Ekonomi ve Yerel Seçim Hükümetlerin ekonomideki performanslarının genel seçim sonuçları üzerinde çok etkili olduğunu biliyoruz. İktidarı döneminde ekonomide iyi bir performans gösteremeyen partile...
Ekonomi ve Yerel Seçim
Hükümetlerin ekonomideki performanslarının genel seçim sonuçları üzerinde çok etkili olduğunu biliyoruz. İktidarı döneminde ekonomide iyi bir performans gösteremeyen partiler, yapılan ilk genel seçimde hüsrana uğruyor. İktidarda iken ekonomiyi uçuran partiler ise seçmenden bir dönem için daha vizeyi kapıyor.
Bunun en iyi örneklerini son iki genel seçimde yaşadık. 2001 krizinden sonra yapılan 2002 seçimlerinde iktidardaki koalisyon hükümetinin üç ortağı da barajın altında kalmıştı. Beş yıllık bir hızlı büyüme döneminin ardından yapılan 2007 seçimlerinden ise iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oylarını artırarak ve de tek başına iktidarını koruyarak çıkmıştı.
Geçim ve Seçim
Bu örnekler Türkiye’de genel seçimlerde seçmen çoğunluğunun ideolojik dürtülerle değil, geçim durumunu dikkate alarak karar verdiğini gösteriyor. Esasında dünyada da durum büyük ölçüde böyle.
Yerel seçimlerin anatomisi ise genel seçimlerden bir miktar farklı. Özellikle küçük yerleşim yerlerinde yapılan yerel seçimlerde, seçmenle adaylar arasındaki akrabalık ilişkileri ve tanışıklık gibi faktörler de işin içine giriyor. Ayrıca seçmen, merkezi hükümetten daha fazla destek alma beklentisiyle, iktidardaki partinin adaylarına oy verme eğiliminde oluyor. Özellikle önceki genel seçimin üzerinden fazla zaman geçmediyse, yani iktidardaki partinin uzun bir süre daha iktidarda kalma olasılığı varsa, bu eğilim daha da güçlü bir hal alıyor. Bu faktörler, iktidardaki partinin ekonomideki performansının yerel seçim sonuçları üzerindeki etkisinin, genel seçimlere göre biraz daha zayıf kalmasına neden oluyor.
Fakat bu ekonomideki durumun yerel seçim sonuçları üzerinde hiç etkisi yoktur anlamına gelmiyor. Tam tersine, özellikle ekonomideki durum çok kötüyse, iktidardaki parti yerel seçimden büyük bir bozgunla çıkabiliyor. Bu da iktidardaki meşruiyetinin de sorgulanmasına ve erken seçim isteklerinin gündeme gelmesine yol açıyor. Örneğin 1989 yerel seçimlerinde iktidardaki Anavatan Partisi’nin (ANAP) başına tam da böyle bir şey gelmişti.
Seçime Doğru
Bu ayın sonunda Türkiye’de yerel seçimler yapılacak. İktidardaki AKP’nin bu seçimden ne kadar oyla çıkacağı merakla bekleniyor. AKP, yerel seçimdeki oy oranının 2007 genel seçimlerindeki yüzde 47’nin altına düşmemesi için var gücüyle uğraşırken, muhalefet de 1989’da ANAP’ın başına gelenin AKP’nin de başına gelmesini umuyor. Yerel seçimin ekonominin resesyonda olduğu bir döneme denk gelmesi, bu açıdan muhalefeti epey umutlandırıyor.
Biz, muhalefetin bu umudunun ne ölçüde gerçekleşebileceğini anlayabilmek için, bu konuda bir araştırma yaptık. Bu amaçla Türkiye’de son 50 yılda yapılan yerel seçimleri mercek altına aldık. İktidardaki partilerin yerel seçimlerde aldıkları sonuçların ekonomideki durumdan ne ölçüde etkilendiğini araştırdık.
Türkiye’de bugün bildiğimiz anlamda yerel seçimler 1960’lı yıllardan beri yapılıyor. O zamandan bu zamana kadar yapılan yerel seçim sayısı ise dokuz. Yalnız 1973’teki yerel seçim, 14 Ekim 1973’teki genel seçimin ertesinde, hükümet kurma çalışmalarının çıkmaza girdiği bir dönemde yapılmıştı. Yeni hükümet bir türlü kurulamadığından, iktidarda, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra demokrasinin askıya alındığı dönemde kurulan ve “milli birlik hükümeti” adı verilen hükümetlerden biri vardı. 1999’daki yerel seçim de yine olağanüstü bir döneme denk gelmişti. Bu dönemde iktidarda sırf ülkeyi seçime götürmesi için işbaşına getirilen bir azınlık hükümeti vardı. Üstelik bu yerel seçim genel seçimle birlikte yapılmıştı. Bu nedenle 1973 ve 1999’daki yerel seçimleri örneklemden çıkardık ve kalan 7 yerel seçimin üzerine odaklandık.
İktidar Yıpranması
Öncelikle araştırmamızın sonucunun, yerel seçimlerde iktidar partilerinin genelde oy kaybettiğini gösterdiğini belirtelim. İncelediğimiz 7 yerel seçimden 5’inde iktidardaki partilerin oy oranı, önceki genel seçimdeki oylarına göre gerilemiş durumda. Bu durum 1960’lardan beri her yerel seçimin muhalefet tarafından hükümetin icraatlarına ilişkin bir referanduma döndürülmesinden ve iktidar partileri için genelde kaçınılmaz olan “iktidar yıpranması”ndan kaynaklanmış gibi görünüyor.
Bu genel saptamaya rağmen, yaptığımız araştırma, iktidardaki partilerin yerel seçimlerdeki oy oranlarının ekonomideki durum ile bağlantılı olduğunu da gösteriyor. Ekonomide resesyonun yaşandığı dönemlerde yapılan yerel seçimlerde iktidardaki partilerin oy oranları önceki genel seçimdeki oylarının epey altında kalıyor. Ekonomide durumun iyi olduğu dönemlerde yapılan yerel seçimlerde ise oy kaybı daha düşük oluyor. Hatta böyle dönemlerde oylarda artış da yaşanabiliyor.
İktidardaki partilerin oylarındaki değişimle seçim yılındaki ekonomik büyüme arasındaki bu ilişki istatistiksel olarak anlamlılığa da sahip. Konjonktür’ün 2’nci sayfasında gördüğünüz grafikte yer alan denklem, büyüme oranındaki her 1 puanlık artışın iktidar partisinin yerel seçimdeki oy kaybını 3 puan azalttığını da gösteriyor.
Yüzde 47’nin Üstü Zor
Henüz milli gelir istatistiklerine dökülmüş değil ama bizim tahminlerimize göre Türkiye ekonomisi şu anda Ağustos 2008’de başlayan bir resesyonun içinde bulunuyor. Bu resesyon nedeniyle 2009 yılında büyümenin negatif olacağı da yavaş yavaş genel kabul görmeye başlamış durumda. Merkez Bankası’nın düzenlediği son Beklenti Anketi’nde büyüme beklentisi yüzde -0,4’e kadar indi. Bu büyüme tahminini yukarıda bahsettiğimiz denkleme uygularsak, 29 Mart’ta yapılacak yerel seçimde AKP’nin oy oranının yüzde 40’ın altına düşmesi mümkün görünüyor.
Tabii sadece 7 gözlemle kurulan bir denklem çok da güvenilir değil. Bu nedenle ulaştığımız sonuç konusunda iddialı değiliz. Fakat AKP’nin yerel seçimde az ya da çok oy kaybetmesi olasılığını yüksek görüyoruz. Resesyonun yaşandığı bir dönemde AKP oy oranını önceki genel seçimdeki yüzde 47’nin üzerine çıkarabilirse gerçekten büyük sürpriz olur.
Genel Seçim de Tehlikede
Esasında ekonomideki bu resesyon AKP’nin oylarını sadece bu yerel seçim için değil, eğer bir erken seçim olmazsa 2011 yılında yapılması gereken gelecek genel seçim için de tehdit ediyor. Bu resesyon şimdiden AKP’nin 2’nci iktidar dönemindeki 4 yılın 2’sini kayıplar hanesine sokacak gibi görünüyor. Ekonominin durakladığı ve işsizliğin yeni bir platoya sıçrama yaptığı bir dönemden sonra AKP’nin seçmenden bir dönem için daha vize alması biraz zor olabilir. Fakat henüz ortada AKP’ye ciddi bir rakip de görünmüyor. Bu durum 2011 yılındaki seçimden sonra Türkiye’nin yeniden koalisyon hükümeti dönemlerine geri dönebileceğini düşündürüyor.
AKP’den önce Türkiye’yi tek başına yöneten son parti olan ANAP’ın başına aynen böyle bir durum gelmişti. İkinci iktidar dönemindeki 4 yılın 2’sini resesyona kurban veren ANAP’ın düşüşü 1989 yerel seçimleriyle başlamıştı. 1991’deki genel seçimden ise ANAP, 2’nci parti olarak çıkmış ve muhalefete düşmüştü. O seçimden sonra Türkiye 11 yıl sürecek bir koalisyon hükümetleri dönemine adım atmıştı.
Ekonomiyi Yere Serenin Oyu Düşüyor
Yukarıdaki tablo, 1960’lı yıllardan bu yana yapılan yerel seçimlerde iktidardaki partilerin oy oranlarının önceki genel seçime göre ne kadar değiştiğini gösteriyor. Görüldüğü gibi yerel seçimlerde oy kaybetmek iktidardaki partiler için neredeyse kaçınılmaz gibi. Sadece 2 yerel seçimde iktidar partilerinin oylarını artırdığı görülüyor. Beş yerel seçimde ise iktidar partileri oy kaybetmiş durumda.
İktidarda iken yerel seçimde oyunu en fazla artıran parti, şu anda da iktidarda olan AKP olmuştu. 2004 yılında yapılan yerel seçimde AKP’nin oyu önceki yerel seçimdeki oyunun yüzde 22,4 üzerine çıkmıştı. Bir başka şekilde ifade edersek, AKP’nin 2004 yerel seçimlerindeki oyu önceki genel seçimdeki oyuna göre 7,7 puan yükselmişti.
İktidarda iken yerel seçimde en fazla oy kaybeden partinin ise ANAP olduğunu görüyoruz. 1989 yerel seçimleri sırasında tek başına iktidarda olan ANAP, yüzde 34,8’lik bir oy kaybına uğramıştı.
Yukarıdaki grafik ise iktidardaki partilerin yerel seçimdeki oy kayıp ya da kazançlarıyla ekonomideki durum arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Sadece 7 gözleme dayandığı için temkinli yaklaşmakla beraber, bu grafiğin güçlü bir ilişkiye işaret ettiğini belirtmeliyiz. Yerel seçim yıllarında ekonomide durum kötü ise iktidar partileri büyük oy kaybına uğruyor. Ekonomide durumun iyi olduğu yerel seçimlerde ise ya oy kaybı daha düşük oluyor ya da oyları artırma imkanı elde edilebiliyor.
Sanayideki Çöküş 2009’a da Taşındı
2008 yılına iyi bir giriş yapan sanayi, finali ise çok kötü tamamladı. Ağustos ayında başlayan ve giderek hızlanan düşüş yüzünden, yılın tamamına ilişkin üretim artışı da negatif oldu. 2008 yılının sanayi üretimi önceki yılki seviyesinin yüzde 0,9 altında kaldı.
Sanayi üretiminde bundan önce yıl bazında yaşanan son düşüş 2001’de gerçekleşmişti. Sanayi üretimi 2001 yılında yüzde 8,7 oranında gerilemişti. Sonraki yıllarda ise sanayi üretimi sürekli artış eğilimindeydi.
Sanayi üretimindeki düşüş 2008’in sonuna doğru giderek derinleşirken daha önce hiç görülmemiş seviyelere de ulaştı. Aralık ayında yaşanan yüzde 17,6’lık düşüşün, 1987 yılına kadar geri giden seride bir başka örneği yok. Sanayi üretiminde bundan önceki en derin düşüşü, 1994 krizi sırasında görülen yüzde 16,3’lük seviye oluşturuyordu.
Sanayi üretiminde 2008 yılının son çeyreğinde yaşanan düşüş ise yüzde 12,5 olarak hesaplanıyor. Türkiye’de sanayi üretimindeki değişimle ekonominin genelindeki büyüme arasında var olan paralelliği dikkate alırsak, bu durum son çeyrekteki büyüme açısından hiç de iyi bir sinyal oluşturmuyor. 2008’in son çeyreğinde ekonomide bir küçülme yaşandığı zaten artık genel kabul görüyor. Fakat bu küçülme halihazırdaki yüzde 3-5 arasındaki beklentilerin epey üzerinde gerçekleşecek gibi görünüyor. 2008’in tamamındaki büyümenin ise yüzde 1’in altında kalması olasılığı güçlenmiş bulunuyor.
İşin kötü tarafı, sanayide geçen yıl başlayan bu çöküş 2009’a da taşındı gibi görünüyor. İmalat sanayiindeki kapasite kullanım oranı ocak ayında geçen yılki seviyesinin tam 16,5 puan altında kaldı. Geçen yıl ocak ayında yüzde 80,3 olan kapasite kullanım oranı, bu yıl ocak ayında ancak yüzde 63,8 olarak gerçekleşebildi. Böylece Şubat 1992’ye kadar geri giden seride aralık ayında kırılan en düşük oran rekoru ocak ayında yenilendi. Kapasite kullanım oranındaki düşüşün aralık ayındakine yakın olmasıyla, sanayi üretiminde ocak ayında da yüzde 15’in üzerinde bir düşüş görülmesi ihtimali de belirdi.
Anlaşıldığı kadarıyla sanayi bir süre daha kendisini toparlayamayacak. Çünkü hem iç talepteki daralma sürüyor hem de ihracattaki düşüş devam ediyor. Bu durum en azından yaz aylarına kadar sanayinin kötü performansının devam edeceğini düşündürüyor. Yılın 2’nci yarısında ne olacağı ise dünya ekonomisinde bu dönemde başlaması beklenen toparlanmanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bağlı. Dünya ekonomisinde beklenen toparlanma gelirse Türkiye’de de hem sanayide hem de ekonominin genelinde yıl sonuna doğru bir toparlanma olabilir. Aksi takdirde sanayinin bu yılki performansı geçen yılı bile aratabilir.
Cari Açıkta Sevindirmeyen Düşüş
Ekonomide hızlı büyümenin yaşandığı 2002-2007 döneminde iktisatçıların en büyük şikayet konusu cari açıktı. Geçen yılın ikinci yarısında ekonominin resesyona girmesiyle bu şikayet konusu nihayet ortadan kalktı. Yılın son 4 ayında düşüşe geçen cari açık 2008’i yine de önceki yılki seviyesinin üzerinde kapattı. Fakat böyle giderse bu yıl epey aşağılara düşecek gibi görünüyor. Tabii ekonominin resesyona girmesiyle sağlanan bu iyileşmenin sevinilecek bir tarafı bulunmuyor.
Merkez Bankası’nın verilerine göre 2008 yılının tamamındaki cari açık 41,4 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu tutar 2007 yılında 38,2 milyar dolar düzeyindeydi. Buna göre 2008 yılında cari açıkta yaşanan artış yüzde 8,4 olarak hesaplanıyor.
Esasında 2008 yılı içinde cari açık çok daha yüksek bir seviyeye kadar tırmanmıştı. Yıllık cari açık ağustos ayında 48,9 milyar dolara kadar çıkmıştı. Yılın son dört ayında ise yıllık cari açıkta tam 7,5 milyar dolarlık bir düşüş gerçekleşti.
Cari açığın 2008’in büyük bölümünde tırmanışını sürdürmesinde de, yılın son 4 ayında inişe geçmesinde de, ekonomideki büyüme ivmesi yanında dünya emtia fiyatlarında yaşanan gelişmelerin de etkisi var. 2008’in ilk yarısında dünya emtia fiyatlarında büyük bir tırmanış söz konusuydu. Bunlar içinde en önemlisi olan petrolün varil fiyatı temmuz ayında 140 doların üzerine kadar çıkmıştı. Bu durum ithalatımızda reel olarak çok fazla artış olmamasına rağmen ödediğimiz faturayı kabartmış ve dolayısıyla cari açığın da büyümesine yol açmıştı. Gelişmiş ekonomilerden resesyon sinyallerin gelmeye başlamasıyla yılın 2’nci yarısında ise dünya emtia fiyatlarında adeta bir çöküş gördük. Mesela petrolün varil fiyatı yılın sonuna doğru 40 doların altına kadar indi. Bu gelişmeler de ithalat faturamızın hafiflemesini ve dolayısıyla cari açığın düşüşe geçmesini sağladı.
Yalnız en önemli ihracat pazarlarımızın resesyona girmesi yılın son aylarında ihracatımızın da düşmeye başlamasına yol açtı. İhracattaki bu düşüş cari açıkta daha fazla gerileme yaşanmasına engel oldu.
Cari açıktaki bu sevindirmeyen düşüşün 2009 yılında da devam etmesi bekleniyor. Şu an için beklentiler yıl sonunda cari açığın 23 milyar dolar düzeyine kadar düşeceği yönünde. Ekonomimiz resesyonda olduğu için bu yıl ithalatın geçen yılkinden daha düşük gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Küresel resesyon nedeniyle dünya emtia fiyatlarının düşük kalması da ithalat faturamızın azalmasına yardımcı olacak. Yalnız bu yıl ihracatımızın da düşmesi beklendiğinden, önceki resesyon yıllarında olduğu gibi, cari işlemler dengesinin fazla vermesi söz konusu olmayacak.
Resesyon Enflasyonda Umutları Artırdı
Merkez Bankası, 2009 yılının ilk Enflasyon Raporu’nu, dergimizin şubat ayı sayısının baskıya gitmesinden sonra, 26 Ocak’ta yayınladı. Söz konusu raporda, Merkez Bankası, enflasyon tahminlerinde önemli bir revizyon yaptı. Bu revizyonla 2009 yılı enflasyon tahmini hedefin de altına çekildi.
Merkez Bankası’nın 2009 yılına ilişkin son enflasyon tahmini yüzde 6,8 düzeyinde. Önceki raporda 2009 yılı enflasyon tahmini yüzde 7,6 seviyesindeydi. Geçen yıl yenilenen 2009 yılının enflasyon hedefi ise yüzde 7,5 düzeyinde bulunuyor. Görüldüğü gibi, daha önce 2009’da enflasyonun hedef dolayında kalacağını tahmin eden Merkez Bankası, şimdi hedefin altında kalınacağını düşünüyor.
Merkez Bankası’nın 2010 yılına ilişkin son enflasyon tahmini ise yüzde 5,8 düzeyinde. Önceki raporda 2010 yılında enflasyonun yüzde 6,1 olacağı tahmin ediliyordu. 2010 yılı için enflasyon hedefi ise yüzde 6,5 seviyesinde. Burada da Merkez Bankası’nın şimdi enflasyonun hedefin daha fazla altında kalmasını beklediği görülüyor.
Merkez Bankası, son Enflasyon Raporu’nda, 2011 yılına ilişkin enflasyon tahminini ise ilk kez açıkladı. Yüzde 5,2’lik bu tahmin de ilgili yılın enflasyon hedefinin gerisinde bulunuyor.
Merkez Bankası’nın enflasyon tahminlerinde yaptığı bu aşağı yönlü revizyonun nedeni, hem dünyayı hem de ülkemizi etkisi altına almış olan resesyon. Küresel resesyon dünya emtia fiyatlarında getirdiği düşüşle, yurtiçindeki resesyon da işletmelerin ürünlerine zam yapmaktan çekinmesine yol açarak, enflasyona düşüş yönünde etkide bulunuyor. Son üç ayda yıllık enflasyonun 2,5 puan birden gerileyip yeniden tek haneye inmesinde bu gelişmelerin önemli payı var. Küresel ekonominin ancak 2010 yılı başlarında toparlanmaya başlayabileceğini öngören Merkez Bankası, bu faktörlerin enflasyon üzerindeki olumlu etkisinin uzun bir süre daha devam edeceğini düşünüyor.
Esasında Merkez Bankası enflasyon konusundaki bu tahminlerinde yalnız değil. Merkez Bankası’nınki ile aynı gerekçeler dahilinde ekonomik kamuoyundaki enflasyon beklentisi de giderek düşüyor. Merkez Bankası’nın şubat ayında düzenlediği ikinci Beklenti Anketi’nde yıl sonu enflasyon beklentisinin hedefin altına ve yüzde 7,1’e kadar düştüğü görülüyor.
Bu arada, Merkez Bankası, enflasyon konusundaki bu tahminlerinden güç alarak agresif faiz indirimlerini de sürdürüyor. Para Politikası Kurulu (PPK) şubat ayındaki toplantısında bir kez daha sürpriz yaptı. Beklentiler bu toplantıdan 50 baz puanlık bir faiz indirimi çıkacağı yönündeyken, 150 baz puanlık indirim yapıldı. Resesyona para politikasını gevşeterek müdahale etmeye çalışan Merkez Bankası önceki üç ayda da sürpriz faiz indirimlerine imza atmıştı. Son dört ayda yapılan 525 baz puanlık indirimle para politikası faizi şu anda tarihinin en düşük seviyesi olan yüzde 11,5 düzeyine indirilmiş bulunuyor.
İşsizlik Yeni Bir Platoya Taşınıyor
Resesyonun işgücüne çıkardığı fatura giderek büyüyor. Kasım ayında işsizlik oranındaki yıllık artış iyice hızlandı ve 2,2 puanı buldu. 2007 yılının kasım ayında yüzde 10,1 düzeyinde olan işsizlik oranı, 2008’in aynı ayında yüzde 12,3’e tırmandı.
Kasım ayına ilişkin veriler aynı zamanda dördüncü çeyrek döneme de ait bulunuyor. Çünkü bu veriler ekim, kasım ve aralık aylarında düzenlenen anketlerden türetiliyor. Bu itibarla 2000 yılından bu yana var olan üçer aylık dönemlere ilişkin verileri dikkate alıp bir de mevsimsel düzeltme yaptığımızda, işsizlik oranının yeni bir platoya doğru hareketlendiği sonucuna varıyoruz. 2001 krizi sonrasında yüzde 6-7 aralığından yüzde 10 civarına taşınan işsizlik oranı, bu kez yüzde 12-13 arasına yükselecek gibi görünüyor. Bu arada 2001 krizi sonrasında 1,5 milyondan 2,5 milyona taşınan işsiz sayısının da bu kez 3 milyonun üzerinde bir yere oturacağını tahmin ediyoruz.
Türkiye genç bir nüfusu sahip olduğu için her yıl işgücü piyasasına 500-600 bin civarında giriş oluyor. Bu yeni girişleri absorbe etmek için bile yüzde 5-6’lık büyüme gerekiyor. Büyümeyi ise uzun süre bu seviyenin üzerine çıkarmayı başaramıyoruz. Bu nedenle resesyon dönemlerinde işsizlikte yaşanan tırmanış genelde kalıcı oluyor.
Güven Endekslerinde Toparlanma Var
Geçen yıl ekonominin resesyona doğru gittiğinin ilk işaretlerini, tüketicinin ve reel kesimin güven düzeyini ölçmek için oluşturulan endekslerde görmüştük. Bu endekslerde 2008 yılının büyük bölümünde düşüş eğilimi vardı. Son birkaç aydır ise söz konusu endekslerden toparlanma sinyalleri geliyor.
Merkez Bankası ile TÜİK’in birlikte hazırladıkları Tüketici Güven Endeksi’nde (TGE), geçen yılın son ayı ile bu yılın ilk ayında az da olsa yükseliş görüldü. Kasım ayında 68,9 ile tarihinin en düşük seviyesine inmiş olan TGE, aralık ayında 69,9, ocak ayında ise 71,6 değerine yükseldi.
Merkez Bankası tarafından hazırlanmakta olan Reel Kesim Güven Endeksi’nde (RKGE) ise dipten dönüş ocak ayında yaşandı. Geçen yılın son ayında 52,3’e kadar inmiş olan bu endeksin değeri, bu yılın ilk ayında 59,4’e çıktı.
Yalnız bu toparlanmaya rağmen güven endekslerinin mevcut değeri hala iyimserlik-kötümserlik sınırı olan 100’ün epey altında bulunuyor. Bu nedenle güven endekslerindeki toparlanmanın ekonomiye yansıması zaman alabilecek gibi görünüyor. Finansal piyasalarda yaşanabilecek yeni dalgalanmalar neticesinde güven endekslerinin yönünü yeniden aşağıya doğru dönmesi olasılığı da yok değil.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?