Tüketimin Erdemi

Türkiye’de tüketime bakış pek olumlu değil. Üretim ne kadar yüceltiliyorsa, tüketim de o kadar aşağılanıyor. Tüketim yapmak, utanılacak bir davranış gibi görülüyor.    Ekonominin son parl...

1.05.2003 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş
Türkiye’de tüketime bakış pek olumlu değil. Üretim ne kadar yüceltiliyorsa, tüketim de o kadar aşağılanıyor. Tüketim yapmak, utanılacak bir davranış gibi görülüyor.  
 
Ekonominin son parlak dönemini geçirdiği ve 3 yıl üst üste hızlı büyüdüğü 1995-97 dönemindeki gazete başlıkları hala hatırımda. O yıllarda üçer aylık büyüme oranlarının açıklandığı günlerde gazeteler “Yine tüketimle büyüdük” diye başlıklar atardı. Büyüme, tüketimden kaynaklanıyor diye küçümsenirdi.  
 
2001 krizinden sonraki “Ekonomi ne zaman canlanacak?” tartışmaları sırasında da tüketim hak ettiği ilgiyi göremedi. O günlerde pek çok kişi ekonominin canlanması için üretime destek olunması gerektiği düşüncesindeydi. Tüketim olmadan üretilen ürünlerin ne yapılacağı ise pek düşünülen bir konu değildi.  
 
Esasında son dönemlerde tüketime karşı olan olumsuz bakışın yavaş yavaş değiştiğine dair işaretler görülüyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen ay gazete manşetlerine yansıyan “Tüket ey Türkiye!” mesajı bunlardan biriydi. Ancak ekonominin canlanması için üretime destek verilmesinin şart olduğunu iddia edenlere hala rastlanıyor.  
 
Krizin türü önemli  
 
Canlanma için üretime destek olunması gerektiğini iddia edip tüketimi küçümseyenler, son 20 yılda ekonomide yaşanan değişimi pek anlamamış gibi görünüyor. 1980 öncesinde ekonomide yaşanan tıkanmalar, gerçekten de üretime destek verilmesi halinde aşılabilecek türdendi.  
Ancak 1980 sonrasında ekonomide yaşanan tıkanmalar, üretime değil tüketime destek olunması halinde aşılabilecek türden. 1980 öncesindeki krizler arz cephesinden kaynaklanıyordu. Son 20 yılda yaşadığımız krizler ise hep talep cephesinden kaynaklandı.  
 
1980 öncesinde yaşadığımız iki büyük kriz de döviz yokluğu nedeniyle üretim için gerekli hammadde ve ara mallarının ithal edilememesinden kaynaklanmıştı. Hem 1954-58 hem de 1977-80 krizlerinde, sorun talepte değil arzdaydı. Tüketici mal almaya hazırdı ama şirketler üretim yapmak için gerekli kaynaklara sahip değildi. Bu ortamda ekonominin canlanması için elbette üreticinin desteklenmesi gerekliydi.  
 
Ancak 1994, 1999 ve 2001 krizlerine baktığımızda mal yokluklarının yaşanmadığını görüyoruz. Son 3 kriz sırasında da raflar hep mallarla doluydu. Ancak bu kez bu malları alacak tüketici ortada yoktu.  
 
Kriz dönemlerinde fiyatı pahalansa da son 20 yılda hiç dövizsiz kalmadık. Bu nedenle üretim yapmak için gerekli hammadde ve ara mallarının ithalatı da hiç durmadı. Kriz dönemlerinde ithalatta azalma oldu ama bu durum iç talep gerilediği için üretimin de azaltılmasından kaynaklandı.  
 
Reel faizin rolü  
 
1980 sonrasındaki krizlerde, daha önce halkın varlığından bile pek haberdar olmadığı reel faiz olgusu işbaşındaydı. Yaşadığımız son 3 kriz, çeşitli şokların reel faizleri aşırı yükseltmesi nedeniyle tüketim kararlarının ertelenmesinden kaynaklandı.  
 
1994 krizi sırasında faizler bir ara yüzde 400’e kadar çıkmıştı. 1999 krizi sırasında faizin yüzde 140’a tırmandığını gördük. 2001 krizi sırasında ise faizler yüzde 190’a kadar çıktı. Faizlerin bu kadar yükselmesi ise doğal olarak tüketime gidecek paranın tasarrufa yönelmesine neden oldu.  
 
1980 sonrasında ekonominin üretim cephesinde yaşanan yapı değişikliği de reel faizlerdeki yükselişlerin ekonomiyi durdurmasında etkili oldu tabii. 1980 sonrasında dayanıklı tüketim malı üretiminin ekonomideki payı arttı. Bu malların talebi ise faizlerdeki gelişmelere karşı çok duyarlı. Faizler ne kadar yükselirse yükselsin, tüketici, gıda, giyim gibi zorunlu harcamalarından vazgeçemiyor. Ancak dayanıklı tüketim malı alım kararlarını hemen askıya almak yoluna gidiyor.  
 
Tüketiciye desteğin 3 yolu  
 
Sorun talep cephesindeyken üretime destek olmanın ekonominin canlanması açısından hiçbir faydası yok. Bu durumda yapılması gereken üreticiye değil tüketiciye destek olmak. Bunun ise birkaç yolu var:  
 
* Birinci yol hükümetin eline bakıyor. Hükümetin, ertelenen tüketim kararlarının yeniden devreye girmesi için gerekli ortamı yaratması gerekiyor. Bu ise faizlerin düşürülmesini ve geleceğe güvenin artırılmasını gerektiriyor.  
 
* İkinci yol şirketlerin fiyatlama politikalarıyla ilgili. Şirketlerin, sattıkları ürünlerin fiyatlarına zam yapmaktan kaçınmaları ve hatta mümkünse indirime gitmeleri tüketiciyi desteklemenin bir başka yolu. Böyle bir uygulama, gelirinde artış olmadığı halde, tüketicinin satın alma gücünü nispi olarak artırır. Böylece tüketimini artırması için teşvik eder.  
 
* Üçüncü yol, direkt olarak tüketicinin satın alma gücünün artırılmasından oluşuyor. Bu ise hem kamunun hem de özel sektörün, çalışanların ücretlerine zam yaparken cimrilik yapmayı bırakmalarından geçiyor. Son üç yılda çalışanların ücret artışları hep gerçekleşen enflasyonun altında kaldı. Bu durum toplumun önemli bir kesiminin satın alma gücünün gerilemesine yol açtı. Talebin bir türlü istendiği kadar canlanmamasında, reel faizlerin yüksekliği kadar bu faktörün de etkisi var.  
 
Tüketim artışı şart  
 
2002 yılında ekonomi yüzde 7.8 büyüdü ama bu büyüme büyük ölçüde stok artışından kaynaklandı. Ayrıca ihracatta yaşanan artış yani dış talebin artması da ekonominin hızlı büyümesine yardımcı oldu. Buna karşılık iç talep beklenen sıçramayı gösteremedi. Özel nihai tüketim harcamaları, geçen yıl sadece yüzde 2 oranında artış gösterebildi.  
 
Ekonominin bu yıl da stok artışı ve ihracat yoluyla büyümesi mümkün değil. İhracatta işler hala iyi gidiyor ama ihracatın ekonomideki payı fazla olmadığından sadece dış talebin Türkiye ekonomisini ayakta tutma gücü yok. Tüketimde beklenen artış bir türlü gerçekleşmediğinden geçen yıl biriktirilen stokların büyük kısmı da elde kalmış durumda. Bu nedenle stok artışının sürmesi de imkan dahilinde değil.  
 
Hükümetin hedefi, bu yıl ekonominin yüzde 5 büyümesi. Bu hedefe ulaşılması için mutlaka iç tüketimde artış olması gerekiyor.  
 
Faizlerde geçen ay başlayan düşüş bu açıdan biraz umut veriyor. Irak savaşının beklenenden önce sona ermesi ve ekonomik kamuoyunun yeniden iyimser bir tavır takınmaya başlaması da umut verici. Reel faiz yüzde 10 dolayına kadar düşer ve son birkaç aydır dibe vuran güven düzeyi tekrar yükselirse, tüketimde aylardır beklenen artışın gerçekleşmesi imkan dahiline girebilir. Böylece ekonominin büyüme oranı da hedef doğrultusunda gerçekleşebilir.  
 
Ancak tüketim artışının sürekli olabilmesi için iş dünyasının çok dikkatli olması gerekiyor. Tüketimde canlanma başlar başlamaz şirketler sattıkları ürünlere zam yapma yoluna giderse, talepteki artış saman alevi gibi sönebilir. Çünkü tüketicinin satın alma gücü çok zayıf. Fiyatların artması ise satın alma gücünün biraz daha zayıflaması demek.  
 
Şirketlerin aşırı zamlardan kaçınmaları halinde ise Türkiye bu yıl hem büyüme hem de enflasyon hedeflerine ulaşabilir.  
 
2002’DE TÜKETMEDEN BÜYÜDÜK  
 
2002 yılı başlarken, ekonomiden umutlu olan pek fazla kimse yoktu. Ekonomik kamuoyunun büyüme beklentisi yüzde 3’ü bile bulmuyordu. Merkez Bankası’nın düzenlediği beklenti anketinin sonuçları, yüzde 2.6 dolayında bir büyümeye işaret ediyordu. TÜSİAD’ın (Türk  
Sanayicileri ve İşadamları Derneği) büyüme tahmini yüzde 2.1’di. Bu olumsuz ortam hükümeti de etkilemiş ve önceki yılın sonbahar aylarında yüzde 4 olarak belirlenen büyüme hedefi, 2002’nin ilk aylarında yüzde 3’e çekilmişti.  
 
Ancak ekonomi 2002’de herkesi şaşırtan bir performans sergiledi. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) önceki ayın sonunda açıkladığı verilere göre, geçen yılki büyüme oranı yüzde 7.8 olarak gerçekleşti. Böylece büyüme oranı hedeflenen düzeyin iki katını aşmış oldu.  
 
Büyümenin kaynakları  
 
Sektörler itibariyle bakıldığında, 2002 yılındaki büyümeye en çok sanayinin katkıda bulunduğu görülüyor. Sanayi sektöründeki büyüme oranı yüzde 9.4’ü buluyor. Madencilikte küçülme sürse de, imalat sanayi ile enerjide yaşanan üretim artışları sanayinin performansını yükseltti.  
 
Geçen yıl hizmetler sektöründe yüzde 7.2 oranında büyüme yaşandı. Hizmetler sektöründeki büyümeye ticaretteki gelişmelerin olumlu katkısı oldu. İnşaat ile finansta küçülmenin sürmesi ise hizmetler sektörünün daha hızlı büyümesini engelledi.  
 
2002’de tarım sektörü de büyümeye olumlu katkıda bulundu. Geçen yıl tarımsal üretim yüzde 7.1 oranında arttı. Tarımın performansı özellikle yılın son çeyreğinde epey yükseldi.  
 
Ancak harcamalar yöntemiyle milli gelir verilerine bakıldığında, büyümede talebin etkisinin çok sınırlı olduğu anlaşılıyor. Geçen yıl özel nihai tüketim harcamalarında yaşanan artış sadece yüzde 2 oldu. Yatırım harcamalarında ise düşüş devam etti. Geçen yıl yatırım harcamaları yüzde 0.8 oranında azaldı.  
 
Söz konusu veriler ayrıntılı olarak incelendiğinde, 2002 yılındaki büyümede stok artışı ile ihracatın etkisinin yüksek olduğu görülüyor. Yaptığımız hesaplar, stoklardaki artış olmasa geçen yılki büyümenin yüzde 2.3’te kalacağını gösteriyor. İhracatın yerinde saymış olması halinde ise 2002 yılı büyüme oranı yüzde 3.6’da kalacaktı.  
 
Ancak geçen yıl ekonominin stok artışıyla büyümesi çok da şaşılacak bir şey değil. Türkiye’de her kriz yılında önce stoklar eritiliyor, krizden sonraki yıllarda ise eriyen stoklar yerine konuluyor. Bu durum krizlerin çok derin olmasına yol açarken, kriz sonrası yıllarda ise ekonominin sıçrama yapmasına imkan veriyor.  
 
Örneğin stoklarda erime olmasa 1994 yılında GSYİH’de (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) yaşanan düşüş yüzde 5 değil, sadece yüzde 1.9 olacaktı. 2001 yılında GSYİH’de yaşanan düşüş ise yüzde 7.5 yerine yüzde 6 olarak gerçekleşecekti. Kriz sonrasında eriyen stoklar yerine konulmasaydı, 1995 yılındaki GSYİH artışı ise yüzde 6.7’yi bulmayacak ve yüzde 4.8’de kalacaktı.  
 
Yine de 2001 yılında stok artışının büyümeye etkisi önceki kriz yıllarına göre daha yüksek gerçekleşti. Bunda işletmelerin talepte artış beklentisiyle stoklarını, önceki yıl eriyen düzeyin de üzerine çıkarmaları etkili oldu. Ancak talep bir türlü beklendiği kadar artmadı. Talepte artış umudu bu yıla kaldı.    
 
2003 HEDEFLERİ BELLİ OLDU  
 
Normalde herhangi bir yıla ilişkin ekonomik hedefler, önceki yılın sonbahar aylarında belirlenir. Ancak geçen yıl sonbaharda bir erken seçim yaşadık ve iktidar el değiştirdi. Bu durum 2003 yılı hedeflerinin belirlenmesini geciktirdi. Bu yıla ilişkin hedeflerin tümü ancak mart ayı sonunda belli olabildi.  
 
Biz Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) yayınladığı 2003 Yılı Programı’ndan ve Maliye Bakanlığı’nın Kamu Hesapları Bülteni’nden yararlanarak 2003 yılının temel ekonomik hedeflerini bir tabloda topladık. Tabloda 2002 yılı gerçekleşmelerine de yer verdik. Bu tabloyu aşağıda görüyorsunuz. 2003 yılı hedeflerine ilişkin değerlendirmelerimiz ise şöyle:  
 
* Hükümetin 2003 yılı büyüme hedefi yüzde 5. Büyümenin daha çok sanayi ve hizmetler sektöründen kaynaklanacağı tahmin ediliyor. Tarımsal üretim için artış hedefi yüzde 0.5’te kalıyor. Türkiye’de tarımsal üretim sonu tek sayıyla biten yıllarda teklediği için bu hedef makul. Yüzde 5’lik büyüme hedefi de Türkiye ekonomisinin uzun dönem performansı dikkate alındığında makul görünüyor. Ancak sanayi üretiminde şubat ayında görülen yavaşlama sürerse, 2003 yılı büyüme oranı hedefin altında kalabilir.  
 
Milli gelir 215 dolar artacak  
 
* 2003 yılında GSMH’nin (Gayri Safi Milli Hasıla) 200 milyar doları biraz aşması hedefleniyor. Kişi başına milli gelir hedefi ise 2 bin 826 dolar. Bu hedefler tutarsa refah düzeyimiz geçen yıla göre 215 dolar artacak. DPT’nin hesapladığı ortalama dolar kurunu esas alırsak 2002 yılı kişi başına milli geliri 2 bin 611 dolar olarak çıkıyor. Ancak yaşanacak artışa rağmen bu yıl kişi başına milli gelir 2001 krizi öncesindeki düzeyine ulaşamayacak. 2000 yılında kişi başına milli gelir 2 bin 985 dolardı. 1998 yılında ise 3 bin doların üzerindeydi.  
 
* 2003 yıl sonu enflasyon hedefleri TÜFE’de (Tüketici Fiyatları Endeksi) yüzde 20, TEFE’de (Toptan Eşya Fiyatları Endeksi) ise yüzde 17.4 düzeyinde. İlk 3 ayda TEFE enflasyonu yüzde 12.4’ü bulduğu için yıl sonu hedefinin tutması epey zor görünüyor. İstikrar programının esas yoğunlaştığı enflasyon hedefi olan TÜFE’de ise durum o kadar umutsuz değil. İlk 3 ayda TÜFE enflasyonu yüzde 8.2 oldu. Yaz aylarında eksi enflasyonla karşılaşabilirsek yıl sonu hedefinin tutma ihtimali hala var.  
 
* Dış ticaret cephesine baktığımızda ihracatta yüzde 12.2, ithalatta yüzde 12.3 artış hedeflendiğini görüyoruz. İhracatın ilk 3 aydaki seyrine bakılırsa hedefin tutması mümkün görünüyor. Çünkü Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) verileri ocak-mart döneminde ihracatın yüzde 33.9 oranında arttığını gösteriyor. İthalat hedefi de yüzde 5’lik büyüme hedefiyle uyumlu.  
 
* Turizm geliri için konulan hedef 2002 yılı gerçekleşmesinin çok az üzerinde. Oysa Irak savaşı nedeniyle turizm gelirlerinin yarı yarıya düşmesini bekleyenler bile var. Hükümet de savaşın olumsuz etkilerini dikkate alarak turizm gelirlerinde fazla bir artış öngörmemiş. Ancak savaş beklenenden önce ve sezon açılmadan sona erdiği için turizme olumsuz etkisi sınırlı kalacak gibi.  
 
Cari açık sorun olmayacak  
 
* Bu yıl cari işlemler dengesinin yaklaşık 3.5 milyar dolar açık vermesi hedefleniyor. Bu tutar 2002 yılındaki açığın neredeyse iki katı. Ancak GSMH’ye oranı yüzde 1.7’de kalacağı için sorun yaratacak bir düzeyde değil. Türkiye’de cari açık GSMH’nin yüzde 3.5’ini geçtikten sonra tehlikeli oluyor.  
 
* Kamu maliyesi alanında belirlenen hedefler iddialı sayılır. Bütçenin GSMH’nin yüzde 5.7’si kadar faiz dışı fazla vermesi hedefleniyor. Bu oran geçen yıl yüzde 4.7’de kalmıştı. IMF tanımına uygun toplam kamu kesimi faiz dışı fazlasının GSMH’ye oranı için konulan hedef ise yüzde 7.5. Bu oran IMF’nin istediğinden 1 puan fazla. Geçen yıl gerçekleşen oranın ise 2.8 puan üzerinde.  
 
* Dalgalı kur sistemi nedeniyle son iki yıldır hükümetler açık bir kur hedefi belirlemiyor. Ancak hedefler belirlenirken bir kur tahmini yapmak zorunlu. Bu kur tahmini konulan hedeflerden yararlanılarak hesaplanabiliyor. Bizim yaptığımız hesap, 2003 yılı hedefleri belirlenirken ortalama dolar kurunun 1 milyon 770 bin lira olarak alındığını gösteriyor. 2002 yılı ortalama dolar kuru 1 milyon 505 bin lira olduğuna göre, beklenen kur artışının yüzde 17.6 olduğu ortaya çıkıyor.  
 
ENFLASYONDA GİDİŞAT HEDEFE UYGUN DEĞİL  
 
Enflasyonun yılın ilk 3 ayındaki seyri yıl sonu hedefine uygun olmadı. Yaptığımız hesaplar, tüketici enflasyonunun yıl sonunda yüzde 20’ye inmesi için ocak-mart dönemindeki artışın yüzde 6 dolayında olması gerektiğini gösteriyordu. Oysa gerçekleşme yüzde 8.2’yi buldu.  
 
Esasında yılın ilk ayındaki enflasyon oranı, yıl sonu hedefinin tutması için gerekli oran dolayındaydı. Yüzde 20’lik hedefin tutması için gerekli ocak ayı enflasyon oranı yüzde 2.7 iken, gerçekleşme yüzde 2.6 olmuştu. Ancak şubat ve mart aylarında gerçekleşen enflasyon oranları, hedefin tutması için gerekli oranları epey aştı. Şubat ayında olması gereken oran yüzde 1.5 iken, gerçekleşme yüzde 2.3’ü buldu. Mart ayında ise olması gereken oran yüzde 1.7 iken gerçekleşme yüzde 3.1 oldu.  
 
İlk 3 ayda enflasyonun hedefe uygun seyretmemesinde etkili olan birkaç faktör var. Bunlardan biri hükümetin ek gelir sağlamak için ocak ayında kamu ürünlerinin fiyatlarına yaptığı zam. İkinci faktör Irak gerginliği dolayısıyla petrol fiyatlarında yaşanan artış. Üçüncü faktör ise ağır kış koşulları nedeniyle gıda fiyatlarının normalin üzerinde zam görmesi.  
Hükümet ocak ayından sonra kamu fiyatlarıyla oynamayı bıraktı. Petrol fiyatları Irak’ta sıcak savaşın başlamasıyla geriledi. Savaşın kısa sürede sona ermesi, petrol fiyatlarındaki gerilemenin kalıcı olabileceğine işaret ediyor. Bu gelişmeler enflasyonda ilk 3 ayda yaşanan artışın geçici bir sapma olarak kalabileceğini düşündürüyor.  
 
Yüzde 20’lik hedefin tutup tutmayacağı artık büyük ölçüde yaz aylarında yaşanacak gelişmelere bağlı. Yazlık meyve ve sebzelerin piyasaya çıkmasıyla birlikte mayıstan itibaren gıda fiyatlarında bir gerileme olacak. Tarımda işler iyi giderse bu gerileme daha fazla olabilir. Kamunun ve özel sektörün bu dönemi fiyat ayarlamaları için fırsat olarak kullanmamaları halinde, yaz aylarında eksi enflasyon yaşanabilir. Böylece ilk 3 aydaki sapma telafi edilebilir ve yıl sonu hedefi yeniden menzile girebilir.      
 
BAYRAM SANAYİYE YARAMADI  
 
Sanayi 2003 yılına iyi bir giriş yapmıştı ama bu performansını şubat ayında koruyamadı. Ocak ayında yüzde 13.7 artan sanayi üretimi, şubat ayında sadece yüzde 4.4 artış gösterebildi. Böylece 2001 krizinin etkilerinin sona erdiği geçen yılın mart ayından bu yana gerçekleşen en düşük üretim artışı kaydedildi.  
 
Sanayi üretim endeksi sektörler itibariyle incelendiğinde, şubat ayındaki performans düşüklüğünün büyük ölçüde tekstil, kimya, çimento-cam-seramik, petrol ürünleri ve giyim sektörlerinde yaşanan gelişmelerden kaynaklandığı görülüyor. Sanayi üretim endeksindeki payları yüksek olan bu sektörlerden ilk üçünün üretimleri şubat ayında geriledi. Son iki sektördeki üretim artışı ise vasatın üzerine çıkmadı.  
 
Şubat ayında sanayinin performansının düşmesinde 9 günlük bayram tatilinin önemli etkisi var. Zaten yılın en kısa ayı olan şubat ayına bir de uzun bayram tatili girince çalışılan gün sayısı iyice azaldı. Sanayi tesisleri kritik ünitelerini tatil dönemlerinde de çalıştırıyor ama tam kapasiteyle de faaliyet göstermiyor.  
 
Ancak sanayinin performansının düşmesinde etkili olan tek faktör uzun bayram tatili değil. Ekonomik kamuoyunun moralinin son aylarda iyice bozulması, tüketici talebinde beklenen artışın bir türlü gerçekleşmemesi de sanayicilerin üretimi kısmasına yol açtı. 2001 krizi sırasında eriyen stoklar geçen yıl yerine konulduğu için, sanayici artık stoka üretim yapmayı da bıraktı.  
 
Talepte beklenen canlanma gerçekleşmezse, sanayide işler bu yıl epey zor olacak. Bu takdirde önümüzdeki aylarda sanayi üretiminde düşüş görülmesi bile mümkün.  
 
Ancak mart ayında kapasite kullanım oranının yüzde 78.1’e çıkması yüreklere su serpiyor. Bu durum, geçen yılki gibi çift haneli olmasa bile, mart ayında sanayi üretiminde artış yaşanmış olabileceğini gösteriyor.  
 
REEL ÜCRETLER 2002’DE DE DÜŞTÜ  
 
Ekonomide tüketici talebinin bir türlü yeterli artış göstermemesinin bir nedeni geleceğe güvenin azalması ise diğer nedeni de satın alma gücünün sürekli düşmesi. Reel ücretler 2001 krizinden bu yana düşüş eğiliminde bulunuyor. Bu durum çalışan kesimin talebinin önüne set çekiyor.  
 
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verileri, imalat sanayiinde üretimde çalışılan saat başına reel ücret endeksinin 2002 yılında yüzde 5.5 oranında gerilediğini gösteriyor. Kamu işyerlerinde çalışanların reel ücretlerinde yüzde 1.4’lük artış var ama özel sektöre ait işyerlerinde çalışanların reel ücretlerinde yüzde 4.2 oranında düşüş söz konusu.  
 
İmalat sanayiinde çalışanların reel ücretleri 2001 yılında yüzde 14.6 oranında gerilemişti. Krizle birlikte enflasyonun sıçrama göstermesi, çalışanların reel ücretlerini eritmişti. 2000 yılında ise reel ücretlerde yüzde 0.5 oranında artış yaşanmıştı.  
 
Reel ücret endeksindeki gelişmeler üçer aylık dönemler itibariyle incelendiğinde, durumun yavaş yavaş düzeldiği görülüyor. 2001’in ikinci çeyreği ile 2002’nin ilk çeyreği arasında reel ücretlerdeki düşüş çift haneli olmuştu. 2002’nin ikinci çeyreğinden itibaren ise reel ücretlerdeki düşüş oranının tek haneye indiği görülüyor. Son çeyrekte bu oran yüzde -0.5’e kadar indi. Böyle giderse bu yıl reel ücretlerde yükseliş yaşanması mümkün. Bunun gerçekleşmesi halinde tüketici talebine olumlu katkısı olacak.  
 
2002 yılında hemen hemen tüm sektörlerde reel ücretlerde düşüş yaşandı. Yalnız birkaç sektör hariç. Basım-yayım sektöründe kamu işyerlerinden kaynaklanan bir reel ücret artışı oldu. İhracatta işlerin iyi gitmesi elektrikli makine üretimi ve otomotiv sektörlerinde çalışanların reel ücretlerine olumlu yansıdı. Geçen yıl mobilya imalatı sektöründe çalışanların reel ücretleri de arttı.  
 
İLK 3 AYDA BÜTÇE AÇIĞI AZALDI  
 
Erken seçim ve hükümet değişikliği nedeniyle 2003 bütçesi yetişmediğinden geçici bütçe ile idare edilen yılın ilk 3 ayı, kamu maliyesi açısından iyi geçti. İlk 3 aydaki bütçe açığı, geçen yılın aynı dönemindeki açığın altında kaldı. Faiz dışı fazlada ise önemli bir artış sağlandı. Bu dönemde bütçede yaşanan gelişmeleri şöyle özetlemek mümkün:  
 
* Bütçe ocak-mart döneminde 10 katrilyon 889 trilyon lira açık verdi. Geçen yılın aynı döneminde verilen açık ise 12 katrilyon 636 trilyon liraydı. Buna göre ilk 3 ayda bütçe açığı yüzde 13.8 oranında geriledi.  
 
* Faiz ödemeleri dışarıda bırakıldığında ise ocak-mart döneminde bütçede 4 katrilyon 898 trilyon liralık fazla söz konusu. Geçen yılın ocak-mart dönemindeki faiz dışı fazla tutarı 3 katrilyon 904 trilyon liraydı. Faiz dışı fazlada yüzde 25.5 oranında artış yaşandı.  
 
* Bütçe dengesindeki bu olumlu gelişmelerin iki önemli nedeni var. Birincisi faiz ödemelerinin geçen yıla göre azalması. İkincisi ise vergi gelirlerinin artması.  
 
* Hazine, bu yılın ocak-mart döneminde iç ve dış borç faizi olarak 15 katrilyon 787 trilyon liralık ödeme yaptı. Oysa geçen yılın aynı döneminde faize ödenen para 16 katrilyon 540 trilyon liraydı. 2001 krizi sırasında yüksek faizle yapılan borçlanmaların ödemeleri, geçen yılın ilk aylarında faiz giderlerini çok artırmıştı. Geçen yılki borçlanmalar daha düşük faizle yapıldığı için, bu yılın ilk aylarında faize ödenen para azaldı.  
 
* Ocak-mart döneminde elde edilen vergi geliri tutarı 16 katrilyon 711 trilyon lira oldu. Geçen yılın aynı döneminde 11 katrilyon 696 trilyon liralık vergi geliri tahsil edilmişti. Vergi gelirlerinde yaşanan artış yüzde 42.9’u buldu.  
 
BORCUN DÖNMESİ İÇİN KRİTİK REEL FAİZ ORANI YÜZDE 15  
 
2001 yılındaki krizden beri en çok tartışılan konu iç borçlar. Kamu bankalarının görev zararları ve TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) bünyesine alınan özel bankaların mali durumlarının düzeltilmesi için çıkarılan iç borçlanma senetleri, 2000 yılında GSMH’nin (Gayri Safi Milli Hasıla) yüzde 29’u kadar olan iç borcun 2001 yılında GSMH’nin yüzde 69.2’si düzeyine çıkmasına yol açmıştı. İç borçtaki bu patlama, 10 yıldır zaman zaman gündeme gelen borçların sürdürülebilirliği tartışmasını iyice alevlendirmişti. O zamandan beri faizlerin her yükselmesinde iç borcun sürdürülebilirliği sorgulanıyor ve vadesi gelen ödemelerin ertelenmesi demek olan konsolidasyon önerileri havalarda uçuşuyor.  
 
İç borç nasıl döner?  
 
İç borcun sürdürülebilmesi, stokun GSMH’ye olan oranının istikrara kavuşmasıyla mümkün. İç borç stokunun GSMH’ye oranı sürekli bir yükseliş içindeyse, borçlanmanın eninde sonunda bir yerde tıkanması söz konusu. Çünkü bu durumda kamuya borç verenler tedirgin olacak ve Hazine bir gün vadesi gelen borçları ödemek için yeni borç bulamayacak.  
 
İç borcun GSMH’ye oranının istikrara kavuşması için ise kamunun faiz dışı giderlerinin gelirlerinin altında kalması yani faiz dışı fazla verilmesi gerekiyor. İşte 3 yıldır uyguladığımız istikrar programlarında IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) hep faiz dışı fazla üzerinde ısrar etmesi bundan kaynaklanıyor.  
 
İç borcun GSMH’ye oranının istikrara kavuşması için ne kadar faiz dışı fazla verilmesi gerektiği ise büyüme, enflasyon ve reel faiz oranlarına göre değişiyor. Büyüme hızlı olduğu takdirde, daha düşük bir faiz dışı fazla tutarı iç borcun GSMH’ye oranının sabit kalmasına yetiyor. Reel faiz oranının düşmesi de aynı etkiyi yapıyor. Enflasyonda ise durum biraz farklı.  
 
Enflasyonun yükselmesi hem nominal GSMH’yi artırdığı hem de reel faizi düşürdüğü için, daha yüksek enflasyon oranlarında daha düşük faiz dışı fazla ile iç borcun GSMH’ye oranı sabit tutulabiliyor.  
 
IMF’nin GSMH’nin yüzde 6.5’i kadar faiz dışı fazla verilmesinde ısrar etmesinin nedeni, yaptığı büyüme, enflasyon ve reel faiz tahminlerine dayanarak, iç borcun GSMH’ye oranının sabit kalması için verilmesi gerekli faiz dışı fazlanın bu kadar olduğunu hesaplaması. Ancak yapılan büyüme, enflasyon ve reel faiz tahminlerinde sapma olursa, gerekli faiz dışı fazla tutarı da değişecek tabii. Nitekim geçen yıl faiz dışı fazla tutarı hedefin 2 puan altında kaldığı halde, büyüme oranının bekleneni 2 kattan fazla aşması, iç borcun GSMH’ye oranının gerilemesini sağlamıştı.  
 
Kritik oran  
 
Aylık bir bilimsel yayın olan İşletme, İktisat ve Finans Dergisi’nin son sayısında, çeşitli reel faiz, büyüme ve enflasyon senaryoları çerçevesinde kamu borcunun sürdürülmesi için ne kadar faiz dışı fazla verilmesi gerektiğini ortaya koyan bir makale var. Söz konusu makale Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden iki öğretim üyesinin, Nur Keyder ve Özge Bozkurt’un imzasını taşıyor.  
 
Keyder ve Bozkurt’un çalışmasına göre, kamu borcunun sürdürülebilmesi için kritik reel faiz oranı yüzde 15. Reel faiz oranının yüzde 15’in altında olması halinde, hedeflenen yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla/GSMH oranı, yüzde 4 büyüme ve yüzde 20 enflasyon halinde bile kamu borcunun GSMH’ye oranının gerilemesine yetiyor. Reel faiz oranının yüzde 15’i aşması halinde ise borcun sürdürülebilmesi için yüzde 6 ve üzerinde büyüme oranlarına ihtiyaç duyuluyor. Örneğin yüzde 20 enflasyon, yüzde 18 reel faiz durumunda, yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla ancak büyümenin yüzde 7 olması halinde borcun sürdürülmesine imkan veriyor. Bu durumda büyüme oranı yüzde 4’te kalırsa, borcun sürdürülebilmesi için faiz dışı fazlanın GSMH’nin yüzde 9’unu aşması gerekiyor.  
 
Yıl sonu için beklenen enflasyon oranının yüzde 27 olduğunu dikkate alırsak, iç borçlanmada şu andaki reel faiz oranı yüzde 25 dolayında bulunuyor. İç borcun sürdürülebilmesi için bu oranın bir an önce en az 10 puan düşürülmesi gerekiyor. Aksi takdirde yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefi tutsa bile iç borcun GSMH’ye oranı artacak.  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz