Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, 9 yılda, 9 milyar dolarlık bir banka yarattıklarını söylüyor. “Orta büyüklük için yola çıktık, şimdi büyükler ligini zorluyoruz” diye konuşuyor. Yabancı ortaklığı...
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, 9 yılda, 9 milyar dolarlık bir banka yarattıklarını söylüyor. “Orta büyüklük için yola çıktık, şimdi büyükler ligini zorluyoruz” diye konuşuyor. Yabancı ortaklığı da bu amaçla planladıklarına dikkat çekiyor. “Sadece Türkiye’de değil, bölgede finansal güç olmak istiyoruz” sözleriyle, uzun vadedeki hedefini de ortaya koyuyor. Sonra da bunu rakamsal boyutuyla açıklıyor: “Paradigma değişikliğine uyum sağlarsak, o zaman ligin üst sıralarında yer almamız birkaç yılla sınırlı olur. Aslında 2010 yılı için 500 şubeli 27 milyar dolar büyüklüğünde, 2,6 milyar dolar özvarlık büyüklüğü olan bir banka planlıyoruz.”
Geçtiğimiz ay yayınladığımız “CEO’ların Karnesi” adlı haberde, bankaların aktif, mevduat, krediler gibi bilanço kalemlerindeki son bir yıllık büyümeye bakarak, banka genel müdürlerinin 2005 yılı performanslarını ortaya koymuştuk. 10 bankanın yer aldığı haberde Hakan Ateş önderliğindeki Denizbank ise, en yüksek büyüme rakamlarına ulaşan birkaç bankadan biri olarak dikkat çekiyordu…
Denizbank 2005 yıl sonu bilanço verilerine göre, kredilerinde yüzde 92 gibi rekor bir artış yakaladı. Bankanın piyasa değeri de aynı dönemde yüzde 206 oranında yükseldi. Aktifleri yüzde 48, mevduatı yüzde 37 oranında büyüyen bankanın 2005 yılı net kârı ise bir önceki yıla göre yüzde 66 oranında arttı.
Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, rakamların da açıkça ortaya koyduğu bu başarıda, bankanın kurulduğu tarihten bu yana ortak akılla hareket eden yönetiminin büyük katkısı olduğunu söylüyor. 1 sicil numarasıyla Denizbank’ı kurduğu günleri hatırlayan Ateş, şöyle diyor:
“Bir ön izinle işe başladık. Hiçbir şubemiz, personelimiz, teknolojik altyapımız yoktu. Ben genel müdür olarak 1 sicil numarasıyla başladım. 4,5 ay bir otel odasında çalışmalarımızı sürdürdük ve bu süre zarfında 2 sicil numaralı kimse yoktu. Bugün ise 9 milyar dolarlık, 5 bin 800 çalışanı olan bir bankayız. Mütevazı olmaya gerek duymuyorum. Denizbank 81 banka arasında 81. olarak ekonomik hayatına başladı ve ortak aklın hakim kılındığı yönetimi ile 34 bankanın ortadan kalktığı bir ortamda Türkiye’nin 6. büyük özel bankası konumuna geldi.”
Denizbank’ın bundan sonraki hedefi ise büyükler ligi. Türkiye’nin öne gelen bankalarından biri olmayı hedefleyen banka, aynı zamanda yeni dönem için stratejik bir ortaklık peşinde. Bunun için kısa süre önce JP Morgan’la geniş kapsamlı bir yükümlülük anlaşması imzalayan bankanın ortaklık görüşmeleri henüz netlik kazanmış değil.
Denizbank’ın sadece Türkiye’de değil bölgede güçlü bir finans kuruluşu olma hedefinde olduğunu söyleyen Hakan Ateş, ortaklık görüşmelerini de bu perspektifte sürdürdüklerine dikkat çekiyor.
Hakan Ateş bankacılık sektörüne yönelik ise 3 önemli saptamada bulunuyor ve şöyle diyor:
“Bankacılıkta paradigma değişti. Yeni dönemde bilançolarımızda ağırlıklı olarak kredi portföyleri büyüyecek. Kredi portföyleri içerisinde ise TL bileşeni yabancı paraya göre artacak. Üçüncüsü de büyük boylu kredilerden daha küçük ve yaygın kredilere doğru yöneleceğiz. Marjlar azalacak ama daha verimli olan kazanacak.”
Capital dergisine Denizbank’ın önümüzdeki döneme yönelik planları ve bankacılık sektörünün bundan sonraki yönüne ilişkin çok özel saptamalar yapan Hakan Ateş’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
*Bankacılık sektörü 2006 yılına nasıl girdi?
-Bu yıl, 2002’den bu yana, Türkiye ekonomisi için dördüncü büyüme yılı oluyor. Bu çerçevede bankacılık da çok hızlı gelişti ve büyüdü. 2005 yılının ilk 9 ayı sonunda 272 milyar dolar olan büyüklüğü 2005 yılı sonunda 300 milyar dolar mertebesine doğru geldi. Özkaynaklarda ciddi bir artış oldu. Buna kârlılığın önemli bir katkısı oldu.
Banka bilançolarında şu ana kadar genellikle toptan bankacılık diye tabir ettiğimiz kurumsal ve ticari kredilerle hazine bonosu, devlet tahvili gibi menkul kıymet işlemleri ağırlıktaydı. Bunların yerini alt segmentlerdeki krediler aldı. Küçük ve orta boy işletmelere yönelik kredilerle, bireysel kredilerde çok büyük bir artış oldu. Bu durum pozisyonlamayı da değiştirdi. Bankacılık spekülatif olmaktan çıkıp, gerçek bankacılık diyebileceğimiz bir pozisyona geldi. Her türdeki servisi vermeye ve çok geniş bir kitlenin finansal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir yaklaşım öne çıktı.
Geride kalan 3 aya damgasını vuranlar nelerdi?
Türk bankacılık sektörüne olan ilgi aslında bir anlamda, küresel bankacılık içerisindeki devinimin bir parçası… Amerika’da, Avrupa’da, hatta Asya’da bile bankalar artık yüzde 25’e kadar da olsa yabancı hissedarlara açılmış durumda. Fransız, İngiliz, İtalyan bankaları birbiri ile satın alma ve birleşme çalışmaları içerisinde. Türkiye’ye olan ilginin bir sonucu olarak, burada da birçok bankanın yabancı ortakları oldu. Dünya devlerinden bazıları banka satın alarak Türkiye pazarına geldi.
Geçtiğimiz 3 ayda da bu trendler devam etti. Ancak, bu yılın bir sıkıntısının aktif kalitesi olacağı görünüyor. Bazı sektörlerde daralma yaşanıyor. Türk Lirası aşırı değerlendi. Bu çok ciddi bir sıkıntının habercisi… Sanayi, servis, turizm gibi tüm sektörlerde hizmet vermeyi son derece zorlaştırıyor. Kur iyileşirse her şey hallolur demek istemiyorum. Ancak, Türkiye ekonomisi bir çok verimsizliği henüz yenebilmiş değil.
Bankacılık sektöründe aracılık maliyetleri, her ne kadar hükümetin son 2-3 yılda yaptığı bir takım iyileştirmeler olsa da, hala çok yüksek. Sanayide enerji maliyetleri, kredi maliyetleri, yurtdışı ile karşılaştırdığımızda çok pahalı. Türkiye ekonomisi bu tür verimsizlik problemleri çözüp, üretken bir hale gelmediği sürece kura sadece parasal bir olgu diye bakabiliriz.
*Türkiye’de bankacılıkta sizce para kazanmak zorlaşıyor mu?
Bankacılıkta para kazanmak zorlaşıyor ama bu kötü bir durum değil. Artık anormal büyük kârların olmaması bankalar için de iyi bir gösterge. Bu durum, dünyadaki standartlarına yaklaştığımıza işaret ediyor. Şimdiye kadar kâr marjları yüksekti ve herkes çok kârlı olduğunu düşünüyordu. Bugün gelinen noktada 34 banka ekonomi sahnesinden çekildi. İyi olan bugünkü durumdur.
Bankacılıktaki paradigma değişimi global pazar için de geçerli. Şu anda taşıma, doğalgaz, petrol, bakır, nikel gibi malların fiyatları yükseliyor. Fakat dünyada enflasyon yok. Çok ciddi bir büyüme var. Japon ekonomisi yüzde 3’ün üzerinde büyüyor. Aynı şekilde Amerikan ekonomisi uzun yıllardır yüzde 3’ün üzerinde büyüyor ve şu anda 12,5 trilyon dolara ulaştı. Olgun ekonomiler hızlı gelişiyor. Gelişmekte olan, yükselen pazarlarda da ciddi bir büyüme var. Hem büyüme var, hem enflasyon yok. Bu dünyanın ilk kez tecrübe ettiği bir durum. Pek çok ekonomistin kuramını alt üst eden bir gelişme yaşıyoruz. Bu da işte o sözünü ettiğim paradigma değişime işaret ediyor.
*Bankaların zarar ettikleri ya da para kazanmadıkları bölüm, işlemler hangileri? Genel olarak nerelerde sorun var?
Bankaların, bazı münferit işlemler dışında, bütünüyle bir işten zarar edeyim mantığı ile hareket edeceklerini düşünmüyorum. Eğer bankasına bir ortak alacaksa, o an için konumunu daha iyi göstermek için piyasa payı almak adına belli bir dönem belli bir üründe fiyatlarını maliyetlerinin altında çekebilir. Ancak, bunlar taktiksel olaylardır ve sürelidir. Zarar etmek bir strateji olamaz.
Diğer yandan marjlar daralıyor ve daralmaya devam edecek. Hesabını yapamayan çok sıkıntı çekebilir. Bizim işimiz bankacılar olarak risk almaktır ama hesaplanmış risk almaktır. Hesaplanmış risk ise sadece bir kredi riski anlamına gelmeyebilir. Aynı zamanda bir piyasa riski söz konusudur.
Basel 2 ile bu risk ölçülebilir hale de gelmiştir. Burada fiyat, vade uyumsuzlukları, kur gibi çok önemli riskler ciddi bir tehdit halini alabilir. Bunların yanı sıra operasyonel risk de bankalar için önemli bir tehdit olabilir. Dolayısıyla, bu risklerin hepsini ölçmek ve risk yönetimini çok iyi yapmak ihtiyacı var.
*Sektörde “büyükler”, “orta ölçekliler” ve “küçükler” var. Sizce hangi ölçekteki bankalar için para kazanmak zorlaştı ve zorlaşmaya devam edecek?
Bankacılık sektörünü 3 gruba ayırdınız. Böyle de bakılabilir ama bugün küçük bankalara dahi çok ciddi talipler var. Son olarak MNG Bank, defter fiyatının 3 katına satıldı. Her ekonomide bankacılık, ilk konsolide olan sektördür. Belli büyüklüklerin belli sayıda banka tarafından ele alınması, geriye kalan kuruluşların varlığını sürdürmesi ama daha ziyade niş pazarlar dediğimiz niş pazarlara yönelmesi gerekir. Türkiye ekonomisinde ilk 10 banka, sistemdeki aktif, kredi ve mevduat büyüklüğünün yüzde 85 veya üzerini elinde tutuyor. Bu zaten ciddi bir konsolidasyon manasına gelir.
Diğer yandan şu anda 70 milyonluk bir ülkeyiz. Gayri safi milli hasılamız gün geçtikte artıyor. 350 milyar dolar mertebesine yaklaşıyor. Kişi başına hasılalar 4 bin doların üzerine çıktı. Satın alma paritesi 7 bin dolarlarda. Trilyon dolarlık bir ekonomi olmamız çok uzak değil. Bu büyüklüğe ulaştığımız zaman ise iş değişecek.
Netice itibariyle bankalar için herhangi bir tehdit unsuru gözlemiyorum. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, bankacılık sektörü içerisindeki büyük küçük tüm üyeler iyi risk yönetebiliyorlar. Herkes boyuna göre riskler alıyor.
İkincisi, biliyorsunuz, BDDK 2001 yılında üçlü denetimle başlayan süreçte çok yakın bir denetim izleme konumunda. Bu çerçevede bilançoların sıhhati yönünde çok ciddi takipleri var. Yani sistemde herhangi bir çürük yumurta olsa mutlaka bu fark edilip, gerekli tedbir alınacaktır. 2001 krizine bankacılık bugünkü konumu ile girebilseydi, en ufak bir sıkıntısı olmazdı.
*Denizbank, küçük bir bankadan, orta ölçekli bir banka konumuna ulaştı. Bundan sonra yoluna nasıl devam edecek, büyükler ligini hedefliyor musunuz?
Büyükler ligini tabiî ki hedefliyoruz. Bankacılıkta sözünü ettiğim paradigma değişimini biz de yakından izliyoruz. Bu nedenle geçtiğimiz günlerde JP Morgan ile geniş anlamda bir yüklenme sözleşmesi imzaladık. Bu çerçevede dünya ve Türkiye piyasalarındaki bütün fırsatlara bakıyoruz. Bir taraftan hisse alım satımı, bir taraftan iş ortaklıkları gibi pek çok konuya JP Morgan ile birlikte bakacağız.
Kızımız güzel. Bu nedenle de talibi çok oluyor. 2001 yılında kriz dönemine 900 kişi 50 şube ile girdik. Yıl sonunda 3 bin 600 kişi ve 200 şube olduk. Bir yıl içerisinde yaptığımız 100’ün üzerinde satın alma ile bu büyüklüğe ulaştık. Yurtdışında bankalar satın aldık. Yurtiçinde aracı kurumlar satın aldık. Deniz Yatırım ve Express Invest 3 yıldır üst üste Türkiye’nin 107 aracı kurumu arasında birinci sırada.
Sadece hisse senedi alım satım işleminde değil, halka açılmalarda da üçte birlik bir payı var. Leasingimiz 14. sıradan 7. sıraya atladı. Yukarıya doğru gidiyor. İşletme bankacılığımız ilk 3’te. Tarım bankacılığında ikinci sıradayız. Yaptığımız her işi kararlı bir şekilde, altyapısını doğru kurarak, doğru ürünleri doğru müşterilere sunarak başarılı bir grafik çiziyoruz. Hedefimiz Türkiye’nin en önde gelen bankası olmak. Bu konuda da çok hızlı ilerliyoruz. Biliyorsunuz, yurtdışında bankalar bu kadar çabuk boyut değiştirmez. Ancak, Türkiye’de müşteri tarafında bir banka ile uzun yıllar çalışma alışkanlığı çok az. Türkiye’nin yükselen bir pazar olması nedeniyle de, pazara doğru ürünü koyup, doğru bir isimle girdiğiniz zaman hiç kim önünüzde duramıyor.
-Peki sizin bu tablodaki yeriniz hedefiniz ne olacak?
Biz de Denizbank olarak doğru yönettiğimiz, doğru kararlar aldığımız sürece rakiplerimizin çekinmesi gerektiğini düşünüyoruz. Diğer yandan stratejik partner olup olmaması da önemli. Şu anda Türkiye’nin en büyükleri, Türkiye ligindeler. Dolayısıyla biz de burada doğru pozisyonumuzu sürdürür, paradigma değişikliğine uyum sağlarsak, o zaman ligin üst sıralarında yer almamız birkaç yılla sınırlı olur.
Aslında 2010 yılı için 500 şubeli 27 milyar dolar büyüklüğünde, 2,6 milyar dolar özvarlık büyüklüğü olan bir banka planladık. Bu planı yaparken ilave bir sermaye ya da satın alma öngörmedik. Herhangi bir stratejik ortaklık sadece bu süreci hızlandıracak.
*Türkiye’de yabancıların girişiyle birlikte orta ölçekli banka olmak zorlaşacak mı? Bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
Eskiden doğru dürüst tüketici kredisi ya da küçük ve orta boy ölçekli işletmelere yönelik bu kadar çok ürün yoktu. Segmentasyonla birlikte bazı alanlarda bazı boşluklar olur. Bu boşluklara da niş pazarlar diyebiliriz. Bir banka bu alanlarda iyi oyuncu ise hayatta kalır. Yurtdışında böyle çok örnek var.
Sadece New York’ta 10 binin üzerinde banka var ve bunların hepsi de ayakta. Örneğin, yurtdışındaki azınlıklara iş yapan bir banka, başarılı olup hayatını idame ettirebilir. Dolayısıyla orta ölçekli bankalar için de fırsatlar olacaktır.
*Bankalar önümüzdeki yıllarda hangi yeni alanlara odaklanıp, neyi farklı yaparak kar elde etmeye bakacaklar?
Burada segmentasyon çok önemli. Diyelim, bir örgütünüz ve belirli pazarlama imkanlarınız var. Bir ürünü herkese pazarlayalım derseniz, hiçbir zaman başarılı olamazsınız. Çünkü, bu yaklaşım çok büyük zaman ve insan gücü kaybına sebep oluyor. Maliyetleriniz çok fazla olunca da, ürün kârlılığınız azalıyor, hatta negatife dönüyor.
Bu noktada dünya nasıl yapıyorsa, öyle yapmak gerekiyor. Müşteri ilişkileri yönetimi (CRM) denilen müşteri deneyimi yönetimi süreçlerini kullanmak gerekiyor. Önünüzdeki 3 milyonluk hedef pazara bir ürünü satmak yerine, 30 bin kişiye yüzde 50’yi satmanın yollarını aramak gerekiyor. Dolayısıyla, teknolojiyi ve istatistik bilimini kullanmak çok önemli.
Gerek kurumsal ve ticari alanda, gerek işletme ve bireysel alanlarda doğru hedef pazarlara ve niş pazarlara yönelebilmek çok önemli. Bugün sayıları 2 milyonun üzerindeki KOBİ’ler ve 30 milyon kredi kartının olduğu bireysel pazarda bir devinim var. Bu pazarlar çok hızlı büyüyor. Bankacılığın kendi başına gelişebileceği alanlar da bunlar olacak.
Bir de tarım bankacılığına dikkat çekmek istiyorum. Tarım Türkiye için AB yolunda çok büyük önem taşıyor. Oysa şu anda tarımdaki köylümüz tefecinin elinde. Ayaklı bankalar gidip, onlardan çok fahiş fiyatlarla kredi alan ve sonuçta arazisini kaybeden bir çok insan var. Bankaların işte bu boşluğu doldurması gerekiyor. Bu arada toptan bankacılık dediğimiz alanı da unutmamak gerekiyor.
Tekstil, elektronik, otomotiv, turizm, gemi inşaat gibi Türkiye’nin göreceli olarak avantajı olduğu alanlara kredi vermeye devam edeceğiz. Buralarda da marjlar daralıyor ama burada büyük çaplı işlemler söz konusu. Bu alan ayrıca, bankaların sendikasyon, seküriditasyon gibi imkanlara ulaşmasını sağlayan yurtdışı ilişkilerinde etkili oluyor.
*Dünyada bankalar yeni dönemde hangi alanlara yüklenip, karlarını artırma yoluna gidiyorlar?
Burada belli başlı 3 saptama yapabilirim. Birincisi, banka bilançolarında ağırlıklı olarak kredi portföylerinin büyüyeceğini görüyoruz. İkincisi kredi portföyleri içerisinde TL bileşeninin yabancı paraya göre artacağını görüyoruz. Üçüncüsü de büyük boylu kredilerden daha küçük ve yaygın kredilere doğru yöneldiğimizi göreceğiz. Bu trend Türkiye’de olduğu gibi dünyada da devam edecek. Marjlar azalacak ama daha verimli olan kazanacak.
“Oyunu Kuralına Göre Oynamak İçin Jp Morgan’a Yükümlülük Verdik”
Denizbank’ın ortaklık görüşmelerinde durum nedir? Neden ortaklığa gidiyorsunuz? Ortaklık ne zaman sonuçlanır?
JP Morgan’a vermiş olduğumuz yükümlülük çok geniş anlamdadır. Herhangi bir yönde gelişebilir. Neden böyle bir yola girdiğimizin cevabı ise paradigma değişiminin etkisiyle ilişkili. Bugün bir Fransız bankası gidip bir İtalyan bankasını satın alıyor. Bir İtalyan bankası Almanya’nın üçüncü büyük bankasını satın alıyor. Dolayısıyla çok büyük birleşmelerin, satın almaların yaşandığı bir dönemdeyiz. Bu noktada da doğru pozisyonlanmamız bankamızın geleceği açısından önem arz ediyor. İşin boyutu değişti. Oyuncular değişiyor. Siz de oyunu kurallarına göre oynamak zorundasınız. Sebep budur.
“Doğru Yönetmezsek Yabancılar Gelir Ve Gider”
*Yabancı bankaların ağırlığının artması Türk bankacılığına ne getirecek? Olumsuz bir etki bekler misiniz?
ULUSAL TERCİHLER Kuşkusuz olabilir. Yabancı bankaların Türkiye’ye gelmesi, küreselleşmeye entegrasyondur. Biz nasıl Rusya’da, Avusturya’da banka alıyorsak, onların da buraya gelip banka satın alması normaldir. Ancak, bankacılık hassasiyeti olan bir konudur. Kaynakların akılcı dağılımı ve bazı ulusal tercihlerin ön plana çıkması gereken bir konudur. Dolayısıyla yerli, yabancı ya da yabancı ortaklı X, Y, Z bankalarının piyasadaki konumu ne olursa olsun, toplamda baktığınızda, Türkiye’deki bankacılık sektörünün bazı Kuzey Avrupa ülkeleri gibi çok ağırlıklı bölümünün yabancı sahipliğinde olması bence doğru değil.
DEV RAKAM Geçen süreçte IMF ve AB çok önemli çıpalar oldu. Türkiye’ye son 3 yılda 80 milyar dolara yakın sermaye girişi oldu. Bu rakam dünyanın her yerinde büyük para... Bunun sadece 45 milyar dolara yakını bu yıl girdi. 2005 yılında Bütün Latin Amerika ülkelerine giren yabancı sermayenin toplamı bu rakamın altında. Bunun böyle sürmesi ise bir takım koşulların gerçekleşmesine bağlı. Gelen sermayenin büyük bölümü kârını alıp çıkan türden.
YENİ DÖNEM Türkiye yönetenlerinin çok doğru davranması gereken bir döneme giriyoruz. Bu paralar rezil de eder vezir de eder. Dolayısıyla bu sermaye girişinin bize katkısı olmasını istiyorsak, daha kalıcı, uzun vadeli, istihdam yaratan, yabancı sermaye olsa bile ihracatı hedefleyen ve ekonomiyi verimli biçimde geliştirip, uzun vadeli burada kalmaya arzulu bir kısım paranın da içeride tutulmasına gayret etmeliyiz. Aksi halde gelir ve giderler.
“Zorlu Sektörden Çıkmayı Düşünmüyor”
*Zorlu, Denizbank’ı neden satmayı düşünüyor? Satıp sektörden çıkmak mı, yoksa gelen parayla bankayı güçlendirmeyi mi düşünüyor?
Bu doğrudan hissedarımızı ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla, her ne kadar bankanın stratejik ortaklık işini yönetim kurulundaki diğer bir arkadaşım olan Cem Bodur ile birlikte ben götürüyor olsam da, bu konuda herhangi bağlayıcı bir şey söylemem doğru olmaz. Ancak Zorlu Grubu’nun şu anda bu sektörle ilgili yatırımlarını tamamen tasfiye etmek gibi bir görüşü olmadığını söyleyebilirim.
“Denizbank Çocuğum Gibi Duygusal Bir Bağım Var”
*Siz 1997 yılından beri buradasınız. 66 milyon dolarla satın alınan banka birkaç milyar dolara ulaştı. Bu bir girişim başarısı mı, nasıl görüyorsunuz? Banka yabancılara satılırsa ne hissedersiniz?
4,5 AY OTEL ODASINDA ÇALIŞTIM Aslında banka 66 milyar dolara satın alındı dediniz. Oysa alınan bir banka değil, bir ön izindi. Yani hiçbir şubesi, personeli, teknoloji altyapısı yoktu. Ben genel müdür olarak 1 sicil numaralıydım. 2 sicil numaralı kimse yoktu. Sekreterim bile yoktu. 4,5 ay bir otel odasında çalışmalarımızı sürdürdüm. Bugün ise 9 milyar dolarlık, 5 bin 800 çalışanı olan bir bankayız.
KENDİ YILDIZLARIMIZ YARATTIK Burada mütevazı olmaya gerek duymuyorum. Denizbank 81 banka arasında 81. olarak ekonomik hayatına başladı. Ortak aklın hakim kılındığı yönetimi ile 34 bankanın ortadan kalktığı bir ortamda Türkiye’nin 6. büyük özel bankası konumuna geldik. Her zaman adil, herkese işi kadar uzak ve yakın olunan, başarının ve takım çalışmasının ödüllendirildiği bir yönetim anlayışı hakim oldu. Bizim takımımızda yıldız aramayın. Biz yıldızlarımız bu bankada yarattık.
BANKAYI HEP YENİDEN KURDUK Her katılan kişiyle bankamızı yeniden kurduk. 1997 Nisan’ında Rusya’da Garanti Bank Moskova’yı kurdum. Denizbank’ı da arkadaşlarımla birlikte yine sıfırdan kurduk. Ben bankaya katılan herkesin, bankanın yeniden şekil almasına bir katkısı olacağına gerçekten çok inandım. Ben inandığım için, bankaya katılan herkes de inandı ve o katkıyı verdi. Böylece bu günlere geldik.
DUYGUSAL TARAFI YOK DEĞİL Sonuç olarak Denizbank benim evladım. Yürümesini öğrettiğimiz, sonra koşturduğumuz, sonra uluslararası koşturduğumuz, herkesin parmak ısırdığı, dünyanın 8. hızlı büyüyen bir bankası konumuna gelebilmiş bir çocuğum var. Yani işin gerçekten duygusal bir tarafı var. Bunu hiçbir zaman inkar etmem.
HEDEF BÖLGEDE GÜÇLÜ OLMAK Ama Denizbank Finansal Hizmetler Grubu olarak sadece Türkiye’yi değil her zaman bölgeyi hedefledik. Kafkaslar, Rusya, Ukrayna, Balkanlar ve Ortadoğu’da önemli ve büyük bir banka olmayı hedefledik. Kendi başımıza veya stratejik ortağımızla bölgenin ciddi bir finansal gücü olmak konusunda çok iddialıyız. Zaten ortaklık görüşmelerimizi de bu perspektifte sürdürüyoruz.
HANDE D. SÜZER
[email protected]
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?