14 ünlü gurudan değişim tüyoları

Önümüzdeki kısa döneme ilişkin senaryoları ve Türkiye’nin konumunu değerlendiren düşünce liderleri, 2025 ve sonrasına dair yol haritaları çizerken yol gösterici ipuçları da paylaştı. İşte o yanıtlar…

27.03.2025 12:10:310
Paylaş Tweet Paylaş
14 ünlü gurudan değişim tüyoları

Tuba İlze

[email protected]

Dijitalleşme, sürdürülebilirlik, yapay zeka, veri analitiği derken 2024’ü kapattık. Yeni yılın ilk sayısı için dünyaca ünlü 14 guruya kendi alanlarını bekleyen gerçekleri sorduk. Önümüzdeki kısa döneme ilişkin senaryoları ve Türkiye’nin konumunu değerlendiren düşünce liderleri, 2025 ve sonrasına dair yol haritaları çizerken yol gösterici ipuçları da paylaştı. İşte o yanıtlar…

GÜÇ DENGELERİ DEĞİŞİYOR 

Pandemiden bu yana dünya, 100 yılda bir görülebilecek büyük bir değişim dalgasıyla karşı karşıya. Pazarlamadan teknolojiye, ekonomiden jeopolitik güç dengelerine kadar her şey yeniden şekilleniyor. Dijital dönüşüm ve sürdürülebilirlik gibi kavramlar artık yalnızca birer trend değil, yeni dünya düzeninin temeli haline geldi. Bu kapsamlı dönüşüm, iş dünyasında kalıcı etkiler yaratıyor ve geleceğin stratejilerini belirliyor. Strateji uzmanı ve yazar Parag Khanna, bu değişimlerin merkezinde yer alan Asya’nın yükselişine dikkat çekiyor ve şunları söylüyor: “Küresel ekonomi ve jeopolitik güç dengeleri Asya eksenli bir yapıya doğru hızla ilerliyor. 2025 yılına gelindiğinde bu değişimler yalnızca küresel tedarik zincirlerini değil, uluslararası iş birliklerini ve rekabeti de yeniden şekillendirecek. Dünya, çok kutuplu bir düzene dönüşüyor. Asya, ekonomik büyümenin ve siyasi etkilerin merkezine yerleşiyor. Bu, iş dünyası için hem önemli fırsatlar hem de yeni zorluklar anlamına geliyor. Şirketlerin bu yeni düzene uyum sağlamak için dayanıklılık stratejilerini ön planda tutması gerekiyor. Küresel iş dünyasında dayanıklılık ve esneklik başarılı bir şekilde ilerlemenin temel unsurları olacak. Asya’nın ekonomik yükselişi, şirketlere yeni fırsatlar sunarken rekabeti de artıracak. Şirketler için bu, yalnızca operasyonel esneklik değil aynı zamanda uluslararası iş birliklerini çeşitlendirme ve yerel pazarlara uygun stratejiler geliştirme anlamına geliyor. Farklı bölgesel pazarlarda dayanıklılığı artıran ve küresel fırsatları etkin bir şekilde değerlendiren şirketler bu süreçten kazançlı çıkacak.

” PAZARLAMADA “DİJİTAL” DÖNEM 

Değişen şartlar pazarlamanın babası olarak bilinen Prof. Philip Kotler’in “Redefining Retail” kitabında eş yazar Giuseppe Stigliano’yla birlikte pazarlamayı yeniden tanımlamasını da gerektirdi. Prof. Philip Kotler, dijital dönüşümün pazarlamanın çehresini değiştirdiğini söylüyor ve şöyle anlatıyor: “Dijital dönüşüm, pazarlamanın çehresini tamamen yeniden şekillendirdi. Bugün dünyadaki en hızlı büyüyen şirketlerin büyük bir kısmı tamamen dijital altyapılar üzerine kurulu. Pazarlamanın amacı, artık sadece ürün satışı değil, tüketicilerin hayatına değer katmak olmalı. Özellikle ekonomik belirsizlikler ve jeopolitik istikrarsızlıklar karşısında tüketiciler, daha dayanıklı ve uzun ömürlü ürünlere yöneliyor. Yöneticilere önerim, dijital platformlara yatırım yapmaları, müşteri deneyimini önceliklendiren stratejiler geliştirmeleri ve ürün kalitesine odaklanmaları. Bu yaklaşımlar hem yerel hem de küresel pazarda avantaj sağlayacaktır.” Perakende ve dijital strateji uzmanı Spring Studios’un CEO’su Giuseppe Stigliano ise şunları ekliyor: “Perakende 4.0 dönemindeyiz. Perakende sektörü artık yalnızca fiziksel mağazalardan ibaret değil, dijital platformlarla yeniden tanımlanan bir ekosisteme sahip. Pazarlama stratejileri, tüketicilerle daha anlamlı bağlar kurmayı hedeflemeli. Geleneksel modellerle rekabet etmek artık mümkün değil. Türk şirketleri, pazarlamayı bir teknoloji platformu olarak görmeli ve organizasyonlarını bu doğrultuda dönüştürmeliler. Bulut tabanlı altyapılar, yapay zeka ve analitik araçlar gibi dijital araçların kullanımı, müşteri sadakatini artırmanın yanı sıra operasyonel verimliliği de güçlendirecektir.” 

DEĞER YARATANLARA DİKKAT!

INSEAD öğretim görevlileri Prof. W. Chan Kim ve Prof. Renée Mauborgne, “Mavi okyanus stratejisi” ile küresel iş dünyasında çığır açmış iki önemli isim. Yeni kitapları “Beyond Distruption” ile “yıkıcı olmayan yaratım” kavramı ekseninde yine farklı bir bakış açısı sunuyorlar. Prof. Chan Kim, şunları söylüyor: “Küresel ekonomik ve sosyal baskılar iş dünyasında radikal bir dönüşümü zorunlu kılıyor. 2025 yılında Türkiye dahil pek çok ülke ekonomik durgunluk koşullarıyla birleşen toplumsal taleplerle karşı karşıya kalacak. Bu durum, şirketlerin yalnızca finansal hedeflere odaklanarak sürdürülebilir olmasını zorlaştıracak. Önerim, iş ve toplum için pozitif bir değer yaratmayı hedefleyen bir modele geçmeleri. Bu model topluma anlamlı katkılar sağlarken şirketlerin finansal performansını uzun vadede güçlendirecektir. Türkiye; Avrupa, Asya ve Orta Doğu arasında bir köprü görevi görerek uluslararası iş birliği ve yeni pazar fırsatları yaratmak için eşsiz bir potansiyele sahip. Şirketler, bu avantajı değerlendirerek hem yerel hem de küresel düzeyde rekabet üstünlüğü elde edebilir.” Prof. Renee Mauborgne ise şu eklemeleri yapıyor: “İnovasyon artık yalnızca teknolojik yeniliklerden ibaret değil. Şirketlerin topluma olan katkılarını artıracak bir yaklaşım sergilemesi gerekiyor. Geleneksel anlamdaki inovasyon stratejileri, çoğunlukla yıkıcı etkiler yaratarak mevcut pazarları altüst etmeyi hedefliyordu. 2025 ve ötesinde yıkıcı olmayan inovasyon, şirketlere yeni fırsatlar sunarken toplumsal ve çevresel etkiyi merkeze almayı mümkün kılacak.” 

ETKİ ODAKLILAR KAZANACAK 

Yatırımcı ve Bridgewater Associates kurucusu Ray Dalio, finans dünyasında 2025 yılına yönelik önemli uyarılarda bulunarak yılı şöyle değerlendiriyor: “Yeni dönemde artan belirsizlikler, risk yönetimi ve sürdürülebilir yatırımlar kritik bir önem taşıyacak. Finans dünyasında başarılı olmak için sadece kâr elde etmeye değil, toplum ve çevreye uzun vadeli katkı sağlamaya odaklanmak gerekiyor. Ekonomik dalgalanmalar, yalnızca kısa vadeli etkiler yaratmakla kalmıyor, uzun vadeli stratejik kararların yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor. Portföy çeşitlendirmesi, dalgalanmalara karşı dayanıklılık kazanmanın en etkili yollarından biri. Dolayısıyla farklı sektörlerde ve bölgelerde yatırım yaparak riskleri minimize etmek mümkün. Yapay zeka ve veri analitiği gibi teknolojiler, yatırım kararlarında daha bilinçli adımlar atılmasını sağlıyor ve bu araçlar doğru kullanıldığında hem risk yönetimini iyileştiriyor hem de getirileri artırıyor.” Ekonomist ve sürdürülebilir kalkınma uzmanı Columbia Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Jeffrey Sachs, “Sürdürülebilirlik hedefleri artık iş dünyası için bir tercih değil zorunluluk” diyerek şöyle devam ediyor: “2025 yılında müşteriler yalnızca ürünlerin kalitesine değil, çevresel ve toplumsal etkilerine de odaklanacak. Şirketler, karbon nötr hedeflerine ulaşmak için yenilikçi çözümler geliştirmek zorunda. Bu hedefler çevreyi korumanın yanı sıra yatırımcı güvenini ve müşteri bağlılığını da artıracaktır. Şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda sürdürülebilirlik raporlaması kritik hale geldi. Geleceğin başarılı şirketleri, çevreye duyarlı iş modelleri geliştiren ve toplum ihtiyaçlarına odaklanan şirketler olacak.” 

LİDERLİK VE İK NASIL ŞEKİLLENECEK?

 Yazar ve liderlik uzmanı Simon Sinek, 2025 yılında liderlik becerilerinin çeviklik ve teknolojik uyum etrafında şekilleneceğini söyleyerek şöyle anlatıyor: “Teknoloji, özellikle yapay zeka ve otomasyon, iş dünyasında daha fazla yer buluyor. Bu araçlar verimliliği artırsa da yanlış yönetildiğinde motivasyonu düşürebiliyor. Liderler, teknolojiyi yalnızca bir araç değil, iş anlamını güçlendiren bir unsur olarak görmeli. Değişim yönetiminde başarılı liderler empati kurabilen, çalışanlarına güven veren kişilerdir ve kriz dönemlerinde ekiplerini etkin şekilde yönlendirebilirler. 2025 sonrası liderlerin hem teknolojiyi hem insani becerileri birleştiren bir yaklaşımı benimsemesi gerekiyor.” Wharton İşletme Fakültesi öğretim üyesi Prof. Adam Grant, liderlikte yaratıcılık ve inovasyonun kritik önemini vurgulayarak 2025’e ilişkin görüşlerini şöyle paylaşıyor: “Yaratıcılık ve inovasyon, liderlikte en kritik unsurlar olacak. Liderler, ekiplerinde özgür düşünceyi teşvik ederek yenilikçi çözümler geliştirmeye olanak sağlamalı. Özgür düşüncenin önündeki engeller kaldırıldığında organizasyonel performans artar. Risk almaktan korkmayan, inovasyonu stratejik öncelik haline getiren liderler 2025’te başarılı olacak.” Michigan Üniversitesi Ross School of Business öğretim üyesi Prof. Dave Ulrich, İK’nın artık yalnızca insan yönetimiyle değil paydaşlara değer yaratma kabiliyetiyle tanımlanması gerektiğini belirterek değerlendirmesine şöyle devam ediyor: “Bugün İK, çalışanlardan müşteri memnuniyetine ve toplumsal itibara kadar geniş bir paydaş kitlesine odaklanmalı. Organizasyonel kabiliyetlerin artırılması, şirketlerin paydaşlara daha fazla değer yaratmasını sağlayacak. Yapay zeka ve analitik araçlar, hangi İK girişimlerinin en fazla değeri yaratacağını öngörmede etkili olacaklar. 2025 ve sonrasında İK’nın stratejik önemi daha da artacak. Hatta şu an İK için harika bir zaman. Geçmişten ders alarak bugünü iyileştirmek ve gelecekte daha fazla değer yaratmak için eşsiz bir fırsatımız var.” 

ENERJİDE ZAMAN DARALIYOR

Imperial College London İşletme Fakültesi öğretim üyesi Prof. Alissa M. Kleinnijenhuis, Türkiye’nin enerji politikalarında köklü değişimlere ihtiyaç duyduğunu belirterek bu dönüşümün yalnızca ulusal değil küresel iklim hedefleri açısından da kritik olduğunu vurguluyor ve şöyle devam ediyor: “Türkiye, sürdürülebilir bir enerji geleceği inşa etmek için daha agresif bir dönüşüm stratejisi benimsemek zorunda. Kömürün enerji karışımındaki payını azaltarak yenilenebilir enerjiye geçiş sürecini hızlandırması gerekiyor. Bu, yalnızca ekonomik büyümeyi değil çevresel sorumlulukları yerine getirmeyi de mümkün kılacak. Bruegel raporuna göre, Türkiye’nin karbon emisyonlarını azaltmak için 2030’a kadar 171 milyar dolarlık, 2050’ye kadar ise 358 milyar dolarlık bir finansmana ihtiyacı var. Bu, yalnızca teknik yatırımlarla değil, kapsamlı reformlarla desteklenmeli. Örneğin, enerji depolama çözümleri geliştirilerek arz güvenliği artırılabilir ve tarım sektöründe enerji verimliliğini teşvik eden politikalar uygulanabilir. Türkiye’nin enerji dönüşümünü gerçekleştirebilmesi için uluslararası iş birliklerini etkin şekilde kullanması şart. Kömürden yenilenebilir enerjiye geçiş, yalnızca ekonomik değil çevresel ve toplumsal faydalar da sağlayacak. Ancak bu değişimi gerçekleştirmek için zaman daralıyor; Türkiye’nin önünde bu dönüşüm için 10-15 yıllık bir pencere kaldı.”


TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN GERÇEKLER
PROF. DARON ACEMOĞLU MASSACHUSETTS TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ (MIT) ÖĞRETİM ÜYESİ

“BUNLAR KONUŞULMUYOR” 
Dünyayı ve Türkiye’yi etkileyecek ana akımlar, yapay zeka, yaşlanan nüfus, iklim değişikliği ve küresel değişimler olacak. Basın ve kamuoyu yalnızca enflasyonla ilgileniyor. Bu meseleler neredeyse hiç konuşulmuyor. Türkiye’nin bu konularda kurumlarını iyileştirmesi ve reformlar yapması gerekiyor. Türkiye’nin önünde ufak bir pencere kaldı. Eğer gelecek 10-15 yıl içinde teknolojimizi ve iş kaynaklarını çok daha iyi bir düzeye getiremezsek durum iyi değil. Bir 10 yıl daha harcayamayız. YAPAY ZEKA Yapay zeka ve teknoloji alanındaki gelişmelerin ekonomik büyümeye yeterince katkı sağlamadığı görülüyor. Özellikle ABD’de patentlerin son yıllarda 4 kat artmasına rağmen toplam faktör verimliliğindeki büyümenin sınırlı kaldığı görülüyor. Bunun temel sebebi, işletmelerin bu teknolojilere yeterince adapte olamaması ve bireylerin yeni beceriler geliştirememesi. Yapay zekanın demokratikleşmesi gerekiyor. Türkiye, Endonezya ve Meksika gibi gelişmekte olan ülkeler, kendi aralarında bir konsorsiyum kurarak bu konuda seslerini duyurmalı.

YAŞLANAN NÜFUS 2060’ta Türkiye’nin bugünkü Japonya’nın yaşadığı demografik sıkıntılarla karşılaşacağı öngörülüyor. Türkiye’nin yaşlanma süreci Japonya’nın bugünkü durumuna çok yakın olacak ve buna hiç hazır değiliz. Yaşlanan nüfusun ekonomik maliyeti büyük olacak. Genç enerjimizi kaybedersek, sanayi sektörünün ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünü sağlayamayız. Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler teknolojiyi etkili kullanarak yaşlanan nüfusun yarattığı rüzgarı iyi yönetiyor. Türkiye bu dönüşümü doğru yönetememesi halinde ciddi problemlerle karşılaşacak.

GÜÇ DENGELERİ
Türkiye, Asya’ya kayan ekonomik güç dengelerinden faydalanabilir. Coğrafi konumu itibarıyla Türkiye bu değişimin merkezinde yer alıyor. Ancak şu ana kadar bu fırsatları yeterince değerlendiremedi. Bu dengeyi bulmak hala mümkün. Türkiye’de insan kaynağına yapılacak yatırım, sadece eğitimle sınırlı olmamalı. Şirketlerin de yaşam boyu öğrenim fırsatları sunması gerekiyor. Kurumların iyileştirilmesi gerekiyor. Yolsuzluğun kontrol altına alındığı, hukukun üstün olduğu bir sistem ekonomik büyümenin ve teknolojik ilerlemenin önünü açar.



GELENEKSEL BANKALAR AYAKTA KALACAK MI?
BRETT KING GELECEK BİLİMCİ, YAZAR VE MOVEN CEO’SU

DAHA HIZLI BÜYÜYORLAR
Neo bankacılık ve mobil cüzdanlar, bankacılık dünyasını dramatik bir şekilde dönüştürdü. Bugün dünyanın en hızlı büyüyen finansal kuruluşlarının tamamı dijital oyuncular. Örneğin, Asya dışındaki en büyük banka olan NuBank, 120 milyon müşteriye sahip. Alipay’in ana şirketi Ant Group ise 1,6 milyar müşteriyle sektördeki en büyük dijital oyunculardan biri. Şu anda ilk 20 fintek şirketi toplamda 4,1 milyar perakende müşterisine hizmet veriyor. Buna karşılık ilk 20 geleneksel banka, yalnızca 2,7 milyar müşteriye sahip. Son 5 yılda dijital oyuncular müşteri tabanını yüzde 200 artırırken geleneksel bankaların büyümesi yalnızca yüzde 3 seviyesinde kaldı. Bu, dijital kabiliyetlerin yalnızca bankacılık deneyimini değil, pazar paylarını ve büyüme dinamiklerini de yeniden tanımladığını gösteriyor.

“HER ŞEYİ UNUTUN” Bugün bankacılıktaki büyümenin tamamı dijital etkileşim ve müşteri kazanımı üzerinden geliyor. Neo bankacılık ortamında rekabet edebilmek için 14’üncü yüzyıldan kalma geleneksel bankacılık modeline bağlı her şeyi unutmalısınız. Yapay zeka tabanlı bankacılık dünyasında lider bir banka olmak için ürün sunan bir finansal kurum yerine bankacılık hizmetleri ve deneyimleri sunan bir teknoloji platformu olmanız gerekiyor. Bu dönüşüm iki temel güce dayanıyor. Birincisi, teknik çeviklik. Bulut tabanlı bir teknoloji altyapısı, tutarlı bir veri stratejisi ve doğru yetenek yönetimi bu çevikliği sağlar.

“ŞUBE SAYISI AZALIYOR” İkincisi ise uyumlu, teknoloji öncelikli bir kültür. Yönetim kurulundan icra ekibine kadar herkesin bankayı ağırlıklı olarak dijital bir oyuncuya dönüştürme motivasyonuna sahip olması gerekir. Gelirlerinizin büyük bir kısmı dijitalden gelmiyorsa gelecekte hayatta kalma şansınız düşük. Şubeler ve birebir insan etkileşimleri, bankacılığın çok küçük bir parçası haline geldi. Şube sayısı 2015’ten bu yana küresel ölçekte azalıyor. Eğer bir banka olarak gelirleriniz ağırlıklı olarak dijitalden kaynaklanmıyorsa gelecekte bu değişime ayak uydurmanız mümkün olmayacak.



“ENFLASYONLA MÜCADELE ÇOK ARAÇLI OLMALI”
TIMOTHY ASH BLUEBAY ASSET MANAGEMENT KIDEMLİ GELİŞEN PİYASALAR STRATEJİSTİ

TRUMP’IN TİCARET ETKİSİ 
Suriye, Ukrayna’daki savaş, küresel enerji fiyatları ve Trump’ın tarifeleri gibi gelişmeler, Türkiye için karmaşık sonuçlar doğuruyor. Trump’ın tarifeleri küresel ticaret ve büyümeyi genel anlamda yavaşlatabilir, ancak emtia fiyatlarının düşmesine yardımcı olabilir ki bu Türkiye için olumlu bir etki yaratabilir. Trump’ın Ukrayna ve Orta Doğu’daki savaşları sona erdirmede başarılı olması durumunda emtia fiyatlarının kontrol altına alınmasını sağlayabilir. Ancak tarifeler ve ticaret savaşları Avrupa büyümesini zayıflatmaya devam edecektir. Avrupa, Türkiye’nin ana ihracat pazarlarından biri olduğu için bu durum karmaşık bir tablo ortaya koyabilir.

ENFLASYONLA MÜCADELE Türkiye yüksek enflasyon nedeniyle rekabet gücü sorunlarıyla mücadele ediyor. Merkez Bankası tarafından uygulanan reel değerlenme politikası bu sorunu dengelemeye çalışsa da rekabet üzerindeki baskıları artırıyor. Yüksek faiz oranlarının lirayı aşırı değerli hale getirmesi durumunda, enflasyona karşı mücadelede mali sıkılaştırma, gelir politikası ve daha geniş yapısal reformların devreye girmesi gerekecek. Türkiye’nin yüksek enflasyonla mücadele stratejisinde çeşitli araçların bir arada kullanılması gerekiyor.

YAPISAL SORUNLAR Mali sıkılaştırma ve gelir politikası gibi önlemlerle birlikte tarım ve hizmet sektörlerindeki yapısal sorunlar ele alınmalı. İş gücü piyasası reformları ve deregülasyon süreçleri hızlandırılmalı. Maliye politikası açısından harcama kısıtlamalarına gidilmesi ve vergi uyumunun iyileştirilmesine odaklanılması gerekiyor. Yapısal reformlar, düzenlemelerin gevşetilmesi, iş gücü piyasası esnekliğinin artırılması ve hizmet sektöründeki sertliklerin giderilmesine odaklanmalı. Bu sertlikler, enflasyonu körükleyen önemli bir unsur. Tarım ve gıda sektörleri ise sürekli olarak işlenmemiş gıda fiyatlarından kaynaklanan fiyat baskıları nedeniyle özel bir ilgi gerektiriyor.

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz