Aydın Bey’in İkinci Baharı

Aydın Giz / Farimex S.A Ortağı ve Genel Müdürü Aydın Giz, uzun yıllar Türkiye’de elektronik sektöründe çalıştı. Profilo Holding bünyesinde üst düzeyde görev yaptı. Tam yıldızının parladığı dönemd...

1.06.2001 03:00:000
Paylaş Tweet Paylaş

Aydın Giz / Farimex S.A Ortağı ve Genel Müdürü

Aydın Giz, uzun yıllar Türkiye’de elektronik sektöründe çalıştı. Profilo Holding bünyesinde üst düzeyde görev yaptı. Tam yıldızının parladığı dönemde, biraz da koşullara kızıp, İsviçre’ye gitti. Amacı, kariyerinde ikinci dönemi başlatmak, daha iyi yaşamı yakalamaktı. Orada elektronik alanında çalışan Farimex şirketine ortak oldu. 1980’de başladığı ikinci baharında, Doğu Avrupa’daki özelleştirmeleri fırsata dönüştürerek şirketine hızlı büyüme yaşattı. Ama Türkiye özlemi de devam ediyor... Hedefi gelecekte siyaset içinde yer almak.

Aydın Giz, İsviçreli elektronik şirketi Farimex S.A’nın ortağı ve genel müdürü. İş hayatına Profilo’nun kuruluşlarından biri olan Elektronal’de başladı. Jak Kamhi’nin ekibinde yer aldı. Türkiye’de elektronik sanayinin kuruluşunda aktif rol oynadı. Ancak, 10 yıllık başarılı iş hayatı, 1980 yılında Farimex’ten aldığı teklifle değişti. Dönemin Türkiye’sinde yaşananlar ve daha iyi bir yaşam özlemi Aydın Giz’in rotasını İsviçre’ye çevirmesine neden oldu.

Aydın Giz, başarılarını İsviçre’de de sürdürdü. Şirketi Farimex tüp sıkıntısı çekince Doğu Avrupa ülkelerindeki özelleştirmeleri takip edip Litvanya’daki özelleştirmeye katıldı. Televizyon tüpü üreten Ekranas’ı gruba kazandırdı.

2000 yılında Farimex 203 milyon dolar ciro yaptı. Grubun Litvanya’daki şirketi Ekranas ise 110 milyon dolar ciro gerçekleştirdi. Elektronik sektöründe sonuncu sırada yer alan Farimex bugün Philips ve Thomson’dan sonra geliyor.

Aydın Giz, iş yaşantısının dışında siyasetle de yakından ilgileniyor. 1995 yılında Giresun’dan milletvekili adayı alan Aydın Giz, Yeni Demokrasi Hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Ardından Demokrat Türkiye Partisi’nin kuruluşunda aktif rol oynadı. Türkiye’de sistemin değişmesi için yeni siyasetçilere ihtiyaç olduğunu düşünen Aydın Giz, Türkiye dönerse aktif olarak siyasette yer almak istiyor.

Aydın Giz Capital’e şirketlerini, elektronik sektörünü, yabancı sermayenin Türkiye’ye bakışını şöyle anlattı: 

İş hayatına nasıl girdiniz?

İş hayatına 1972 yılında Profilo'nun kuruluşlarından biri olan Elektronal Elektronik'te başladım. Elektronal artık faaliyette değil. Ancak, Elektronal 1970'lerde çok cesur işler yapmış bir şirket. Bu sektörde birçok ilki Türkiye'ye Elektronal yaptı. Türkiye'de o zaman elektrik kısıntıları ve voltaj düşüklüğü çok fazlaydı. Biz elektronik voltaj regülatörünü imal ettik. Daha sonra ilk elektronik yazar kasa, teyp cihazı ve teyp kasetini imal ettik.

Jak Kamhi’nin arkadaşı mıydınız?

Jak Kamhi’nin büyük oğlu ağabeyimin, Cefi Kamhi ise benim arkadaşımdı. Aslında benim elektronikle pek ilgim yoktu. Profesyonel rehberlik yapıyordum. Elektronal’e girişim de bir tesadüf sonucu gerçekleşti. Hiç beklemediğim bir anda bu şirketin ithalat müdürü olarak burada çalışmaya başladım. Zaman içerisinde yükseldim ve şirketin genel müdürü oldum.

1980 yılına kadar Elektronal’de  yönetici olarak çalıştım. Ayrıca, bu şirketin Teletrans adındaki pazarlama şirketinde de yönetim kurulu üyesiydim. Elektronal’de daha çok Ankara ile ilişkiler, ithalat, pazarlama ve bankalarla ilişkiler konusunda çalışıyordum. 1980 yılında bizimle çalışan İsviçreli Farimex adlı şirketten teklif alınca İsviçre'ye gittim.

Türkiye'de  geleceğiniz parlak görünüyor. Neden İsviçre'ye gittiniz?

O dönem terör dönemiydi. Fabrikamız bütün Kartal bölgesinde grev yapılmayan tek yerdi. İşçilerimizle çok iyi bir diyalogumuz vardı. Fabrikamız Maden-İş Sendikası’na bağlıydı. Buna  rağmen grev olmadı. Ancak, bu birtakım sorunlar doğdu, üzerimizde baskılar oluştu. İşte böyle bir dönemde teklif alınca, kabul ettim.

Aslında hiç niyetim yoktu. Yaşantıma dair yaptığım planlarda yurt dışında yaşamak yer almıyordu. İsviçre olması cazibeyi artırdı. Bir de daha iyi bir hayat yaşama isteği vardı. Korumalarla, silahlarla dolaşıyorduk. Bu da etkili oldu.

Farimex nasıl bir teklifle size geldi?

Ortaklık teklifi aldım. Gidince hem ortak oldum hem de yönetici olarak görev yapmaya başladım. Hala da bu şirketin genel müdürü olarak görev yapıyorum. Ayrıca şirketin ortağı ve yönetim kurulu üyesiyim.

Farimex nasıl bir şirket?

Farimex, 340 milyon İsviçre Frankı cirosu olan elektronik alanında önemli bir kuruluş. Elektronik endüstrisinin ihtiyaç duyduğu elektronik parçaları elektronik ürün imal eden fabrikalara pazarlıyor. Komple televizyon kiti,  komple hesap makinesi, elektronik terazi, elektronik yazar kasa, net TV, kitlerini pazarladığımız ürünlerden bazıları. Satışlar içersinde televizyon parçaları ve televizyon tüpü çok önemli bir yer tutuyor.

Litvanya'da da büyük bir fabrikanız var. Neden Litvanya’yı seçtiniz?

1980’li yıllarda Polonya'da bulunan şu anda Thomson'un satın aldığı Polkolor televizyon tüpü şirketinin distribütörüydük. Doğu Avrupa duvarları yıkıldıktan sonra özelleştirmeler başladı. Biz bu şirketi özelleştirmeden satın almak istedik. Ancak, Thomson firması Fransız hükümeti ile devreye girerek Polkolor’u satın aldı. Distribütörlüğümüz de iptal etti. Tüp bulamamaya başladık. Tüpsüz kit satmak imkansız olduğundan dolayı başka bir yerde fabrika arayamaya başladık. 

Neden yatırım yapmadınız?

Televizyon tüpü fabrikası çok ağır yatırım gerektiren bir sanayi dalıdır.  4.5 milyon kapasiteli bir cam ve tüp fabrikasını yeni baştan kurmak için gerekli para 450-500 milyon dolardır. Bir yerde bu Türkiye'de niye fabrika kurmadığımızın da bir yanıtıdır aslında. 500 milyon dolar parayı da bulmak her baba yiğidin harcı değil. Bizim de harcımız değildi. Yeni bir fabrika kurma imkanımız olmadığı için özelleştirmeleri takip ettik.

Polonya zaten alınmıştı. Rusya, Litvanya, Beyaz Rusya ve Çek Cumhuriyeti’nde televizyon camı ve tüpü imal eden fabrikalar mevcuttu. Bu fabrikalar Amerikan RCA teknolojisi ile üretim yapan, eski teknolojiye sahip entegre tesislerdi. O dönemin güç koşullarında bütün fabrikaları dolaştım, teknolojilerine, insanlarına baktım. En uygunu Litvanya idi. İnsanları çok farklıydı. Her ne kadar uzun süre komünizmle yönetilmiş olsalar bile bana en açık onlar geldi. Ayrıca işbirliğine, özelleştirmeye çok açık bir hükümet ile karşılaştık. Baştaki bütün zorluklara rağmen çok isabetli bir karar aldığımız daha sonra ortaya çıktı.

Litvanya’daki şirket tamamen Farimex’e mi ait?

Hayır. Ortaklarımız arasında Türkiye’den Profilo Sanayi var. Fabrikayı satın alırken bir sermayedarlar grubu olarak satın aldık. Öncülüğünü Farimex yapıyordu. Bu yatırım çok riskli ve büyük modernizasyon çalışması isteyen bir tesis idi. 8 bin kişi ile 1 milyon adet televizyon tüpü imal ediliyordu.

Profilo’nun baştan beri bizimle olması ve bizi desteklemesi bu şirketin başarıya ulaşmasında önemli bir etken oldu. Özelleştirme ihalesine birlikte girdik. Bizden önemli ölçüde mal almaya başladılar. Yani önemli bir müşterimiz hazırdı.

Şu anda 3 bin 800 kişi ile 6.5 milyon adet cam, 3.5 milyon adet televizyon tüpü imal ediyoruz. 2002 yılında üretimimizin 4.5 milyon adete çıkacak. Üretimimizin yüzde 90-92’sini Batı ülkelerine, yüzde 8’ini de Litvanya’da ortak olduğumuz bir televizyon fabrikasına satıyoruz. Şu anda grubumuz şirketin yüzde 51 çoğunluk hissesine sahip.

Bu sektörde şu anki durumunuz nedir?

1990’lı yıllarda küçük ve orta boy televizyon tüpü üreten fabrikalar arasında sonuncuyken bugün Philips ve Thomson’dan sonra Avrupa'nın üçüncü büyük tüp üreticisi konumuna geldik. Büyük boy televizyon tüpü dediğimiz 25, 28 ve 29  ekranları imal etmek için çalışmalarımız sürüyor. Herhalde 2003 yılında bu tüpleri imal etmeye başlayacağız. Gelecek sene 15 ve 21 inch “thrue flat” dediğimiz tam düz camlı televizyon tüpü imalatına Toshiba teknolojisi ile başlıyoruz.

Bu çalışmalar tamamlanınca 110 milyon dolar olan ciromuz 300-350 milyon dolara çıkacak. 3.2 milyon adet televizyon tüpü imalatımız 2002 yılında 4.5 milyona, 2004 yılında da büyük boyların da eklenmesiyle 6 milyon adete ulaşacak. Eylül ayında yeni cam fırınımızın devreye girmesiyle birlikte 6.5 milyon adetlik cam kapasitemiz olacak. Dolayısıyla Thomson, Philips gibi, büyük firmalara cam verebilme imkanına da kavuşacağız. Büyük bir rekabet avantajı kazanacağız.

Türkiye'ye ihracat yapıyor musunuz?

Türkiye bizim için en öncelikli ülke. Pazar demiyorum, çünkü bizim ülkemiz. Birkaç sene önce dünyada televizyon tüpü sıkıntısı yaşandı. Hiçbir yerde bulunmuyordu ve fiyatlar sürekli artıyordu. Bu durumda başka ülkelere daha yüksek fiyatla mal satma imkanımız varken, üretimimizin yüzde 52’sini Türk sanayicisine uygun fiyatlarla tahsis ettik. Bu şirketimizin Türkiye ekonomisine ufakta olsa bir katkı sağladı.

Beko, Vestel gibi yerli üreticiler önemli miktarlarda ihracat yapıyor. Bu üreticilerin Avrupa’daki performansını nasıl buluyorsunuz?

Vestel, Beko ve Telra çok başarılı şirketler. Bu şirketler televizyonlarını yalnız Avrupa’ya değil dünyanın her yerine satıyorlar. Türkiye televizyon ithal eden ülke konumundan yılda 7 milyon adet televizyon ihraç eden bir ülke oldu. Türk şirketleri Avrupa pazarında yaklaşık yüzde 20 pazar payına sahip. Türkiye ihracatına aşağı yukarı 1.5 milyar dolarlık katkıda bulunuyorlar. Küçümsenecek bir rakam değil. Çok başarılılar.

Avrupa'da gelecekleri nasıl görünüyor? Avrupa pazarının doyduğu konuşuluyor...

Avrupa pazarının doyduğu varsayımına katılmıyorum. Pazar büyümüyor ama talep hep aynı ölçüde devam ediyor. Talepte bir daralma yok, geçici düşme veya yükselmeler mevcut. Biliyorsunuz, Türkiye bir anti-damping soruşturması geçiriyor. Ara kararda Türkiye’ye vergi konulmaması kararı çıktı. Bu Türk sanayicisi için güzel bir haber. Komisyon herhalde temmuz ayında nihai kararını verecek. Türkiye lehine sonuç çıkarsa elektronik sektörü ikinci büyük patlamasını yapacak.

Tahminime göre ihracat potansiyeli 8-10 milyon adete ulaşacaktır. Bu da 2-2.5 milyar dolarlık bir döviz geliri anlamına gelir. Bu durum Türk üreticisine Avrupa'da fiyatları tespit edebilme imkanını sağlayacaktır. Türk elektronik üreticilerinin en önemli hedeflerinin, piyasa paylarını daha kârlı bir marj ile artırmaları gerektiği inancındayım. Bana sorarsanız fiyatlar hala ucuz. Kâr marjları yükselebilir.

Uzun süredir yurtdışında yaşıyorsunuz. Türkiye dışarıdan yabancılara nasıl görünüyor?

Türkiye çok büyük bir ülke. Türkiye'yi bugüne kadar hortumcular, ihaleciler, spekülatörler, siyasetçiler batıramamış, batıramazda. Türkiye'de büyük bir zenginlik var. Doğal kaynakları, ekonomisi, dinamizmi ve en önemlisi de insan kaynağı bakımından çok zengin. Avrupa'nın bakış açısına göre Türkiye çok önemli bir partner ama siyasi sorunları olan bir partner. Onların gözünde Türkiye liberal ekonomiye kısmen evet, ama liberal demokrasiye belki veya bazı koşullarda evet diyen bir ülke. Bakış açıları bu.

Gerçekten de öyle değil miyiz? Avrupa Birliği'ne girmek için kapıları çalıyoruz, ama şartlarını yerine getirmek için düşünüyoruz. Ya batının standartlarını kabul ederiz ya da bu sevdadan vazgeçeriz. Türkiye'nin jeopolitik konumundan ötürü aşması gereken sorunları var. Bunların çözümü eğitim, adil bir gelir dağılımı, hukukun üstünlüğü ve demokratik bir idareden geçiyor.

Kriz yabancı sermayenin Türkiye bakışında nasıl değişiklikler yarattı?

Yalnız krizin değil, siyasi istikrarsızlığın Türkiye'ye neler kaybettirdiğini ortaya koyarsak bu değişikliği daha iyi tanımlayabiliriz. Doğu Avrupa duvarları yıkıldıktan sonra özelleştirme furyası başladı. O sıralarda birçok gelişmiş ülke şirketi Türkiye'nin kapısını çaldı. Oysa biz de özelleştirme kanunları bir türlü çıkarılamadı. Kapımızı çalan şirketler Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti'ne gidip yatırım yaptılar. Polonya'ya yılda 5-6 milyar dolar yabancı sermaye aktı. Gelişen yabancı sermaye hareketi Polonya’ya  yan sanayii de getirdi. Müthiş bir yabancı sermaye hareketi oldu. Biz ise yerimizde saydık.

Türkiye yabancı sermaye konusunda yakaladığı tarihi bir fırsatı siyasi çıkar uğruna harcadı. Kanunlar bir an önce çıkarılsaydı ve siyasi irade olsaydı, yabancı sermaye bilmediği bu ülkeler yerine bildiği Türkiye’ye gelirdi.

Krizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu krizin nedeni tamamen siyasidir, sonucu ise ekonomiktir. 1994 yılında üç bankanın kapatılması ile başlayan süreç, Türkiye'yi aşırı faiz oranlarıyla borçlanmaya itti. Daha önceki yıllarda dış borçlarda libor +0.50 iken, Türkiye libor +10-12'lerle borçlanmaya başladı. Yalnızca dış faizlere ödenen fazla yılda takriben 3 milyar dolardır. Görev zararları bilinçli bir şekilde devlet bankalarının üstünü yıkıldı, çürük olduğu bilinen bankalar devlet desteği ile yaşatıldı. Bunlar siyasi hata değil midir? Adım adım bu noktaya gelindi. Kamu bankalarının görev zararlarının bu yüksek faiz borçlanmaları ile 20 milyar dolara çıkacağı matematiksel bir işlemdir. Bu nedenle kriz siyasi diyorum.

Yeni ekonomik program açıklandı. Bu program yeterli olacak mı?

Uzun vadeli bir programdır. Mutlaka bu programın içinin doldurulması gerekiyor. İhracat teşvik edilecek deniyor ama bunun nasıl yapılacağı söylenmiyor. Her şeye rağmen programı çok olumlu buldum. Uygulanabilirse Türkiye'ye yeni bir perspektif getireceğini düşünüyorum.

Bana göre program Türkiye ekonomisinin yeniden inşası anlamına geliyor. Tabii bu programının varlığı ile uygulanabilirliği farklı şeyler. Hükümet programı destekleyecek mi, çıkarılacak kanunlar delinecek mi  bunu zaman gösterecek. Son günlerde yaşananlar bu anlamda bana pek bir umut vermiyor. Türkiye'de siyasetin yeniden yapılanması gerekiyor. Siyasette yeni isimlere ve yüzlere ihtiyaç vardır. Bunun gerekliliği de bu son krizde ortaya çıkmıştır.

Türk girişimcilerin Avrupa'da değerlendirebileceği boş alanlar mevcut mu?

Tabii. Türkiye'de yatırım yapılması, Türkiye açısından daha iyi olur. Ancak, Türk girişimcisinin uluslararası arenada yerini alması şart. Bence Türk girişimcisinin bizim örneğimizde olduğu gibi, Türkiye’de üretilmeyen ve ülkemizin ithal ettiği mamulleri seçip yatırım yapması gerekiyor.
Türkiye’de her sektörde yatırım yapılmasına imkan ve gerek yok. Büyük yatırım gerektiren sanayi dallarında özelleştirmelerden yararlanmak akıllıca bir iş olur. Ama ne yazık ki bu tür özelleştirmelerin büyük çoğunluğu yapıldı ve satıldı. Biraz geç kaldık gibi.

Hangi ülkelerde özelleştirmeler devam ediyor?

Litvanya, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’da biraz kaldı. Eski Yugoslavya federasyonu ülkeleri bu konuda bakir. Özellikle Yugoslavya.

Rusya iyi bir yatırım alanı mı?

Bence değil. Bana bedava verseler gitmem. Rusya çok sorunlu, çok bürokrasinin olduğu bir ülke. Siyasi istikrarsızlığın olduğu bir ülkede yatırım yapmak çok büyük riskleri beraberinde getirir.

“İŞADAMLARI FİİLEN SİYASETE GİRMELİLER”

Türk işadamlarının siyasete bakışını nasıl buluyorsunuz?

İstisnalar haricinde, işadamları, meslek kuruluşları, genelde ekonominin gerçek durumunu açık bir şekilde ortaya koyamadılar. Çekindiler, korktular, belki de her şeyi gerçekten iyi görmek istediler.  Ama “Artık 10 yıl önümüzü çok iyi görüyoruz” dedikleri zaman devlet bankalarının görev zararlarının büyüklüğü belli değil miydi, Batı ülkelerinin faiz oranlarına göre astronomik olduğunu ve sonuç olarak iç borç stokunun katlamalı gittiğinin farkında değil miydiler.

Bana göre işadamlarımız maalesef günü kurtarmaya çalıştılar ve ülkenin bu sorunları ile gereği kadar ilgilenmediler. Devlet, hükümet o kadar güçlü ki, hükümetin hoşuna gitmeyen doğruları söyleyen bir işadamının başı çok kısa zamanda belaya girebilir, hatta tükenebilir. O şirketin veya işadamının banka kredileri anında kesilebilir, ertesi gün bilumum devlet müfettişini kapısında bulur, teşvikleri kesilir, gümrüklerde sudan sebeplerle malı takılır.

Yani o şirketi güç durumda bırakmak için her şey hükümetin elindedir. Sustuğunuz zamanda bir gün geliyor ki ekonomik kriz, devalüasyon gibi nedenlerle hükümet zaten sizi güç durumda bırakıyor veya batırıyor. İşadamları siyasete aktif olarak girmeliler ve sistemin değişmesine yardım etmeliler.

“SİYASİ İSTİKRARSIZLIK YABANCILAR İÇİN ENGEL”

Yabancıların Türkiye'ye gelmesinde ekonomik anlamda en büyük sorun nedir?

En büyük engel siyasi istikrarsızlık ve güven eksikliğidir. Özelleştirme yapacağım diyorsunuz yapmıyorsunuz. İhale açıyorsunuz, defalarca iptal ediyorsanız. Döviz kurunu hazirana kadar ilan ediyorsunuz, sonra devalüasyon yapıyorsunuz. Telekom’un yüzde 51'ini vermem, stratejik önemi var diye tutturuyorsunuz. Dünyanın neresinde telekom stratejik ki, Türkiye’de olsun. Diğer ülkelerdeki uygulamalara bakmazsanız ve diğer ülkelere göre avantaj yaratmazsanız yabancı sermaye niye gelsin?

Örneğin Litvanya'da özelleştirmeye katılıyorsunuz ve alıyorsunuz. Devletle herhangi bir ilişkiniz kalmıyor. Türkiye'de öyle mi? Şirketiniz için bir sürü yerden izin alacaksınız;  önemli krediler devlet bankasından,  belediye, maliye gibi bir sürü devlet birimi ile adeta akraba oluyorsunuz. Her yerle işiniz var.

Türkiye'ye şu ana kadar gelen yabancı sermayenin büyük bir kısmı iç pazara yönelik çalışıyor. İhracata yönelik yabancı sermaye oldukça az. Eski doğu Avrupa ülkelerine yatırım yapan yabancı sermayenin önemli bir kısmı ürettikleri mamulleri kendi ülkelerine ihraç ediyorlar. Bir anlamda bu ülkeleri avantajlı üretim platformları olarak kullanıyorlar.

Bugünlerde Türk sanayicileri bile yatırımlar için, başka ülkeleri tercih etmeye başladılar...

Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık bu durumu yaratmıştır. Türkiye rekabet gücünü yitiriyor. Finans maliyetleri yatırım ve üretim için çok büyük bir engel. İşçilik de rakiplere göre pahalıdır. Bu nedenle böyle bir kayma yaşanıyor. İstikrarı yakalamak sistemin değişmesine bağlıdır. İşadamları bunun değişmesine yardımcı olmalılar ve fiilen siyasete katılmaları gerekiyor. O zaman yurt dışına gitmek zorunda kalmazlar.


 

 


 

Türkiye ve dünya ekonomisine yön veren gelişmeleri yorulmadan takip edebilmek için her yeni güne haber bültenimiz “Sabah Kahvesi” ile başlamak ister misiniz?


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yaz