Saruhan Özel / Denizbank Başekonomisti Ekonominin gidişiyle ilgili beklentiler pek parlak değildi. Bunun üzerine ikinci çeyrek için açıklanan büyüme rakamı, herkesi şaşırttı. Yüzde 8.8’i ...
Saruhan Özel / Denizbank Başekonomisti
Ekonominin gidişiyle ilgili beklentiler pek parlak değildi. Bunun üzerine ikinci çeyrek için açıklanan büyüme rakamı, herkesi şaşırttı. Yüzde 8.8’i yüksek bulan ekonomistlerin bir bölümü, “stok” konusuna dikkat çekti. Bazıları ihracat,bir bölümü de iç talep. Ancak, büyümenin kaynağı, yönü ve geleceği konusunda kafalar karıştı. Denizbank’ın baş ekonomisti Saruhan Özel, bu konulara yanıt getirirken, ilginç saptamalarda da bulundu.
Son yıllarını ekonomik krizle geçiren Türkiye, açıklanan büyüme rakamlarına şaşırdı. İkinci çeyrek için DİE’nin yayınladığı rakamlarda, ekonominin yüzde 8.8 oranında büyüdüğü görülüyordu. Bazı ekonomi uzmanları bu rakamı “şaşkınlıkla” karşılarken, bir bölümü ihtiyatlı yorumlar yaptı. Yüksek büyüme rakamı, farklı açıdan değerlendirildi, kaynağı konusunda çeşitli yaklaşımlar ortaya atıldı.
Örneğin bazı ekonomistler, büyümeyi, “stok” kaynaklı buldular. Onlara göre, üretimden değil, şirketlerin stoklarından karşılandı. Bir bölüm ekonomist ise iç talep ve ihracat tartışmasına yöneldi. Ortada ekonomide büyüme olmasına rağmen, adeta her kafadan bir ses çıktı, neredeyse olumsuz bir hava yaratıldı.
Etrafa saçılmış olan farklı görüşler ve düşünceler kafaları karıştırıyor. Özellikle de ekonominin yarınını görmek isteyenleri, büyümenin yönü hakkında fikir sahibi olma peşinde olanlar için tablo biraz karıştı. Ortaya yeni sorular çıktı. Capital, ekonomide büyümenin yönünü, kafalardaki soruların yanıtlarını ve geleceğe yönelik beklentileri, Denizbank’ın baş ekonomisti Saruhan Özel ile konuştu:
İsterseniz açıklanan büyüme rakamı üzerinde genel bir değerlendirmeyle başlayalım... Açıklanan rakam sizin beklentinizi karşılıyor mu?
İkinci çeyrek büyümesi, cevabın çok küçük bir kısmı. Olaya komple bakmak gerekir. İkinci çeyrekte yüzde 8.8’lik bir büyüme gördük. Bunun ağırlıklı olarak stoklara çalışmak ve ihracattan kaynaklandığını biliyoruz. Bir parça da ilk çeyreğin tersine iç talepte kıpırdanma var. Yüzde 3’e yakın.
İlk çeyrekte ne olmuştu? Aşağı yukarı yüzde 2,5’a yakın iç talep çökmüştü. Bunun yanında yine stoklar büyüyordu. Yine ihracat fena değildi. Bu iki bilgiyi bir araya getirdiğiniz zaman ortaya çıkan resim çok açık. İç talep kaynaklı büyüme söz konusu.
İlk 6 ayda iç talebin bir katkısı söz konusu değil. Geçen yılın kriz dönemine kıyasla iç talep oldukça sönük. Onun yanında stoklar ��alışıyor. İhracat fena gitmiyor. Hem ekonomik aktivite yavaş yavaş düzeliyor.
Ayrıca, iç talep kafasını kaldırmaya başladı. Dinamik bu. Böyle olunca, rakamlar beklentimizden yüksek olabilir. Açıkçası yıl başında bana, “Yüzde 3 büyüme tutar mı” deseydiniz, “Sanmıyorum” derdim. Neden bunu böyle söylerdim? İşverenin, mevcut durumdan dolayı çok hareket edemeyeceğini düşünüyordum. Ama stoklardaki büyüme dikkatimizi çekiyor. Demek ki, üreticiler olayı olumlu bakıyor. İnsanlar en nihayetinde iş yapmak istiyorlar. Stoka dahi çalışmazlarsa, kapıya kilidi vuracaklar. Bu kararı vermek zorunda. Kur düştü, maliyetler biraz daha düzeldi. Çeşitli faktörler var. Ama genel resim olarak bizi çok şaşırtmadı.
Yani talep yetersiz... Bu olumsuz bir etki yapabilir mi?
Türkiye’de talep, Gayri Safi Milli Hasıla’nın yüzde 70’ini oluşturur. Böyle bir talep, Türkiye’de istihdamı artırabilecek, büyüme trendine sokabilecek bir yapıda değil. Olması da beklenmemeli. Stokların artışı da, gelecekteki büyümeden çalma riskini ortaya koyuyor. Gelecekten büyüme çalındı demiyorum. Çalma riski var diyorum.
Yarın yine tahminlerimiz doğrultusunda iç talep cevap vermeyecek durumda olursa, bu sefer stoklardan yenmeye başlar ve üretim duraklar. Demek ki, geleceğe yönelik çok olumlu değil. Ama kriz sonrasında stokların artışı da şaşırtıcı değil. Bunlar resesyon dönemlerinden sonra hep gördüğümüz gelişmeler. Bana derseniz ki, bu büyüme istihdamı artırır mı? Artırmaz. Dış dengeyi tehdit eder mi, ediyor mu? Etmiyor, etmez. Enflasyonu artırır mı? Artırmaz.
Büyümeyi tamamen kriz sonrasında refleksle yukarı artmak olarak değerlendiriyoruz. Zaten kriz öncesine baktığınız zaman, hala daha oralara erişemedik.
Büyümenin kaynağı konusunda herkes farklı şeyler söyledi. Kimi uzmanlar stoklar, kimi uzmanlar da dış ticaret dedi. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?
Aslında sanayi üretimi ile stok aynı şey. Stok artıyorsa, üretim arttığındandır. Türkiye’de sanayi üretimi geçen 6 ayda yüzde 8 büyüdü. Ekonomi gerçekten büyüyor. Zahiri bir büyüme ya da istatistiksel bir illüzyon söz konusu değil.
Biz, krizle dibinden döndük. Yukarı doğru gidiyoruz. Üretim arttı gerçekten. Bu üretim nereye gitti? Üretim artarken tüketilirse, üretim yarın da artabilir. Hiçbir yerde tüketilmiyorsa, nereye gidiyor bu üretim? Ya ihracata gitmesi gerekiyor ya stoklara çalışıyor olması... Başka alternatif yok.
Sanayi üretimi artıyor. Doğru. Ama stoklara artıyor. Bir miktar da ihracat var. İhracatımız da fena gitmiyor. Bunu yadsıyamayız. Ama ihracat iç talepteki düşüşü yerine koyabilecek kadar ciddi boyutlarda değil. Bir miktar stoklar, bir miktar ihracat, ikinci çeyrekte biraz kendini düzeltmekle birlikte bir parçacık iç tüketim, bunun kaynakları. Ama ilk 6 ayın tümüne baktığımız zaman talep durgun. Stoklar ve ihracat olayı alıp götürmüş. Özetle böyle.
İthalat da fazlasıyla arttı? Bu olumsuz bir etki yaratmaz mı?
İhracattan ithalatı çıkardığınızda, denkleme eksi girer ama denklemin diğer bölümlerine artı etki yapar. Evet ithalat arttı. Türkiye’ye, bir çok gelişmekte olan ülkelere özgü bir durum. Bir kısmını ihracata, bir kısmını stoklara verdiğiniz zaman, bir kısmını içeride tükettiğiniz zaman ithalatın negatif bir etkisi yoktur. O nedenle büyüme oldukça ithalat artar.
Bu aslında aynı zamanda geleceğe dönük beklentilerin olumlu olduğunu gösterir. Bugünkü büyüme, dış dengeyi tehdit eden bir büyüme değil. Keşke her yıl bu şekilde büyüseydik. Cari açığımız 2,2 milyar dolar fazla veriyor. Önemli olan da cari dengedir zaten. İlk dönmede 650 milyon dolar açık vermiş. Bu 6 aylık açığa baktığımız zaman zaten çok düşük. 12 ayda ise fazla var. Bu dönemde biz yüzde 5 büyüdük. Bu tehdit değil. İkinci çeyrekte ithalat biraz daha arttı. Dış ticarette biraz daha olumsuza döndü. Ama bu bizim için sorun yaratmayacak.
Faaliyet alanlarına göre baktığımızda mali kuruluşlarda da bir küçülme yaşandı. Size göre, üçüncü ve dördüncü çeyrekte de bu küçülme devam edecek mi? Yoksa olumluya gidiş olacak mı?
Mali kuruluşların Gayri Safi Milli Hasıla’ya etkisi doğrudan değil. Asıl etkisi, doğrudan olmayan. Üretimi finanse etmek yoluyla geçiyor. Türkiye’nin rakamlarına baktığımız zaman, 75 milyar dolar civarında tasarruf var. Aracılık ne demektir? Bu tasarrufları bir şekilde reel ekonomiye üretim amaçlı döndürebilmektir. Bankaların asıl işinin bu olması gerekir. Gelişmiş ülkede de bu şekilde, gelişmekte olanda da...
Türkiye’de ne yapılıyor? O tasarrufların ne kadarı reel ekonomiye katkıda bulunması için konulabilmiş? Sadece 22 milyar doları... Arada 50 milyar dolara yakın açık var. Peki nerede değerlendiriyoruz bunları? Devlet iç borçlanması ya da dış borçlanmasında. Devlete gitmiş, yani. Burada altı çizilmesi gereken çok önemli bir gerçek var. Devlete gitmesi kötü değil.
Neden kötü değil?
Devlete giden bu parayla üretim yapılıyorsa ya da üretimi teşvike edici şekilde tüketim yükseltiliyorsa, iyidir... Devlet toplar herkesi. Bütün fakir ailelerin sünnetini yaptırır. Sünneti yaptırdığı için sünnetçiler para kazanır. Sünnetçiler para kazanınca, araba alırlar. Bu üretimdir. Devlet bunu hizmet amaçlı kullanmak için borçlanır.
Peki Türkiye’de böyle mi oluyor? Hayır. Devlet bizden aldığı paralarla faiz ödemeye çalışıyor. Faizleri nasıl ödüyor? Aslında fiziki olarak kimseye para vermiyor. Yılbaşından beri devlet, özel sektörde yüzde 100’den fazla borçlanma yapıyor. Piyasaya verdiği, ana para da dahil, paradan fazlasını borçlanıyor. Demek ki, devlet bizim, banka olarak yönlendirdiğimiz paranın ne ana parasını ödüyor, ne faizini ödüyor. O parayı eline almış, kağıt üzerinde daha fazla miktarlara ulaştırarak ama sürekli elinde tutuyor. Ve de zahiri bir para.
Bunun etkileri nelerdir peki?
Bu para üretime gitmiyor. İnsanlar bankaya her gittiklerinde cüzdanlarında paranın arttığını görüyorlar. Neye dayanarak? “Ben bono almıştım. Benim mevduatımın karşılığında bankanın bonosu var” diye bakıyor. Yükseliyor, mevduatları artıyor, insanların. Peki tüketim yapıyorlar mı? Kredi kartından harcıyorlar mı? Hayır. Çünkü, geleceğe yönelik olumsuz beklentiler var.
Tüm bunların arkasında kurun oynak olması var. Savaş olursa kur patlar diye düşünüyorlar. Neden? Çünkü, biz dalgalı kur rejimindeyiz. Neden insanlar dalgalı kur rejiminden korkuyorlar? Her tasarrufçu Amerikalı yatırımcı olduğundan. Çünkü, bu ekonomi dolarize bir ekonomi. Herkes bakıyor. “Benim 100 bin dolarım vardı. 100 bir bin oldu mu?” Halbuki aslında 50 milyar kar etmiş. Ama Türk Lirası’ndaki değişim önemli değil onun için. Bunlar Türkiye’deki her yatırımcının birer Amerikalı yatırımcı gibi davrandığını gösterir. Ekonomi çok dolarize. Herkes dolarını alabiliyor. Dolar hesabı açıyor. Taksici, sıkışınca dolar kabul ediyor.
Tasarruf daha çok dolarla değerlendiriliyor, diyorsunuz...
Bankalar tasarrufları topluyor. Bizim Amerikalı yatırımcılar ise dolar tutuyor. Tasarrufların yüzde 60’ı döviz hesabıdır. Neden? Çünkü, tasarruf sahiplerinin yüzde 60’ı güvenmiyor. Bankalar bu dövizleri topluyor. Nakit döviz getiriyor insanlar. Banka bu parayla ya Türk Lirası’na dönük yatırım yapacak ve şirketlere Türk Lirası kredi verecek. Ya da döviz. Kur riskini almak istemiyor. Artık bankalar kur riskini alamaz. Çünkü, sermayelerini daha yeni yeni yerine koymaya başladılar.
Yüzde 5 büyüdük. Kaynak aktarılamıyor, dediniz. Yani kaynaksız da büyüme mümkün olabilir mi?
Doğru. Demek Türkiye kaynaksız da büyüyebiliyormuş. Şirketlere kaynak aktarmak gerekmiyormuş. Ancak, unutmayalım; Birincisi, bu büyüme, henüz Türkiye’nin potansiyel büyümesinin üzerine çıkan büyüme değil. Yani bu krizden çıkış büyümesi. Şirketlerin kendi kaynakları ve yabancı yatırımcıların kaynakları ile desteklendiğini hatırlamalı. Bunun uzun süre bu şekilde devam etmesi söz konusu değil.
Ticarette ilk çeyrekte yüzde 3, ikinci çeyrekte yüzde 10 büyüme yakalandı. Bu üçüncü ve dördüncü çeyreklerde aynı hızda devam eder mi?
Üretim oldukça ticaret ister istemez ona ayak uyduruyor. Stoklara yönelmiş olsa dahi Türkiye’de ticaret aktivitesi iyi. Türkiye’de hayat pahalılığının görece olarak yüksek olmasını bu ticaret aktivitesine bağlıyorum. Zaten en önemli ikinci sektörümüz. Bu nedenle, Türkiye’de insanlar üretimden ziyade tüketime yatkın. Cep telefonu üretmektense, dükkan açıp satmayı tercih ediyor.
Demek ki, eğitim, teknoloji alt yapısı buna göre zayıf. Bu, Arap ülkelerine özgü bir şeydir. Ticarete daha yatkındır. Türkiye’de aracılık tercih ediliyor. Gidiyor bir yerden satın alıyor, başkasına satıyor. Araya kademe sokuyor. Böylece fiyat seviyesini yükseltiyor. Ekonomik aktivite canlandıkça el değiştirme artıyor. Ama benim geleceğe dair büyüme beklentim negatif olduğu için, ticaret sektöründe de şaşırtıcı bir şey beklemiyorum.
Uzmanlar kapasitenin yetersiz olduğunu düşünüyor. Sanayi üretimindeki artışı da yetersiz buluyorlar. Büyümeyi destekleyecek durumda olmadığı ileri sürülüyor. Sizin düşünceniz nedir?
Türkiye’de yüzde 70-75’lerde seyreden bir kapasite üretimi var. Bu zaten yüzde 80’nin üzerine çıkmaz. Geçmiş yıllara baktığımızda da çıkmadığını görüyoruz. Kapasite kullanım oranı dediğimiz, DİE tarafından hesaplanan, doğruluğu tartışılabilecek bir kavram.
Kapasite kullanımı üretimi artırdı mı? Yoksa üretim artıkça, insanlar aşka geldikçe, daha çok mu kapasite kullandılar belli değil. Veri bize bunu ispatlamıyor. Ekonometrik veriler açıklamıyor. Kapasite kullanımı ekonomik beklentilere yönelik belirlenir. Olumlu ise artar. Yakın dönemde çok ciddi bir artış beklemiyorum, bu açıdan.
“BÜYÜME YÜZDE 3-5 ARASI OLUR”
Yıl sonu için büyüme beklentiniz nedir?
Görünen o ki, devletin yüzde 3’lük büyüme beklentisi karşılanacak. Hatta üzerine çıkacak. Ancak, 5’in üzerine çıkar mı? Bilemiyorum. İlk 6 ayda 5’e yakın oldu. Ama 5’in üzerine çıkması çok mantıklı gelmiyor.
Ama burası Türkiye, öyle bir seçim sonucu öyle bir Irak savaşı sonucu görürüz ki, her şey değişir. Üretimciler olumlu ki, daha önce benim beklentilerimin üzerinde sotağa çalıştılar. Bundan sonra da aynı şey olabilir. Fakat sanırım, 3 ile 5 arası bir yerde seyredecek.
Stoklardan arındırdığımızda büyüme eksi olarak mı çıkıyor?
Türkiye’de büyüme sadece stoklara yönelik olmadı. İç talep az da olsa büyüdü. Talepte dahi kıpırdanma var. İhracat da yapıldı, yatırım da... Ama stoklara da çalışıldı. Stokların çok önemli bir faktör olduğu aşikar. Stoklara hiç çalışılmasaydı, büyüme negatif mi olurdu. Kesinlikle değil. İç talep var.
Yüzde 1’e yakın iç talep artışı var. Stokların etkisi elbette çok önemli. Geleceğe dair endikasyonları da var. Buna da dikkat etmek gerekir. Stokların büyümesi garipsenmemeli. Üretim olmadı demek bu. Resesyondan sonra böyle olması gayet normal. Önemli olan gelecekte bunun etkilerinin ne olacağı... Yarın stoklardan harcama yapılırken aynı zamanda üretim yapılacak mı? Bu çok normal. Krizlerden sonra görülen bir durum. Gelecek dönemde bu stoklar eriyecek mi? Orada önemli bir soru işareti var. Olumlu senaryolar altında çok da iyi işaretler içeriyor.
“ÇARE İHRACATTA”
Dayanıklı tüketim mallarında ciddi büyüme görüldü. Bu trend devam eder mi? Başka hangi sektörlerde bu tür iyi gelişmeler göreceğiz?
“Türkiye çok genç nüfusu sahip. Genç nüfusun da dayanıklı tüketime ihtiyacı var. Yeni gelişmeleri, Televole’yi takip ederek her şeyi almak isteyen genç bir nüfusumuz var. Evlenirler, dayanıklı tüketim yaparlar. Tamamen gelirler ve beklentilerle ilgili. Türkiye’de eskiden yeni evlenen bir çift, X şirketine gider evine buzdolabı, çamaşır makinesi alırdı. Taksitle alırdı. Ne kadar kazanıyor 150 lira. Ne kadarını taksite verecek? 50 lira. Olur mu? Olur. Çünkü, “İşim var. İşim de devam edeceğim.” Üstelik bunun karşılığında transferlerden dolayı borç büyüyordu.
Böylelikle üretici malını taksitle satıyor. Enflasyonla faiz de bindiriyor. Fiyatını düşürmüyor. Adam ise işine güvendiğinden tüketime devam ediyor. Türkiye’de bu ortam çok iyi sağlanmıştı. Ama artık kolay değil. Kamudaki bakıyor, IMF’ye güvenemiyor. Özel sektördeki, ‘Yarın işim olmayabilir’ diye düşünüyor. İki yıl vadeli televizyon almak istemiyor. Sadece ihtiyaca yönelik tüketim yapılıyor. Bu değişecek mi? Değişecek denebilmesi için birinin ortaya bir şey koyması gerekir. Ben koyamıyorum.
Çünkü, Türkiye’nin borç yükü var. Borç yükünü krizsiz eritebilmesi için devletin sürekli tasarruf yapması gerekir. Bu kesimlere gerekli desteği vermemesi gerekir ki, iç talep, işgücü bunlarla belirlenir. Devlet bu transferleri yapamıyor artık. Katkısı yüzde 15 olmasına rağmen, Türkiye’nin yarısı tarımdan nema alır. Bu nemanın kaynağı ise devlettir. Artık bu mekanizmalar çalışmıyor. Dayanıklı tüketim de elektronik de çareyi ihracatta bulacak. Zaten bu sektörler de ihracata yönelecek.
“BUNDAN SONRA İYİ SENARYOLAR ÇALIŞACAK”
Ekonominin geleceğine nasıl bakıyorsunuz? Sizin “iyi” ve “kötü” senaryolarınızı alabilir miyiz?
Benim kötü senaryom yok. Arjantin nasıl batmadıysa, bu devlet de batmayacak. Gazetelere bakan battığını sanır. Ama oraya giden öyle olmadığını bilir. Çalkantılar olabilir ama kötü senaryo yok.
Öyle kötü iki kriz yaşadık ki, daha dibe vuramayız. Kriz sonrası Gayri Safi Milli Hasıla 140 milyar dolara indi. Finansal bir takım çalkantılar olabilir ama bundan sonra iyi senaryolar çalışacak. Çok bilinmeyen var. Irak savaşı var. Politika var. CHP olsun, AKP olsun hepsi birbiriyle uyumlu çalışacağını hissettiriyor. Zaten gelen kim olursa olsun IMF’ye uymak zorunda.
Irak’ta da ben kişisel olarak çok kötü şeyler olacağını düşünmüyorum. Savaş olacak belki ama nükleer olmayacak. Çok çabuk olacak. Ve eğer Irak’ın yönetim değişikliği ve dünya ekonomisi ile entegrasyonu söz konusu olursa bundan en fazla Türkiye faydalanacak. Ben inançlıyım.
“İNŞAATTA ZOR GÜNLER SÜRECEK”
İnşaat sektörü son zamanlarda çok büyük sıkıntılar yaşadı. Ciddi şekilde küçüldü. Kısa bir süredir ise sektördekiler ve uzmanlar daha olumlu bir hava içindeler. Sizin değerlendirmeniz nedir?
İnşaat sektörü konusunda ben son derece olumsuzum. İnşaat sektörü derken ülkenin geneline göre de konuşmak uygun olur. Emlak piyasası büyük şehirlerde dönüyor. Özellikle inşaat sektörüne yönelik olanı. Deprem tehlikesinin çok büyük olduğu İstanbul’da artık yatırım amaçlı olarak gayri menkul cazibesini yitirdi. Dolayısıyla, gayrimenkul, geçmişte Türkiye’ye gelen kayıt dışının ya da gayri meşru paranın artı meşru paranın en çok tercih ettiği, uzun vadeli düşünebildiği bir yatırımdı. Bugün ekonomik ortam buna müsait değil. Tüketim yok. Gelirler basık. Ne eskisi kadar yüksek kira getirileri ne de ev fiyatlarında iyileşme söz konusu değil.
Borsa gibi düşünürsek... Bunu böyle düşünmek yatırımcılar için kolay değil. Türkiye’de yıllarca finansal piyasalar sofistike değildi. İnsanların karşısında basit mevduat hesabına karşılık çok fazla yatırım alternatifi yoktu. Bugün var. Parasını değerlendirebileceği çok seçeneği bulunuyor. Gayri menkul tek alternatif değil. Dolayısıyla uzun ve orta vadeli olup likit olan gayri menkul yatırımları cazip değil. Özellikle orta sınıf açısında değil. Belki çok büyük tasarruf sahibi için yaşam kalitesini artırmaya yönelik yatırım olabilir. Lüks tüketim. Lüks inşaat segmentinde. Ama onun bile çok ahım şahım olacağını sanmıyorum.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?