İkinci Akp Dönemi

Geçen ay bu sayfalarda Türkiye’de ekonomik durum ile seçim sonuçları arasındaki ilişkiyi incelemiş ve iktidarı döneminde ekonomide sağladığı performansı nedeniyle AKP’nin (Adalet ve Kalkınma Partis...

1.08.2007 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Geçen ay bu sayfalarda Türkiye’de ekonomik durum ile seçim sonuçları arasındaki ilişkiyi incelemiş ve iktidarı döneminde ekonomide sağladığı performansı nedeniyle AKP’nin (Adalet ve Kalkınma Partisi) seçimden yine birinci parti olarak çıkması ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmiştik. 22 Temmuz’da yapılan seçim tam da beklediğimiz gibi sonuçlandı. AKP, seçimden oylarını artırarak ve de tek başına iktidarını koruyarak çıktı. Böylece Türkiye’de ikinci AKP dönemi başladı.

AKP’nin seçimden büyük bir zaferle çıkmasının en önemli nedeni ekonomideki başarısı oldu. AKP iktidarı döneminde ekonominin yıllık ortalama yüzde 7’lik bir büyüme performansı tutturması, enflasyonun tek haneye inmesi ve kamu maliyesinin toparlanması, seçim sandığında yansımasını buldu.

Tabii bu performans AKP’ye seçimi kazandırırken esas olarak kazanan Türkiye oldu. Son dört yılda Türkiye ekonomisine üçte bir oranında bir Türkiye daha eklendi. Türkiye’nin geleceğine de daha bir umutla bakılır oldu.

Hedef 2010 olmalı
AKP’nin ikinci döneminin ne kadar süreceği şu an için belli değil. Anayasa seçimlerin beş yılda bir yapılmasını öngörüyor ama 21 Ekim’de halkoyuna sunulacak değişikliklerden birini de bu sürenin dört yıla indirilmesi oluşturuyor. Zaten bugüne kadar yasadaki beş yıllık sürenin doldurulduğu da hiç görülmüş değil. Bu nedenlerle olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde gelecek genel seçimlerin 2011 yılında yapılması ihtimali çok yüksek. Bu seçim sırasında eldeki ekonomik veriler büyük ölçüde 2010 yılına ait olacağı için de, AKP’nin ekonomide 2010’u hedef alacak bir yol haritası hazırlaması daha doğru olacak gibi görünüyor.

AKP’nin ilk dönemindeki en önemli başarısı ekonomide sağlanan yüzde 7’lik büyümeydi. AKP’nin gelecek seçimleri kazanması için de ne yapıp edip aynı büyüme temposunu sürdürmesi gerekiyor. Çünkü daha düşük bir büyüme oranının Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap vermesi mümkün değil. Yapılan araştırmalar Türkiye’nin her yıl işgücü piyasasına giren gençleri iş sahibi yapabilmesi için bile en az yüzde 5’lik bir büyüme oranının şart olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak mevcut işsizlere de iş olanağı sağlanması ve işsizlik oranının düşürülmesi ise daha yüksek bir büyüme oranına ihtiyaç gösteriyor. Ayrıca Türkiye’nin refah düzeyinin makul bir sürede gelişmiş ülkeler seviyesine yükseltilmesi hedefi de en az yüzde 7’lik bir hızlı büyüme ihtiyacı doğuruyor.

İşsizlikte düşüş şart
AKP’nin ilk döneminde yeterince başarılı olamadığı alanlardan biri işsizlikle mücadele oldu. Esasında bu dönemde yaklaşık 1 milyon kişiye istihdam olanağı sağlandı ama bu sayı işgücü piyasasına yeni girişleri ancak karşılayabildiği için işsizlik oranında fazla bir düşüş olmadı. 2002 yılında yüzde 10,3 olan işsizlik oranı, 2006 yılında ancak yüzde 9,9’a çekilebildi.

AKP’nin gelecek seçimleri de kazanabilmesi için ikinci döneminde işsizlikte ciddi bir düşüş sağlaması şart. Genç nüfus nedeniyle işgücü piyasasına yeni girişler yine yüksek olacağı için işsizlik sorununu tam olarak ortadan kaldırmak mümkün değil. Ancak işsizlik oranında en azından 2-3 puanlık bir düşüş sağlanamadığı takdirde seçmen gelecek sefer bunu anlayışla karşılamayabilir. Çünkü AKP’nin aldığı oylar geçmiş ekonomik performansının takdirinden ziyade, geçmiş dönemde bazı ekonomik sorunları çözmüş olan bir partinin gelecek dönemde de aynı başarıyı gösterebileceği umuduna dayanıyor. Gelecek dönemde çözülmesi gereken en önemli ekonomik sorunu ise işsizlik oluşturuyor.

İşsizlikte 2-3 puanlık bir düşüş ise sadece ekonomide hızlı büyümenin devamıyla sağlanamayabilir. Bunun için son bir yıldır ekonomi gündeminde ön plana çıkmak için uğraşan, işgücü maliyetlerini düşürecek mikro reformlara da el atılması gerekecek gibi görünüyor.

Enflasyon hedefi
AKP’nin ilk döneminde başarılı olduğu ve seçimlerde kendisine oy kazandıran bir alan da enflasyonla mücadele oldu. AKP, yüzde 30’un üzerinde devraldığı enflasyonu, tam 34 yıllık bir aradan sonra, tek haneye indirmeyi başardı.

Ancak AKP iktidarının ilk 1,5 yıllık döneminde tek haneye inen enflasyon o zamandan beri yüzde 7-10 arasında takılıp kaldı. 2006 yılında enflasyon yüzde 5’lik hedefin iki katını buldu. Bu yıl da enflasyon yüzde 4’lük hedefin epey üzerinde gerçekleşecek gibi.

34 yıl çift haneli enflasyonla yaşadıktan sonra enflasyonun bugünkü düzeylerinde kalması belki bazıları tarafından yeterli görülebilir. Ancak özellikle ekonomiyi zora sokan yüksek reel faiz sorunundan kurtulmak için enflasyonun yüzde 5’in altına çekilmesi şart. Gözlemlerimiz bize enflasyon ile reel faiz arasında pozitif bir ilişki olduğunu gösteriyor. Enflasyon yüzde 5’in altına çekilmeden reel faizi de makul bir oran olarak görüldüğü büyüme hızının altına çekmek pek mümkün görünmüyor. Reel faiz makul seviyelere çekilmeden de yatırımlarda istikrarlı bir artış trendinin tutturulması zor görünüyor.

Bütçe disiplini
Birinci AKP döneminde yaşanan olumlu gelişmelerden biri de kamu maliyesinde sağlanan disiplindi. Bütçe açığının milli gelire oranı 2002 yılında yüzde 15 iken, 2006’da yüzde 0,7’ye kadar indi. Kamu maliyesindeki bu disiplin kamunun borç yükünde düşüş getirirken, enflasyonun tek haneye inmesine de büyük katkıda bulundu.

AKP’nin diğer ekonomik hedeflerine ulaşabilmesi için ikinci döneminde de kamu maliyesinde disiplinli hareket etmesi gerekiyor. Fakat burada 2006 yılında bütçe ulaşılan sonuçların çok olağanüstü olduğu da unutulmamalı. Bu sonuçta özelleştirme gelirlerinin büyük etkisi var. Önümüzdeki dönemde bütçede benzer performansı tutturmayı beklemek fazla iyimserlik olur. Fakat bütçede Maastricht kriterlerinde öngörülen milli gelirin yüzde 3’ü oranındaki açığın üzerine çıkılmamaya çalışılması da iyi olur.

Bunun sağlanabilmesi için ise acilen sosyal güvenlik reformuna el atılması gerekiyor. Çünkü sosyal güvenlik kurumlarının verdiği açığın bütçede açtığı kara delik giderek büyüyor. Bu delikteki büyümenin durdurulması gerekiyor.

Dış denge
AKP’nin ikinci döneminde kendisini uğraştıracak en önemli sorun ise ilk döneminde de başını ağrıtan dış denge olacak gibi. 2002’de milli gelirin yüzde 0,8’i kadar olan cari işlemler açığının AKP döneminde sürekli büyümesi ve 2006’da yüzde 8’e kadar çıkması, birçok iktisatçının hükümeti kıyasıya eleştirmesine neden oldu. AKP’nin ekonomi yönetimi ise ekonominin hızlı büyümesi için bu cari açığın gerekli olduğunu iyi anlatamadı.

Türkiye ekonomisinin ithal hammadde ve ara mallarına dayalı yapısı ve iç tasarrufların yetersizliği nedeniyle cari açıksız hızlı büyüme pek imkan dahilinde değil. Bu alanlarda kısa zamanda bir dönüşüm sağlamak da zor. Yani ekonomide hızlı büyüme devam edecekse cari açık önümüzdeki dönemde de yüksek olacak. Bu durumda AKP yine bu konudaki eleştirilere göğüs germek zorunda kalacak.

Tabii eleştirilere göğüs germe dışında bu alanda yapılması gereken daha önemli işler de var. Bunlardan birincisi cari açığın finansman kalitesini daha da artırmaya çalışmak. Sıcak para olarak adlandırılan kısa vadeli sermaye yerine doğrudan yabancı yatırımlarla finanse edilen cari açığın tehlike yaratma potansiyeli daha az oluyor. Bu nedenle son iki yılda yükselişe geçen yabancı sermaye akımındaki artışın sürmesini sağlamak gerekiyor. Bir taraftan bu konuda çaba harcarken bir taraftan da ekonominin ithalata dayalı yapısını değiştirecek ve de iç tasarrufları artıracak adımların da atılması gerekiyor.

AKP, ikinci döneminde bu saydıklarımızı yapabilirse gelecek seçimlerden de zaferle çıkabilir. Tabii böyle bir durumda Türkiye de kazanmaya devam edebilir. Dört yıl sonra Türkiye bugünküne göre yüzde 30 oranında daha zengin bir ülke, vatandaşları da yüzde 25 daha yüksek bir refah seviyesine sahip olabilir.

Tek Parti Hükümetleri Ekonomide Daha İyi
Türkiye’nin demokrasi ile tanıştığı 1950 yılından bu yana yaşanan gelişmelere bakıldığında, önümüzdeki beş yılda yine bir tek parti hükümetiyle yönetilecek olmamız ekonomi açısından daha hayırlı oldu gibi görünüyor. Çünkü yaptığımız inceleme tek parti hükümetlerinin ekonomideki performansının koalisyon hükümetlerinden daha iyi olduğunu gösteriyor.

1950-2006 döneminde yıllık ortalama büyüme tek parti hükümetleri döneminde yüzde 6,3 olurken, koalisyon hükümetleri döneminde yüzde 4,1’de kaldı. Koalisyon hükümetleri döneminde yüzde 2 olan kişi başına milli gelirdeki artış tek parti hükümetleri döneminde neredeyse iki kat daha yüksek ve yüzde 3,8 oldu. Enflasyon tek parti hükümetleri döneminde yüzde 22,3 olurken koalisyon hükümetleri döneminde yüzde 47,9’u buldu. Bütçe açığının milli gelire oranı tek parti hükümetleri döneminde yüzde 1,9, koalisyon hükümetleri döneminde ise yüzde 5,2 olarak gerçekleşti. Tek parti hükümetleri sadece cari açığın milli gelire oranında koalisyon hükümetlerinin biraz önüne geçti.

Alt dönemlere bakıldığında en kötü koalisyon hükümetleri döneminin 1992-2002 arası olduğu görülüyor. En başarılı tek parti hükümeti dönemi ise 1950-59 arasındaki Demokrat Parti (DP) dönemi. AKP, ilk döneminde büyümede DP’nin başarısını yakalar ve refah artışında ise aşarken, enflasyon, bütçe açığı ve cari açık konularında geride kaldı.

İhracata Dayalı Büyüme Sürüyor
Ekonomi 2006’nın ilk çeyreğini tahminlerin üzerinde bir büyüme ile kapattı. Beklentiler bu dönemde büyümenin yüzde 5,5 dolayında olacağı yönünde iken gerçekleşme yüzde 6,8’i buldu. Büyüme bu dönemde de geçen yılın son iki çeyreğindeki gibi ihracata dayalı olarak gerçekleşti. Ayrıca ihracata dayalı bu büyüme yavaşlayarak da olsa yılın ikinci çeyreğinde de sürdü gibi.

İlk çeyreğin özeti
İlk çeyrekteki büyümenin ihracata dayalı olduğunu harcamalar yöntemiyle hesaplanan milli gelir verileri açıkça gösteriyor. Bu dönemde iç talebin en önemli unsuru olan özel tüketimdeki artışın sadece yüzde 1,6’da, yatırımlardaki artışın ise yüzde 3’te kaldığı görülüyor. İç talebin bir başka unsuru olan kamu tüketimindeki artış yüzde 9 olsa da bu harcamaların milli gelir içindeki payı yüzde 6’da kaldığı için büyümeye katkısı pek fazla değil. Milli gelir içindeki payı yüzde 50’ye yaklaşan mal ve hizmet ihracatındaki artış ise yüzde 14’ü buluyor.

İhracata dayalı büyümenin sektörel yansımaları ise sanayideki yüzde 7,5’lik büyümeyle kendisini gösteriyor. Biraz da hesaplama yöntemi nedeniyle bu dönemde de en hızlı büyüyen sektör inşaat oldu ama ekonomideki payı düşük olduğu için inşaatın büyümeye katkısı çok fazla olmadı. İç talepte zayıflık sürerken ticaret ve ulaştırma-haberleşme sektörlerindeki yüksek büyüme oranlarını açıklamak biraz zor görünüyor. 2001 krizi sonrasında uzun süre küçülmeye devam eden finans sektöründe geçen yılın son çeyreğinde başlayan canlanmanın bu yıla da sarktığı dikkati çekiyor. Tarım sektöründe ise büyümenin düşük düzeyde kaldığı görülüyor.

İkinci çeyrek tahminleri
İç talep ve yatırımlara ilişkin göstergelerdeki zayıflığın devam etmesi yanında sanayi üretiminde de yavaşlamanın başlaması nedeniyle ikinci çeyrek döneme ilişkin ilk tahminlerimiz olumsuzdu. Fakat mayıs ayında sanayi üretiminin beklenenden çok yüksek bir artış göstermesi ve kapasite kullanım oranlarının haziran ayında da benzer bir artışın olabileceği izlenimini vermesi nedeniyle şimdi bu konuda daha olumlu düşünüyoruz. İlk çeyreğe göre epey bir yavaşlama olsa da, büyümenin devam edeceğini, ekonominin resesyona girmeyeceğini tahmin ediyoruz.

Nisan ayında sanayi üretimi sadece yüzde 1,4 oranında artış göstermişti. Mayıs ayında ise yüzde 2 dolayındaki beklentilere karşılık yüzde 5,2’lik bir artış gerçekleşti. Henüz haziran ayı verisi açıklanmış değil. Fakat bu ayda kapasite kullanım oranının geçen yıla göre 0,9 puanlık artışla yüzde 84’e yükselmesi, sanayi üretiminde yine yüzde 5 dolayında bir artış olabileceği izlenimini veriyor. Bu beklentimiz gerçekleşirse sanayi üretiminde ikinci çeyrekte yaşanan artış yüzde 4 dolayında olacak. Bu da ekonomide en azından yüzde 2-3’lük bir büyümenin yaşanmasına imkan verecek.

22 Temmuz seçimlerinden siyasi istikrarın devamına imkan veren bir sonucun çıkmasıyla yılın ikinci yarısında ise iç talepte bir canlanma olabileceğini düşünüyoruz. Eğer ertelenen cumhurbaşkanlığı seçimi de bu kez kazaya uğramadan gerçekleştirilebilirse bunun ekonomiye mutlaka olumlu yansımaları olacak. Böylece ekonomi yılın ikinci yarısında yeniden hızlanıp 2007’yi yine yüzde 5’in üzerinde bir büyüme oranıyla kapatabilecek.

Enflasyon Patikanın Kenarına Tutundu
Merkez Bankası, 2007 yılı para ve kur politikasını belirlerken, hükümetle birlikte belirlediği yıl sonu enflasyon hedefine ek olarak, üçer aylık dönemler için de enflasyon hedefleri koymuştu. Bu üçer aylık hedeflerin konulmasının nedeni enflasyonun hedefe uygun bir seyir izleyip izlemediğini takip etmekti. Burada hedefle uyumlu patika olarak adlandırılan nokta hedeflerinin etrafına 2’şer puanlık belirsizlik aralıkları da eklenmişti. Enflasyonun bu aralıkların dışına düşmesi halinde gidişatın hedefle uyumlu olmadığı anlaşılacağından, Merkez Bankası’nın hem hükümete hem de IMF’ye bunun nedenini açıklayacak bir mektup vermesi de kararlaştırılmıştı.

Mart ayında enflasyon yüzde 10,9 olmuş ve üst belirsizlik aralığının sadece 0,3 puan altında kalmıştı. Böylece Merkez Bankası bu konuda hesap vermekten kurtulmuştu. Doğrusu enflasyondaki o zamanki gidişat bize haziran ayında Merkez Bankası’nın bu kadar şanslı olamayacağını düşündürmüştü. Her ne kadar enflasyonda nisan ayından itibaren aritmetiksel bir düşüş beklense de, üç ayda haziran ayı için geçerli yüzde 8,7’lik üst belirsizlik aralığının altına kadar düşmesi zor görünüyordu.

Merkez yine kurtuldu
Fakat nisan ayındaki düşüş beklenen ölçüde olmamasına rağmen mayıs ve haziran aylarında enflasyonun beklenenden çok fazla düşüş göstermesi sayesinde bu mucize gerçekleşti. Enflasyon haziran ayında yüzde 8,6’ya kadar indi. Böylece 0,1 puanlık bir farkla da olsa Merkez Bankası yine hesap vermekten kurtuldu.

Mayıs ayında enflasyonun beklenenden daha düşük çıkmasını büyük ölçüde önceki aylarda önemli artışların gerçekleştiği gıda fiyatlarında yaşanan gerileme sağlamıştı. Haziran ayında enflasyonun beklenenden düşük çıkmasında ise büyük ölçüde konut ve ulaştırma gruplarındaki fiyat gelişmeleri etkili oldu.

Enflasyonda nisan ayından itibaren başlayan düşüşte, geçen yılın aynı döneminde yaşanan yükselişin getirdiği baz etkisinin önemli rolü var. Bu baz etkisi temmuz ayında da kendisini gösterecek. Temmuz ayında enflasyonun yüzde 8’in altına inmesi ihtimali oldukça güçlü. Fakat baz etkisinin ortadan kalkacağı ağustos ve eylül aylarında neler olacağını öngörmek oldukça zor. Bu nedenle enflasyonun eylül ayında da patikanın içinde kalıp kalamayacağını konusunda kesin bir şey söyleyemiyoruz. Eylül ayı için belirsizlik aralığı üst sınırı yüzde 7,3 düzeyinde. Belki enflasyon yine bu üst sınırın kıl payı altında kalabilir. Yıl sonunda ise enflasyonun yüzde 6’lık üst belirsizlik aralığının üzerinde ve yüzde 6-7 arasında bir yerde olacağını tahmin ediyoruz.

Kısa Vadeli Dış Borç Azaldı
Yılın ilk çeyreğinde Türkiye’nin dış borç stoku 6 milyar dolarlık daha artış gösterdi. Bu artış tamamen orta ve uzun vadeli borçlardan kaynaklandı. Kısa vadeli borçlarda ise düşüş yaşandı.

Hazine Müsteşarlığı’nın verilerine göre, mart ayı sonunda dış borç stokumuzun değeri 213,4 milyar dolar oldu. Bu tutar geçen yılın sonunda 207,4 milyar dolardı. Geçen yılın sonunda 165,4 milyar dolar olan orta ve uzun vadeli dış borçlar bu yılın ilk çeyreğinde 176,5 milyar dolara çıktı. Geçen yılın sonunda 42 milyar dolar olan kısa vadeli dış borçlar ise ilk çeyrek sonunda 36,9 milyar dolara düştü.

Kısa vadeli dış borçtaki bu düşüş, bu borçların büyük kısmına sahip olan özel sektörden kaynaklandı. Geçen yıl finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma sonrasında dış borçlanmada daha temkinli hareket etmeye başlayan özel sektör, ilk çeyrekte kısa vadeli borçlarının 5,1 milyar dolarlık kısmını tasfiye etti.

Özel sektör buna karşılık orta ve uzun vadeli olarak borçlanmaya ise devam etti. Özel sektörün geçen yılın sonunda 82,5 milyar dolar olan orta ve uzun vadeli borçları bu yılın ilk çeyreğinde 92 milyar dolara yükseldi.

Kamunun Borcu Düşüşte
Merkezi yönetim iç borç stokunun değeri haziran ayında 341,5 milyar YTL olarak gerçekleşti. Bu tutar hem önceki aydaki, hem geçen yıl sonundaki, hem de geçen yılın aynı ayındaki değerin altında. Merkezi yönetim borç stoku mayıs ayında 348,1, Aralık 2006’da 345, Haziran 2006’da ise 352 milyar YTL düzeyindeydi.

Merkezi yönetim borç stokundaki bu düşüşte hem kurdaki gerilemenin hem de Hazine’nin son aylarda iç borçlarının önemli bir bölümünü tasfiye etmesinin etkisi var.

Kurdaki gerileme dış borçların YTL cinsinden değerinin daha düşük çıkmasına yol açıyor. Örneğin haziran ayındaki dış borç dolar cinsinden hesaplandığında geçen yılın aynı ayındaki düzeyinin 3,1 milyar dolar üzerinde çıkarken, YTL cinsinden hesaplandığında 15,2 milyar YTL altında kalıyor. Bu durum geçen yıl haziran ayında 1,60 YTL olan dolar kurunun bu yıl aynı ayda 1,30 YTL’ye inmesinden kaynaklanıyor.

İç borçlardaki düşüşe baktığımızda ise bunun önemli bir bölümünün Hazine’nin son üç aydır piyasadan itfasının altında borçlanmasından kaynaklandığı anlaşılıyor. Üç ayda iç borçlarda bu şekilde yaşanan düşüş 5,6 milyar YTL’yi buluyor. Bu arada Hazine’nin haziran ayında kamuya olan iç borçlarının 4,2 milyar YTL’lik bölümünü tasfiye etmesinin de iç borçtaki düşüşte etkili olduğu görülüyor.

Reel Ücrette Gerileme Var
İmalat sanayiinde üretimde çalışanların saat ücretleri yılın ilk çeyreğinde yüzde 8,3 oranında artış gösterdi. Fakat aynı dönemde tüketici enflasyonu daha yüksek ve yüzde 10,3 olarak gerçekleşti. Böylece reel ücretler yüzde 1,8 oranında gerilemiş oldu.

İmalat sanayiindeki reel ücretlerde 2001 krizi sonrasında çok büyük bir erime yaşanmıştı. Fakat son üç yıldır çok yavaş da olsa bir artış eğilimi vardı. İlk çeyrekte bu eğilimin durmasının ve yeniden gerileme yaşanmasının nedeni, enflasyonda geçen yıl yaşanan yükselişin geçici olarak görülmesi oldu gibi. Bu yükseliş geçici olarak görüldüğü için 2007 yılına yönelik enflasyon beklentileri yüzde 4’lük hedefin üzerinde ama geçen yılki düzeyin de (yüzde 9,65) altında ve yüzde 7 dolaylarında belirlendi. Anlaşılan ücret artışları da bu beklentilere göre verildi.

Enflasyon beklentilere uygun seyreder ve yıl sonunda gerçekten yüzde 7 dolayına inerse, reel ücretlerde ilk çeyrekte gördüğümüz düşüş yılın tamamına yansımayabilir. Yılın kalan döneminde düşük de olsa yeniden artış görülmesi mümkün olabilir.

Girişimci Bekleme Döneminde
Son üç yıldır yükseli�� eğiliminde olan yeni kurulan şirket sayısında bu yılın ilk yarısında önemli bir yavaşlama yaşandı. İlk altı ayda kurulan şirket sayısı geçen yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 1,9 oranında artış gösterebildi. Bu artış da büyük ölçüde ocak ayındaki büyük yükselişten kaynaklandı. Şubat ve mayıs aylarında da küçük oranlı artışlar yaşanırken, ilk yarıyılın diğer üç ayında şirket kuruluşları geçen yılki seviyelerinin altında kaldı.

Şirket kuruluşlarında yaşanan bu yavaşlamanın en önemli nedeni, iç talepte geçen yılın ikinci yarısında başlayan durgunluk gibi. Buna ek olarak cumhurbaşkanlığı seçimi süreciyle başlayan ve erken seçim kararı ile devam eden siyasi belirsizlik de girişimciyi bekle-gör politikası izlemeye sevk etmiş olabilir. Esasında iç talepteki durgunlukta da bu siyasi belirsizliğin etkisi bulunduğu için burada bu iki nedenin iç içe geçmesi gibi bir durum da var.
Erken seçimden siyasi istikrarın yeniden sağlanabilmesine imkan veren bir sonuç çıktığı için yılın ikinci yarısında şirket kuruluşlarında yeni bir yükseliş ivmesi başlayabilir. Ancak ilk yarıyıldaki yavaşlama nedeniyle bu yıl şirket kuruluşları geçen yılki düzeyinin çok da fazla üzerine çıkamayacak gibi görünüyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz