Neşecan Çekici ile edebiyat ve sanatla dolu bir sohbet gerçekleştirdik...
Nil Dumansızoğlu
ndumansizoglu@capital.com.tr
Çocukluktan itibaren edebiyat ve sanatla iç içe büyüyen GYODER Başkanı NEŞECAN ÇEKICI, estetik olan, dünyayı güzelleştiren her şeyi izlemeyi sevdiğini söylüyor. Plastik sanatlarda, resim, özgün baskı ve heykele düşkün olduğunu belirten Çekici, “Hayatı ve insan olmayı, sanat doğruluyor. Sanat beni törpülüyor, yumuşatıyor, inceltiyor. Tüm iş hayatıma zarafet içinde yaklaşmamı sağlıyor sanat. Bana her ayrıntıda ‘güzeli’ aratıyor” diyor.
Epos Gayrimenkul Danışmanlık ve Değerleme Yönetim Kurulu Başkanı ve Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği (GYODER) Başkanı Neşecan Çekici, 29 yıldır gayrimenkul gibi erkek egemen bir sektörde yönetici olarak varlık gösteriyor. Çocukluğundan beri çok çalışkan olduğunu belirten Çekici, sanat ve edebiyatla besleniyor. “Sanat beni törpülüyor, yumuşatıyor, inceltiyor. Tüm iş hayatıma zarafet içinde yaklaşmamı sağlıyor” diyor. Küçük yaşlarından itibaren edebiyata da ilgi duyan Çekici, gençlik yıllarında yazar olmak istediğini ancak ailesinin yönlendirmesiyle ekonomi okuduğunu söylüyor. Çekici’nin aklına gelenleri not aldığı pek çok defteri var. Bunları bir gün kitaba dönüştürmek istiyor. Neşecan Çekici ile edebiyat ve sanatla dolu bir sohbet gerçekleştirdik:
Kadın yöneticilerin iş yaşam dengesini kurması daha zor olabiliyor. Siz bu dengeyi sağlayabiliyor musunuz?
Çalıştığım sektör, yüksek bir tempo ve sağduyulu hareket kabiliyeti gerektiriyor. Ya varsın ya yoksun... Hem sektörümüzün özellikleri hem danışman kimliğim daima işin içinde bulunmayı ve kendimi yenilemeyi zorunlu kıldı. Seyahatler, fuarlar, konferanslar bizim hayatımızın bir parçası. Okul yıllarımdan itibaren hep çok çalışkandım. Okullarımı hep derecelerle bitirdim. Evliliğimizin ilk yıllarından itibaren eşim de ben de yine çok çalıştık. İş dünyasında kariyer yapmak bir yana, eğitim almayı da halen çok seviyoruz. Okumaktan, araştırmaktan vazgeçmedik hiç. Evimiz kitap ve ders notlarından geçilmiyor. Birlikte ortak hedeflere ulaşmaktan beslendik, bu şekilde keyif anları yarattık diyebilirim. Birbirimize vakit ayırmakta cömert davranamadığımız zamanlar olsa bile küçüklüğünden itibaren kızımızla birlikteliğimizi, onu yaşamayı ihmal etmedik.
Erkek egemen bir sektörde kadın yönetici olmanın dışında bir de sektör derneğinin başındasınız. Bu sizin için nasıl bir deneyim?
28 yaşımdan beri özellikle sektörel STK’larda aktif görev alıyorum. Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği’nde (GYODER) ise 2011 yılından bu yana aralıksız olarak yönetim kurullarında, en son başkan yardımcılığı unvanıyla birçok görev üstlendim. Bir yıl önce büyük bir endüstrinin sivil inisiyatifinin başkanlığına getirildim. Yapı endüstrisindeki STK’ların ilk kadın başkanı olarak bu göreve gelmem ayrı bir heyecan veriyor. Bu sektörde kadın kimliğimi öne çıkararak değil, bir iş insanı, yani kısacası “cinsiyetsiz” olarak çalıştım. Bu süreçte, hiçbir muhatabımdan “pozitif ayrım” talebim olmadı, buna gerek de duymadım. Daha da önemlisi hizmet alanlar da bunu bana hiç hissettirmedi.
Sanata olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Plastik sanatlara ilgim var. Müzayedeleri takip ederim; resim, heykel ve özgün baskı konusunda mütevazı düzeyde bilgi sahibiyim. İş hayatımın ilk yıllarında profesyonel olarak Eczacıbaşı Grup şirketlerinden birinde çalışmıştım. Grubun sanata olan ilgisi beni gençlik yıllarımda çok etkiledi. İlgi duyduğum özgün baskı eserlere iyiden iyiye yönlenmemi, çok yakın bir küratör dostum da pekiştirdi.
En sevdiğiniz sanatçılar ve eserlerinden örnekler verebilir misiniz?
Plastik sanatlarda, resim, özgün baskı ve heykele düşkünüm. Heykelde Yunus Tonkuş, Mehmet Aksoy, Malik Bulut beni etkiler. Bedri Rahmi LIFE Eyüboğlu, Erol Akyavaş, Ali Atmaca, Adnan Turani ve Zeki Şahin favori ressamlarımdan bazıları. Ama beni içine çeken bir tabloyu da aniden sevebiliyorum; bazen tek bir renk ve ışığın bir düşüşü beni etkiler.
Dünyadan ve Türkiye’den en sevdiğiniz sanat mekanları hangileri?
Yaşadığım kentte de seyahat ettiğim ülkelerde de sanatı, sanatsal üretkenliği hayatın olağan akışı içinden seçip yakalayan bir görüşe sahibim. Türkiye’de Topkapı Sarayı’nı, İstanbul Modern’i, Zeugma Mozaik Müzesi’ni, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni, Sakıp Sabancı Müzesi’ni öncelikli sayabilirim. Dünya genelinde ise Madrid Prado Müzesi, Royal Albert Hall, RCM ilk aklıma gelen, özgün ve önemli bulduğum sanat mekanlarından.
En son hangi sergiye gittiniz?
Birkaç hafta önce, Contemporary İstanbul 2024’teydim.
Sanata olan ilginiz geliştikçe iş insanı kimliğiniz nasıl değişti ve gelişti? Sanatın size iş yaşamında katkısı ne oldu?
Estetik olan, dünyayı güzelleştiren her şeyi izlemeyi seviyorum. Güzel tasarımlar, objeler, doğru kullanılan renkler beni mutlu ediyor. Bir halıdan kumaşa renkler, desenler, konseptler, modayla ilgili objeler beni içine çekebiliyor. Bazı sanatçılar beni çok heyecanlandırıyor. Hayatı ve insan olmayı, sanat doğruluyor. Sanat beni törpülüyor, yumuşatıyor, inceltiyor. Tüm iş hayatıma zarafet içinde yaklaşmamı sağlıyor sanat. Bana her ayrıntıda “güzeli” aratıyor.
Edebiyata da özel bir ilginiz olduğunu biliyoruz. Bu ilginizin nasıl başladığını anlatır mısınız?
Küçük yaşlarımdan itibaren edebiyata yakın ilgi duyuyorum. Denemelerim, makalelerim ve hikayelerim var. Hatta okul yıllarında katıldığım çeşitli yarışmalardan ödüllerim mevcut. Yazar olmak istiyordum ama ailemin iyi bir iş insanı olmam konusundaki yönlendirmeleriyle hem ekonomi hem yakın disiplinlerde lisans ve üzeri eğitimler aldım. Kendimi iş dünyasına hazırladım. Babam ve bazı aile büyüklerim müzik ve özellikle de edebiyatla iç içe yaşardı. Büyükbabam, Babıali’de bir matbaa sahibiydi. Dönemin önemli şairleri, yazarları, musikişinasları evimizden çıkmazdı. Ailemizde hoş bir gelenek olarak üç enstrüman çalınırdı. Bir araya gelinip fasıllar, kitap sohbetleri, şiir okumaları tertiplenirdi. Ben maalesef enstrüman çalmaya ilgi duymadım. Ama her dönemin yerli ve yabancı edebiyatıyla haşır neşir büyüdüm.
Çocukken size edebiyatı sevdiren eserler hangileri oldu?
Büyükbabamın matbaasından sürekli kitap gelirdi evimize; çoğunu yutarcasına okurdum. Neredeyse tüm çocuk klasiklerini okudum. Hafızamda en çok yer edinenler Küçük Prens, Çocuk Kalbi, Pal Sokağı Çocukları, Jules Verne’in macera kitapları, Mark Twain’in Tom Sawyer’ı. Bunlar, bana okumayı sevdiren sıcacık eserlerdi. Okuma bilmediğim zamanlarda bile babamdan devamlı, benim için yüksek sesle kitap okumasını isterdim. Çok ilgimi çeken eserleri geri döndürüp okuturdum. Çizgi roman okuyan nadir kız çocuklarındandım. Teksas, Tommiks, Swing bile okudum.
Hayatınız boyunca sizi en çok etkileyen yazarlar ve kitaplar hangileri?
Türk klasiklerinin neredeyse tamamını ve dünya klasiklerinin de Hugo, Tolstoy, Dostoyevski, Zola gibi evrensel değer yaratan yazarların eserlerinin çoğunu gençlik yıllarımda okudum. Hepsi bana edebiyatı sevdiren eserler oldu. Bir ara ütopyalara ilgi duyup bir dizi ütopyayla ilgilendim. Özellikle More, Campanella, Bacon’ın ütopyalarını okudum. Üniversite yıllarımda bir dizi felsefe ve sosyoloji kitabı okudum. Mevlana felsefesine bu dönemde ilgi duydum. Mesnevi’yi ve Mevlevî kültürünü, felsefesini epey inceledim. Genelde kitaplarımı saklar, yıllar içinde tekrar gözden geçiririm. Geniş bir kütüphanem var. Özellikle İstanbul’la ilgili yazılmış seçki eserleri biriktiriyorum.
“Ne yazsa okurum” dediğiniz bir yazar var mı? Bu yazarın sizi etkileyen yönleri nedir?
Victor Hugo ve Charles Dickens beni çok etkileyen yazarlardır. Derinlemesine tasvirleri ve etkileyici diyaloglarıyla çok farklıdırlar. Türk yazarlardan Orhan Pamuk kitapları beni çok etkiler; yeri gelir zorlar. Türkçenin iyi kullanımı ve derinliği beni hikayenin ötesinde etkileyen bir unsur.
Çağdaş yazarlardan en sevdikleriniz hangileri?
Yeni çıkan kitapları yetişebildiğim ölçüde takip etmeye çalışıyorum. Çağdaş yazarlardan aklıma ilk gelen Amin Maalouf. Etkilendiğim bir yazım tarzı var.
Son dönemde hangi kitapları okuyorsunuz?
Son dönemde, ekonomi, sürdürülebilirlik, ESG, yapay zeka, metropoller, jenerasyonlar gibi konularda okuma ve taramalar yapıyorum. Sektörel konuları önceleyerek kitap seçiyorum. En son Bettany Hughes’in İstanbul-Üç Şehrin Hikayesi aslı kitabını okudum. İstanbul’a aşık bir yabancı yazarın, dünyanın gözdesi bu şehri bu denli içselleştirerek ele alıp güzel bir esere çevirmesi takdire şayan.
“Mutlaka okumalısınız” dediğiniz kitaplar var mı?
İki Şehrin Hikayesi’ni okurlarınızın okumalarını öneririm. Şeker Portakalı, Körlük ve Simyacı da hayata bakış açısını irdeleyen, konuları sizi içine çekerek anlatan kitaplar. Ayrıca bazı klasik romanları dönüp dönüp okumalıyız. Tarihsel ve dönemsel değiller. Örneğin Kürk Mantolu Madonna, Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi eserler zamansızdır. Kurguları müthiştir.
Kitap yazmak istediğinizi söylemiştiniz. Aklınızda neler var?
Evet, kitap yazmak istiyorum. Aklıma geleni not aldığım dünya kadar defterim var. İnşallah yazdıklarım bir gün esere dönüşür. Deneme türünde yazmak istiyorum. Anılarım, iş hayatım, kişisel gelişim önerilerim gibi bir kitap olmayacak bu. Bir kurgu oluşturup işlemeyi düşünüyorum.
Emeklilik hayalleriniz nedir?
Bildiğimiz anlamda emekli olmak yok. Çalışmaya, üretmeye devam... Hem ülkemizin hem dünyanın şu anki gereksinimleri ve dinamikleri tüketen değil, üreten olmayı gerekli kılıyor. Ben zaten yapım gereği, “ölü zaman” diye tarif edilen, kişiye de topluma da hayrı olmadan geçirilen zamanlara karşı biriyim. Hangi yaşta olursanız olun tecrübeyi, ihtiyacı olanlara aktarmak çok kıymetli. Emeklilik diyeceğim bir dönem geldiğinde, yani tempomu bugüne kıyasla düşürdüğümde gençlere faydalı olacak işler yapma hayalim var.
“-MIŞ GİBİ YAPANLARA KATLANAMIYORUM” ARINMA FORMÜLLERİ Kendime son dönemde çok nitelikli vakit ayıramasam da kitap okumaya çalışıyorum. Kağıdın kokusunu hissetmek bile bana büyük keyif veriyor. Ayrıca dünya sinemasıyla ilgili seçki filmler izlemek ruhumu, zihnimi çok dinlendiriyor. Bir de sevdiklerimle sosyalleşmek, onlarla bol bol konuşmak, paylaşmak benim için çok önemli. İş hayatında gergin bir anı toparlamak zor olduğunda, işin sonunda yakalayacağım başarıyı gözümün önüne getirip motive oluyor ve sakinleşiyorum. “STRESE ÖN ALMAK” Özellikle iş dünyasındaki süreçlerde en kabul edemediğim; “-mış gibi” iş yapanlar, konusuna konsantre ve hakim olmayanlar, elinin ucuyla iş yapanlardır. Buna asla katlanamıyorum. Başarı bana göre detaylarda ve titizlikte gizlidir. Katlanamadığınız, vicdanınıza, aklınıza uymadığı için sevemediğiniz detayları hayatınızdan çıkardığınızda stres azalıyor. “Strese ön almak” diyorum ben buna, yoksa içine düşüyorsunuz. |
“KIZIMA DUYARLI BİR İNSAN OLMAYI İŞLEDİM” “ÇALIŞMAYI ÇOK SEVİYORUM” Çalışmayı çok sevmek, baştan dengeyi kurabilmek demek. Ancak çocuk; bir anne için devamlı geriye bakıp “acaba”, “keşke”, “doğru mu”, “eksik mi”, “ihmalim var mı” dediği, bir türlü hesaplaşmasının bitmediği, derya gibi bir konu. Kızımız 28 yaşında. Hala sorgularım var. “EN İYİSİNİ YAPMAYI ÖĞRETTİM” Kızım, çok iyi bir insan. Hatta bu dünya düzeni için fazla duyarlı ve iyi olduğunu bile içtenlikle söyleyebilirim. Ben ona dürüst ve duyarlı bir insan olması gerektiğini çok işledim. Bir de yaptığı iş her ne olursa olsun, en iyi şekilde yapmasını, mükemmeli bulmaya gayret sarf etmesini öğrettim. “TERCİHLERİNE SAYGI DUYARIM” Kızımın sevdiği işi yapmasını çok önemsiyorum; özgün kimliğine, tercihlerine büyük saygıyla yaklaşıyorum. Önünü açtım, alternatifleri koydum; o dilediklerini seçti, istemediklerini eledi. İnsan olmanın en önemli özelliği bana göre vicdanlı olmak. Akıllı, merhametli ve sağlıklı olduğu sürece, iyi eğitim almış bireyin mutsuz ve başarısız bir hayat sürmesi bence imkansız. |
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?