekonominin ihracata dayalı büyüme aşamasına gelmiş olması bundan böyle dünya ekonomisindeki gelişmelerin bizim açımızdan daha fazla önem taşıyacağı anlamına geliyor. Bu nedenle artık ekonomideki gelişmeleri değerlendirirken bir gözümüzün de dünya ekonomisinin üzerinde olması gerekiyor.

Dünyada bu amaçla kullanılabilecek en iyi kaynaklardan biri ise IMF tarafından yayınlanan “World Economic Outlook” (Dünya Ekonomisinin Görünümü) isimli rapor. IMF, bu raporu yılda iki kez, nisan ve eylül aylarında yayınlıyor. Bu raporda dünya ekonomisindeki gelişmeler yanında, tüm ülkeler hakkında olduğu gibi, Türkiye ekonomisine yönelik değerlendirmeler de yer alıyor.

Söz konusu raporun son sayısı geçen ay yayınlandı. Bu rapordaki değerlendirmelere baktığımızda, IMF’nin dünya ekonomisindeki gidişat konusunda iyimser olduğunu görüyoruz. Dünya ekonomisindeki büyümenin geçen yıla göre biraz yavaşlasa da yine de yüksek bir düzeyde gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Üstelik büyümenin 2008 yılında da aynı hızla süreceği öngörüsü yapılıyor.

Dünya ekonomisinde geçen yıla göre beklenen yavaşlamanın da esas olarak gelişmiş ülkelerden kaynaklanacağı tahmin ediliyor. Burada bizim için olumlu bir husus en önemli ihracat pazarımız olan Avrupa Birliği’ndeki (AB) yavaşlamanın çok daha sınırlı gerçekleşmesinin beklenmesi. Bu beklenti ihracattaki mevcut performansın büyük ölçüde korunabileceğine işaret ediyor.

IMF’nin raporunda yer alan bizim açımızdan olumlu bir nokta da dünya petrol fiyatlarında geçen yıla göre bir miktar düşüş öngörülmesi. Gerçi öngörülen bu düşüş çok fazla değil ama son yıllarda hızla yükselen petrol fiyatlarının bu yıl yerinde sayması bile işimize gelebilecek bir durumdur diye düşünüyoruz.

Yine raporda yer alan bilgiler IMF uzmanlarının 2007 yılında dünyadaki dolar cinsi faizlerde bir değişiklik olmasını beklemediğini gösteriyor. Euro ve yen faizlerinde ise bir miktar yükseliş bekleniyor. Bu durum dış borçlanmada maliyeti ancak ülke risk primini düşürmemiz halinde azaltabileceğimiz anlamına geliyor.

Rapordaki Türkiye’ye ilişkin tahminlere göre ise IMF uzmanları hükümetin bu yıl için belirlediği yüzde 5’lik büyüme hedefinin tutabileceğine inanıyor. Dahası gelecek yıl büyümenin yeniden hızlanacağı ve yüzde 6’yı bulacağı tahmini de yapılıyor. Raporda yıllık ortalama cinsinden verilen yüzde 8’lik enflasyon tahmini ise hükümetin yüzde 4’lük yıl sonu enflasyon hedefiyle uyumlu değil gibi. Fakat 2008’de enflasyonun hızla gerileyeceğine yönelik bir öngörü var. IMF uzmanları, geçen yılı rekor bir seviyede noktalayan cari açığın milli gelire oranının ise 2007 ve 2008’de yavaş yavaş gerileyeceği tahminini yapıyor.

Enflasyon Patikanın Çok Kenarında

Enflasyonu yıl sonunda yüzde 4’e düşürmeyi hedefleyen Merkez Bankası, hedefe giden yolda üçer aylık dönemler için de ara hedefler belirlemişti. Yalnız “hedefle uyumlu patika” olarak adlandırılan bu ara hedeflerin etrafına 2’şer puanlık bir belirsizlik aralığı da eklemişti. Hedefle uyumlu patikaya göre mart ayında yıllık enflasyonun yüzde 9,2 olması gerekiyordu. Bu olmaz ise de enflasyonun en azından yüzde 7,2-11,2 aralığında kalması isteniyordu.

Mart ayında gerçekleşen yıllık enflasyon ise yüzde 10,9 oldu ve hedeflenen düzeyin çok üzerine çıktı. Fakat yüzde 11,2’lik üst belirsizlik sınırı da aşılmadı.

Enflasyonun belirsizlik aralığı içinde kalması, Merkez Bankası’nı yeni bir mektup kaleme alıp hesap verme zorunluluğundan kurtardı. Fakat enflasyon patikanın o kadar kenarında ki bu ancak geçici bir rahatlama olacak gibi görünüyor. Haziran sonunda enflasyon yüzde 8,7’lik üst belirsizlik sınırının altına inmediği takdirde Merkez Bankası o mektubu yazmak zorunda kalacak. Enflasyonun nisan ayından itibaren düşüşe geçmesi bekleniyor ama halen bulunduğu seviye Merkez Bankası’nın tahminlerinin epey üzerinde olduğu için haziran sonuna kadar yüzde 8,7’nin altına inmesi ihtimali çok güçlü görünmüyor. Merkez Bankası’nın enflasyon hedefleri yanında bir de üç ayda bir yayınladığı Enflasyon Raporu ile açıkladığı kendi enflasyon tahminleri var. Ocak ayında yayınlanan son Enflasyon Raporu’nda yer alan grafik, Merkez Bankası’nın mart ayı enflasyon tahmininin yüzde 9-10 arası gibi bir yerde olduğu gösteriyordu.

Bütçe Özelleştirme Geliriyle Rahatladı

Bütçe ilk iki ayda yıl sonu hedefinin yarısına yakın bir açık vermiş ve bu da kamuoyunda zaten var olan seçim yılında mali disiplinin sağlanamayacağı yönündeki endişeleri güçlendirmişti. Bu endişeler halen ortadan kalkmamış olsa da mart ayında özelleştirmeden gelen ekstra bir gelir bütçe açığının yıl sonunda ödenekler içinde kalması ihtimalini yükseltti.

Sözünü ettiğimiz gelir Türk Telekom’un özelleştirmeden kalan 4,3 milyar dolarlık borcunu erken kapatmasından kaynaklandı. Bu ödeme ilk iki ayda geçen yılın yüzde 41,1 altında kalan vergi dışı gelirlerin, üç aylık dönem sonunda yüzde 72 artış göstermesini sağladı. Büyük ölçüde bu vergi dışı gelirlerdeki artış sayesinde de, ilk iki ayda 8,2 milyar YTL olan bütçe açığı üç ayın sonunda 3,3 milyar YTL’ye geriledi.

Bütçe açığındaki düşüş esas olarak vergi dışı gelirlerdeki bu artıştan kaynaklansa da mart ayında vergi gelirlerinde de bir toparlanma oldu. İlk iki ayda yüzde 6,1 olan vergi gelirlerindeki artış mart ayında yüzde 14’ü buldu. Bu sayede ilk üç ay itibariyle vergi gelirlerinde yaşanan artış ise yüzde 8,1’e yükseldi.

Bütçenin harcama kalemlerinde ise faiz ödemelerindeki artışın biraz daha hızlandığı görülüyor. Fakat bu arada faiz dışı harcamalarda biraz yavaşlama söz konusu. Bu nedenle de toplam harcamalardaki artış oranında bir değişiklik söz konusu değil.

Konut İnşaatında da Rekor Var

2006 yılı konut inşaatında bir rekor yılı oldu. Geçen yıl inşaat ruhsatı alınan yani yapımına başlanan konut sayısı 569 bini buldu. Böylece 1993 yılına ait olan 548 binlik rekor kırıldı.

Ancak bu rekorun büyük ölçüde yılın ilk yarısında gerçekleşen artıştan kaynaklanması ve yılın ikinci yarısında önemli bir gerileme yaşanması, inşaatçıların sevinçlerini kursaklarında bıraktı. Geçen yıl mayıs ve haziran aylarında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma sonrasında faizlerin yükselmesi konut kredilerinin cazibesini ortadan kaldırdı. Bu da anında konut talebine yansıdı. Bu nedenle yılın ikinci yarısında inşaatçılar yeni konutların yapımına başlamaktan ziyade daha önce yapımına başladıkları konutları tamamlama çabası içinde oldu. Bu durum özellikle son çeyrekte belirgin bir biçimde gözlendi. Son çeyrekteki düşüş nedeniyle de 2006 yılının tamamında inşaat ruhsatı sayısında yaşanan artış yüzde 4,1’de kaldı.

Geçen yıl finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma, inşaat ruhsatlarındaki kadar olmasa da, iskan izinlerinde de kendisini gösterdi. İskan izni alınan yani yapımı tamamlanıp iskana açılan konut sayısı geçen yıl özellikle ikinci çeyrekte çok büyük bir artış göstermişti. Fakat yılın ikinci yarısında bu artış devam etmedi. Hatta son çeyrekte iskan izinleri yerinde saydı. İskan izinlerinde yılın tamamında yaşanan artış ise yüzde 6,9 olarak gerçekleşti.

Reel Ücretteki Artış Çok Düşük

Türkiye’de ücretlerdeki gelişmeleri en taze olarak izleme olanağı veren tek göstergeyi, üç ayda bir yayınlanan, imalat sanayi üretimde çalışılan saat başına reel ücret endeksi oluşturuyor. Bu endekste 2006 yılında yaşanan artış ise ücretlerin yine yerlerde süründüğünü gösteriyor. İmalat sanayi üretimde çalışılan saat başına reel ücret endeksinde 2006 yılında yaşanan artış sadece yüzde 0,9 düzeyinde. Yani ekonominin yüzde 6,1 büyüdüğü 2006 yılında çalışanların gelir düzeyinde yaşanan reel artış yüzde 1’i bile bulmuyor.

Çalışanların reel ücretleri 2001 krizi sırasında hızla erimiş, bu erime yavaşlayarak 2003 yılına kadar sürmüştü. 2004 yılında ise yavaş da olsa bir yükseliş başlamıştı. Bu yavaş yükseliş de giderek ortadan kalkıyor. Reel ücretlerde 2004 yılında yaşanan artış yüzde 2,5’ti. 2005 yılında yaşanan artış yüzde 2 oldu. 2006 yılında yaşanan artış ise, yukarıda da yazdığımız gibi, yüzde 1’in bile altında gerçekleşti.

Ekonomide son beş yılda hızlı büyüme yaşanırken toplumun büyük bölümünün “Biz büyümeyi hissetmiyoruz” şeklinde şikayette bulunmasının bir nedeni de işte bu. Reel ücretler halen kriz öncesi dönemin yüzde 16,4 altında ve yakın bir gelecekte o düzeye geri döneceğine ilişkin bir belirti de yok. Halen istihdam edilenlerin yüzde 57’si ücretli ve yevmiyeli olarak çalışanlardan oluşuyor ve bu oran giderek de artıyor. Bu kadar büyük bir kitlenin büyümeden pay alamaması da haliyle büyümenin toplum tarafından hissedilmesini zorlaştırıyor.

Dış Borç 200 Milyar Doları Aştı

Türkiye’nin dış borç stoku 2006 yılı sonunda 206,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu tutar 2005 yılına göre 37,7 milyar dolarlık bir artışa tekabül ediyor. 2005 yılı sonunda dış borçlarımızın tutarı 168,8 milyar dolardı. Oransal olarak baktığımızda ise 2006 yılındaki artış yüzde 22,3 olarak hesaplanıyor.

Geçen yıl dış borçlarda yaşanan artış, önceki yıllarla kıyaslar isek oldukça yüksek. 2005 yılında dış borç stokunda yaşanan artış sadece 8 milyar dolardı. Geçen yıl stoktaki artışın neden bu kadar yüksek gerçekleştiğini araştırdığımızda karşımıza özel sektörün dış borçlanmaya iyice hız vermiş olması gerçeği çıkıyor.

Esasında özel sektör 2001 krizi sonrasında yeniden dış borca yüklenmeye 2004 yılında başlamıştı. Fakat 2004 ve 2005 yıllarında özel sektörün dış borcunda yaşanan artış 2006 yılındaki kadar olmamıştı.

Kurların yerinde sayması nedeniyle döviz cinsinden borçlanmanın cazip hale gelmesi özel sektörü dış borca yönlendiriyor. Özel sektör, 2004 yılıyla birlikte yatırımlarını yükseltirken ve de büyük özelleştirme ihalelerine girerken, finansman için bu dış borçlanma seçeneğini epey kullandı. 2006 yılında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma ve kurlarda yaşanan yükseliş bu açıdan biraz tedirginlik yaratmadı değil. Fakat bu tedirginlik çabuk atlatıldı. Dalgalanma sonrası üçüncü çeyrekte özel sektör dış borçlanmada biraz hız kesmişti. Son çeyrekte ise dış borç kullanımı yeniden hızlandı.

Ab Tanımlı Borç Maastricht Kriterine Yakın

Kamunun borç yükü son beş yılda hızla azalırken, bu yükün Maastricht kriterlerindeki yüzde 60’lık orana ne kadar yaklaştığı tartışma konusuydu. Çünkü Türkiye’nin kamu borç stokunu hesaplama yöntemiyle Avrupa Birliği’nin (AB) kullandığı yöntem aynı değildi. Bu nedenle kimisi Maastricht kriterinde tanımlanan borç stokunun brüt olduğu gerekçesiyle karşılaştırmada brüt kamu borç stokunu kullanıyordu. Kimisi de AB’nin brüt borç stokunu hesaplama yönteminin bizim net kamu borç stokunu hesaplama yöntemimize daha yakın olduğunu iddia ediyor ve onu baz alıyordu.

Hazine Müsteşarlığı, nihayet Türkiye’nin kamu borç stokunu AB’nin kullandığı tanıma uygun olarak da hesaplayıp bu tartışmalara son verdi. Bu arada AB tanımı esas alındığı takdirde 2006 yılında Türkiye’nin kamu borç stokunun Maastricht kriterine iyice yaklaştığı da ortaya çıktı. Hazine’nin AB tanımına uygun olarak hesapladığı kamu borcunun GSYİH’ye oranı yüzde 60,7 ediyor.

Hazine, AB tanımlı borç stokunu 2001 yılına kadar geri gidecek şekilde de hesaplamış durumda. Bu hesaplar, AB tanımı esas alındığında da son beş yılda kamunun borç yükünde büyük bir gerileme yaşandığını gösteriyor.

Bu arada yukarıda değindiğimiz tartışmada haklı çıkanların brüt borç stokunu esas alanlar olduğunu da belirtelim. Çünkü 2006 yılı itibariyle kamunun brüt borç stokunun GSYİH’ye oranı yüzde 63 düzeyinde ve AB tanımlı borç stokunda çıkan orana çok yakın. Yine 2006 yılı itibariyle kamunun net borç stokunun GSYİH’ye oranı ise yüzde 44,7 düzeyinde ve AB tanımlı borç stokunda çıkan oranın çok gerisinde.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz