Tercihin Yeni Haritası

Doç. Dr. Ali Çarkoğlu / Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi   Doç. Dr. Ali Çarkoğlu, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden... Seçimler ve seçmenin tercihleri üzerindeki araştırmalarıyla ...

1.09.2002 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Doç. Dr. Ali Çarkoğlu / Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

Doç. Dr. Ali Çarkoğlu, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden... Seçimler ve seçmenin tercihleri üzerindeki araştırmalarıyla tanınıyor. Ekonominin ve gelir düzeyinin oy verme eğilimine etkileriyle ilgili çalışmaları var. Son olarak da 1950-1999 arasındaki seçimleri analiz eden, “Türkiye’deki Seçimlerin Coğrafyası” bir araştırma hazırladı. Bu önemli araştırmada, 81 ilin siyasi tercihlerine yer verilirken, sandık başındaki kararı etkileyen faktörlere de dikkat çekiliyor. Doç. Dr. Çarkoğlu, 3 Kasım seçimleri öncesinde, araştırmalarını Capital ile paylaştı.

 

Seçim tartışmaları medyada olduğu kadar kamusal alanda da hızla sürüyor. Hangi parti ne kadar oy alır, hangi parti kiminle ittifak kurar sorularının yanıtını herkes kendi deneyimlerine göre vermeye çalışıyor. Oysa Doç. Dr. Ali Çarkoğlu’nun yaptığı çalışma bu soruların yanıtlarına, hatta daha fazlasına açıklık getiriyor.

 

1950-1999 arasındaki seçimlerin il bazındaki sonuçlarından yola çıkarak yapılan çalışma ile kentler eğilimlerine göre bölgelere ayrılıyor. Dolayısıyla, araştırma bu bölgelerdeki seçmenlerin oy verme eğilimini açıkça ortaya koyuyor. Ancak, çalışmanın asıl ilginç sonucu oy verme eğilimi ile gelir düzeyi arasındaki bağlantıda ortaya çıkıyor. Gelir düzeyi düştükçe marjinal partiler oy verme eğilimi artıyor.

 

Araştırmanın bir diğer ilginç sonucu ise ekonomik parametrelerin oy verme eğilimi üzerinde sanıldığı kadar etkili olmadığı gerçeği. Doç. Dr. Ali Çarkoğlu, buna dair bulgulara rastlamadıklarını söylüyor. Ona göre, Türkiye’de seçmenler din, milliyetçilik gibi parokyal konulara göre oy veriyorlar. Ali Çarkoğlu, enflasyon, işsizlik gibi makro göstergelerin özellikle iktidar partilerinin oylarını etkilediğine dikkat çekiyor. Bu etki genelde düşüş şeklinde kendini gösteriyor.

 

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ali Çarkoğlu seçmenlerin oy eğilimini, gelir düzeyinin eğilime olan etkisini ve ekonomik parametrelerinin seçim üzerindeki etkisini Capital’e değerlendirdi:

 

“1999 Seçimlerinin Coğrafyası” adıyla bir çalışma hazırladınız. Bu çalışmanın kapsama alanı nedir?

 

Bu araştırma, seçimlerin iller bazındaki sonuçlarından yola çıkarak oy eğilimi birbirine benzeyen il gruplarını oluşturmaya yönelik bir çalışmaydı. Önce sadece 1999’daki seçimi baz aldım. Daha sonra da diğer seçimlerin analizini yaptım. Ortaya çıkanlar çok ilginçti.

 

Hangi sonuçları ilginç buldunuz?

 

Bu araştırmada oy eğilimine göre illeri belli gruplar içinde topladık. Mesela Türkiye’nin doğusunda etnik kökenli HADEP ağırlıkta. Bu bölgeye Diyarbakır, Hakkari, Van, Iğdır, Ağrı, Muş, Bingöl, Şanlıurfa dahil.

 

Bir diğer bölge Ordu ve Sinop’tan itibaren Batı’ya doğru olan kıyı şeridi, Marmara’yı, Ege sahili, Antalya ve Adana’ya kadar giden Akdeniz sahil kesimini kapsıyor. Buralar siyasi açıdan Türkiye’nin modern diyebileceğimiz bölgeleridir.

 

Modernlik derken neyi kastediyorsunuz?

 

Bu bölge, seçmen davranışlarındaki oynaklığın görece olarak daha düşük olduğu illeri kapsıyor. Yani bir partiden diğerine görece olarak daha az geçen seçmenlerden oluşuyor. Görece olarak daha az parti arasında bölünmüşlük var. Merkez sol partilerin oyu bu bölgede en yüksek bulunuyor. Bu bölgenin gelişmişlik düzeyi diğer yerlere göre çok daha yüksek.

 

Başka bir bölgeyi ise Doğu ile bu saydığım sahil kesimi arasında kalan Kütahya, Afyon ve Konya’dan başlayarak Adıyaman’a Erzurum, Ardahan’a kadar uzanan Doğu Karadeniz’i de içine alan iç kesimler oluşturuyor. Bu bölge bazı önemli özelliklere sahip. İdeolojik olarak İslamcı ve milliyetçi kesim buralarda ağırlık kazanıyor. Seçmen oynaklığının en yüksek olduğu bölge de burasıdır.

 

Bu ne anlama geliyor?

 

Yani İslamcı bir partiye oy veren milliyetçi partiye kayabiliyor. Ya da milliyetçi bir partiden İslamcı bir partiye doğru eğilim değişebiliyor. Bu bölge seçmen eğilimlerinin partiler arası dağılımının da en az olduğu bölgedir. Yani merkez sağ veya merkez sol partilerin oy çıkarması oldukça zor.

 

Bu tabloya baktığımız zaman AKP ve MHP’nin idam konusunda sergiledikleri benzer tavır da daha net anlaşılıyor. Çünkü, bu iki parti birbirleriyle en yoğun bu bölgede rekabet içindeler. MHP gayet iyi biliyor ki, eğer idam konusunda yalnız bırakılırsa bu bölgeler daha fazla oy şansı olacak. AKP başka nedenlerin yanı sıra bunu da gördüğü için MHP’yi yalnız bırakmıyor. Bu durum bence önümüzdeki seçimlerde MHP’nin şansını biraz aşağı çekiyor.

 

Türkiye’deki oy eğilimlerinin bölgesel dağılımı geçmiş yıllarda nasıldı?

 

Geçtiğimiz yıllarda da aşağı yukarı benzer bir eğilim var. 1950-1999 arasındaki bütün seçimlerde seçmen eğilimlerini dikkate alarak elde edilen verileri yeniden bir kümeleme analizine tabi tuttuk. Bu analizde de benzer bir eğilim ortaya çıktı.

 

Yine Doğu’da etnik kökenli ya da marjinal kişisel oylar ağırlıkta. İç bölgelerde daha çok muhafazakar eğilimler var. Ege’nin iç bölgelerine doğru gidildikçe siyasi yapı biraz daha yumuşuyor. Sahil kesimi ve metropollerde ise daha modern diyebileceğimiz merkez ideolojik eğilimler ağır basıyor.

 

Peki önümüzdeki seçim belirlediğiniz bölgeleri değiştirir mi? Sürpriz olabilir mi?

 

Bu bölgelerin eğilimlerinin değişmesi ihtimali bence küçüktür. Aşağı yukarı aynı çıkacaktır. Eğer yeni oluşum oy alacaksa, sahil kesiminden, batıdan alacaktır. Yine milliyetçi ve İslami partiler iç bölgelerden alacaktır. Doğu bölgesinin ise ne olacağını bilmiyoruz. AB yasalarından sonra bu bölgenin seçmeni başka bir partiye de kayabilir. Ama MHP’ye kaymayacaklarını biliyoruz.

 

İlleri oy verme eğilimlerine göre gruplara ayırdınız. Peki bu bölgelere baktığımız zaman oy verme eğilimi ile gelir düzeyi arasında nasıl bir ilişki gözlemlediniz?

 

Türkiye’nin Siirt veya Şırnak gibi etnik ve muhafazakar görüşün hakim olduğu az gelişmiş illerinde “İnsanı Gelişmişlik Endeksi” tabana vuruyor. Kadınlar arasında okuma yazma oranı yüzde 25’ler civarında. Toplam nüfusun ise okuma yazma oranı yüzde 50’nin altında. Endüstriyel üretim yok. Kişi başına düşen gelir ise bin doların altında.

 

Modern olarak tanımladığımız metropollerde ve Batı illerinde ise buna zıt bir tablo ile karşılaşıyoruz. Mesela Kocaeli’nde kişi başına 3 bin dolar gelir düşüyor. Satın alma paritesiyle yapılan hesaplarda bu miktar 6 bin dolara kadar çıkıyor. Yani umut vadeden bir durumda. Dolayısıyla, bu seçmenlerin tercihlerinin birbirinden niye farklı olduğu da gayet açık.

 

İkisinin arasında kalan yerler ise geçiş sürecinde. Geçiş bölgesinin iktisadi yapısında ise umut veren birkaç il var. Konya, Kayseri, Kahramanmaraş gibi illerde “Anadolu Kaplanları” olarak tanımlanan iş adamları kentlerine iktisadi anlamda katkıda bulundular. Ama yine bu bölgenin iktisadi koşulları, Batı ve kıyı bölgelerinin yarısı kadar. Tabii Doğu’dan da daha iyi durumdalar. Ancak, arada kalmışlık ve dinamizm eksikliği bu bölgeyi daha ajite hale getiriyor. Yani gelir düzeyi düştükçe, marjinal partilere oy verme eğilimi artıyor.

 

İllerin oy eğilimlerinde enflasyon, işsizlik gibi ekonomik nedenler ne kadar etkili oluyor?

 

Bu seçim için “iş, aş, ekmek” sloganı yoğun olarak kullanılıyor. Çünkü, ülkede kriz var. Seçmenin bu kriterlere göre oy vereceğini düşünebilir, hatta isteyebilirsiniz. Ama akademik literatürde şu ana kadar yapılan seçim araştırmalarının benim bildiğim hiçbirinde iktisadi durumun iyiliği ve kötülüğü hakkındaki değerlendirmelerin seçmenin oy verme hareketi üzerinde dominant bir etkisi olduğu bulunmadı.

 

Seçmenin oy verme eğilimini işsizlik, enflasyon etkilemiyorsa ne etkiliyor?

 

Daha çok parokyal kaygılar rol oynuyor. Dindarlık, vatanperverlik ve milliyetçilik gibi  değerlerin yansıması daha belirgin. Fakat, iktisadi kaygılar ile oy verme eğilimleri arasındaki bağlantıyı açık bir şekilde göremiyoruz. Bu seçimde farklı bir eğilim beklemek de bana biraz saflık gibi geliyor.

 

Tabii ki iş, aş, ekmek gibi konulardan bahsedilecek ama hiçbir partinin bu konuda hemen hemen hiç kredibilitesi yok. Şu an da seçmen partilere güvenmiyor. Partilerin birbirlerine benzediklerini düşünüyorlar.

 

Peki seçmen iktisadi koşulları dikkate almıyorsa, partilerin birbirine benzediği sonucuna nasıl ulaşıyor?

 

Geçmiş performanslarına bakıyorlar. Türkiye 1994’den beri krizle yaşıyor. Türkiye’deki seçmenlerin önemli bir bölümü 35 yaşın altında. Bu seçmenler hayatlarının 3’te 1’ini krizlerle geçirmiş durumdalar. Bir de yaşadığımız deprem felaketini de dikkate almak gerekiyor. Esas güven sorunu depremle birlikte ortaya çıktı. Bütün Türkiye yaşananları seyretti. Gösterilen performans acil durumda bile beklenenin çok altındaydı.

 

Gündelik hayatta da böyle. Her yıl okul kay��tlarında veliler kan ağlıyor. Bu yıl ilkokul çocuğu için en az 350 milyon gerekiyor. Bu basit bir örnek. Bunlar etkili oluyor.

 

Tabii Türk insanının bir özelliğine de dikkate almak gerekiyor. “Dünya Değerler Araştırması” sonuçlarına baktığımız zaman iktisadi durumundan dünyada devleti en fazla sorumlu tutanların Türk insanı olduğunu görüyoruz. Böyle bir kültürel yapının olduğu bir yerde, kriz olursa ve devlet bir şey yapamıyor izlenimini halka veriyorsa herhangi bir partinin bu izlenimden kendisini sıyırması çok zor.

 

İşsizlik yerine dinsel veya etnik unsurların bu kadar öne çıkmasını irrasyonel bulmuyor musunuz?

 

Aslında irrasyonel değil. Ekonomi çevrelerinde neden bir panik havası esiyor? Çünkü, bu bahsedilen partiler başa gelince ekonomik programın terk edileceği düşünülüyor. Bu da bahsedilen partilerin patronaj dağıtmaya başlayacakları anlamına gelir.

 

Mesela MHP’nin patronaj yapıp yapmadığını seçim gösterecek. Eğer oyu düşük çıkarsa istediği kadar patronaj yapamamış demektir. Bunun yanında bahsedilen partilerden biri İstanbul’da seçmeni memnun kıldı. Aynı, iktisadi politikayı iktidarda da uygulayacak korkusu var.

 

İktisadi enstrümanların Türk seçmeni üzerinde çok etkili olmadığını söylediniz. Ancak, geçmişte çeşitli tarım ürünlerine verilen desteklerin bazı partilerin oy oranını etkilediği hep konuşulur...

 

Türkiye’de iktisat politikaları seçimin zamanına göre manipüle ediliyordu. Şu anda bunu gerçekleştirmek için açık kapı kalmadığı görülüyor. Gerek kamu bankalarının ıslahı gerek Merkez Bankası’nın otonomisinin sağlanmış olması, bütçe disiplininin oluşturulması açık kapıları kapattı gibi görünüyor. Eskiden de bu imkanları kullanmak neticesinde ne derece oy alınabildiği konusunda benim kafamda soru işaretleri var. Bu konuyla ilgili olarak elimizde fazla veri yok.

 

Seçim sonuçlarının makro ekonomideki performans ile korelasyon gösterdiğini biliyoruz. İktidar partilerinin oy oranı, iktidarda kaldıkları sürece enflasyon, işsizlik gibi gelişmelere bağlı olarak değişiyor. Genelde de düşüyor. Fakat, kişilere gidip sorduğumuz zaman, bu iktisadi göstergelerin etkisini bulamıyoruz. Esas olarak dindarlık, milliyetçilik gibi parokyal konuların etkili olduğunu görüyoruz.

 

Yaşadığımız derin bir kriz var. İşsizlik, ekonomik küçülme, gelirlerin düşmesi gibi makro gelişmelerin faturası nasıl kesilecek? Bunların seçim sonuçlarını nasıl etkilemesini bekliyorsunuz?

 

Seçim sonuçlarında iktidar partilerinin eski oy oranlarına ulaşmasını beklemek saflık olur. İktidardaki üç partinin oy oranı 1999 seçimlerinde yüzde 48-50 civarında. Bu partilerin eski oy oranlarına ulaşamayacakları belli. Dolayısıyla, o etki zaten satın alınmış durumda.

 

Bundan sonra gelecekle ilgili olarak alınacak tavırlar partiler için daha önemli olacak. Mesela Türk halkı önümüzdeki 4-5 yıl içinde DYP’nin değil de, bütün geçmiş performansına rağmen ANAP’ın Türkiye için daha iyi şeyler yapacağına inanırsa, o zaman krizin yarattığı negatif etki iktidar partisi ANAP için o kadar derin olmayabilir. 1994 krizinde herkes DYP’nin artık elendiğini düşündü. Ama olmadı. Çünkü, 1995 seçimleri sonrası dönem için dinamik, genç bir lider olarak Türkiye’yi ileriye taşıyacağım mesajı verildi. İktidar partileri tabii ki krizin faturasını ödeyecekler. Ne kadar ödeyeceklerini ise geleceğe ilişkin mesajlarına halkı ne kadar inandırdıkları belirleyecek.

 

Dünyada ekonomik göstergelerini iktidar partilerine yansımasını gösteren araştırmalar neyi gösteriyor? Oralarda trend nasıl?

 

Orada da Türkiye’deki gibi bir trend var. Eğer iktidar partileri beklenenin altında performans gösterirse, oy kaybederler. Fakat orada makro ekonomik göstergeler ile seçim sonuçları arasında ilişkiye mi bakıyorsunuz, yoksa kişisel iktisadi durum değerlendirmeleri ile seçim sonuçları arasındaki ilişkiye mi bakıyorsunuz bunu iyi değerlendirmek lazım.

 

Kişisel iktisadi durumun seçim sonuçlarına yansımasındaki genel bulgu, insanların kendi ceplerindeki parayla değil, ülkenin genel iktisadi durumunu kendilerinin nasıl değerlendirdiğine bakarak oy verdikleridir. Yani bu sosyo tropik oy verme davranışı dediğimiz şey. Bu noktada geçmişe değil, geleceğe yönelik ekonomik beklentiler de önemli. Dolayısıyla, Türkiye’deki trend ile benzer bir seyir olduğunu söyleyebiliriz.

 

“DOĞU İLE METROPOLLERİN TERCİHLERİ İLK KEZ AYNI”

 

Yaptığımız çalışmada ne gibi ilginç sonuçlar çıktı?

 

Bu çalışmanın ana sonuçlarını Türk halkının Avrupa Birliği’ne(AB) bakışı üzerine Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) için yaptığımız saha çalışmasında örneklem çekiminde de kullandık. Gördük ki, AB’ye en yüksek destek etnik kökenli HADEP oyların ağırlıkta olduğu Doğu bölgelerinden geliyor. Yine sahil şeridi ve metropoller de AB’yi destekliyorlar.

 

Kıyı illerinden İç Ege’ye ve İç Anadolu’ya gittikçe AB’ye olan destek düşüyor. AB’ye esas direniş İç Anadolu illerinden geliyor. İlginç olan ise belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez marjinal olarak tanımlayabileceğimiz Doğu illeri ile metropollerin tercihleri en azından AB konusunda aynı oluyor.

 

“İSTİKRARIN ÇIKMASI ÇOK ZOR”

 

Araştırmaya genel olarak bakarsak oy eğilimleri bize neyi gösteriyor? </b>

 

Türkiye’de böylesi heterojen bir sosyo-ekonomik yapı olduğu sürece, bu parti sistemiyle istikrarın çıkması mümkün değil. Hangi seçim sistemini getirirseniz getirin böyle bir yapı içinde eğer temsilin temelini il olarak kabul etmeye devam ederseniz her zaman için farklı partiler çıkacaktır. Belki bunu sağlamak için barajı yüzde 15’e çıkarabilirsiniz ki o zaman da Türkiye’nin yarısından fazlasını parlamentoya sokmamış oluyorsunuz.

 

Türkiye’deki bu bölünmüşlüğün temelinde iktisadi faktörler mi yatıyor?

 

Bu bölünmüşlüğün temelinde sadece sosyal veya iktisadi faktörler yok. Bunun temelinde etnik ve dini farklılıklar var. Türkiye’nin iç bölgelerini batıyla karşılaştırdığımız zaman dindarlık düzeyinin çok daha yüksek olduğunu görüyoruz.

 

Bu insanların sadece AB değil, Türkiye’nin geleceği ile ilgili vizyonları da çok farklı. Bu insanlar parlamentoda nüfusça sahip olmaları gereken sandalyeden fazlasıyla temsil ediliyor. Çünkü, Türkiye’deki sandalye dağılım sistemi iç bölgelerdeki ufak illere avantaj sağlıyor. Yaklaşık 32 tane sandalyenin temel olarak batıdaki büyük illerden Orta ve Doğu Anadolu’daki küçük illere kaydırılması söz konusu.

 

“ENFLASYON İKTİDARIN OYLARINI DÜŞÜRÜYOR”

 

Enflasyon, işsizlik gibi makro ekonomik göstergelerin seçime etkisi ne olur?

 

Makro göstergelerde enflasyon önemli. Kişilerin değerlendirmelerinde enflasyon ile işsizlik arasında çok büyük fark olduğunu düşünmüyorum. Amerika’da bunu “Sefalet Endeksi” deniyor. Makro göstergelerde enflasyon ve işsizlik iktidar partisinin oylarını aşağı çeken bir faktör.

 

Fakat, Türkiye’de işsizlik enformal sektör ve gizli işsizlik nedeniyle güvenilebilecek bir parametre değil. Halbuki enflasyon herkes tarafından aynı ölçüde hissediliyor. Dolayısıyla, etkisi daha yüksek. Ama, enflasyonun önümüzdeki dönemde artabileceği beklentisinin kişilerin oy verme eğiliminde daha etkili olacağını düşünüyorum.

 

Ekonominin en kadar büyüdüğü, milli gelirin ne olduğu gibi göstergelerin etkisi nedir?

 

Bütün bu göstergeler belli oranda etkili. Ancak, bence bu seçim için makro ekonomik göstergelerden ziyade kişilerin oy hareketlerine bakmamız daha önemli. Kişiler hangi partinin kendilerine daha iyi bir gelecek vaat ettiğine göre kanaatlerini oylarına yansıtacaklar. Ama, birçok parokyal konunun iktisadi konularla bağlantısını incelemek gerekiyor. Tayyip Erdoğan iktisadi konularda hiçbir şey söylemiyormuş gibi görünebilir, ama hitap ettiği çevrenin onun konuşmalarına iktisadi konulardan bağımsız bir anlam verdiklerini sanmıyorum. Yani iktisadi sorunlarına bu partinin çözüm bulacağına da inanıyorlar.

 

 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz