Konjonktür

2005’TE CARİ AÇIK Türkiye’nin cari işlemler dengesi 2004 yılında 15.6 milyar dolar açık verdi ve rekor kırdı. Daha önce hiç bu kadar yüksek bir cari açık vermemiştik. Sürdürülebilirlik açısından d...

1.03.2005 02:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

2005’TE CARİ AÇIK

Türkiye’nin cari işlemler dengesi 2004 yılında 15.6 milyar dolar açık verdi ve rekor kırdı. Daha önce hiç bu kadar yüksek bir cari açık vermemiştik. Sürdürülebilirlik açısından daha önemli bir gösterge olan cari açığın milli gelire oranında da rekor kırdık gibi. Henüz 2005 yılı milli gelir verileri açıklanmadığı için bu konuda kesin konuşamıyoruz ama cari açığın tahmini milli gelire oranı yüzde 5.3’ü buluyor. Ödemeler dengesi verilerinin mevcut olduğu 1950 yılından bu yana cari açığın milli gelire oranı hiç bu kadar yüksek bir düzeye çıkmamıştı. Bundan önceki en yüksek oran 1977 yılında gerçekleşen yüzde 5.1 oranıydı.

hedTürkiye’de cari açıktaki her rekoru bir kriz takip ettiği için 2004’teki yükseliş de canımızı epey sıktı tabii. Özellikle cari açığın hızla tırmandığı yılın ilk yarısında bir ara yüreğimiz ağzımıza kadar geldi. Bahar aylarında mali piyasalarda yaşanan çalkantıda cari açıktaki bu yükselişin de etkisi vardı.

Neyse ki cari açığı finanse edecek ölçüde hatta daha fazla dış kaynağın bulunması, 2004’te korkulanın olmamasını sağladı. Yılın ikinci yarısında ekonomide yavaşlama başlayınca da endişeler yavaş yavaş dağılmaya başladı.

Ancak 2004 yılı bilançosunun belli olmasından sonra geçen ay cari açık konusunda yeniden tartışmalar yaşandığına şahit olduk. Bazı iktisatçılar 2004 yılındaki endişelerini 2005 yılına da taşımış durumda. Bu iktisatçılar bu gidişin sonunun 2001 yılındaki gibi bir kriz olacağında ısrar ediyor. Buna karşılık ekonominin yapısının artık değiştiğini ve cari açık sorununun yumuşak bir inişle çözüleceğini savunanlar da mevcut.

Ekonominin sağlığı ve dolayısıyla iş ve aş açısından çok önemli olduğu için bu konuyu biraz yakından incelemek gerekiyor.

Tahminler düşüş yönünde

Hükümetin 2005 yılı cari açık hedefi 2004’e göre önemli bir düşüş öngörüyor. 2005 Yılı Programı’nda yer alan bilgilere göre, bu yıl cari açığın 10.6 milyar dolar olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Cari açığın milli gelire oranı için konulan hedef ise yüzde 3.6 düzeyinde.

hedİşler hükümetin hedeflediği gibi giderse, bu yıl cari açık konusunda bir derdimiz olmayacak. Ancak şöyle bir gerçek var ki Türkiye ekonomisi hükümetin koyduğu hedeflere genelde pek aldırmıyor. Nitekim 2004 yılının cari açık hedefi 7.6 milyar dolardı ama bildiğiniz gibi gerçekleşme bunun 2 katından fazla oldu.

Bu durumda 2005 yılında cari açığın ne olacağı konusunda bir fikir sahibi olabilmek için yerli ve yabancı kuruluşların tahminlerine de göz atmak gerekiyor.

İkinci sayfadaki tabloda bizim elde edebildiğimiz bazı tahminleri görüyorsunuz. Bu tabloda IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) tahmininin hükümetin hedefine epey yakın olması dikkati çekiyor. Ancak bu yakınlığı bu kuruluşun hükümet ile ortak bir program yürütmesine bağlamak mümkün. Bu nedenle diğer tahminlere daha fazla ağırlık vermekte fayda var.

Diğer tahminlere baktığımızda ise Yapı Kredi Bankası dışında 2004’e göre cari açıkta artış bekleyen kuruluş görmüyoruz. Tahminler genelde 2004’e göre biraz düşüş öngörüyor. Örneğin OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) 2005’te cari açığın 14.3 milyar dolar olarak gerçekleşmesini bekliyor. TÜSİAD’ın (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) tahmini ise 15 milyar dolar düzeyinde.

Yavaşlamanın etkisi

2005’te cari açıkta bir miktar düşüş öngören tahminler bize makul geliyor. Zaten bu nedenle biz de tahminimizi 14 milyar dolar olarak belirledik.

Gerek bizim gerekse de diğer kuruluşların 2005’te cari açıkta bir miktar gerileme beklemesinin temel gerekçesini ekonomide de 2004’e göre yavaşlama beklemesi oluşturuyor. Ekonomi yavaşlayınca üretimde kullanılan ithal hammadde ve ara malı ihtiyacı da azalacak. Tabii bu da ithalatı ve dolayısıyla cari açığı aşağıya çekecek.    

Nitekim yapılan cari açık tahminleri ile büyüme tahminleri arasında bir korelasyon var gibi görünüyor. Ekonomide daha az yavaşlama bekleyenler cari açığı daha yüksek, daha fazla yavaşlama bekleyenler ise daha düşük tahmin ediyor. Örneğin 2004’te yüzde 8.5 dolayında çıkması beklenen büyüme oranının 2005’te yüzde 6.5 olmasını bekleyen TÜSİAD’ın cari açık tahmini 15 milyar dolar iken, 2005’te yüzde 5.3 büyüme bekleyen EIU’nun (The Economist Intelligence Unit) cari açık tahmini 14 milyar dolar düzeyinde bulunuyor.

Tabii bu noktada 2005’te ekonominin nasıl yavaşlayacağını da biraz açmak gerekiyor.

Bu yavaşlamanın en önemli nedeni iç talebin geçen yılki kadar canlı olmaması olacak. Otomotivde ve dayanıklı tüketimde 2001 krizinden beri ertelenen iç talebin devreye girmesi, geçen yıl üretimi de uyardı ve çok yüksek bir büyüme hızı gerçekleşti. Ancak artık ertelenmiş talep doygunluğa ulaştı. Halkın satın alma gücünde ise yeni bir talep yaratacak artış yok. Ücret ve maaşların hala enflasyon hedefine göre belirlenmesi, 2001 krizinde kaybedilen satın alma gücünün yerine konulmasını engelliyor.

İthalat azalacak

2004 yılında büyümeye katkı yapan diğer faktörler ihracattaki artış ve yenileme yatırımları olmuştu. Son 2 yıldaki kadar hızlı olmasa da ihracattaki artışın bu yıl da devam etmesi bekleniyor. Türkiye’nin geleceğine artan güvenin ise bu kez yeni yatırımları uyaracağı tahmin ediliyor. İşte bu faktörlerin iç talepteki gerilemenin etkisini biraz telafi edeceği ve ekonominin yüzde 5-6 dolayında bir büyüme tutturabileceği düşünülüyor.

Ertelenmiş talebin doygunluğa ulaşması ekonomiyi yavaşlatarak ithalat üzerinde dolaylı bir azaltıcı etki yapması yanında direkt bir etkide de bulunacak. Sadece ithal otomobile harcanan para geçen yıl cari açığın yükselmesine yaklaşık 2 milyar dolarlık bir katkıda bulundu. Tüm tüketim malları dikkate alındığında bu tutar 6 milyar dolara yaklaşıyor. Ertelenmiş talebin devreden çıkmasıyla cari açığa yapılan bu katkı da azalacak.

Geçen yıl dış açığı yükselten bir etken de dünya petrol fiyatlarındaki olağanüstü artış nedeniyle ham petrol faturamızın yükselmesi olmuştu. 2003’te ham petrol ithalatı için 4.8 milyar dolar harcamışken, 2004’te 6.1 milyar dolar harcadık. 2005’te ise ham petrol fiyatlarının biraz gerilemesi ve 40 doların altına inmesi bekleniyor. Bu beklentinin gerçekleşmesi de dış dengeye olumlu yansıyacak.

Finansman yine önemli

İncelediğimiz kadarıyla 2004’e göre biraz gerileme öngören 2005 yılı cari açık tahminleri makul görünüyor. Ancak bu gerilemeye rağmen 2005 yılı için beklenen cari açık yine de yüksek. Cari açığın milli gelire oranı 2005’te de yüzde 4’ün üzerinde olacak gibi görünüyor. Bu durumda 2004’e göre artmasa bile cari açığın finansmanı konusu yine önem taşıyacak.

2004’te cari açığı finanse edecek dış kaynağı Türkiye’ye olan güvenin artması sayesinde sağladık. IMF ile birlikte uygulanan istikrar programı sayesinde enflasyonu 3 yılda yüzde 60’ın üzerinden tek haneye indirdik ki bu az şey değil. Üstelik de bunu ekonominin hızlı büyüdüğü bir ortamda gerçekleştirdik. Disiplinli para ve maliye politikaları sayesinde sağlanan bu gelişmeler, dış dünyada Türkiye’nin itibar kazanmasını sağladı. Ek olarak yıl sonunda Avrupa Birliği (AB) de Türkiye’ye kapıyı açınca yabancıların iyice gözdesi olduk.

IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasının yapılması ve AB’ye üyelik sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesi halinde, Türkiye 2005 yılında da dış dünyadaki itibarını koruyacak. Beklenen o ki bu durum bu yıl doğrudan yabancı yatırımlarda da artış sağlayacak. Böylece dış açığın finansmanı konusunda yine bir sıkıntı doğmayacak.

Esasında yeni stand-by anlaşmasının imzalanmasının gecikmesi ve hükümetin son günlerde IMF ile teşvik yasası yüzünden sürtüşmeye girmesi biraz can sıkmış durumda. Ancak hükümetin daha önce de buna benzer davranışlarına şahit olduğumuz için çoğunluk son tahlilde IMF ile anlaşmanın yapılacağı görüşünde. Bu nedenle burada henüz 2005 beklentilerini değiştirebilecek bir gelişme varmış gibi görünmüyor.

KKTC’de yapılan son seçimler de AB ile üyelik sürecinin devamı açısından olumlu bir şekilde sonuçlandı. Bilindiği gibi 3 Ekim’de üyelik görüşmelerinin başlaması Kıbrıs’ta çözüm şartına bağlanmıştı. KKTC’deki seçimleri çözümden yana olan mevcut hükümetteki koalisyon ortaklarının kazanması, bu açıdan rahatlık yarattı. Şimdi önce cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması ve ardından da bahar aylarından itibaren hükümetin Kıbrıs’ta çözüm yolunda harekete geçmesi bekleniyor.

DIŞ TİCARETTE 2004 BİLANÇOSU

Dış ticarette 2004 bilançosunu değerlendirmek çok kolay değil. Çünkü bir yanda olumlu gelişmeler, öte yanda ise olumsuz gelişmeler var. Hangi gelişmelere daha fazla ağırlık vermemiz gerektiğini doğrusu bilemiyoruz. Bu biraz da 2005 yılında yaşanacaklardan sonra belli olacak. Eğer beklediğimiz gibi cari açıkta nispi bir gerileme olursa sorun yok. Ancak cari açıktaki yükseliş sürer ve ortalık karışırsa, önümüzdeki yıllarda 2004 yılı dış ticaret bilançosu hiç kuşkusuz iyi anılmayacak.

2004 yılında dış ticarette yaşanan olumlu gelişme ihracatın yine rekor bir artış göstermesi. Geçen yıl dış dünyaya 62.8 milyar dolarlık mal sattık. İhracat 2003 yılına göre yüzde 32.8 oranında artış gösterdi. Böylece 2003 yılındaki performansı aynen tekrarladık. 3 yıl gibi kısa bir süre zarfında da ihracatı ikiye katlamayı başardık.

Ancak ihracatta rekor artış yaşanırken ithalat da yerinde durmadı. 2004 yılında dış dünyadan aldığımız mal tutarı 97.2 milyar doları buldu. İthalat 2003’e göre yüzde 40.1 oranında artış gösterdi. Böylece 2003 yılındaki artış oranını da aştı.

Ertelenmiş talebin devreye girmesiyle otomobil ve dayanıklı tüketim malı ithalatı da arttı ama ithalattaki artış esas olarak ekonominin hızlı büyümesinden kaynaklandı. Öngörülenden hızlı büyüyen ekonominin hammadde ve ara malı ihtiyacı, ithalatın sıçramasına yol açtı.

Ancak ekonominin hızlı büyümesi gibi olumlu bir gelişmeden de kaynaklansa ithalat dış açığı artırıp tehlikeli sonuçlara yol açabiliyor. Nitekim geçen yıl dış ticaret açığı 34.4 milyar dolara ulaştı ve rekor kırdı. Buna bağlı olarak cari işlemler dengesinde de rekor bir açık oluştu. Cari işlemler dengesi 15.6 milyar dolar açık verdi. Bu açığın 2004 yılı tahmini milli gelirine oranı yüzde 5.3’ü buluyor. 2004 yılındaki cari açık hem tutar hem de milli gelire oran olarak, 2001 krizi öncesindeki düzeyin üzerinde bulunuyor.

2004 yılında ihracatın da yüksek artış göstermesi ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 64.6 olmasını sağladı ve yüzde 60’lık tehlike sınırının altına gerilemesini önledi. Cari açığın finansmanında da bir sorunla karşılaşmadık. Dış dünyadan cari açığı finanse edecek düzeyin de üzerinde bir sermaye akışı oldu ve döviz rezervlerimiz de yükseldi. Bütün bunlar ve de ekonominin yapısının 2001 yılına göre daha sağlam olması yüreklere su serpiyor. Ancak yine de rekor cari açık iktisatçıları biraz tedirgin ediyor.

ENFLASYONDA YENİ ENDEKS DÖNEMİ

Türkiye’de enflasyon 1996 yılından bu yana 1994=100 bazlı endekslere dayanılarak hesaplanıyordu. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) geçen ocak ayından itibaren enflasyonu 2003=100 bazlı yeni endekslere göre hesaplamaya başladı. Endeks hesaplarına temel teşkil eden tüketim kalıpları zamanla değiştiği için, en azından 5-6 yılda bir bu tür değişiklikler yapmak zorunlu. Ancak karakteri bilinen bir endeksin yerine huyu suyu bilinmeyen yeni bir endeksin gelmesi, enflasyonun geleceği konusunda öngörülerde bulunmayı zorlaştırıyor tabii.

Bu zorluğun üstesinden biraz olsun gelebilmek için, yeni endeksin mümkün olduğunca geçmişe dönük verilerinin de bilinmesi gerekiyor. DİE, önceki endeks değişikliklerinde bu ihtiyacı dikkate alıp gerekli verileri hemen yayınlamıştı. Bu kez ise nedense ilk başta buna yanaşmadı. Fakat kamuoyu baskısı karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Biraz gecikmeyle de olsa yeni endekslere ilişkin 2003 ve 2004 yılı verileri yayınlandı.

Bu verilerin yayınlanmasıyla da eski ve yeni endekslerin karşılaştırılması ve bazı ipuçlarının elde edilmesi imkanı doğdu. Enflasyonun geleceği konusunda öngörülerde bulunmak isteyenlere yardımcı olabilecek bu ipuçlarından bazıları şöyle:

Yeni enflasyon daha düşük değil: Yeni endekslerin, fiyatları son yıllarda sürekli gerileyen cep telefonu, bilgisayar gibi teknoloji ürünlerini de içermesi nedeniyle, enflasyonu 1994=100 bazlı eski endekslere göre daha düşük ölçmesi bekleniyordu. Ancak bu beklenti pek gerçekleşmedi. Aylık enflasyon oranlarına bakıldığında yeni endekslerin sadece 2003’ün ilk birkaç ayında enflasyonu daha düşük ölçtükleri görülüyor. Sonraki aylarda ise bu farklılık ortadan kalkıyor ve iki endeks ile hesaplanan enflasyon oranları birbirine yakınlaşıyor. Hatta 2003=100 bazlı ÜFE (Üretici Fiyatları Endeksi) ile hesaplanan enflasyon, 1994=100 bazlı TEFE (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) ile hesaplanan enflasyondan daha yüksek. 2004 yılı enflasyonunun eski TÜFE (Tüketici Fiyatları Endeksi) ile yüzde 9.32, yeni TÜFE ile yüzde 9.35 olarak hesaplanması, TEFE ile hesaplandığında yüzde 13.84, ÜFE ile hesaplandığında yüzde 15.35 çıkması bu söylediklerimizi kanıtlıyor.

Yaz rehaveti daha az: Yaz ayları gelince artık eskisi kadar rahatlayamayacağız. Yeni endeksler yaz aylarında enflasyonu eski endekslere göre daha yüksek ölçüyor. Yaz aylarındaki enflasyon ile diğer aylardaki enflasyon arasındaki fark da eski endekslere göre daha az. Şubat 2003-Ocak 2005 dönemi verilerini kullanarak yaptığımız hesaplara göre, eski TÜFE’de haziran-ağustos dönemindeki aylık ortalama enflasyon yüzde 0.05 iken yeni TÜFE’de yüzde 0.19 düzeyinde bulunuyor. Diğer 9 aydaki ortalama enflasyon ise eski TÜFE’de yüzde 1.33 iken, yeni TÜFE’de yüzde 0.99 olarak hesaplanıyor. TEFE’de haziran-ağustos dönemindeki aylık ortalama enflasyon yüzde -0.74, ÜFE’de ise yüzde 0.28 düzeyinde. Diğer 9 aydaki ortalama enflasyon ise TEFE’de yüzde 1.36 iken ÜFE’de yüzde 1.04’e düşüyor.

Kurlara hassasiyet daha fazla: Önümüzdeki dönemde enflasyon öngörülerinde bulunmadan önce kur değişimlerini daha yakından izlemek gerekecek. Çünkü Dışbank Ekonomik Araştırmalar Bölümü tarafından yapılan ve Şubat 2003-Ocak 2005 dönemine ilişkin aylık enflasyon oranları ile kur değişimleri arasındaki korelasyon katsayılarının hesaplanmasına dayanan bir araştırmaya göre, yeni endekslerin kurlara hassasiyeti daha yüksek. 1 dolar ve 0.77 eurodan oluşan kur sepetindeki aylık değişimin TEFE’deki aylık değişimle arasındaki korelasyon katsayısı yüzde 20.1 olarak hesaplanırken, ÜFE’deki aylık değişimle arasındaki korelasyon katsayısı yüzde 58.8’i buluyor. Bu ölçüde olmasa da yeni TÜFE ile eski TÜFE’nin kur hassasiyeti arasında da fark var. Kur sepetindeki aylık değişimin eski TÜFE’deki aylık değişimle arasındaki korelasyon katsayısı yüzde 10.6, yeni TÜFE’deki aylık değişimle arasındaki korelasyon katsayısı yüzde 14.4 olarak hesaplanıyor. TEFE ve ÜFE’den tarım fiyatları, TÜFE’den ise gıda-içki fiyatları düşüldüğünde kurlara hassasiyet biraz daha artıyor.

Volatilitede değişiklik yok: Yine Dışbank Ekonomik Araştırmalar Bölümü tarafından yapılan hesaplara göre, eski ve yeni endekslerin volatilitesi arasında ise önemli bir farklılık yok. Aylık değişimlerin standart sapmasının ortalamaya oranı olarak hesaplanan volatilite katsayısı eski TÜFE’de 0.9 çıkarken, yeni TÜFE’de 0.8 çıkıyor. Aynı katsayısı TEFE için 1.8, ÜFE için ise 1.7 olarak hesaplanıyor. Yalnız alt gruplar bazında bakıldığında volatilitede bazı değişiklikler mevcut. Bunlar içinde en önemlisini ÜFE’deki tarım fiyatlarının volatilitesinin TEFE’deki tarım fiyatları volatilitesine göre azalması oluşturuyor.

SANAYİ EKONOMİYİ SIRTLADI

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) bu ayın sonunda açıklayacağı GSMH (Gayri Safi Milli Hasıla) büyüme oranının yüzde 8-9 arasında çıkması bekleniyor. Ekonominin son yılların bu en yüksek büyüme hızına ulaşmasında kuşkusuz sanayinin önemli payı var. Aylık sanayi üretim endeksinin aralık ayı sonuçlarının da geçen ay açıklanmasıyla, sanayinin 2004 yılında nasıl bir performans gösterdiği ortaya çıkmış oldu. Aylık endeksin sonuçları geçen yıl sanayi üretiminin yüzde 9.8 oranında arttığını gösteriyor. Bu oran 1997 yılından bu yana gerçekleşen en yüksek üretim artışına işaret ediyor.

2004 yılında sanayi özellikle yılın ilk yarısında olağanüstü bir performans gösterdi. Sanayi üretimindeki artış şubat-temmuz arasında hep çift haneliydi. Yılın ikinci yarısında ise iç talepteki yavaşlama üretime de yansıdı ve sanayi aynı performansı koruyamadı. Sanayi üretimindeki artış oranı ekim ayında yüzde 1.5’e kadar düştü. İşler ilk yarıyıldaki gibi gitse sanayi üretiminde bir rekor kırılabilecekti.

Ertelenmiş talebin etkisi

İkinci yarıyıldaki yavaşlamaya rağmen sanayinin 2004 yılında parlak bir performans göstermesi, 3 yıldır büyümede çok etkili olan ihracata ek olarak iç talepte de canlanma yaşanmasıyla gerçekleşti. Özellikle otomobilde ve dayanıklı tüketim mallarında kriz sonrası ertelenen talebin devreye girmesi, sanayicilerin üretime hız vermelerini sağladı.   

Sanayinin üç ana alt sektörü var. Bunları imalat sanayi, madencilik ve enerji sektörleri oluşturuyor. Endekste en büyük pay yüzde 86.92 ile imalat sanayiine ait olduğu için, sanayi üretimindeki değişim en çok imalat sanayiindeki değişimden etkileniyor. İmalat sanayiinde durum iyi ise toplam sanayi üretiminde de iyi oluyor. İmalat sanayiinin performansı düşük olduğunda ise diğer iki ana sektörün performansı ne kadar yüksek olursa olsun durumu kurtarmaya yetmiyor.  

2004 yılında da sanayinin performansının yüksek olması esas olarak imalat sanayiindeki durumdan kaynaklandı. Geçen yıl imalat sanayiindeki üretim artışı yüzde 10.4’ü buldu. Enerji sektöründe üretim yüzde 6.8 ile sanayi üretimindeki genel artış oranının altında kaldı. Madencilik sektöründe ise sadece yüzde 3.7’lik üretim artışı görüldü. Yalnız madencilik sektöründe üretimin 1999’dan beri düşüş eğiliminde olduğunu göz önüne alırsak, üretimin bu kadar artması bile olumlu bir gelişme.

En yüksek artış otomotivde

İmalat sanayinin alt dallarına baktığımızda ise 2004 yılında sanayi üretimindeki artışa en büyük katkının otomotivden geldiği görülüyor. İhracata ek olarak iç talebin de canlanmasıyla 2004’te otomotiv sanayi üretimi yüzde 50.2 oranında artış gösterdi. Bu sektör önceki yılda da sanayi üretimini sürükleyen sektördü ama üretim artışı bu kadar yüksek değildi.

Endeksteki payı yüksek olan diğer sektörlere baktığımızda, otomotivden sonra en yüksek üretim artışının yüzde 21 ile makine-teçhizat sektöründe olduğunu görüyoruz. Geçen yıl yatırımlarda görülen canlanma sermaye malı ithalatını artırması yanında yerli makine ve teçhizat üreticilerinin satışlarına da olumlu yansıdı. Yalnız bu sektörde üretim artışının 2003 yılına göre biraz gerilediği dikkati çekiyor.

2004’te üretimin hızlanması diğer sektörlere hammadde ve ara malı üreten kimya ve ana metal sanayilerine de olumlu yansıdı. Kimya sanayinde üretim yüzde 13, metal ana sanayiinde ise yüzde 7.8 oranında artış gösterdi.

İhracatta lokomotif konumunda olan tekstil ve giyimde üretim artışı sanayinin geneline göre düşük. Ancak bu sektörlerde durumun 2003’e göre epey düzeldiği görülüyor. Tekstilde 2003’te yüzde 0.9 azalan üretim, 2004’te yüzde 4.2 arttı. Giyimde ise 2003’te yüzde 2.8 olan üretim artışı 2004’te yüzde 5.5’e yükseldi.

Endekste ağırlığı yüksek olan sektörler içinde geçen yıl üretimi gerileyenler gıda-içecek ve petrol ürünleri oldu. Gıda-içecekteki üretim düşüşü, tüketicinin harcamalarını 2001 krizinden beri ertelediği dayanıklı tüketim malı ihtiyaçlarına yönlendirmesinden kaynaklanmış olabilir. Petrol ürünleri sektöründeki üretim düşüşü ise TÜPRAŞ’ın dünya petrol fiyatlarındaki yükseliş nedeniyle üretimi azaltıp stokları devreye sokmasından kaynaklandı gibi görünüyor.

BÜTÇE HEDEFLERİNDE OLUMLU SAPMA VAR

Esasında biz Konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada Maliye Bakanlığı bütçede ocak ayı verilerini açıklamıştı. Ancak öncelikle biraz geç yayınlandığı için geçen ayki sayımızda ele alamadığımız 2004 yılı bütçesini değerlendirmek istiyoruz.

2004 yılında bütçe gerçekleşmeleri yılbaşında konulan hedeflere göre epey saptı ama bu sapma olumlu yönde oldu.

Bütçe açığı 45.8 milyar YTL olarak hedeflenmiş iken 30.3 milyar YTL olarak gerçekleşti. Bütçe açığı geçen sonbaharda 2005 yılı hedefleri belirlenirken yapılan 34 milyar YTL’lik gerçekleşme tahmininin bile altında kaldı.

Bütçe açığındaki olumlu sapmanın nedenlerinden biri faiz ödemelerinin beklenenden düşük gerçekleşmesi oldu. Faiz oranlarının gerilemesinin getirdiği avantaj, 2004’te bütçeden faize hedeflenenden 9.6 milyar YTL daha az ödeme yapılmasını sağladı.

Bütçe açığındaki olumlu sapmanın ikinci nedeni ise gelirlerin hedeflenenden 5.8 milyar YTL daha yüksek gerçekleşmesi. Ekonominin beklenenden çok daha hızlı büyümesi vergi gelirlerine olumlu yansıdı. Kamu bankalarının kâr transferleri ve TMSF’nin Hazine’ye geri ödemeleri ise vergi dışı gelirlerin artmasını sağladı.

Bütçe açığının hedeflenenden düşük olmasını sağlayan gelişmeler tabii faiz dışı fazlanın da hedeflenenden yüksek olması sonucunu doğurdu. 20.2 milyar YTL olarak hedeflenen faiz dışı fazla 26.2 milyar YTL’yi buldu. Faiz dışı fazlanın milli gelire oranı da yüzde 4.8 olarak hedeflenirken yüzde 6.2’yi bulacak gibi görünüyor.

Bütçede ocak ayına ilişkin sonuçlara gelince… Maliye politikasındaki başarılı performans bu yıla da sarkmış gibi görünüyor. Ocak ayında bütçe açığı 1 milyar YTL olarak gerçekleşti. Geçen yılın aynı ayında açık 5.3 milyar YTL idi. Ocak ayında faiz dışı fazla ise 4.2 milyar YTL oldu. Geçen yılın aynı ayında bu tutar 677 milyon YTL düzeyindeydi.

ŞİRKET KURULUŞLARI 40 BİNİ AŞTI

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine göre, 2004 yılında Türkiye’de 40 bin 919 adet yeni şirket kuruldu. Bu sayı 2003 yılında kurulan şirket sayısını yüzde 26.8 oranında aşıyor. 2003 yılında yeni kurulan şirket sayısı 32 bin 259 adetti.

Esasında 2004 yılında kurulan şirket sayısı sadece 2003 yılının değil önceki 5 yılın da epey üzerinde. Bir yıl arayla gelen 1999 ve 2001 krizleri, geçen yüzyılın sonu ile bu yüzyılın başında girişimcilere göz açtırmamıştı. Bu dönemde bir yılda kurulan şirket sayısı 27 bin ile 33 bin arasına sıkışıp kalmıştı.

Tabii 1990’lı yılların ikinci yarısı ile kıyaslarsak kurulan şirket sayısı hala çok yüksek sayılmaz. Ekonominin 4 yıl üst üste büyüdüğü son dönem olan 1995-98 döneminde bir yılda kurulan şirket sayısı 50 binin üzerinde gerçekleşmişti. Hatta 1997 yılında yeni kurulan şirket sayısı 68 bine kadar yaklaşmıştı. Ancak yeni yüzyılın başında öyle bir ekonomik travma yaşadık ki girişimcilerin eski cesaretlerine kavuşmaları elbette biraz zaman alacak.

2004 yılında da önceki yıllarda olduğu gibi girişimciler en çok ticaret sektörüne rağbet etti. Ticaret sektöründe kurulan şirket sayısı 13 bin 912’yi buldu. İmalat sanayiinde faaliyet göstermek üzere kurulan şirket sayısı 9 bin 311 oldu. İnşaat sektöründe faaliyet göstermek için kurulan şirket sayısı ise 4 bin 938 olarak gerçekleşti.

İller itibariyle bakıldığında en fazla şirketin 15 bin 721 adet ile İstanbul’da kurulduğu dikkati çekiyor. Ankara’da kurulan şirket sayısı 5 bin 14, İzmir’de kurulan şirket sayısı ise 2 bin 942 olarak görülüyor.

2005’in ilk ayında kurulan şirket sayısı ise 4 bin 440 olarak gerçekleşti. Bu sayı 2004 yılının ilk ayında kurulan şirket sayısından yüzde 8.2 oranında daha fazla. Geçen yılki artışla karşılaştırılırsa bu oran çok yüksek değil. Ancak gözlemlerimiz, 3 yıllık hızlı büyümeden sonra bu yıl girişimcilerin biraz daha cesaret kazandığı yönünde. Dolayısıyla önümüzdeki aylarda şirket kuruluşlarında daha fazla artış olabilir.

TEŞVİKTE SONUÇ AMAÇLANANIN TAM TERSİ

Hükümet geçen yıl bu sıralarda, kişi başına geliri 1.500 doların altında olan 36 ilde yatırımı teşvik etmek için, bu illerde kurulacak işyerlerine vergi indirimi, bedelsiz arsa temini ve enerji desteği gibi bazı avantajlar getiren bir yasayı TBMM’den çıkartmıştı. Hükümetin TBMM’ye sunduğu kanun teklifinde gerekçe bölümünde “Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin bazı illerinde ve kalkınmada öncelikli yörelerde yeni yatırım sahalarının açılması, buralarda yaşayan insanlarımız için iş ve istihdam imkanlarının artırılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve diğer bölgelere göçün önlenmesi” gibi amaçlar zikrediliyordu. Ancak yasadan yararlanacak il sayısının çok geniş tutulması ve durumu nispeten iyi batıdaki iller ile doğudaki yoksul illerin aynı kefeye konulması nedeniyle, bu temel amacın gerçekleşmesi biraz zor görünüyordu.

Hazine Müsteşarlığı’nın geçen ay 2004 yılı teşvikli yatırım istatistiklerini açıklamasıyla yasanın ilk uygulama yılına ilişkin bir değerlendirme yapma imkanı doğdu. İsterseniz gelin bu değerlendirmeyi birlikte yapalım:

Geçen yıl teşvikli yatırımlar açısından çok iyi bir yıl olmadı. Teşvik belgesine bağlanan yatırım sayısı sadece yüzde 6 arttı. Bu yatırımların kapsadığı yatırım tutarı yüzde 14.1, yaratacağı istihdam ise yüzde 2.3 oranında düşüş gösterdi.

Teşvikli yatırımlardaki bu genel düşüşe karşılık teşvik yasasının kapsadığı 36 ilde yapılacak yatırımlar ikiye katlandı. Bu 36 ilde teşvik belgesine bağlanan yatırım tutarı 304’ten 660’a, toplam yatırım tutarı 1.2 milyar YTL’den 2.5 milyar YTL’ye, yaratılacak istihdam ise 15 bin 358’den 31 bin 483’e çıktı. Dolayısıyla yatırımları bu 36 ile çekmek konusunda teşvik yasası oldukça başarılı oldu.

Yoksul illere yaramadı

Ancak teşvik yasasından faydalanan durumu nispeten iyi iller ile çok yoksul illeri ayrı ayrı ele aldığımız zaman tablo değişiyor. Teşvik yasasından faydalanan 36 ilin 22’sinde kişi başına gelir 1.000 doların üzerinde iken, 14’ünde 1.000 doların altında. Teşvik yasasından esas yararlananlar kişi başına geliri 1.000 doların üzerinde olan iller. Bu 22 ilde teşvik belgesine bağlanan yatırım sayısı yüzde 130.8, yatırım tutarı yüzde 116.7, yaratılacak istihdam ise yüzde 134.5 artmış durumda. Kişi başına geliri 1.000 doların altında olan 14 ilde ise teşvik belgesine bağlanan yatırım sayısındaki artış yüzde 78.8, yatırım tutarındaki artış yüzde 83.7, yaratılacak istihdamdaki artış yüzde 27.3 düzeyinde kalıyor.

36 ili coğrafi bölgelere göre ayırıp incelediğimizde de benzer bir durumla karşılaşıyoruz. Yasa kapsamında olup da Güneydoğu Anadolu’da bulunan 7 ilde teşvikli yatırım belge sayısındaki artışın yüzde 45’te kaldığı, toplam yatırım tutarının yüzde 9.3 azaldığı, yatırımların hayata geçmesiyle yaratılacak istihdamdaki artışın ise yüzde 2.3’te kaldığı görülüyor. Doğu Anadolu’daki 12 ilde de artışlar diğer bölgelerin gerisinde kalıyor.

Kısacası teşvik yasası yatırımları diğer illerden 36 ile çekmekte başarılı oldu. Ancak bu yatırımlar, tam da başlangıçta beklendiği gibi, 36 il içindeki nispeten iyi durumda bulunan illere yöneldi. Sivas, Yozgat ve Çankırı gibi illere yatırımcılar akarken, Adıyaman, Bayburt ve Kars gibi illere yine kimse uğramadı.

Bu durumda yasanın çıkarılmasına gerekçe olan geri kalmış iller ile diğer iller arasındaki gelişmişlik farkının kapatılması imkansız görünüyor. Böyle giderse yasa ancak ortadirek konumundaki illerin durumlarını biraz düzeltmelerini sağlayacak. Yoksul iller ile gelişmiş iller arasındaki fark ise amaçlananın tam tersine biraz daha artacak.

Biz Konjonktür bölümünü hazırlarken, hükümet, IMF ile çatışmayı da göze alarak, yasanın kapsamındaki il sayısını 49’a çıkarmaya çalışıyordu. Eklenecek 13 il ekonomik durumları daha da iyi olan iller olduğu için, hükümet bu dediğini yaparsa yoksul iller yatırımcının gözünden iyice düşecek.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz