Mondelez Türkiye Genel Müdürü İhsan Karagöz’le en sevdiği koşu rotalarından biri olan Tarabya’da buluştuk ve koşunun hayatındaki yerini konuştuk...
Nil Dumansızoğlu
Avrupa’da yaşadığı yıllarda çevrenin de etkisiyle koşmaya başlayan Mondelez Türkiye Genel Müdürü İhsan Karagöz, başlarda bir hafta sonu aktivitesi gibi gördüğü hobisine zaman içinde bağımlı hale geldi. Koşu esnasında zihninin temizlendiğinden bahseden yönetici, kendiyle zaman geçirmek için koşunun en güzel yöntemlerden biri olduğunu düşünüyor. Bu tutkusunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Koşu öyle bir şey ki yavaş yavaş bağımlılık yaratıyor. Sonrasında salgılanan endorfin, seratonin gibi hormonlar sizi mutlu ediyor ve zaman içinde o mutluluğa bağımlı hale gelmeniz, sizi kendine çekiyor.” İhsan Karagöz’le en sevdiği koşu rotalarından biri olan Tarabya’da buluştuk ve koşunun hayatındaki yerini konuştuk:
Spora ilginiz nasıl başladı?
Sporun pek çok dalını seviyorum ama koşu, benim için zaman içinde bir tutku haline geldi. 2008 yılında Procter and Gamble’da çalışırken 2,5 yıl kadar İsviçre’nin Cenevre şehrinde yaşadım. Orada ortam, koşmak için çok müsaitti. Türkiye’ye döndükten sonra ise Zekeriyaköy’e yerleştim. Ormana yakın olduğum için koşu sporunu yapmam kolay oldu. Başlarda, hafta sonları koşardım ya da eşimle birlikte yürüyüş yapardık. Ancak koşu öyle bir şey ki yavaş yavaş bağımlılık yaratıyor. Sonrasında salgılanan endorfin, seratonin gibi hormonlar sizi mutlu ediyor ve zaman içinde o mutluluğa bağımlı hale gelmeniz, sizi kendine çekiyor.
En sevdiğiniz güzergahlar neresi?
Koştuğunuz yerin düz olması en güzeli. Bu yüzden şehir içinde koşmayı daha çok seviyorum. Tabii Avrupa bu konuda daha avantajlı. İstanbul gerçekten dünyanın incisi…Mükemmel bir şehirde yaşıyoruz ama yayaya saygı yok. Yurt dışında koştuğunuz zaman, insanlar sizin temponuzu bozmamak için kenara çekilir, yol verir. Bizde tam tersi inadına yolun ortasında duruyorlar. Koşacağınız kaldırım bulamıyorsunuz, yoldan koşmak zorunda kalıyorsunuz. İstanbul’da en sevdiğim güzergah Boğaz. Çayırbaşı’ndan başlıyorum ve Yeniköy Makro’ya ulaştıktan sonra geri dönüyorum. Bu tam 10 kilometre oluyor. Ormanda ise 6 kilometre koşuyorum. Seyahate gittiğim zaman farklı şehirlerde koşmak beni çok mutlu ediyor. Sabah çıkıyorsunuz, etrafınızdaki insanlar işe giderken siz yanlarından geçiyorsunuz, aslında bir şekilde onların hayatlarına dahil oluyorsunuz.
Bir koşucu gözüyle Avrupa ve Türkiye’yi spor aktiviteleri açısından nasıl karşılaştırırsınız?
Her şeyin başında bir hayat tarzı meselesi var. Avrupa’da bir şehre gittiğiniz zaman şehir içinde herkesin koştuğunu görüyorsunuz. Koşmak, çevreyle tetiklenen bir spor. Avrupa’da spor, insanların hayatının parçası haline gelmiş durumda. Erişim de kolay. Londra’da yaşadığım iki yıllık dönemde de bunun pek çok örneğine rastladım. Örneğin insanlar Londra’nın kanallarında kürek çeker. Küçücük bir gölü vardır ve onun üzerinde hafta sonları yelkenliler görürsünüz. 3-5 TL’ye tekabül eden ücretlerle halka açık yüzme havuzlarına gidebilirsiniz. Aynı şekilde kayak da Türkiye’de bir elit sporuyken Avrupa’da erişimi çok kolay olan bir spor. Her gün yapabilirsiniz. Çünkü maliyeti düşük. Cenevre’de yaşadığım dönemde hafta sonları sabah kayak yapmaya gider, öğlen dönerdim. Ben hayatta tek düze şeyleri yapmayı sevmiyorum. Biz maalesef akşam nerede yemek yiyelim, hangi mekana gidelim gibi durağan ve hareketsiz bir hayat yaşıyoruz. Türkiye’de sosyal hayat genelde yeme-içme üzerine akıyor. Oysa sporu insanların yaşamının içine daha fazla çekmemiz lazım. Son zamanlarda güzel gelişmeler görüyoruz. Sağlıklı yaşama ve spora ilgi artıyor. Koşu özelinde, birçok şirketin takımlar oluşturduğunu görüyoruz. Yine aynı şekilde kulüpler var.
Sizin şirketinizin de bir takımı var. Biraz bahseder misiniz?
Evet, şirkette benim gibi koşmaya meraklı arkadaşlarla kendimize bir grup kurduk. Adını da “Rundelez” koyduk. Bunu yavaş yavaş kulüp haline getirdik, kendimize formalar yaptık derken bir takım olduk. Takımı kurduktan sonra düzenli olarak çeşitli maratonlara katıldık. Geçen yıl ilk kez İstanbul Maratonu’yla başladık. Bu yıl 70 kişiydik. İstanbul Uzun Etap’ın Gece Koşuları’na, Tuz Gölü Maratonu’na katıldık. Ayda 1 kez de toplanıp koşuyoruz. Özellikle bu maratonlardan önce hazırlık çalışmalarımız oluyor. Şirket grubumuz mayıs ayından bugüne kadar 5 bin 429 kilometre koşmuş durumda.
Bu, şirkette nasıl bir iklim yarattı?
Şirket içinde güzel bir aktivite oluyor. Herkesin genel müdürüyle konuşabileceği ortak bir konu var; koşu. Örneğin İstanbul Maratonu’nda, şirketin genel müdürü olarak ben de vardım, şirkete yeni başlamış stajyer de vardı. Sosyal medya sorumlumuz bu fotoğraflarımızı sayfalarımızda paylaşıyor. İnsanlar kendi fotoğrafları paylaşılınca motive oluyor. Şirketin içinde ruhun değiştiğini görüyorum. Bunu bizim Eastern Europe’taki arkadaşlar da gördü. Ondan sonra Rundelez Ukrayna, Rusya, Kazakistan, Gürcistan da kuruldu. Böyle bir marka yaratmış olduk. Geçenlerde Amerika’dan CEO’muz geldi, onun da çok takdirini kazandı.
Takımı çalıştıran bir koçunuz var mı?
Yok, kendi koçluluğumuzu kendimiz yapıyoruz. Bazen farklı çalışmalarımız oluyor. Örneğin Profesör Taner Damcı, Türkiye’nin birkaç ultramaratoncusundan biri ve aynı zamanda endokrinoloji profesörü. Bir gün şirkete onu getirdik, bize koşmayı, Antartika Maratonu’ndaki deneyimlerini anlattı.
Katılmak istediğiniz maratonlar ya da koşu için gitmek istediğiniz yerler var mı?
Ben maraton koşucusu değilim, onun için daha özel zaman ayarlamak lazım. Örneğin gidip kayıt olmak, otel ayarlamak, maratonun olacağı gün tekrar gitmek gibi… Bizim gibi yoğun çalışan insanlar için bu zamanı ayırmak kolay değil. Ancak başka başka şehirlerde koşmayı çok seviyorum. Amerika’da çok bulundum ama orada hiç koşmadım. New York sokaklarında koşmak güzel olabilir.
Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?