Konjonktür

Ekonomi Ve Seçim Önümüzdeki 22 Temmuz günü, demokrasiye geçiş yaptığımız 1950’den bu yana 15’inci kez, genel seçimler için sandığa gideceğiz. Bugünlerde herkesin kafasında sandıktan nasıl bir sonu...

1.07.2007 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Ekonomi Ve Seçim

Önümüzdeki 22 Temmuz günü, demokrasiye geçiş yaptığımız 1950’den bu yana 15’inci kez, genel seçimler için sandığa gideceğiz. Bugünlerde herkesin kafasında sandıktan nasıl bir sonuç çıkacağı var. Sandıktan çıkacak sonucu kestirmek için neredeyse hergün yeni bir anket düzenleniyor. Hem siyasette hem de ekonomide sandıktan çıkacak muhtemel sonuçlara göre stratejiler çiziliyor.

Biz bu yazıda sandıktan çıkacak sonucu kestirebilmek için anketlere değil de demokrasi tarihimize bir göz atacağız. Daha doğrusu demokrasi tarihimizdeki ekonomi ve seçim ilişkisine bakarak bir sonuca varmaya çalışacağız.

Seçim Ve Geçim
Türkiye’de ekonomi ve seçim ilişkisi denince genelde seçim ekonomisi yani hükümetteki parti ya da partilerin seçimi kazanmak için uyguladıkları politikaların ekonomiye etkisi akla gelir. Oysa bu ilişkinin bir de ekonomiden seçime doğru giden bir boyutu vardır. Halkımız sandığa gittiğinde genelde geçim durumunu dikkate aldığı için, seçim dönemindeki ekonomik durum da mutlaka sandığa yansır.

1950’den bu yana yapılan 14 genel seçimin sonuçlarına baktığımızda bu söylediklerimiz bariz bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu dönemde hükümette iken ekonomide başarılı olan partilerin halktan bir dönem için daha vize alabildiklerini, başarısız olanların ise kenara çekildiklerini görüyoruz. Hatta ekonomide krize yol açan partilerin sandığa gömüldüklerine ve tarihe karıştıklarına da şahit oluyoruz.

Kimler Vize Aldı?
Seçim sandığında halktan ikinci bir dönem için ilk vize alan parti, ilk demokratik seçimleri de kazanmış olan Demokrat Parti (DP) idi. 1950’li yılların tümünde tek başına iktidarda olan DP, 1950-53 dönemindeki hızlı büyüme sayesinde, 1954 seçimlerinden de zaferle çıkmıştı. İkinci döneminde ekonomide ilk dönemindeki kadar başarılı olamamasına rağmen, DP, iktidardaki yerini 1957 seçimlerinde de korudu. DP’nin iktidardan uzaklaştırılması, bildiğiniz gibi, ancak bir askeri müdahale yoluyla olmuştu.

Ekonomideki başarısı sayesinde seçmenden ikinci bir dönem için vize alan ikinci parti Adalet Partisi (AP) oldu. 1965-69 döneminde tek başına iktidarda olan AP, 1969 seçimlerinden de bu konumunu koruyarak çıktı. Yalnız seçim sonrasında parti içinde bölünmeyle karşılaşan ve 12 Mart 1971’de de askerden muhtırayı yiyen AP seçmenin kendisine verdiği bu vizeyi kullanmayı başaramamıştı.

Seçmenden ikinci bir dönem için vize alan üçüncü parti ise Anavatan Partisi (ANAP) idi. Tek başına iktidarda olduğu 1983-87 arasında özellikle büyümede iyi bir performans tutturan ANAP, 1987 seçimlerinde de iktidardaki yerini korudu. Yalnız oy oranı önceki seçime göre biraz düşen ANAP’ın bu başarısında seçim yasalarıyla oynamasının da etkisi vardı.

Bu arada tek başına iktidar durumundan askeri müdahale olmadan muhalefete geçen ilk parti de ANAP idi. İkinci iktidar dönemindeki dört yılın üçünde ekonomide durgunluk hakim olunca, ANAP, 1991 seçimlerinde muhalefete düşmüştü.

Seçmenin Gazabı
Ekonomideki başarısızlıkları yüzünden sandıkta seçmenin gazabına uğrayan partilerin ilk örneği ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP). Türkiye’deki demokrasi öncesi dönemin tek partisi olan CHP’nin 1950 seçimlerinde bozguna uğramasının en önemli nedeni seçim öncesi yılda ekonomide yaşanan küçülme idi. Ayrıca 2. Dünya Savaşı döneminde savaşa girmememize rağmen ekonomide savaşa giren ülkelerden bile daha kötü bir performansla karşılaşmamız da seçmenin zihninden henüz çıkmamıştı. Ayrıca savaş yıllarında ortaya çıkan “Geldi İsmet kesildi kısmet” sözü, İsmet İnönü’nün liderlik yaptığı 1970’li yılların başına kadar, CHP’nin seçimlerde istediği başarıyı bir türlü yakalayamamasının nedenlerinden de biri oldu.

1970’li yıllarda ekonominin bir türlü istikrara kavuşmaması koalisyon hükümetlerinin birinin gelip diğerinin gitmesine neden olmuştu. Bu dönemde yapılan seçimlerde hiçbir parti iktidara tek başına gelecek çoğunluğu yakalayamamıştı.

Fakat ekonomideki başarısızlığın iktidardaki partilerin seçimlerdeki oy oranlarına nasıl olumsuz yansıdığının esas çarpıcı örneklerini son 20 yılda yaşadık. Yukarıda da değindiğimiz gibi, iki dönem tek başına iktidarda kalan ANAP’ın 1991 seçimlerinde muhalefete düşmesinin nedeni ikinci dönemindeki dört yılın üçünde ekonomide durgunluk yaşanması olmuştu. 1994 krizi, 1995 yılında yapılan seçimlerde, kriz sırasında iktidarda olan Doğru Yol Partisi (DYP) ile CHP’nin muhalefete düşmesine neden oldu. 1999 seçimlerinde, 1996-1999 dönemindeki koalisyon hükümetlerinde yer alan partilerin çoğu oy kaybedeken o dönemin küçük partileri seçimden zaferle çıkmıştı. 2001 krizinden bir yıl sonra yapılan 2002 seçimlerinde ise hükümette bulunan üç parti de barajın altında kalıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) girememişti. Bir önceki seçimde yüzde 22.2’lik oy oranı ile birinci gelen koalisyonun büyük ortağı Demokratik Sol Parti’nin (DSP) oy oranının bu seçimde yüzde 1.2’ye kadar düşmesi, ekonomideki başarısızlık durumunda seçmenin gazabının hangi boyutlara ulaşabileceğinin çarpıcı bir örneğiydi.

Akp Şanslı Gibi
İşte bu tarihi sürece baktığımızda önümüzdeki seçimlerde biz 4.5 yıldır tek başına iktidara olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) daha şanslı görüyoruz. Tabii bu düşüncemiz AKP’nin iktidarda bulunduğu süre içinde ekonomi yönetiminde başarılı olduğu görüşümüze dayanıyor. Ekonomide başarılı olduğu için AKP’nin seçimden tek başına iktidarını koruyarak ya da olası bir koalisyonun büyük ortağı olabilecek bir sonuçla çıkabileceğini düşünüyoruz. AKP’nin tek başına iktidarını sürdürüp sürdürememesi seçimdeki oy oranı yanında yüzde 10’luk barajı aşıp TBMM’ye kaç partinin gireceğine de bağlı olduğundan bu konuda kesin bir şey söyleyemiyoruz.

Şu ana kadar sonuçlarını gördüğümüz anketler de genelde bu düşüncemize yakın sonuçlar veriyor. Bilimsel kurallara ne kadar uyularak düzenlendiklerini bilmediğimiz için, herhangi bir anketin sonuçlarını ön plana çıkarmak istemiyoruz. Fakat tüm anketlerin üç aşağı beş yukarı aynı sonuçları vermesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu arada kardeş dergimiz Ekonomist’in geçen ay içinde yaptığı bir araştırma işdünyasının da bizim gibi düşündüğünü gösteriyor. Ekonomist’in sorularına yanıt veren 370 işadamı seçimden birinci parti olarak yine AKP’nin çıkacağını düşünüyor.

Ekonomik Referandum
Yalnız bu noktada iki hususa dikkat çekmemiz şart. Birincisi, yukarıda da değindiğimiz gibi, bizim seçim sonucu konusundaki tahminimiz AKP’nin iktidarda olduğu dönemde ekonomide başarılı olduğu görüşümüze dayanıyor. Söz konusu dönemde ekonominin yüzde 7’nin üzerinde bir ortalama büyüme oranı tutturması ve de enflasyonun 34 yıl aradan sonra tek haneye inmesi, AKP’nin ekonomide başarılı olduğunu düşünmemizin en önemli nedenleri. Tabii bu arada bütçe açığında düşüş ve gelir dağılımında düzelme gibi, AKP’nin ekonomide başarılı olduğunu düşünmemize yol açan başka gelişmeler de var.

Fakat AKP’nin ekonomideki başarısı konusunda bizim gibi düşünmeyen iktisatçılar da mevcut. Bu iktisatçıların resmi istatistiklere hiç güven duymayan bir kısmına göre ekonominin büyüdüğü de enflasyonun düştüğü de palavra. Bu iktisatçıların bir başka kısmı ise ekonomideki bu gelişmeleri kabul ediyor ama bunların geniş halk kitlelerinin refah düzeyine yansımadığını iddia ediyor. Bu iktisatçıların iddiası 22 Temmuz seçimlerini bir anlamda ekonomik bir referandum haline getiriyor. Eğer bu iktisatçılar haklı ise AKP’nin seçimlerden kendisini iktidardan kesinkes düşürecek ciddi bir oy kaybına uğrayarak çıkması gerekiyor. Eğer gerçekleşme bu yönde olmaz ise son beş yılda makro göstergelerde gördüğümüz iyileşmelerin halkın refah düzeyine de yansıdığı ortaya çıkacak.

Ekonomi Dışı Faktörler
Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz ikinci husus ise 22 Temmuz seçimlerinde ekonomi dışı faktörlerin epey rol oynayacak olması. 1987 seçimlerinden beri oy kullanan bir kişi olarak ben ekonomi dışı faktörlerin bu kadar rol oynadığı bir seçim sürecini hiç hatırlamıyorum. Bizim ekonomik referandum olarak tanımladığımız 22 Temmuz seçimlerini bazıları laiklik, bazıları da demokrasi referandumu olarak tanımlamaya çalışıyor. AKP’nin “İslamcı” diye nitelenen bir etikete sahip olması, muhalefetin bir kısmının seçimi bir kez daha AKP kazanırsa laikliğin elden gideceği iddiasında bulunmasına neden oluyor. 27 Nisan’daki “e-muhtıra” sonrasında muhalefet partilerinin takındığı tutumu aklından çıkaramayan bir kesim ise 22 Temmuz seçimlerinden AKP’nin yenilgiyle çıkması halinde bunun anti demokratik güçlerin zaferi olacağını iddia ediyor.

22 Temmuz seçimlerinin laiklik için bir referandum olduğuna inanan seçmenler, ekonomideki başarısı hakkında ne düşünürse düşünsünler oylarını AKP’den esirgeyecekler. 22 Temmuz seçimlerinin demokrasi için bir referandum olduğuna inanan seçmenler de aynı şekilde ekonomiyi bir tarafa bırakıp sırf demokrasiye sahip çıkmak adına AKP’ye oy verecekler. Bu faktörlerin etkisinin ne kadar büyük olacağını bilemiyoruz ama ekonominin seçim sonuçları üzerindeki etkisinin önceki seçimlere göre daha az olabileceğini tahmin ediyoruz. Bu nedenle de 22 temmuz seçimlerinin sonuçlarını sırf ekonomiye bağlamak doğru olmaz diye düşünüyoruz.

Enflasyonda Beklenen Düşüş Geldi

2006 yılında nisan-temmuz arasında enflasyonda önemli bir yükseliş yaşandığı için, bu yıl aynı dönemde ciddi bir düşüş bekleniyordu. Nisan ayında bu düşüş gerçekten de başlamıştı ama gerçekleşen düşüş pek de beklenen ölçüde olmamıştı. Fakat mayıs ayında enflasyonda beklenenin de ötesinde bir düşüş oldu.

Mayıs ayında enflasyon yüzde 0.5 olarak gerçekleşti. Beklentiler yüzde 0.8 ile daha yüksek bir enflasyona işaret ediyordu. Bundan daha önemlisi, mayıs ayında enflasyon geçen yılın aynı ayındaki düzeyinin de çok altında çıktı. 2006’nın mayıs ayında enflasyon yüzde 1.88 idi.

Aylık enflasyonun geçen yılki seviyesinin bu kadar altında çıkması yıllık enflasyona da aynen yansıdı tabii. Nisan ayında yüzde 10.72 düzeyinde olan yıllık enflasyon mayıs ayında yüzde 9.23’e kadar indi. Böylece yıllık enflasyon üç ay aradan sonra yeniden tek haneye de inmiş oldu.

Mayıs ayında enflasyonun beklenenden düşük çıkmasının en önemli nedeni gıda fiyatlarında yaşanan gelişme. Önceki aylarda önemli artışların gerçekleştiği gıda fiyatlarında mayıs ayında yüzde 1.66 oranında gerileme yaşandı. Mevsimselliğin ötesindeki bu düşüş, gıda grubu enflasyon sepetinde en büyük ağırlığa sahip grup olduğu için, genel enflasyon oranına önemli ölçüde yansıdı.

Baz etkisinin devam edecek olması nedeniyle enflasyondaki düşüş eğiliminin önümüzdeki iki ayda da sürmesi bekleniyor. Sonraki aylarda ne olacağını ise şu anda öngörmek biraz zor görünüyor.

Sanayide Durgunluk Sinyali

Yılın ilk iki ayında gerçekleşen yüksek üretim artışları, mart ayındaki yavaşlamaya rağmen, sanayinin ilk çeyreği kurtarmasını sağlamıştı. İlk çeyrekte sanayi üretimindeki artışın yüzde 8’i bulmasının aynı dönem için ekonominin genelindeki büyümeyi kurtardığını tahmin ediyoruz. Fakat sanayinin nisan ayındaki performansı ikinci çeyrekte bu kadar şanslı olamayacağımızı düşündürüyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen ay yayınladığı verilere göre, nisan ayında sanayi üretimi yıllık bazda sadece yüzde 1.4 oranında artış gösterebildi. Yılın ilk iki ayındaki baz etkisi ortadan kalktığı için esasında sanayi üretiminin nisan ayında da düşük çıkması bekleniyordu. Fakat beklentiler yine de gerçekleşenden daha yüksek ve yüzde 3 dolayında bir üretim artışına işaret ediyordu.

Nisan ayında sanayi üretimindeki artışın bu kadar düşük çıkması ekonominin bir durgunluğa doğru gittiği sinyalini veriyor. İç talepte ve yatırımlarda zayıflama olduğu için ekonomi zaten geçen yılın ikinci yarısından beri ihracata dayalı üretim artışıyla ayakta duruyordu. İhracattaki performans hala sürüyor ama anlaşılan bu artık ekonomiyi tek başına taşımaya yetmiyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılamaması ve erken seçim kararının alınması siyasi belirsizlik dönemini uzattığı için iç talepte de hala bir canlanma belirtisi yok. Bu durumda ikinci çeyrekte büyüme epey düşük çıkabilecek gibi görünüyor.

Oecd Türkiye İçin İyimser

Önceki sayfada nisan ayı sanayi üretimi verilerini değerlendirirken büyüme açısından olumsuz bir tablo çizdik ama OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) geçen ay yayınlanan bir raporunda yer alan Türkiye ekonomisine ilişkin tahminlerin oldukça iyimser olduğunu gördük. Geçmiş yıllara ilişkin gözlemlerimiz bize uluslararası kurumlar içinde Türkiye ekonomisine ilişkin en başarılı tahminleri OECD’nin yaptığını gösterdiği için bu tahminleri ciddiye almamız gerektiğini düşünüyoruz.

OECD’nin Türkiye tahminleri bu yıl da neredeyse geçen yılkine yakın bir büyüme öngörüyor. OECD yatırım harcamalarında geçen yıla göre önemli bir yavaşlama beklese de tüketim harcamalarında daha sınırlı bir yavaşlama olacağını tahmin ediyor. Bu yavaşlamanın da ihracattaki artış ile büyük ölçüde telafi edilebileceğini düşünüyor.

Türkiye ekonomisindeki büyümenin geçen yılkine yakın olacağını tahmin eden OECD’nin enflasyon ve cari açık konusundaki tahminleri de aşağı yukarı aynı çizgide. tahmin eden OECD’nin enflasyon ve cari açık konusundaki tahminleri de aşağı yukarı aynı çizgide. Yıllık ortalama bazda ele alınan tüketici enflasyonunun geçen yılki düzeyinin altına inmesi beklenmiyor. Cari açığın milli gelire oranında ise çok az bir düşüş öngörülüyor.

Bütçede Gidiş Çok mu Kötü?

Son birkaç yıldır ekonomik kamuoyunun en çok merak ettiği gösterge olan cari açık bu yıl yerini bu konumunu bütçe açığına kaptırmış durumda. 2007 bir seçim yılı olduğu için, hükümetin seçim ekonomisi uygulamalarının bütçeye nasıl yansıyacağı daha yıl başlamadan bile çok merak ediliyordu. Bunun üstüne 2006 yılındaki olağanüstü performanstan sonra 2007’ye kötü bir başlangıç yapılması da bütün gözlerin bütçenin üzerine yoğunlaşmasına neden oldu.

Ekonomik kamuoyundaki genel kanı bu yıl bütçede işlerin oldukça kötü gittiği yolunda. Fakat ocak-mayıs dönemine ilişkin bütçe gerçekleşmeleri bize bu kanının pek de doğru olmadığını düşündürüyor. Mart ayındaki Telekom özelleştirmesi geliri ve mayıs ayındaki vergi tahsilatı sayesinde, ilk iki aydaki vahim tablo epey toparlanmış gibi görünüyor.

İlk beş aydaki bütçe açığını geçen yılın aynı dönemindeki fazla ile karşılaştırırsak elbette durum pek iç açıcı değil gibi görünebilir. Fakat bizce ilk beş ayın bütçe açığını 16.8 milyar YTL’lik yıl sonu hedefiyle karşılaştırmak daha doğru. Bu karşılaştırmayı yaptığımızda ise ilk beş aydaki açığın hedefin yüzde 20’sine tekabül ettiğini görüyoruz. Bu da bütçe açığındaki gidişatın hedefe uygun gittiğini gösteren bir oran.

Yalnız vergi geliri tahsilatında bu yıl bir sorun yaşandığı da aşikar. Ekonomideki yavaşlama bu sorunun önümüzdeki aylarda da sürmesine yol açabilir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz