Küresel Yavaşlama

Bir yıl kadar önce ABD’deki mortgage piyasasından başlayan küresel finansal kriz, geçen ay bu ülkede yaşanan gelişmelerle yeniden alevlendi. İyice köşeye sıkışan bazı finansal kurumlara ABD hükümet...

1.10.2008 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Bir yıl kadar önce ABD’deki mortgage piyasasından başlayan küresel finansal kriz, geçen ay bu ülkede yaşanan gelişmelerle yeniden alevlendi. İyice köşeye sıkışan bazı finansal kurumlara ABD hükümeti el koyarken bazıları yok pahasına el değiştirdi, bazıları da resmen iflas bayrağını çekti. Bu gelişmeler tüm dünyada finansal piyasaları titretti. Hatta Rusya gibi bazı ülkelerin finansal piyasaları, bu gelişmelerin yaşandığı ABD’dekinden bile daha fazla etkilendi.

Küresel finansal krizin yeniden alevlenmesi elbette önemli. Fakat bundan daha önemlisi, finansal krizin artık yavaş yavaş reel ekonomilere de yansımaya başlaması. Bu etkilenme beklenenin aksine ABD’den değil Avrupa’dan başladı. Bir yıldır resesyonun beklendiği ABD ekonomisi yılın ilk iki çeyreğini pozitif büyümeyle kapatırken Avrupa Birliği (AB) ekonomisi ikinci çeyrekte negatif büyüme gösterdi.

Fakat finansal krizin yeniden alevlenmesinden sonra artık ABD ekonomisi de resesyondan daha fazla kaçamayacak gibi. Zaten içerideki sorunlar büyürken ABD ekonomisi bir süredir ihracat desteğiyle ayakta kalmayı başarıyordu. Önemli ihraç pazarları olan diğer gelişmiş ülkelerin resesyona girmesi ve doların da yeniden değer kazanmaya başlaması nedeniyle ihracattan gelen bu desteğin daha fazla devam etmesi zor görünüyor. Bu nedenlerle ABD’de resesyon olasılığı yeniden güçlenmeye başlamış bulunuyor.

hed

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Resesyon mu, Yavaşlama mı?
Şimdi korkulan gelişmiş ülkelerde belirtileri görülmeye başlayan resesyonun tüm dünyaya yayılması. Milliyet Gazetesi yazarı Osman Ulagay, geçenlerde Independent Strategy’nin Başkanı David Roche’nin küresel resesyon öngörüsünü aktarıyordu (Milliyet, 21.09.2008). Roche, küresel ekonominin yüzde 3 büyümesi için yüzde 10-15’lik kredi genişlemesine ihtiyaç olduğunu, oysa kredi hacminde yüzde 4-6 arasında daralma olmasını beklediğini söylüyor. Bu kredi daralmasının da küresel ekonomiyi resesyona sokabileceğini iddia ediyor.

Bize kalırsa gelişmekte olan ülkelerde büyüme hızı, her zaman gelişmiş ülkelerden daha yüksek olduğu ve de son yıllarda dünya ekonomisinde bu ülkelerin payı arttığı için resesyonun küreselleşmesi ihtimali çok yüksek değil. Fakat gelişmiş ülkelerin resesyona girmesi halinde dünya ekonomisinde ciddi bir yavaşlama olması söz konusu. Zaten uluslararası kuruluşlar da uzun bir süredir bu yönde tahminler yapıyor. Mesela IMF’nin dünya ekonomisine ilişkin 2008 ve 2009 yılı büyüme tahminleri geçen yıla göre yavaşlama içeriyor. IMF geçen yıl yüzde 5 olan büyümenin, bu yıl yüzde 3,9’a, 2009’da ise yüzde 3,7’ye gerilemesini öngörüyor.

Türkiye’ye Etkisi
Türkiye ekonomisi, 2 yıldan fazladır kendi imalatımız olan sorunlarla boğuştuğu için daha küresel finansal kriz patlamadan yavaş büyüme periyoduna girmişti. TÜİK’in açıkladığı büyüme oranları zig-zag çizdiği için kafaları karıştırsa da milli gelir verilerini iş günü sayısına göre düzelttiğimiz zaman ekonominin geçen yılın ikinci çeyreğinden beri yüzde 3,3-4,1 aralığında bir büyüme çizgisi izlediğini görüyoruz. Buradan Türkiye ekonomisinin, küresel finansal piyasalardaki kriz patlamadan bir çeyrek dönem önce yavaşlamaya başladığını anlıyoruz.

hed

Kendi imalatımız olan sorunları biraz aşar gibi olduğumuz bir dönemde ise küresel finansal krizin reel ekonomiye yansıma zamanı geldi. Bu yansımanın etkileri elbette Türkiye ekonomisi üzerinde de görülecek. Fakat bu etkinin Türkiye ekonomisindeki büyümeyi nereye sürükleyeceği bizim içerideki sorunları ne ölçüde aştığımıza bağlı olacak gibi görünüyor. İçerideki sorunları gerçekten aştıysak ve hükümet, bundan böyle hızla ekonominin sağlamlık derecesini artıracak kararları alabilirse küresel ekonomideki yavaşlamaya rağmen Türkiye mevcut büyüme eğilimini sürdürebilir. Hükümetin ekonomiye destek verecek adımları atmakta yavaş davranmaya devam etmesi halinde ise küresel ekonomideki yavaşlama, büyümeyi biraz daha aşağıya çekebilir. Türkiye ölçülerinde büyümenin biraz daha yavaşlaması ise bir durgunluğun (yüzde 0-2 arası büyüme) kapıyı çalması anlamına geliyor.

Yerel Seçim Faktörü
Doğrusunu söylemek gerekirse hükümetten henüz, küresel yavaşlamaya karşı ekonomiye kalkan oluşturabilecek adımları görmüş değiliz. IMF ile sürdürülen son stand-by anlaşmasının süresi dolalı 4 ayı geçmesine rağmen bunun yerini neyin alacağı hala belli olmadı. Bazı iktisatçılar, küresel finansman imkanlarının daraldığı bir ortamda, IMF ile yeni bir anlaşma yapılmasının gerekli olduğunu söylüyor. IMF anlaşmasına gerek kalmadan Türkiye ekonomisine olan güveni artırabilecek “mali kural” benzeri önlemleri içeren yeni bir program konusunda da hükümette hiçbir hazırlık göze çarpmıyor.

Bu durum Nisan 2009’da yapılacak yerel seçimlerle bağlantılı gibi. AKP hükümeti, Anayasa Mahkemesi’nde iktidar partisine karşı açılan kapatma davasını, hükümete demokrasi dışı bir müdahale olarak kabul ediyor. Her ne kadar dava AKP’nin kapatılmaması şeklinde sonuçlandıysa da hükümet bu demokrasi dışı müdahaleye yerel seçimlerde oylarını artırarak karşılık vermeyi kafaya koymuş gibi görünüyor. Ayrıca Türkiye’de yerel seçimler hep hükümetlere karşı bir referandum havasına sokulduğu için de AKP’nin bütün ilgisi buraya yoğunlaşmış olabilir. Bu nedenle hükümet kendisine oy kaybettirebileceğini düşündüğü önlemleri, yerel seçim sonrasına kadar ertelemeye çalışıyor gibi bir izlenim veriyor.

hed

It’s The Economy, Stupid!
Yerel seçimlerin dinamiği, genel seçimlerden biraz farklı oluyor. Hele de bir sonraki genel seçime epey vakit varsa iktidar partileri ekstra avantaja sahip bulunuyor. Fakat yerel seçimlerde dahi seçmenin oy tercihinde ekonominin belli bir payı var. Bu nedenle hükümetin bu politikasının kendisi açısından biraz riskli olduğunu söyleyebiliriz. Eğer geciken önlemler nedeniyle ekonomi durgunluğa sürüklenirse bu ortamda yapılacak bir yerel seçimde, AKP’nin oyları artmak yerine düşebilir de. Hatta böyle bir gelişme, bir sonraki genel seçimde bile hükümetin yeniden seçilme şansını azaltabilir.

Bu nedenle bu riskli politikaya kucak açacağına ekonomiye sarılması hükümetin kendisi açısından da iyi olurdu. Tabii bunun esas faydasının tüm ülkeye dağılacağını söylemeye gerek bile yok. Son bir yıldaki yavaş büyüme eğilimi bile işsizlik oranının yeniden yükselişe geçmesine neden oldu. Tüketim harcamalarının dağılımına ilişkin veriler, gelir dağılımındaki düzelmenin de artık durduğunu düşündürüyor. Ekonomideki yavaş büyüme eğiliminin yerini durgunluk aldığı takdirde işsizlik oranındaki büyüme hızlanacak. Gelir dağılımında da yeniden bozulma başlayacak. Bu noktadan sonra ekonomiyi yeniden rayına sokmak da zahmetli ve maliyetli olacak.

Kürenin Pozitif Etkisi
Yalnız küresel yavaşlamanın Türkiye ekonomisine sadece olumsuz yansımaları olacağını söyleyemeyiz. Küresel yavaşlama, son yıllarda iyice azan petrol ve emtia fiyatlarındaki artışları durduracağı için enflasyona ve cari açığa olumlu yansımaları olabilir. Hatta bu türden yansımaların görülmeye başladığı bile söylenebilir.

Temmuz ayı ortalarında 150 dolara kadar dayanan bir varil petrolün fiyatı, küresel ekonomide yavaşlama belirtileri görülür görülmez hızlı bir şekilde inişe geçti. Biz bu yazıyı yazdığımız sırada petrolün varil fiyatı 90 dolar civarına kadar inmişti.

Ağustos ayında enflasyonun beklenenden düşük çıkmasında, petrol fiyatlarındaki bu düşüşün önemli katkısı vardı. Petrol fiyatlarındaki bu düşüş kalıcı olduğu takdirde önümüzdeki aylarda da enflasyona düşüş yönünde katkıda bulunabilir.

Petrol ve diğer emtia fiyatlarındaki düşüşün etkileri çok yakında ödemeler dengesi verilerinde de görülebilir. Son bir yılda ekonomi yavaş büyüme eğilimine girmiş olmasına rağmen cari açıktaki tırmanışın durmamasının nedeni ithalat fiyatlarındaki yükselişti. Mesela yılın ilk 7 ayında ithalattaki reel artış yüzde 7,9 olduğu halde, yüzde 26,6’lık fiyat artışı nedeniyle nominal artış yüzde 36,6’yı buluyor. Petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş, ithalat fiyatlarına yansımaya başladığında ithalat faturasındaki kabarma duracak. Bu da cari açıktaki tırmanışın hız kesmesini sağlayacak.

hed

İlk Resesyon Sinyali Avrupa’dan Geldi
Küresel finansal krizin patladığı geçen yılın üçüncü çeyreğinden bu yana, bunun reel ekonomiye yansımasının öncelikle ABD üzerinden olacağı tahmin ediliyordu. ABD ekonomisine yönelik resesyon beklentileri, özellikle bu yılın başlarında iyice yaygınlaşmıştı. Fakat ABD ekonomisi yılın ilk yarısında beklenmedik bir şekilde direnirken ilk resesyon sinyalleri Avrupa’dan yayılmaya başladı.

ABD ekonomisi yılın ilk çeyreğinde yüzde 0,2 büyüdü. Henüz kesinleşmemiş olan ikinci çeyrek döneme ilişkin büyüme oranı ise yüzde 0,8 düzeyinde bulunuyor.

Yalnız şunu hemen belirtelim. ABD’de büyüme oranları yıllık olarak yayınlandığı için siz ilk çeyrekteki büyüme oranını yüzde 0,9, ikinci çeyrektekini ise yüzde 3,3 olarak duymuş olabilirsiniz. Biz büyüme oranlarının yıllıklandırılmadan açıklandığı Euro Bölgesi ile karşılaştırma yapacağımız için ABD’deki büyüme oranlarını da yıllıklandırılmamış haliyle kullandık.

Euro Bölgesi’nde ise ilk çeyrekte büyüme oranı yüzde 0,7 ile ABD’dekinin üzerinde gerçekleşmişti. Fakat ikinci çeyrek döneme ilişkin ilk tahmin sonuçları, yüzde 0,2’lik küçülmeye işaret ediyor. Bunun Euro Bölgesi’ne ilişkin verilerin elimizde olduğu 1996 yılından bu yana görülen ilk küçülme oranı olduğunu burada not edelim. ABD’nin son resesyonunu yaşadığı 2001 yılında bile Euro Bölgesi’ndeki büyüme oranı 0 kadar yaklaşmış ama negatif tarafa düşmemişti.

Avrupa’da bazı ülkelerde durum Euro Bölgesi için hesaplanan ortalamadan da kötü. Örneğin Avrupa Birliği’nin (AB) lokomotifi olan Almanya’da, ekonomi ikinci çeyrekte yüzde 0,5 küçüldü. Fransa ve İtalya’da küçülme oranı yüzde 0,3 olarak gerçekleşti.

hed

Türkiye’nin dış ticaretinde AB’nin yeri ABD ile kıyaslanamayacak kadar önemli. Son rakamlara göre ihracatımızda ABD’nin payı yüzde 3’e kadar gerilemişken AB’nin payı yüzde 50’yi buluyor. Bu nedenle AB’nin ABD’den önce resesyona giriş sinyalleri vermeye başlaması bizim için kötü haber oluşturuyor.

Ekonomi Yine Yavaş Büyüdü
İkinci çeyrek döneme ilişkin milli gelir verileri geçen ay açıklandı. İlk çeyrekte yüzde 6,7 olan büyüme oranının ikinci çeyrekte yüzde 1,9’a indiği açıklanınca ekonomik kamuoyunda şaşkınlık yaşandı.
Oysa öncü göstergeler, ikinci çeyrekte büyümenin düşük çıkacağı sinyalini veriyordu. Geçen ay sizi bundan haberdar etmiş ve ikinci çeyrek için büyüme tahminimizin yüzde 2-4 arası olduğunu belirtmiştik. Gerçekleşme tahmin aralığımızın alt sınırının hafif altında çıktı.
Öncelikle yüzde 1,9’luk büyüme oranının, ekonomideki gerçek büyüme ivmesini yansıtmadığını belirtelim. Büyüme oranının bu kadar düşük çıkmasında, ikinci çeyrekteki iş günü sayısının geçen yıldan 1 gün eksik olmasının da etkisi var. İş günü sayısına göre düzeltme yaptığımız zaman ikinci çeyrekteki büyüme oranı yüzde 3,5 olarak çıkıyor.

Sürekli okuyucularımızın hatırlayacağı gibi Capital’in Ağustos 2008 sayısında Konjonktür’ün ana yazısını büyümedeki iş günü etkisinin incelenmesine ayırmıştık. O yazıda ilk çeyrekteki yüksek büyüme oranının, iş günü sayısının geçen yıla göre 2 gün artmasından kaynaklandığını yazmıştık. İş günü sayısına göre düzeltme yapıldığında ilk çeyrekteki yüzde 6,7’lik büyüme oranı yüzde 3,4’e iniyor. İş günü sayısına göre düzeltilmiş büyüme oranları, gerçekte ekonominin zig zaglar çizmediğini, geçen yılın ikinci çeyreğinden beri yüzde 3,3-4,1 aralığındaki bir yavaş büyüme temposunu sürdürdüğünü gösteriyor.

Siyasetin Etkisi
Ekonominin bir yılı aşkın süredir böyle düşük bir büyüme temposuna mahkum kalmasının nedeni ise kendi imalatımız olan sorunlar. Ekonomide işlerin tersine dönmeye başlaması, hükümetin 2006 yılında Merkez Bankası’na yeni başkanın seçimi sürecini politize etmesine kadar gidiyor. Bu süreçte yaratılan güvensizlik, daha önce de örnekleri görülen dış kaynaklı bir dalgalanmayı gereksiz yere büyütmüş ve dalga çekildiğinde ekonomi yüksek faizlerle baş başa kalmıştı. Daha sonra 2007’de başarısız cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan e-muhtırası, erken seçim ve yeni anayasa tartışmaları, 2008’de ise iktidardaki AKP’ye açılan kapatma davasıyla siyasi belirsizlik yarattı. Ekonomik birimlerin, bu gelişmeler karşısında tüketim ve yatırım kararlarını ertelemeleriyle büyümenin yavaşlaması kaçınılmaz oldu.

Bunlara ek olarak ikinci çeyrekte büyümeyi aşağıya çeken faktörlerden biri gelişmiş ülkelerdeki yavaşlamanın ihracatımıza olumsuz yansımaya başlaması. TÜİK’in yayınladığı dış ticaret verileri, fiyat hareketlerini de içeren nominal veriler olduğu için bu gelişme çok fazla dikkat çekmedi. Oysa reel veriler, ilk çeyrekte yüzde 18,6 olan ihracattaki artış oranının ikinci çeyrekte yüzde 9,1’e indiğini gösteriyordu.

İkinci çeyrekte büyümeyi aşağıya çeken bir başka faktör de tarımsal üretimdeki gerileme. Geçen ay açıklanan bitkisel üretime ilişkin ilk tahmin sonuçlarının da gösterdiği gibi bu yıl tarımda, işlerin geçen yıldan daha iyi olduğunu düşündüğümüz için ikinci çeyrekte tarımsal üretimin artmasını bekliyorduk. Bu nedenle tarımsal üretimdeki bu düşüş, bizim için de sürpriz oldu. Fakat Türkiye’de pek çok üründe hasat mevsimi, üçüncü çeyrek döneme denk geldiği için bitkisel üretimdeki rekolte artışları tarımsal üretimi bu dönemde yukarıya çekebilir.

hed

Enflasyonda Petrol Etkisi
Ağustos ayında enflasyon yüzde -0,24 olarak gerçekleşti. Bu oran, geçen yılın ağustos ayındaki yüzde 0,02’lik enflasyon oranının altında olduğu için yıllık enflasyonda da bir miktar gerileme oldu. Temmuz ayı sonunda yüzde 12,06 düzeyine çıkmış bulunan yıllık enflasyon, ağustos ayı sonunda yüzde 11,77’ye indi.

Enflasyondaki bu gerilemede, petrol fiyatlarında temmuz ayında başlayan düşüş etkili oldu. Tüketici Fiyatları Endeksi’nde (TÜFE) önemli paya sahip gruplardan biri olan ulaştırma grubundaki fiyat hareketleri, petrol fiyatlarındaki düşüşten olumlu etkilendi. Bu grupta yüzde 1,55’lik fiyat düşüşü görüldü. Ulaştırma grubunda geçen yılın ağustos ayında da fiyatlar düşmüştü, ama bu düşüş sadece yüzde 0,1 düzeyinde olmuştu. Bu yılki fiyat düşüşünün çok daha yüksek olması, fiyatlar genel düzeyinin de gerilemesine katkıda bulundu.

Ağustos ayında enflasyonun düşük çıkmasına önemli bir katkı da gıda fiyatlarından geldi. Böylece enflasyonla mücadelede son bir yıldır büyük sorun yaratmakta olan petrol ve gıda fiyatları, bu kez Merkez Bankası’nın yüzünü güldürdü.

Petrol fiyatlarındaki gerileme eylül ayında da sürüyordu. Ramazan etkisine rağmen gıda fiyatlarında da büyük bir sıçrama duymadık. Bu gelişmeler önümüzdeki aylarda da enflasyonda düşüş görebileceğimizi düşündürüyor.

Bitkisel Üretimde Artış Bekleniyor

Geçen yıl kuraklık nedeniyle tarımsal üretimde düşüş olmuştu. Bazı yörelerde yine kuraklık olmasına karşın genelde bu yıl, hava koşullarının tarımsal üretim açısından daha olumlu seyrettiğini gözlemliyorduk. Geçen ay bitkisel üretime ilişkin ilk tahmin sonuçlarının açıklanmasıyla bu gözlemimizin yanlış olmadığını anladık. Çünkü bitkisel ürünlerin çoğunda bu yıl, geçen yıla göre rekolte artışı bekleniyor.

Bitkisel üretimin yükte en ağır kısmını oluşturan tarla ürünlerinde beklenen rekolte artışı yüzde 5 seviyesinde. Yükte hafif kalan, fakat değer olarak öne çıkan meyvelerde yüzde 9,8’lik üretim artışı bekleniyor. Sebzelerde beklenen rekolte artışı ise yüzde 5,6 olarak hesaplanıyor.

Bitkisel üretim için açıklanan bu rekolte artışları, ikinci çeyrekte tarımsal üretimde görülen düşüşle pek de uyumlu olmadı. Fakat bu durum bitkisel ürünlerin çoğunda hasat döneminin üçüncü çeyrek dönemine denk geliyor olmasından kaynaklanabilir. Bu durumda üçüncü çeyrekte tarımsal üretimde artış görme ihtimalimiz var demektir.

Bu arada elimizdeki rekolte tahminlerinin, ilk tahminler olduğunu da hatırlatalım. Türkiye’de bitkisel üretime ilişkin istatistikler, yılda 3 kez yapılan tahminler sonucunda ortaya çıkıyor. İkinci ve üçüncü tahminler yapılırken rekolte tahminlerinde revizyon olabilir.

Konut İnşatında Sorun Büyüyor

Geçen ay açıklanan ikinci çeyrek döneme ilişkin veriler, 2 yıldır işlerin pekiyi gitmediği konut inşaatında durumun iyice kötüleştiğini gösterdi. İkinci çeyrekte hem inşaatına başlanan hem inşaatı tamamlanıp iskana açılan konut sayısında büyük gerileme yaşandı. İnşaatına yeni başlanan konut sayısı, geçen yılın aynı dönemindeki düzeyinin yüzde 19,9 gerisinde kaldı. İnşaatı tamamlanıp iskana açılan konut sayısında ise yüzde 14,2 gerileme gözlendi.

İkinci çeyrekte konut inşaatında işlerin bu kadar bozulmasında, 2 yıldır devam eden talep düşüşünün yanına bir de maliyet artışlarının eklenmesi neden oldu gibi görünüyor. Dünyada emtia fiyatlarının artmasına paralel olarak Türkiye’de de özellikle inşaat demiri fiyatları, yılın ilk yarısında büyük artış göstermişti. Bu nedenle ilk yarıyılda inşaat maliyetlerinde yüzde 20’nin üzerinde yükseliş yaşandı. Maliyetlerdeki bu tırmanış karşısında müteahhitler işleri yavaşlatıp beklemeye geçmiş olabilir.

Temmuz ayından bu yana ise dünyada emtia fiyatlarında düşüş yaşanıyor. Bu gelişmenin Türkiye’deki inşaat maliyetlerine de olumlu yansımasını bekliyoruz. Bu nedenle yılın kalan döneminde inşaat sektöründe işlerin, ikinci çeyrekteki kadar kötü gitmeyeceğini düşünüyoruz

Gelir Dağılımında Düzelme Durdu mu?
TÜİK, daha önce 7 yılda bir yaptığı gelir dağılımı araştırmalarını, 2002’den itibaren her yıl yapmaya başlamıştı. Bu kapsamda önceki yıllarda 2002-2005 dönemine ilişkin veriler açıklanmıştı. Fakat geçen yıl yayın takviminde bulunmasına rağmen 2006 yılı sonuçları yayınlanmadı. Bu yıl ise yayın takviminde de gelir dağılımı araştırması yok.

Buna karşılık gelir dağılımı araştırmasına da kaynaklık eden Hanehalkı Bütçe Araştırması’nın (HBA) tüketim harcamalarına ilişkin sonuçları yayınlanmaya devam ediyor. Bu kapsamda geçen ay 2007 yılına ilişkin veriler yayınlandı. Bu veriler içinde tüketim harcamalarının yüzde 20’lik gelir gruplarına göre dağılımı da var. Söz konusu veriler ise gelir dağılımında 2004 yılında başlayan düzelmenin durduğu sinyalini veriyor.

2007 yılında en üstteki yüzde 20’lik grubun harcamalardaki payı çok az düşüş gösterdi. En alttakilerin harcamalardaki payı ise 4 yıl aradan sonra geriledi. Böylece en üst gelir grubunun payı ile en alt gelir grubunun payı arasındaki fark açıldı. 2006 yılında 4 kat olan fark, 2007’de 4,1 kata çıktı. Gelir dağılımında düzelmenin olduğu dönemde en üsttekiler ile en alttakilerin harcamalardaki payı arasındaki fark gerileme eğilimindeydi.

Gelir dağılımındaki düzelmenin durması, ekonomideki yavaşlama ile birlikte istihdam olanaklarının daralmasıyla bağlantılı olabilir.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz