Yeni Başkanın Ajandası

Süreyya Serdengeçti’nin, 5 yıllık görev süresinin dolması nedeniyle, 13 Mart’ta Merkez Bankası başkanlığından ayrılmasından sonra başlayan yeni başkanın seçimi süreci, biz konjonktür bölümünü hazır...

1.04.2006 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Süreyya Serdengeçti’nin, 5 yıllık görev süresinin dolması nedeniyle, 13 Mart’ta Merkez Bankası başkanlığından ayrılmasından sonra başlayan yeni başkanın seçimi süreci, biz konjonktür bölümünü hazırladığımız sırada henüz sonuçlanmamıştı. Ancak bu süreç sırasında yaşananlar pek de iç açıcı değildi.
hed

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 




Başarısı hemen herkesçe kabul edilen Serdengeçti’nin yeniden atanmasını geçtik, hükümetin haftalar önce açıklaması gereken yeni başkanın kimliğini kararnamenin Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması sürecinde bile sır gibi saklaması piyasalarda önemli bir belirsizlik yarattı. Yeni başkan seçilene kadar görevi vekaletle yürütecek kişinin atanmasında teamüllerin (en kıdemli başkan yardımcısının atanması) bir tarafa bırakılması ise TCMB’deki iç dengeleri sarstı.

Sonuçta, son 4 yılda milim milim kazanılan güven, bir hafta içinde epey yara aldı. Günümüzde, hele hele enflasyon hedeflemesi sistemini uygulayan merkez bankalarının en önemli sermayesinin güven olduğunu düşünürsek, bu güven erozyonu hiç de iyi olmadı.

Serdengeçti’nin yerine gelecek yeni başkanın bu güveni tekrar kazanması epey zaman alacak. Hükümetin bu kadar gizli kapaklı bir şekilde göreve getirdiği bir başkan güveni tekrar kazanmakta daha da zorlanacak. Bu da zaten zor olan işini iyice zorlaştıracak.

Yeni başkanın işi zor
Hazine’nin eski müşteşarlarından Mahfi Eğilmez, 16 Mart 2006 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki köşe yazısında yeni başkanın işinin daha zor olduğunu yazmıştı. Bu görüşe biz de katılıyoruz.

30 yıldır yüksek enflasyonun yaşandığı ve herkesin bundan şikayet ettiği bir dönemde işbaşına gelen Serdengeçti’den tek istenen enflasyonu düşürmesiydi. Serdengeçti de sadece bu hedefe odaklandı ve de enflasyonu tek haneye düşürmeyi başardı.

Oysa artık enflasyonun tek hanede olduğu bir dönemde işbaşına gelecek olan yeni başkanı, hem enflasyonu Avrupa Birliği (AB) ülkeleri düzeyine düşürmek, hem de giderek ağırlaşan işsizlik sorununu hafifletmek için büyümeyi sürdürmek görevi bekliyor. Fakat, geçen ayki yazımızda da işlediğimiz gibi, yüksek enflasyon düzeylerinde enflasyonu düşürmek büyümeye zarar vermez iken, düşük enflasyon düzeylerinde böyle bir ihtimal bulunuyor. Bu durumda birbiriyle çelişen iki amaca birden ulaşmaya çalışmak, yeni başkanın sinirlerini epey gerecek gibi görünüyor.

Ayrıca YTL’deki aşırı değerlenme ve rekor cari açık da yeni başkana sorun yaratacak. Bu sorunlarla ilgili olarak toplumdan ve hükümetten gelen şikayetleri giderek artıyor. Serdengeçti, bu şikayetlere kulak tıkayıp işini yapmayı tercih etmişti ama hükümetin bu kadar yoğun müdahalesiyle işbaşına gelecek yeni başkanın, özellikle hükümetten gelecek tepkilere karşı direnebilmesi biraz zor görünüyor.

Nisan ayı ajandası
Yeni başkan daha koltuğuna kurulur kurulmaz kendini yoğun bir iş temposunun içinde bulacak. Para politikası ile ilgili olarak nisan ayında önemli kararlar vermek zorunda kalacak.hed

Yeni başkanın nisan ayı ajandasında ilk önemli gün 3 Nisan Pazartesi. Bilindiği gibi, hafta içine denk gelmek kaydıyla, her ayın 3’ünde önceki ayın enflasyon verileri yayınlanıyor. 3 Nisan’da da mart ayının enflasyon verileri yayınlanacak.

Mart ayının enflasyon oranı, Merkez Bankası açısından büyük önem taşıyor. Merkez Bankası, 2006 yılı başında enflasyon hedeflemesine geçerken sadece yıl sonuna değil üç aylık dönemlere ilişkin hedefler de yayınlamıştı. Bu hedeflerden aşağı ve yukarı doğru 1 puanlık sapma halinde IMF ile durumu görüşme,  2 puanlık sapma halinde ise kamuoyuna hesap verme ile de kendini bağlamıştı.

Bu çerçevede mart sonunda yıllık enflasyonun yüzde 7.4 olarak gerçekleşmesi hedeflenmişti. Fakat ilk iki ayda enflasyon yükseliş eğilimine girdi ve şubat sonunda yüzde 8.15’e yükseldi. Her ne kadar yılın ilk aylarında enflasyonun yatay seyir izlemesi bekleniyor idiyse de galiba enflasyon beklenenden biraz daha yüksek düzeye geldi. Enflasyondaki yükseliş mart ayında da sürer ve yüzde 8.4’ü aşarsa, yeni başkan daha koltuğunu ısıtmadan IMF’ye hesap vermek zorunda kalacak. Hükümetin geçen ay bütçeye ek yük getiren kararları (tekstilde KDV indirimi ve kamu çalışanlarına ek ödeme) ve yapısal reformların gecikmesi nedeniyle zaten yüzü asık olan IMF’ye enflasyondaki sapma konusunda hesap vermek ise herhalde o kadar kolay olmayacak.

Büyüme tehlikeye girer mi?
Yeni başkanın nisan ayı ajandasında ikinci önemli gün 10 Nisan Pazartesi. Bu tarihte şubat ayı sanayi üretimi verileri açıklanacak. Türkiye’de sanayi üretimi büyümenin en önemli öncü göstergesi olduğu için, büyümenin geleceğiyle ilgilenen her kişi ve kurum gibi Merkez Bankası da sanayi üretimini yakından izliyor.

Sanayi üretimi 2006 yılına pek iyi bir giriş yapamamış ve ocak ayında yüzde 4.5 oranında düşmüştü. İmalat sanayi kapasite kullanım oranı verileri şubat ayı için toparlanma sinyali veriyor ama bu sinyalin ne kadar gerçeğe dönüşeceğini bilemiyoruz. Eğer şubat ayında sanayi üretiminde büyük bir toparlanma göremezsek, ilk çeyrekte büyüme çok düşük kalacak. Bu da 2006’nın yüzde 5’lik büyüme hedefini tehlikeye atacak.

Yeni başkanın nisan ayı ajandasındaki diğer iki önemli gün 27 Nisan Perşembe ile 28 Nisan Cuma. 27 Nisan’da neredeyse tamamen yenilenmiş üyeleriyle Para Politikası Kurulu toplanacak. 28 Nisan’da ise yeni girilen enflasyon hedeflemesi döneminde Merkez Bankası’nın kamuoyuyla en önemli iletişim aracı olması öngörülen Enflasyon Raporu’nun ikincisi yayınlanacak. Para Politikası Kurulu toplantısında Merkez Bankası’nın yeni yönetimi ilk faiz kararını verecek. Enflasyon Raporu’nda da ekonomiye nasıl baktığını ve önümüzdeki 1.5 yıllık döneme ilişkin öngörülerini açıklamak durumunda kalacak. Enflasyonun yükseliş büyümenin ise düşüş eğiliminde olduğunu göz önüne aldığımızda ise bunların ikisinin de pek kolay olmadığı ortaya çıkıyor.

Faiz inmeli mi, çıkmalı mı?
Ekonomik kamuoyu Merkez Bankası’nın yeni yönetiminden faizleri düşürmesini bekliyor. Sadece büyümeyi dikkate alırsak faizleri düşürmek gerçekten de doğru karar olabilir. Ancak faiz düşüşü iç talebi canlandırıp büyümeyi hızlandırmanın yanında, yine iç talebin canlanmasının etkisiyle fiyatların yükselmesi ve enflasyonun azması ihtimalini de bünyesinde taşıyor. Fiyat istikrarını temel amaç olarak benimseyen ve enflasyon hedeflemesi sistemini uygulayan bir merkez bankasının ise bu ihtimali göz ardı etmesi pek mümkün görünmüyor.

Sadece enflasyonu dikkate aldığımızda ise faizleri düşürmek değil belki de yükseltmek gereği karşımıza çıkıyor. Faizdeki yükseliş iç talebi kısıp, baş kaldırma eğilimi gösteren enflasyonu hedeflenen düzeye doğru çekebilir. Fakat faizdeki yükseliş ile kısılacak iç talep enflasyonu düşürmenin yanında büyümenin daha da yavaşlaması ve ekonominin durgunluğa girmesi sonucunu da verebilir. İşsizlik sorununun bu kadar ağırlaştığı bir dönemde Merkez Bankası’nın bu ihtimali göz ardı etmesi de pek olası değil.

Kararın riski büyük
Kısacası, eğer mart ayı enflasyonu ve şubat ayı sanayi üretimi verileri olumsuz çıkarsa, yeni başkan daha koltuğuna oturur oturmaz “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumuyla karşı karşıya kalacak. Enine boyuna düşünüp vereceği faiz kararı sonrasında ise büyük bir risk üstlenecek. Enflasyondaki yükselişin geçici olduğuna karar verip faiz indirimine devam derse, yıl sonunda beklentisi gerçekleşmezse bir eleştiri sağanağıyla karşılaşacak. Enflasyona daha fazla önem verip faizleri yükseltmeye karar vermesi halinde ise daha ilk yılında ekonomiyi durgunluğa sokan ve işsizliği patlatan başkan olarak anılma riskini göğüslemek zorunda kalacak.

Yeni başkanın seçilme süreci uzarsa nisan ayındaki yüklü ajanda, halen vekil olarak bu makamda oturan Erdem Başçı’nın üzerine kalacak. Türkiye vekillerin ciddi kararlar almasına alışık bir ülke değil. Ülkemizde vekaleten bir görev üstlenenler genelde durumu idare edecek kararların ötesine geçmeye çekiniyor. Zaten kamuoyu da tersini pek makbul görmüyor. Başçı, göreve ilk geldiği günlerde alışılandan farklı bir vekil olduğunu gösterdi ama, özellikle de hükümetin kendisini asaleten bu göreve atamayı düşünmediğini öğrendikten sonra, bu tutumunu ne kadar sürdüreceği belirsizliğini koruyor.

ENFLASYONLA SAVAŞ İÇİN BAĞIMSIZLIK ŞART
hedSerdengeçti döneminde TCMB’nin öne çıkan niteliklerinden biri bağımsızlığı olmuştu. 2001’de kabul edilen yeni yasayla TCMB’nin artırılan bağımsızlığını, Serdengeçti uygulamada sonuna kadar kullanmıştı. Hükümetin zaman zaman ortaya çıkan kur ve faiz konusundaki baskılarına kulağını tıkamış ve işini doğru bildiği gibi yapmıştı.

Serdengeçti’nin görev süresinin uzatılmamasında bu tavrının etkisinin büyük olduğu düşünüldüğü için, yeni dönemde en çok bu bağımsızlığın ne olacağı merak ediliyor. Hükümetin yeni başkan seçimini çok gizli kapaklı bir şekilde sürdürmesi ise bu açıdan endişe yaratıyor. Hükümetin bu kadar yoğun etkisiyle göreve gelecek bir başkanın Merkez Bankası’nın bağımsızlığını koruyamayacağından kaygı duyuluyor.

Merkez bankalarının bağımsızlığı iktisat literatüründe son 15 yılda ön plana çıkmış bir konu. Bu dönemde yapılan araştırmaların verdiği sonuçların etkisiyle, enflasyonla mücadelenin başarısı için merkez bankası bağımsızlığının çok gerekli bir koşul olduğu artık genel kabul görüyor. Hükümetin enflasyona yol açabilecek popülist para politikası uygulamalarının ancak bağımsız bir merkez bankası ile önlenebileceği savunuluyor.

Bu konuda yapılmış son araştırmalardan birinin sonuçlarını aşağıdaki tabloda veriyoruz. IMF’de çalışan iki iktisatçının 24 Latin Amerika ve Karayip ülkesi bazında yaptığı bu araştırmanın sonuçları, enflasyon ile merkez bankası bağımsızlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı ve negatif işaretli bir korelasyonun mevcut olduğunu gösteriyor. Bu, 1990-2002 döneminde bu ülkelerde merkez bankalarının bağımsızlığının artmasının enflasyonu düşürdüğü anlamına geliyor.

Aynı araştırmanın sonuçlarına göre, daha zayıf olmakla birlikte, merkez bankası bağımsızlığı ile kamu açıkları arasında da negatif korelasyon mevcut. Sadece Latin Amerika ülkelerinde istatistiksel anlamlılığa sahip olmak üzere, merkez bankası bağımsızlığı ile yapısal reformlar arasında ise pozitif bir ilişki olduğu dikkati çekiyor.

Esasında Türkiye’nin son dört yıldaki deneyimi de merkez bankası bağımsızlığı ile enflasyon arasındaki negatif korelasyonu destekler mahiyette. TCMB’nin hem yasal olarak hem de uygulamada epey bağımsız hareket ettiği bu dönemde enflasyonun yüzde 70’lerden yüzde 7’lere inmesi herhalde tesadüf değil.

Başkanların Ortalama Görev Süresi 3 Yıl 7 Ay
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) kuruluş kanunu 1930 yılında çıkmış, banka resmen faaliyete ise 1931 yılında geçmişti. O tarihten bu yana TCMB’den 19 başkan geldi geçti. Esasında “Başkan” ünvanının kullanılmaya başlaması da daha yeni sayılır. Daha sonra başbakanlık da yapacak olan, 1966-1970 döneminin TCMB Başkanı Mehmet Naim Talu’ya kadar, TCMB’nin en üst yöneticisinin ünvanı “Genel Müdür” idi.hed

Merkez Bankası başkanlarının yasal görev süresi 5 yıl. Fakat bugüne kadar görev yapan 19 başkanın ortalama görev süresine baktığımızda 3 yıl 7 ay olduğunu görüyoruz. Bu, pek çok başkanın görev süresi sona ermeden görevden alındığını ya da istifa ettiğini gösteriyor. 19 başkan içinde görev süresi 5 yıl ya da üzerinde olan sadece 5 başkan var. Süreyya Serdengeçti de bu şanslı başkanlardan biri. Eski başkan Gazi Erçel ise Şubat 2001 krizi nedeniyle görev süresinin dolmasına bir ay kala istifa etmek zorunda kalmış ve görev süresini tamamlayan başkanlar kulübüne girmeyi kıl payı kaçırmıştı.

Merkez Bankası’nda en uzun süre başkanlık yapan isim Kemal Zaim Sunel. Sunel, 1938’de oturduğu başkanlık koltuğundan tam 11 yıl kalkmamıştı.

En kısa süre başkanlık yapanlara baktığımızda ise iki isim karşımıza çıkıyor. Bunlardan birincisi 1960 yılında 4 ay bu görevi yapan Memduh Aytür. İkincisi ise 1993 sonu ile 1994 başı arasında yine 4 ay görev yapan Nihat Bülent Gültekin. Zamanın başbakanı Tansu Çiller’in TCMB’nin efsanevi başkanları arasında yer alan Rüşdü Saracoğlu’nun yerine getirdiği Gültekin, 1994 Krizi’nin patlak vermesi üzerine istifa etmek zorunda kalmıştı.

hedBaşkanların görev süreleri arasındaki boşluklar bize TCMB’nin vekaletle yönetilmesi uygulamasının da epey yaygın olduğunu gösteriyor. Görevden ayrılan bir başkanın yerini aynı gün yenisine bırakması uygulamasının sadece bir tek örneği var. 23 Şubat 1966’da Ziyaettin Kayla görevden ayrıldığında, yerini aynı gün Mehmet Naim Talu almıştı. Diğer başkan değişimlerinde ise araya süresi 2 gün ile 1 yıl 11 arasında değişen vekalet dönemlerinin girdiği görülüyor. En uzun vekalet döneminin de Mehmet Naim Talu’nun görevden ayrıldığı 25 Ocak 1970 ile Memduh Güpgüpoğlu’nun göreve geldiği 15 Aralık 1971 arasında gerçekleştiği dikkati çekiyor.

Başkanların değişim hızı
Önceki sayfadaki kutuda bahsettiğimiz merkez bankası bağımsızlığı ile ilgili literatürde bağımsızlık göstergesi olarak kullanılan bir ölçü de merkez bankası başkanlarının değişim hızı. Bu hız ne kadar düşükse merkez bankalarının o kadar bağımsız olduğu hükmüne varılıyor. Özellikle hükümet değişikliklerini takip eden altı ay içinde başkanı değişen merkez bankalarının ise pek fazla bağımsız olamayacakları kabul ediliyor.

Bu çerçevede Türkiye’deki duruma baktığımızda 1931-2005 döneminde başkan değişim hızının 0.25 olduğunu görüyoruz. Gelişmiş ülkelerde bu oranın 0.15’in altında olduğunu göz önüne alırsak, bizdeki oldukça yüksek bir oran. Türkiye’de hükümet ve rejim değişikliklerinden sonra TCMB başkanlarının değişmesine sık rastlanması da merkez bankası bağımsızlığının pek güçlü olmadığına işaret ediyor.

Yapılan araştırmalar merkez bankası başkanı değişim hızının düşük olduğu ülkelerde enflasyonun da düşük olduğunu gösteriyor. Buna dayanarak Türkiye’deki başkan değişim hızı ile enflasyon arasındaki ilişkiyi 10’ar yıllık dönemler (sadece ilk dönem 9, son dönem 5 yıllık) itibariyle incelediğimizde 0.36’lık bir korelasyon katsayısıyla karşılaşıyoruz. Bu pozitif korelasyon başkan değişim hızının azaldığı yani merkez bankasının bağımsızlığının arttığı dönemlerde enflasyonun da düştüğü anlamına geliyor. Fakat Türkiye’de enflasyonun en düşük olduğu dönemlerden biri olan 1960-69 döneminde başkan değişim hızının en yüksek düzeye çıkmış olması, bu sonucu biraz gölgeliyor.

Imf Enflasyona Müdahil Olacak Mı?
 
Süreyya Serdengeçti’nin giderayak yürürlüğe koyduğu enflasyon hedeflemesi sistemi çerçevesinde Merkez Bankası 2006 yılı enflasyon hedefini belirlerken, üçer aylık dönemler için de ara hedefler koymuştu. Bu hedeflerin altına ve üstüne ilişkin de sınırlar belirlenmiş ve bu sınırların aşılması halinde hesap verme sorumluluğu alınmıştı. Buna göre gerçekleşmenin hedefin 2 puan altında veya üstünde olması halinde kamuoyuna hesap verilecek, 1 puan altında veya üstünde olması halinde ise sorun IMF ile görüşülecekti.hed

Merkez Bankası yılın ilk aylarında enflasyonun yüksek çıkmasını beklediği için mart sonu hedefini 2005 sonu enflasyon gerçekleşmesine daha yakın ve yüzde 7.4 olarak belirlemişti. İlk iki ayda enflasyon gerçekten de beklendiği gibi yüksek çıktı. Hatta belki de Merkez Bankası’nın beklediğinden bile yüksek.

Çünkü geçen yılı yüzde 7.72 düzeyinde kapatan yıllık tüketici enflasyonu şubat sonunda yüzde 8.15’e çıkmış ve mart sonu için konulan yüzde 8.4’lük ilk üst sınıra yaklaşmış durumda. Eğer yıllık enflasyondaki yükseliş mart ayında da sürer ve yüzde 8.4 oranı aşılırsa, Merkez Bankası mecburen IMF’ye gidecek. Yapısal reformlardaki gecikme ve hükümetin bütçeye ek yük getiren uygulamalarında pek hoşnut olmayan IMF ise bakalım enflasyonun yeniden hedefe doğru yönlendirilmesi için ne gibi önlemler alınmasını isteyecek?

Merkez Bankası, ocak ayı sonunda yayınladığı ilk Enflasyon Raporu’nda zaten bu yıl enflasyonun hedeflenen yüzde 5 düzeyinin üstünde çıkabileceğini kabul etmişti. Fakat Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmini hedefin çok da üzerinde değil ve yüzde 5.5 dolayında. Fakat işler ilk aylardaki gibi giderse yıl sonunda enflasyonun bu tahminin de üzerinde çıkması ihtimali var.

Büyüme İçin İlk Haberler Kötü
2006’ya sadece enflasyon değil büyüme konusunda da kötü başladık. Türkiye’de büyümenin en önemli öncü göstergesi olan sanayiden ilk iki ayda, bu yılki büyüme açısından pek iyi sinyaller almadık.hed

Sanayi üretimi ocak ayında yüzde 4.5 oranında düştü. Uzun bayram tatili, ağır kış koşulları ve ithal doğalgazdan kaynaklanan enerji sıkıntısı nedeniyle ocak ayında sanayinin pek iyi performans gösteremediği tahmin ediliyordu ama böyle bir üretim düşüşü de beklenmiyordu. Yapılan tahminler sanayi üretiminin ocak ayında yüzde 4.5 düşüş değil, aynı oranda artış göstereceği yönündeydi. Bu kadar yüksek olmamakla birlikte biz de ocak ayında sanayi üretiminin artış göstermesini bekliyorduk.

Sanayinin nüvesini oluşturan imalat sanayiinde ocak ayında yaşanan üretim düşüşü çok daha yüksek ve yüzde 6.1 düzeyinde. Enerji sektöründeki yüksek üretim artışı olmasa, imalat sanayiindeki üretim düşüşü sanayinin genelindeki orana aynen yansıyacaktı.

İmalat sanayi kapasite kullanım oranının şubat ayında yüzde 77.3’e yükselmesi ve geçen yılın aynı ayındaki düzeyinin 0.2 puan üzerine çıkması, sanayide bir toparlanma olduğunun işaretini veriyor. Fakat bu işarete ne kadar güvenebiliriz orası pek belli değil. Çünkü kapasite kullanım oranıyla üretim artışı arasındaki ilişki son zamanlarda biraz zayıfladı gibi görünüyor. Kapasite kullanım oranının yüksek olduğu bazı aylarda sanayi üretimindeki artışın düşük, kapasite kullanım oranının düşük olduğu bazı aylarda ise sanayi üretimindeki artışın yüksek çıkmasına rastlanıyor.

Sanayide şubat ayında esaslı bir toparlanma olmazsa, ilk çeyrekte ekonominin genelindeki büyüme oranının vasatın üzerinde çıkması zor olacak. Bu durumda da 2006 yılının yüzde 5’lik büyüme hedefi tehlikeye girecek. Hedefin tutması için yılın kalan döneminde ekonominin epey yüksek bir performans sergilemesi gerekecek.

Gelir Dağılımı Düzeliyor
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2004 yılının gelir dağılımı araştırmasının sonuçlarını, geçen ayki dergimiz baskı aşamasındayken açıkladı. Bu nedenle geçen ay yer veremediğimiz bu araştırmanın sonuçlarına bu ay değinmek istiyoruz.

hedSöz konusu araştırmanın 2004 yılı sonuçlarını önceki iki yılın sonuçlarıyla karşılaştırdığımızda gelir dağılımındaki düzelmenin sürdüğünü görüyoruz. Gelir dağılımını ölçmek için en fazla kullanılan ölçü Gini katsayısı. 0 ile 1 arasında değerler alabilen bu katsayının değerinin yükselmesi gelir dağılımının bozulmakta, düşmesi ise gelir dağılımının düzelmekte olduğu anlamına geliyor. 2002’de 0.44 olan Gini katsayısının değerinin 2003’te 0.42’ye ve 2004’te 0.40’a inmesi ise Türkiye’de gelir dağılımının düzelmekte olduğunu gösteriyor.

Gelir dağılımındaki düzelmeyi, gelir dağılımı araştırmasının sonuçlarına kent ve kır ayrımında baktığımızda da görüyoruz. Kentlerde 2002 yılında 0.44 olan Gini katsayısı 2003 yılında 0.42’ye indikten sonra 2004 yılında da 0.39’a geriledi. Kırsal kesimde 2002 yılında 0.42 olan katsayı ise 2003 yılında 0.39’a ve 2004 yılında 0.37’ye indi.

Gini katsayıları, kırsal kesimde gelir dağılımının kentlere göre daha adil olduğunu da gösteriyor. Fakat geçen ay sonuçlarını verdiğimiz 2004 yılı yoksulluk araştırmasının da gösterdiği gibi bu daha çok “fakirlikte eşitlik” anlamına geliyor.

2003 yılında gelir dağılımındaki düzelme, en üst gelir grubundakilerin kullanılabilir gelirden aldığı pay azalırken diğer tüm grupların payının artması suretiyle gerçekleşmişti. 2004 yılındaki düzelme de en üst gelir grubunun payının azalmasından kaynaklandı ama bu kez sadece ortadaki üç grubun payının arttığı görüldü. En alt gelir grubunun gelir pastasından aldığı pay ise 2003’e göre değişmedi. Bu durum orta sınıfın güçlenmekte olduğu fakat en fakirlerin ekonomideki hızlı büyümeden pay alamadıkları anlamına geliyor.

Verimlilik İstihdam Pahasına Artıyor
2001 krizi sonrasında ekonomi hızlı büyürken bir taraftan da enflasyonun düşmesine en büyük katkı verimlilikteki artıştan gelmişti. Artan verimlilik işletmelere maliyet avantajı sağlamış ve fiyat artışlarını frenleme imkanını vermişti. Artan verimliliğin sağladığı maliyet avantajı, YTL’nin değerlenmesine rağmen ihracatın sürdürülebilmesine de imkan vermişti.hed

2005 yılı başlarken, istihdamdaki artış eğilimi nedeniyle, verimlilikteki yükseliş döneminin sonuna gelindiği düşünülüyordu. Fakat TÜİK’in geçen ay açıkladığı verilere bakılırsa durum öyle olmadı. Önceki üç yıldaki kadar yüksek olmasa da verimlilikteki artışın 2005’te de sürdüğü görüldü. 2005’te üretimdeki artış hızı yavaşladığı halde verimlilikteki artışın sürmesi ise, beklenenin tersine, istihdamın azalmasından kaynaklandı.

TÜİK’in verilerine göre 2005 yılında imalat sanayiinde üretimde çalışanların sayısı yüzde 0.7 oranında azaldı. Aynı dönemde üretim yüzde 4.8 arttığı için, üretimde çalışan kişi başına kısmi verimlilikteki artış ise yüzde 5.6 olarak hesaplandı.

Verimlilikteki artış iyi bir şey ama bunun istihdamdaki düşüş pahasına sağlanması o kadar iyi değil. Çünkü işsiz sayısının 2.5 milyonu aştığı ve işsizlik oranının ise yüzde 10’un üzerinde bulunduğu günümüzde en önemli sorunu işsizlik oluşturuyor. Bu sorunun hafiflemesi için ise sanayinin mutlaka istihdam yaratması gerekiyor.

Bu arada bir sonraki sayfada işleyeceğimiz 2005 yılı işgücü piyasası istatistiklerindeki istihdam verileri ile imalat sanayiinde üretimde çalışanlar endeksinin verilerinin çeliştiğini de belirtelim. İşgücü piyasası verileri 2005’te sanayide yaşanan istihdam artışını 293 bin kişi olarak veriyor. Her iki istatistiği de doğru kabul ettiğimizde, bu 293 bin kişinin imalat sanayi dışındaki sanayi dallarında (madencilik ve enerji) ya da imalat sanayiinde üretim hattı dışındaki işlerde istihdam edildiği sonucu ortaya çıkıyor ki, bu da bize pek mantıklı gelmiyor.

Tarımdaki Çözülme İşsizlikte Düşüşü Engelledi
2005 yılının işgücü piyasası verileri, önceki ayın sonunda dergimiz baskıda iken yayınlandı. Söz konusu veriler 2005 yılında işsizlikte 2004’e göre bir gerileme olmadığını gösteriyor. Oysa istihdamda kayda değer bir artış görülüyor. İstihdam artarken işsizliğin gerilememesi ise tarımdaki, biraz da garip görünen, hızlı çözülmeden kaynaklanıyor.

hed

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜİK’in verilerine göre 2005 yılında Türkiye’de istihdam edilenlerin sayısı 255 bin kişi arttı ve 22 milyon 46 bine çıktı. Fakat aynı dönemde işgücüne dahil olanların sayısı da 276 bin kişi artışla 24 milyon 565 bine yükseldi. İşgücündeki artışın daha yüksek olması işsiz sayısının 22 bin kişilik artışla 2 milyon 520 bin kişiye çıkmasına yol açtı. İşsiz sayısının işgücüne bölünmesiyle hesaplanan işsizlik oranı ise 2004’e göre hiç kıpırdamayıp yüzde 10.3 olarak gerçekleşti.

İstihdamdaki değişimin sektörel dağılımına baktığımızda, tarım dışı sektörlerde 1 milyon 162 bin kişi gibi muazzam bir artışla karşılaşıyoruz. Bu artışın 293 bini sanayi, 142 bini inşaat, 727 bini ise hizmetler sektöründen kaynaklanıyor. Fakat tarımda 907 bin kişilik bir istihdam düşüşü görülüyor ki bu diğer üç sektörün istihdama katkısının çoğunu alıp götürüyor.

Hızlı çözülmenin sırrı
Tarımsal istihdamda yaşanan düşüş, tarımın toplam istihdamdaki payını ciddi oranda düşürmüş durumda. 2004 yılında yüzde 34 olan tarımın istihdamdaki payı, 2005’te yüzde 29.5’e indi. Tarımın istihdamdaki payı yıllardır zaten düşüş eğiliminde ama 2005’te bir yılda yaşanan düşüşün önceki beş yılda yaşanan düşüşe tekabül etmesi kafa karıştırıyor.

Aslına bakarsanız bir yılda tarımsal istihdamda bu kadar erime yaşanması da tarım dışı sektörlerde bu kadar muazzam bir istihdam artışı yaşanması da pek inandırıcı değil. Fakat Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan ve işgücü piyasası üzerine olan uzmanlığıyla tanına Prof. Dr. Seyfettin Gürsel’in 28 Şubat 2006 tarihli Vatan Gazetesi’nde yer alan yazısı bu konuya bir miktar açıklık getirebilir gibi görünüyor. Gürsel, bu yazıda kırsal kesimde pek çok kişinin tarım yanında ikinci bir işle de meşgul olduğunu belirtiyor ve tarımda gelirler azalınca bu kişilerin esas ağırlığı ikinci işlerine vermiş olabileceğini söylüyor. Biz bu değerlendirmeye katılmakla beraber bu geçişe sadece tarımda gelirlerin azalmasının değil, diğer sektörlerde işlerin açılmasının da etkide bulunmuş olabileceğini düşünüyoruz.

Tarımdaki çözülme konusunda etkili olduğunu düşündüğümüz bir faktör de ücretsiz aile işçileriyle ilgili. Diğer dönemlerde ev kadını ve öğrenci konumunda olan kadın ve çocukların bir bölümünün hasat döneminde ücretsiz aile işçisi olarak kayıtlara girmesi, hem işgücü hem de istihdam verilerini şişiriyor. Tarım dışı sektörlerde yüzde 3’lerde olan ücretsiz aile işçilerinin oranı tarımda yüzde 45’i aşıyor. 2005’te tarımsal istihdamda görülen düşüşün büyük bölümü ücretsiz aile işçilerinin sayısındaki azalmadan kaynaklanıyor. Ücretsiz aile işçilerinin sayısının azalması da kırsal kesimdeki bazı ailelerin tarımdan çekilmesinin etkisiyle gerçekleşmiş olabilir.

Bölgesel istihdamda durum
TÜİK, işgücü piyasasına ilişkin yıllık verileri yayınlarken Türkiye geneli yanında bölgelere ilişkin verileri de veriyor.

Bu verilere baktığımızda 2005’te en yüksek işsizlik oranının yüzde 13.8 ile Orta Doğu Anadolu Bölgesi’nde olduğunu görüyoruz. Fakat bu bölgede işsizlik oranının 2004’e göre 1 puanlık gerileme gösterdiği de görülüyor.

İşsizlik oranının Türkiye ortalamasının üzerinde bulunduğu diğer bölgeler, yükseklik sırasıyla, Akdeniz, Batı Anadolu, Güneydoğu Anadolu, İstanbul ve Orta Anadolu. İstanbul dışında bu bölgelerin hepsinde işsizlik oranının 2004’e göre yükseldiği de dikkati çekiyor.

2005’te işsizlik oranı en düşük olan bölgenin ise Kuzeydoğu Anadolu olduğunu görüyoruz. İstihdamda tarımın ezici bir ağırlığının olduğu bu bölgede işsizlik oranı sadece yüzde 4.1 düzeyinde. Fakat bu oranın 2004 yılına göre 1 puanlık yükseliş gösterdiği görülüyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz